6 Haziran 2018 Çarşamba

MİNBERİN SIRRI SELAHADDİN EYYUBİ / ABDULLAH YILDIZ

Selahaddin, Halep'e gelmişken, ünlü marangozu ve Mescid-, Aksa için yaptığı dillere destan minberi görmek ister...
"Dedeciğim bu minberi çok güzel yapmışsınız, maşallah...ama..."der ve duraksar...
"Ama'sı nedir?"der yaşlı marangoz.
Genç Selahaddin devam eder:
"Ama Kudüs işgal altında..."
"Biliyorum evlat, biliyorum..."
"Peki, kim, nasıl götürüp de Mescid-i Aksa'daki yerine koyacak bu minberi?"
Uhterinli usta ve bilge marangoz, yaşıtlarından daha iri yapılı olan Selahaddin'i şöyle bir süzer ve onun gözlerinin içine bakarak, ömür boyu unutmayacağı şu anlamlı cevabı verir:
"Bak evlat! Ben iyiden iyiye yaşlandım...Allah bilir, ama ömrümün son demlerindeyim...Benim elimden gelen minber yapmaktı ve bütün yeteneğimi kullanarak en güzel minberimi yaptım...Benim gücüm buna yetti...İnancım o ki, senin gibi bir mücahit yiğit de çıkar, güçlü ordular kurar da Allah'ın izni ile Haçlı kafirlerini mağlup eder ve bu güzel minberi Mescid-i Aksa'ya koyar!"

2 Haziran 2018 Cumartesi

SUR (GÜNLÜK YAZILAR III) / SEZAİ KARAKOÇ

Kalitesizlik İslam aleminin en büyük hastalıklarından biri haline gelmiştir. Adam kayırmalar, hatır için bir işi ehli olmayana teslim etmeler, hep bu kalitesizliğin ve kolaya kaçışın sonudur. 

Sabırsızlık, tevekkülsüzlük, inanç zayıflığı, ibadet noksanlığı gibi menfi unsurlar yavaş yavaş kalbin ve ruhun kararmasına sebep olurlar, bu giderek ruhun pintileşmesine, imanla küfür arasında kıl mesafesi kalmasına sebep olur. Ruhun pintiliği hali Allah korusun böylesine tehlikeli bir noktada tutar insanı.

Okul sıralarında koşuşan, zamanı ve zekası heder edilmiş çocuklar gün gelir, devletin idaresini devralırlar. Verdikleri kararlarla bir milletin hayatını şu veya bu biçimde etkilerler. Hatta bazan mahvolmasına da sebep olabilirler. Zamanında, gençliğinde ideali olmamış, her şeyi dar şahsi menfaat açısından görmüş bir kadro, bütün dünyanın en ince teferruatına kadar planlayarak hazırladığı meselelerde nereden başarılı olacak? BU kadar zayıf bir bilgi hamulesine sahip, ahlak sağlamlığından mahrum ve hayatı boyunca ideal nedir bilmemiş bir diplomalılar kadrosu, İslam aleminin en büyük problemidir. Eğer batarsak bu kadro yüzünden batacağız. Kurtulmamız için de bu kara kadrodan kurtulup ak bir kadro, gerçek, derin ve inanmış bir aydınlar kadrosu yetiştirmemiz ve bu kadro yetişinceye kadar da her türlü fedakarlığa katlanmamız şarttır.

Eskiden toplumumuzda inanç, düşünce, duygu ve davranış dünyalarımız arasındaki bağı sağlayan müesseseler vardı. Cami, medrese, tekke, asker ocağı sürekli olarak bu bağları kuvvetlendiren, aralarındaki geliş gidişi ayarlayan kuruluşlardı. BU bir nevi kan dolaşımı gibi bir şeydi. Bu dolaşımla zehirleyici düşünceler atılıyor, davranışlar ölçüye kavuşuyor, duygular dizginleniyordu. Fakat sonraları aradaki bu bağlar kopmaya başlayınca adeta kedni başlarına yaşayan, dünyadan ve toplumdan habersiz bir takım kopuk dünyalar teşekkül etti. 

Zekatla Müslüman sahip olduğu eşyayı da Allah'a yöneltmekte. Daha doğrusu eşyaya olan gizli tapınma bağlarını kırmakta, ilgilerini kesmekte. 

Felsefe öğretiliyor. Yani insanların şimdiye kadar varoluş hakkında neler düşündüğünü anlatmaya çalışıyor ama insanın şu anda aynı anlama nasıl varması gerektiği meselesini ihmal ediyor, böyle bir uğraşımı fuzuli buluyor okul. 

Her davanın istismarıcısı olacaktır. Demokrasi istismar edenler var diye demokrasiden vaz mı geçeceksiniz? Gençliğinde birkaç yıl her nasılsa bu konularla meşgul olup sonra kendi hayat ve dünyasını düzenleyince, haklı davası uğruna savaşanları istismarcılıkla suçlayanlardır, asıl istismarcılar. "Sen samimi isen gel de davaya sahip çık, istismarcıyı bir tarafa it" demek gerekir bunlara. Ama hayır, o kolayını bulmuştur, istismarcısı olabilirdiye davayı, konuyu ortadan kaldırmakta, böylece rahata ermekte ve kendini kısır, faydasız, basit parti kavgalarına bırakmakta, gününü doldurmaya bakmaktadır. 

Fatih önce kendi nefsini yendiği için maddi zaferi aşmış, ruhun zaferine ulaşmıştır. Ona şehirlerin kapısını açan, maddi imkanları elde etme hırsı değil, hazineler, saraylar değil, yeni bir insan kavramına ulaşma, ruhun zaferini insanlığa tattırma idealidir.

İslam toplumunun yeniden dirilişinde önderlerin yapacağı ilk iş, toplumu sarsmadır. Öyle ki, toplumun ruhu, şiddetli bir sarsılışla meyve ve yapraklarını döken bir aiaca benzesin. Toplum adeta her şeyini kaybetmiş olsun ve bu yitiklik psikolojisini bri süre yaşasın. Çıplaklık duygusuna kapılsın, yoksulluğu tatsın. Bu sarsış, ruh hastalarının tekrar kendilerini bulmaları için yapılan şoka benzer. Şok hastayı ölüme yaklaştırarak musallat düşünceden kurtulmasına imkan arama için yapılır. 

Şöhret yerine hizmeti, haset yerine takdiri, hadbilmezlik yerine hakkı teslimi, boş öğünme yerine alçakgönüllülüğü yerleştire yerleştire ruhunu arıtmalı, durmaksızın arıtmalı, ölünceye kadar arıtmalı.

Bilme seferberliği, ilk öğretim seferberliği, okuma yazma seferberliği şeklinde değil, yani aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru, yani üniversite seviyesinden aşağıya doğru gelişen, yayılan bir kültür savaşı olmalıdır.

Müslüman sürekli bir savaş içindedi. Savaş onun hayatıdır. Duran suyun kokması gibi savaşmayan insan da bir noktada duracaktır. Halbuki bu dünya duracak yer değildir. İlerlemek gereklidir, ilerlemelidir boyuna insan. 

Rahiplik aktüelden kaçış olduğu için İslamda yasaktır. İslam aktüeli unutmaksızın ebedi olana dönüştür. İmtihan, çile, fitneyle savaş, cihad, Allah'a yönelmeyi en üst derecelere çıkarmanın başlangıç şartlarıdır. İnsan kendi oluşunun en mahrem, en şahsi planını yaşarken bile toplumdan, kalabalıklardan ayrı ve kopuk olmamalıdır. Sohbet de, topluluk içinde oluş ve eriş demektir.