dünya edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dünya edebiyatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2016 Perşembe

BEATRICE'DEN SONRA BİRİNCİ YÜZYIL / AMIN MAAOLUF

Bana ne zaman bir kitap verse, bir sonraki buluşmamızda önce onu "yavaş yavaş" sindire sindire okuyacağımı varsayardı ve yanında kalem de bulundurmaz çünkü "insan büyük çoğunlukla okunaksız, kargacık burgacık bir yazıyla düşüncesini dışavurur, oysa asıl burada durmalıdır" deyip işaret parmağıyla alnına bastırırdı. 

Meslektaşlarımdan biri iş yaşantısının yirmi yılını daha ağır elmalar üretmeye harcadı, hep daha ağır ama tatsız, besin değeri genelde tükettiklerimizden çok daha düşük elmalar üretti durdu ve bunlar sadece en vicdansız üreticilerin daha çok para kazanmasına yaradı.
Venedikli başka bir meslektaşım, otuz yıl süren denemelerden sonra bir pirinç türünün hacmini, ondaki vitamin oranını düşürmemeye özen göstererek ikiye katlamayı başardı. Bugün onun sayesinde iki yüz milyon insanın beslenme şekli iyi anlamda değişti.
Bu iki araştırmacı da aynı kitapları okudulari aynı temel buluşlardan, aynı tekniklerden yararlandılar. Yalnızca bildiklerini aynı şekilde kullanmadılar.

Bu kadar çok gazete, radyo ve televizyon varken insan sonsuz sayıda farklı düşünce duyacağını sanıyor. Sonra tam tersi olduğunu fark ediyor. Bu sözcüklerin gücü, o an egemen olan düşünceyi, başka sesleri duyulmaz hale getirecek kadar abartmaktan başka işe yaramıyor.

Bazıları yığılmadan mı söz ediyor? Eğer dünyada bir yığılma varsa, bizim doymazlığımız, bencilliklerimiz, dışlamalarımız, sözde yaşama alanlarımız, etki alanlarımız yada güvenlik alanlarımız ve de uyduruk bağımsızlıklarımız yüzündendir.

Kin söz konusu olduğunda, bellek zamanın içinden geçerek her şeyle beslenir, bazen aşktan bile güç alır.

Işık nasıl gölgeyi büyütürse, iletişim araçları da bilinçsizliği öyle yaygınlaştırıyor, ışıldak ne kadar güçlüyse gölge de o kadar koyu oluyor.

Otoriter bir rejime karşı çıkan bir Avrupalı'ya "başkaldıran" deniyordu ama Clarence bir yazısında "başkaldıran bir Afrikalı" yazdığında yayın yönetmeni deyimi yerinde bulmayıp, bir biçim yada imla yanlışı düzeltir gibi danışmaya bile gerek duymadan onu "karşı çıkan" diye değiştirmişti.

Türleri incelemiş biri olarak, aşkın yaşamı sürdürmek için başvurulan bir hile olduğunu biliyorum, yine de insanın gözlerini kapatması pek hoş.

...kadın dülmanlığı öncelikle anadan kıza geçer. Benim gibi Akdeniz kıyılarında büyümüşse insan, bunu aklından kolay kolay çıkaramaz.

MARTIN GUERRE DÖNDÜ MÜ / M.Z.DAVIS, J.C CARIIERE

Köyde saat ve mevsim ne olursa olsun her zaman yapacak bir şey vardır. Zayıf ve hasta olmak bahane değidlri. Onları unuttuğunuzda hayvanlar size varlıklarını hatırlatırlar. Bitkiler ise sararır ve hemen kurur.

Papazlara göre her şey her zaman Tanrı'nın lütfudur veya tam tersi olarak Tanrı'nın gazabıdır. Bizimle ilgilenmekten başka bir işi yok muydu Tanrı'nın?

17 Mayıs 2016 Salı

ÇÜNKÜ ZORDUR SEVGİ /RAINER MARIA RILKE

Her çocuğun dünyaya gelirken kendisine çekirdek halinde bağışlanan bir kişiliği de beraberinde getirdiğini gören ve bu kişiliği saygıyla karşılayan anne babalar bile çocuklarını ileride bir baltaya sap olacak gibi yetiştirmeye çaba harcar, bu davranışlarıyla çocukların belli bir yöne yöneltilmeyi değil, beslenip doyurulmayı gereksinen yaşamlarına karşı suç işlemiş olurlar. 

Öğretmene düşen, kendisine emanet edilmiş çocuk topluluğundan birbirinden farklı pek çok çocuk yetiştirmektir.

Okulun anne babaların başlattığı bir eğitimi ileriyle götürmekten, kişilik denen şeye karşı sistemli bir savaşı gerçekleştirmekten başka şey yaptığı yok. Bireye bireyin istek ve özlemlerine yukarıdan bakmakta, onu kitle düzeyine indirgemeyi görev bilmektedir. Büyük kişilerin yaşam öykülerini okuyunuz, ne olmuşlarsa hep okula karşın olduklarını göreceksiniz. 

Büyük düşüncel okullarda tüm dirimselliğini yitirip soyut ve sıkıcı nesnelere dönüşmüş, çünkü eğitmek gibi bir amaç söz konusu düşünceler içine yerleştirilmeye çalışılmıştır. "Genel eğitim" denen şey, baştan sona o rantsız ölçüde büyüyüp kişisellik dışı nitelik kazanan bilgi birikiminden başka bir şey değildir, bir konuşma el kitabı gibi cansız, onun gibi iç tutarlıktan yoksundur. Okulda çocuğa gereksindiği şey değil, onun hiç ilgi duymayacağı hazır sonuçlardan belki bir porsiyon sunulmaktadır, o kadar. 

Acaba özellikle aylak aylak geçirmek zorunda kaldığımız günler, alabildiğine yoğun bir etkinlik içinde bulunduğumuz günler değil midir? Acaba aylaklık sonrasını izleyen çalışmalarımız, eli boş oturduğumuz günlerde içimizde gerçekleşen o büyük devinimin en son yankılanışı değil midir?

Üzerimizdeki akıl almadık baskısıyla ölüm gibi böyle bir ağırlığın işlevi, bizi yaşamın daha derin, daha iç katmanına daldırmak, belli bir gelişimin sonunda eskisinden büyük bir üretkenlikle buradan boy verip çıkmamızı sağlamaktadır.

Yalnız olmak iyidir, yalnızlık zordur çünkü, bir şeyin zorluğu da onu yapmanız için artı bir neden oluşturur.

Dost denilen kişiler dans ve müzik gibi olmalı, asla bilinçli değil, istemdışı bir gereksinime uyarak onlara doğru yola koyulmalıdır. Dostluk bunun sonucunda doğup çıkmalıdır ortaya. Birbirlerine doğru yürüdüler mi, biri ötekine ayak bağı olur.

Nereye gidileceği bilinmedi mi, veda etmek içinden pek gelmez insanın. Ölmek üzere olanların veda etmekte o kadar zorlanmalarının nedeni de budur.

Toprak altında kalmak tohum için toprağın üstüne çıkmaktan daha kolay değildir. Kolay ve zor diye bir şey yoktur. Zor olan yaşamın kendisidir. Sen de yaşamak istiyorsun değil mi?

Vakitsiz ekilen tohumlar yeşermez. Oysa sabır ve çaba gerçekten her an ekmeğe dönüşebilir.

Bir ağacın kökünün dallarında taşıdığı meyvelerden haberi olmasa da, gerekli besiyi yine yollar, besleyip doyurur onları.

Meyvenin çekirdeğini içinde taşıması gibi ölümü kendi içinde taşıdığını eskiden insan bilir, sezerdi.

Sevilmek geçiciliktir, sevmek kalıcılık. 
Asla tutmamaya çalışmakla sımsıkı tutuyorum seni.

Deha zamanı için sürekli bir baş belasıdır.

Birinin yaşayıp da yaşadığını bilmemesidir ölüm.

Yol varılmak istenen hedeften daha fazla bir şeydir.

15 Nisan 2016 Cuma

UYUMAK İSTEYEN ÇOCUK / MICHEL BRULE

Yemek için bir şey çalarsam kanunları çiğnemiş olurum, ama eğer açlıktan ölürsem o zaman da doğanın kanunlarına karşı gelmiş olurum.

Sanırım arkadaşlık böyle bir şey: Birbirini anlamak için her şeyi söylemen gerekmiyor.

Eğer kötü tarafımızın iyi tarafımızdan önde olmasına izin verirsek ne olur bizim halimiz?

Konuşmayan adam kabullenmiş demektir. Ben bundan sonra vahşeti kabullenmeyeceğim. 

Hiçbir şeye sahip olmayınca insanın kaybedeceği bir şey de olmuyor.

Siyahların yüzde on ikisi Amerika'daymış ama bunların yüzde elliisinden daha fazlası hapisteymiş. Yoksul oldukları için birbirleriye kavga eidyorlar. Buradaki gecekondularda da aynı şey oluyor. Birbirimizden bir şeyler çalmaya devam edersek bulunduğumuz durumdan nasıl kurtulabiliriz ki? Belki de zenginler bunun böyle olmasını istiyordur.

Ruslar gerçekten kibarlar. Oysa Amerikan filmlerinde onlar hep kötü adam olurlar. Onlar ve Araplar. Burada Brezilya'da Lübnan ve Suriye kökenli çok insan var ve çok nazikler. Her yerde iyileri de kötüleri de olmalı. TV'deki hayatla gerçek hayat hiç de birbirine benzemiyor.

10 Nisan 2016 Pazar

YÜZYILLIK YALNIZLIK /GABRIEL GARCIA MARQUEZ

İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.

Yalnızlık yalnız yaşamak değildir, içimizdeki birine yada bir şeye yoldaşlık edememektir....Yalnızlık işte bui kendini lüzumlu hissetmemek...

Dünya öyle çiçeği burnundaydı ki, birçok şeyin adı yoktu, onlardan bahsederken parmakla göstermk gerekiyordu.

...he rşeyanın canı vardır. Sadece ruhlarını canlandırmasını bilmek gerekir.

7 Nisan 2016 Perşembe

DİKENLER / SEYYİD KUTUB

Ölüm hayat sofrasından dökülen kırıntıları toplayıp geçinmekten başka bir şey yapmıyor.  Biz, bizden başkaları için yani idealimiz için yaşadığımız zaman, hayatın çok uzun ve geniş olduğunu görürüz.

Ne farkı var hayalle gerçeğin? İkisi de aynı şekilde geçip gitmiyor mu? İkisi de insan, kalbinde yaşattığı, zihninde canlandırdığı ve hem ruhuna, hem de hayatına etki ettiğini gördüğü sürece...Ne farkı var hayalle gerçeğin? İkisi de gelip geçen bir tayf ve ruhun üzerine gölgesini serip sonra, fazla değil, birkaç saniye sonra his dünyasından uzaklaşıp gitmiyor mu? Kaybolup gidince bir daha görünmüyor...

Ölüm şu anda karşıma gelse bile katiyyen ürkmüyorum. Hayatta kalmam müyesser olsa yapmak istediğim daha birçok şeyler var. Eğer o yapacağım şeyler kalıcı şeyler ise muhakkak hayatiyetlerini sürdürecek ve ölüp gitmeyecektir.  Ben eminim ki yaşaması gerekli olan şeyler katiyyen ölüp gitmeye mahkum olmazlar.

Biz ruhen temiz, kalben daha iyi ,aklen daha zeki olduğumuzu kabul ederek insanlardan ayrıldığımız zaman, yaptığımız şey hiç de önemli değildir. Çünkü kendimiz için en kolay ve rahat olan yolu seçmiş oluruz. 

Gerçek büyüklük ise insanların arasına karışmak, onların yanlışlarını, eksikliklerini ve zaaflarını gücümüz yettiği nisbette hoşgörü, şefkat ruhuyla dolu olarak karşılayıp onları büyütebildiğimiz nispettedir bizim büyüklüğümüz. 




12 Şubat 2016 Cuma

AFORİZMALAR / FRANZ KAFKA

Bilgeliğin başladığına ilk işaret ölmek isteğidir. Bu yaşam dayanılmaz görünür, bir başkası ise erişilmez.

Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olmayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur.

Sein sözcüğü Almanca'da iki anlama gelir: var olmak ve onun olmak.

İnsan ancak olabildiğince az yalan söylediğinde, olabildiğince az yalan söylemiş olur, yoksa olabildiğince az yalan söyleme fırsatını bulduğunda değil.

Dünyadan elini eteğini çeken, herkesi sevmelidir, onların dünyasından da elini eteğini çekmektedir çünkü. 

İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleir bunlardan çıkar. Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için cennetten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. 

Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur. 

Kendini insanlığa bakarak sına. Şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu. 

Kuramsal olarak eksiksiz bir mutluluk olanağı vardır: İçimizde yok edilemez bir varlık olduğuna inanmak ve ona ulaşacağım diye çaba harcamamak. 

Aynı insanda öylesine algılar vardır ki, birbirinden tamamıyla farklı olmasına rağmen aynı nesneyi konu alırlar, dolayısıyla bundan ancak aynı insanda farklı özneler olduğu sonucunu çıkarmak gerekir. 

26 Ocak 2016 Salı

KAFKA'NIN SEVGİLİSİ MİLENA / MARGARETTE BUBER -NEUMANN

Özel yaşamımızı sezinleyenler olabilir, karşı koyamayız, ama onlara yardımcı olmamalıyız. İçli dışlı olunca kişi, ya karşısındakinin kıskançlığını yada acıma duygularını körükler, dostluk ilişkilerimiz içinden çıkılmaz bir durum alır böylece, anlaşmazlıklara yol açar. Dizginleyemeyiz tutumumuzu, dostların elinde oyuncak oluruz. Gerçek dostlara güvenip içli dışlı olmak aldanmalara da götürür kişiyi.

"Kimsesiz bölge" denen bu toprak parçası hemen burnumuzun dibinde bugün Alman-Çek sınırının orada. Ne yüz kızartıcı bir sınırdır bu, bir tel germişler, yolun iki yanına birer direk çakıp bir ağaçtan ötekine bir ip germişler -çocuklar bile çözebilir bu ipi-adına sınır demişler.

Bir kediye baktığımızda eksiksiz buluruz onu, oysa kedilerin çok eksiği vardır. uçamazlar, konuşamazlar, havlayamazlar, bilmedikleri daha nice işler vardır. Ama bildiklerini güzel eksiksiz yaparlar, yapamayacağı işleri denemezler bile, örneğin dans etmeyi! Kimi insan da böyledir, tam bir uyumluluk içindedir, bilir ne istediğini ve kötü yanlarıyla yapamayacağı şeyleri denemeye kalkmaz.

Böyleleri çirkin olmaktan kurtulur işte, çirkinlik, beceriksizlikten, gülünç olmaktan, kendini beğenmişlikten gelir. Uyumlu kişiler yontulmuş olanlardır. Kimi doğuştan böyledir, kimi de sonradan elde eder.

SEVGİ ÜSTÜNE / JOSE ORTEGA y GASSET

Kadının, erkeğin bakışlarından saklamaya çalıştığı, aslında bedeni değil, erkeğin bedene yönelttiği niyetlere karşı gösterdiği tepkidir.  Bununla birlikte kadın, sürekli bir karışıklık içindedir, çünkü sürekli kendini saklayarak yaşar.

Fahişelerin itici ve canavarca olan yanı, kadın yaradılışıyla çelişmesinden gelir; bu yanıyla fahişe, yalnızca seçilen kişiye açılması gereken o gizli kişiliği, adsız erkeğe, kalabalığa açmış olur.

Manyak dikkat süresi anormal olan insandır. Büyük adamların hemen hepsi birer manyaktır. Evrenin mekanik düzenini nasıl keşfettiği sorulduğunda Newton şöyle yanıt vermiştir: Gece gündüz onu düşünerek.

Güzel bir günde dikkatimizin bir tek nesneye takılıp felce uğradığını düşünelim. Dünyanın geri kalan kesimi gözümüzden silinecek, hiç yokmuş gibi görünmez olacaktır. Bu anormal dikkatimizin nesnesi, her türlü karşılaştırmayı hiçe sayarak gözümüzde dev boyutlara erişecektir. "Aşık olmak" bir dikkat olgusudur.

Zeki insan kendisini kendi aptallığından koruyarak yaşar, aptallığını ortaya çıkar çıkmaz anlar ve onu yok etmeye çalışır, oysa aptal insan, kendi aptallığına, koşulsuz olarak büyülenmişcesine teslim olur. 

Entelektüel, soyut bir yaşam sürer, dünyadaki edimleri sayılıdır. Kadınlar iş yaşamı, zevkler ve tutkularla ilgili bilgileri ise pek azdır. Entelektüelin zekasının bize pek yararı yoktur. Onun zekası, hemen her zaman gerçek olmayan konulara, kendi uğraş alanının sorunlarına yönelik olarak çalışır.  ...bir dönemde yada ulusta zekanın, genel olarak yalnızca entelektüelin sınırlarına indirgenmesini talihsizlik olarak görüyorum.

Erkeğe göre kadın, daha bir içtenlikle aşık olmaya yatkındır. Kadın zihninin yaşamın her evresinde yalnızca bir tek şeye yönelen, bir tek dikkat eksenine doğru eğilimli bir zihin olduğu söylenebilir. Kadın zihninin bu tek merkezli yapısına karşılık, erkeğinkinde her zaman pek çok merkez vardır. 

Kadın, kamunun önüne çıkmadan önce ne kadar çok hazırlık yapar, ne denli çekici olmaya çalışırsa, kamuyla gerçek kişiliği arasında o denli büyük bir uzaklık yaratmış olur. Bir kadının, kendisiyle başkaları arasına koyduğu bütün o lüksten ve zarafette amaç kadının iç benliğini saklama, bu benliği daha gizemli, daha ulaşılmaz, daha erişilmez kılma isteğidir.

6 Aralık 2015 Pazar

SEVGİ NEREDEYSE TANRI ORADADIR / L.TOLSTOY

Çünkü insanlar kendi çalıştıklarıyla yaşamayı bıraktılar ve başkalarının emeğine muhtaç duruma geldiler. Eskiden insanlar Tanrı'nın kanunlarına göre yaşıyorlardı. Kendilerinin olanla yetiniyor, başkalarının ürettiklerine göz dikmiyorlardı.

İncil'i tam açıldığı yerden okumaya başladı: "Ben açtım, sen bana et verdin, ben susamıştım, sen bana içecek verdin, ben bir yabancıydım ve sen beni evine aldın.Benim kardeşlerime bu kadarcık bir iyiliği bile yaparsan, ben onu kendime yapılmış sayarım."

Şimdi sabahleyin kocamla ben uyandığımızda birbirimize daima sevgi sözleri söylüyor, sakin ve huzurlu yaşıyoruz. Kavga edecek hiçbir şeyimiz yok. Ve de konuşmak için, ruhlarımızı düşünmek ve dua etmek için zamanımız var. Zenginken ilgilenmemiz gereken o kadar çok şey vardı ki, kocamla ben ne birbirimizle konuşmaya, ne ahiret hayatımızı düşünmeye ne de Allah'a dua etmeye vakit bulabiliyorduk. Misafirlerimiz olurdu, önlerine ne yemek koyalım, onlara ne hediyeler verelim de hakkımızda kötü konuşmasınlar diye düşünmek zorundaydık. Sonra kurtlar bir tayı yada buzağıyı öldürecek yada hırsızlar atlarımızı çalacak diye hep bir korku içinde olurduk.

5 Kasım 2015 Perşembe

BİR YAHUDİ AİLESİ / BRIGITTE PISKIRE

Kızılderili sözcükleri iletişim kurmak için kullanmaz. Sessizliği dağlarınkine eklenir ve insanoğlunun içinde yatan sessizliği temeldeki gizeme geri gönderir.

"Mutlu yaşamak için, gizli yaşayalım."

Asıl sorun çocuk doğurup onlara bebekliklerinden itibaren hatta dünyaya bile gelmeden önce "Atalarına yapılanları unutma"denilmesi. Unutmalarını engelleyerek, onları geleceğin kurbanları haline getiriyoruz. Asla normal bir hayat sürdüremeyecekler.

Bir kadının kendine ait bir eve ihtiyacı vardır. Dört duvara, bir barınağa, ilk sığınağı olan karnının bir uzantısına. Evi yoksa kadın bir hiçtir. Maurice kendi kendine yetiyordu. Onun temeli bacaklarıydı, kapısı ve penceresi kolları, bacasıysa başı. Kendini her yerde evinde hissediyordu, erkek bedeninde sıcacık ve güvende.

O günlerden bu yana (1860) her ne kadar ladino anadilimiz olarak yerleşse de Fransızca konuşmak cemaatin "her şeyden haberdar olan" kesimine özgü, bir modernlik ve dışa açılma simgesi haline gelmişti.

30 Ağustos 2015 Pazar

GEZEGENLE SOHBET / TEVFİK EL HAKİM

Dikkat edilirse çocuk, yapmayı öğrenmeden önce yıkmaya eğilim gösterir. İnsanlık da aynı şekilde bilimde ilerleyip atomun korkunç sırlarını keşfettiğinde bu atomdan yıkıcı, yerle bir edici bombaları icat etmeye yönelmiştir.

Dinozorlar belki de bedenleri akıllarından büyük olduğu için yok oldu. Belki insan da aklı yüreğinden daha büyük olduğu için daha hızlı yok olacak.

Dinin keşfedilmesi insanı hayvanlık aşamasına dönmekten korumuştur. Çünkü insan, topluluklar halinde yaşadığı zaman, sürüye benzer. Bu sürüde çıkarlar çatışır, amaçlar çelişir, her çeşit kötülük yaşanır, bu sürü kötüleştiğinde insanlar birbirlerini yer ve insan yok olur. Böyle olunca da iyiliğin kötülükle dengeyi sağlaması ve ona karşı direnmesi zorunludur, işte dinin toplumdaki görevi de budur.

27 Ağustos 2015 Perşembe

ASA İLE SOHBETLER / TEVFİK EL HAKİM

Tarihin başka ne işi var? Onun tek görevi hatırlatmaktır. Ben tarihi büyük bir koltukta oturmuş, sigarasını içerek insanları ve olayları tekrar tekrar yanına çağıran genel bir memur gibi düşünüyorum.

Asa dedi ki: Yıllar ay gibi gelip geçiyor. Sanki dünya hızını artırdı. Ben cevap verdim. Ne dünya hızını artırdı, ne de yılın süresi değişti. Asıl hızlanan bizim düşüncelerimiz ve arzularımızdır.

Öyleyse yarının insanlarına yazık! Araçların temel unsurlardan soyutladığı insanın ne değeri olabilir? Böyle giderse insan kendisinin yerine aletlerin gördüğü, işittiği, düşündüğü pasif bir varlık haline gelecek, aletler insan özellikleri taşırken insanlar da alet ruhuna sahip olacaklar.

Asa dedi ki: Dikkat ettin mi bir insan düşüncenin basamaklarına tırmanmaya başladığında olaylar ve diğer insanlar ona basit görünür.
Ben dedim ki: Bu doğru. Sadece fikri sahada değil her türlü gelişme ve yükselmede geçerlidir. Bu bir kimse piramitin zirvesine çıkarsa insanlar ona karınca, evler sanki küçük kulübeler, arabalar ise çocukların oyuncakları gibi görünür.
Asa dedi ki: Altının değerinden sarrafın anlaması gibi, olgun insan değerli şeyin ne olduğunu bilir.

Asa dedi ki: Duydun mu? Kahire'nin en meşhur meydanındaki kütüphane meyhaneye dönüştü. Üstelik sahibi de değişmedi. Ona durum sorulduğunda "İnsanlar zihinlerden süzülenleri değil, limondan ve üzümden süzüleni istiyorlar! karşılığını verdi.

...büyük masraflarla yüksek öğretim kurumları kurar, en seçkin gençlere bir süre sonra unutacakları bilgileri ezberletiriz. Oysa öğrenciler için kazanç, her zaman kendileriyle birlikte olacak olan araştırma melekesini kazanmaktır.

Asa dedi ki: Sence bugünkü Mısır'ın yaptığı görkemli binaların uzun yıllar yaşaması mümkün mü?
Ben dedim ki: Mümkün değil. Mısır'da şu anda hiçbir şey uzun yıllar yaşasın diye yapılmıyor. Çünkü içimizde geleceği biçimlendirme ve geleceğe hükmetme düşünceleri yoktur. Hayatımızda sürekli sabit kalan hiçbir değer yoktur. Dolayısıyla binalarımız da diğer işlerimiz gibi ölümü, yıkımı kolay olsun düşüncesiyle yapılmış gibidir. Fikirler değişken, plan ve programlar günlük, ideal düşünceler bir mevsimden fazla yaşamıyor.

Asa dedi ki: İşçilerin hayat seviyesinin yükselmesi için sadece ücretlerin artırılması  yeterli mi?
Ben dedim ki: Zannetmiyorum, bugünün rakamlarının öncekilerden yüksek olması bunun delilidir. Fakat yaşama seviyeleri bu oranda yükselmedi. Çünkü işçilerin büyük çoğunluğu paralarını sosyal seviyeyi yükseltmek için kullanmadı, günlük zevklerine göre harcadılar.

Ömrünü mal toplamaya hasreden ve sonuçta yığın yığın mallar meydana getiren bir adamın servetine bakalım. Bu servet oluşurken kişi, kendini yiyecek kurdu içinde büyütmeye başlar. Servet yığınları ani depremlerle yok olurlar. Dalında olgunlaşan bir meyveyi toplayan olmazsa bir kurtçuk onu düşürür ve yere düşen meyve de çürür...

26 Ağustos 2015 Çarşamba

KİMYA HATUN / SAİDE KUDS

Annem o kadar iyi bir kadındı ki, bana "Sevgili eşime bir kız çocuğu doğurduğum için son derece üzülmüştüm."diyememişti.  Benim o küçük yaşıma rağmen, erkek kardeşimin doğduğu gün annem ve babama gelen o sıcak tebriklerden, kendi varlığımın onun için ne kadar utanç verici olduğundan haberim olduğunu bilmiyordu. Fakat hiç üzülmüyorum. Hiç olmazsa bana yanlarında kalabilme fırsatını vermişlerdi.Zira buralarda zengin-fakir birçok aile, kızlarını büyütmeleri ve büyüttükten sonra da evlendirmeleri için para karşılığında bakıcıya veriyorlar.

Günler geçmek bilmiyordu, işte ilk kez o zaman anladım ki saat, zamanın ölçüsü değildir.

"Eğer doğru sözlü ve cesursan insan-ı kamil olmayı gerçekten arzuluyorsan insanların arasına karışmalısın, vahşi hayvanların arasında sen zaten insan-ı kamilsin! Doğrusu o ki, hakiki imtihan pek çetindir fakat gerçek olan da odur. Hakikat halkın rengine boyanmadan Hakk ile olmaktadır."

Nerede hatırlamıyorum ama bir yerde okumuştum, esir olduklarını bilmeyen insanların herkesi kendileri gibi gördüklerini. Zaten hepimiz tutsak olduğumuzun farkında olmadan tek bir yere tıkılarak esir hayatı yaşamıyor muyuz?

Aramızdaki şey bir mumdan yükselen ışık gibiydi. Hem gerçek, hem yalan! Lakin daha sonra mutluluğun mumda değil de onun yükselen ışıklarında olduğunu anladım. Görebildiğin kadarıyla yetinmen gereken bir şeydi. Mumun ışığını tutmaya çalışacak olursan mum sönecek, ışık gidecek ve elin yanacaktı. Varlık alemindeki mutluluk, mahiyetten daha fazla hissedilen ve hayalden daha çok aynileşen bir olguydu, benim ruhum ise bu iki arasında gidip gelen bir berzahı yaşıyordu.

Ama dünya ve dünya içindeki şeylerin, diğerine kavuşmayı bekleyenlerin değil, dileğine dört elle sarılan cesur ve yaratıcı insanların elinde olduğunu asla anlayamamıştı.


25 Ağustos 2015 Salı

YER ALTINDAN NOTLAR / DOSTOYEVSKİ

İnsanın uğrunda denizler aştığı, hayatını tükettiği hedefi, iki kere iki dörttür, ama öte yandan insanın korkusu bu hedefe ulaşmaktır. Çünkü ulaştığı an hedefsiz kalacağının bilincindedir. İnsan hedefe ilerlemeyi sever, ulaşmayı değil.

Her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır, hem de tümüyle gerçek bir hastalık. İnsan için gündelik hayata dair yalınkat bir anlama gücü, şu on dokuzuncu yüzyıl aydının payına düşen anlayışın yarısı hatta dörtte biri bile yeterlidir.

Aklım nereye kadar gidebilir? Akıl ancak öğrenebildiğini bilir. (Bazı şeyleri hiçbir zaman öğrenemeyecektir belki de...)

Tam anlamıyla anlama gücüne sahip bir insan hiç kendine saygı duyabilir mi?

Tembelliğin ve bir şey yapmamanın verdiği can sıkıntısı beni eziyordu. Bunun sonucu da haylazlığa yöneliyordum. Zaten bu haylazlık, bilincin doğal ürünü olan tembellikten başka nedir ki?

İnsanlar yeryüzünde doğa kanunları olduğunu ve bütün hareketlerinin kendi kişisel istekleriyle değil de doğa kanunlarıyla meydana geldiğini anlayacaklardır. Şimdi karşımızdaki tek sorun, bu doğa kanunlarını keşfetmektir. Böylece insan hareketlerinden sorumlu olmayacak ve hayat onun için kolay hale gelecek.

DRİNA KÖPRÜSÜ / İVO ANDRİÇ

Mutsuz insanların felaketi bundan ileri gelir. Parlak ve erişilmez olan şeyler bir an için onlara kolayca erişilecekmiş gibi görünür ve bu istek bir kere içlerine yerleşti mi her şeye rağmen ona el uzatanlara getirecekleri felaketlerle tekrar erişilmez bir hale gelir.

Bugünkü kuşaklar daha da çok hayatla değil de hayat üzerine görüşleriyle meşguldü. Bu anlaşılmaz saçma bir şeydi ama böyle idi. Onun için de hayat değerini kaybediyor...kelimelerle harcanıp gidiyordu.

Teknik ilerlemeler dünyada nispi bir yarış, bir çeşit durgunluk, özel bir atmosfer, gerçek olmayan sahte bir hava yarattı, bundan yararlanan bir sınıf halk da, aydın dediklerimiz de dünyaya ve hayata bakışları ve düşünceleriyle eğlenceli bir tembel oyunu oynamak imkanını buldular. Bu içinde egzotik çiçekler yetişen sahte iklimli bir çeşit kış bahçesine benzer. Ama bir yığın canlının üstünde kımıldadığı gerçek ve sağlam temelle. Yani toprakla hiçbir ilgisi olmayan bir fikir bahçesine, bir yığının alın yazısını ve ona belirttiğiniz amaca ulaşması için atılacağı mücadeledeki davranışını tartıştığınızı sanıyorsunuz. Ama gerçekte kafanızda dönen tekerlerin ne bu yığının yaşantısıyla ne de genel olarak hayatla bir ilgisi var. İşte, oyununuzun tehlikeli olduğu nokta da bu. Hem başkaları hem de sizin için tehlikeli olabilir.

Hayatta hiç çalışmamış, bir iş görmemiş olanların sabrı pek çabuk tükenir. Ve her işi kolayca eleştirerek hataya düşerler.

Birlikte geçirilen bir felaket kadar insanları birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur.


DERVİŞ VE ÖLÜM / MEŞA SELİMOVİÇ

Cinayet, isyandan daha az tehlikelidir. Bir hüküm verilmesine ve tiksinti duyulmasına sebep olan cinayet yeni bir hamle yapmak şevkini vermez insana. Korku ve vicdanın unutulduğu bir anda ansızın meydana gelen bu olay, hatırlanması bile çirkin olan arzular, insanın seviyesiz ataları, kötü akrabaları yüzünden duyduğu utanç gibi, hoşa gitmeyen bir şeydir. Oysa isyan bulaşıcıdır, daima var olan hoşnutsuzluğu kışkırtabilir, yiğitliğe benzer, belki de yiğitliğin ta kendisidir çünkü direnmek ve karşı koymakla kendini gösterir, aynı zamanda göze de hoş görünür. İsyan, güzel sözler uğruna canlarını bile vermeye hazır olan hayalciler tarafından yaratıldığı için çekicidir. Bazen tehlikeli olan her şey insana çekici ve güzel görünür.

Her yıl aldanma ve ümit demektir ilkbahar...Her şeye yeni baştan başlamak iyi olurdu benim için. Oysa başlangıç diye bir şey yoktur artık, üstelik önemsiz bir şeydir bu. Başlangıcı bilemeyiz ki biz, her şey olup bittikten sonra onu tayin eder ve başka türlü de olabileceğini sanırız. İlkbahara yüklenmemiz mevcut olmayan başlangıçla çirkin devamı düşünmemek içindir.

İnsan söylemediklerinden ötürü çok az ama söylediklerinden ötürü bin kez pişmanlık duyabilir.

Okuyacaksan sağ olanlar için Fatiha oku, sağ olanların durumu ölülerinkinden daha kötüdür.

Unutma ki, çevremizde mutsuzluğun nedeni herkesin layık olduğu seviyeye erişememiş olduğunu düşünmesi ve karşısındakini rakip kabul etmesindendir. İnsanlar küçümser, kendilerinden üstün olanları da çekemezler. Huzuru arıyorsan küçük görülmeye, savaşı kabul ediyorsan nefret etmeye alışmalısın.

Davranışlarımızı buradaki basit ölçülere dayandırmaktansa ahiret ölçülerine dayandırmak herhalde daha iyidir. Hiç olmazsa insan başarısızlıklar yüzünden huzursuz olmaz, daima zamanın sonsuzluğunu göz önünde bulundurur ve mazeretleri kendi dışındaki nedenlerde arar. Böyle düşünen insanın kendi kaybı daha az önemli olur.Acı da insan da bugünkü gün de uykulu, parıltılı bir vurdumduymazlık içinde sürüp gider. Tıpkı deniz gib. İçinde durmadan meydana gelen sayısız ölümlere acımaz deniz.

İskender'e bir gün, camdan yapılmış şahane bir yemek takımı hediye etmişler. Fakat o, çok beğendiği halde hediyelerin hepsini kırmış. "Neden kırdınız? Hediyeleri güzel bulmadınız mı?"diye sorulunca "Bilhassa güzel oldukları için onları kırdım" karşılığını vermiş. "O kadar güzeldiler ki, sonradan onları yitirmek bana daha zor gelecekti. Çünkü nasıl olsa zamanla birer birer kırılacak ve ben şimdikinden daha çok üzülecektim."
Başkası yok etmesin diye kendi sevgimizi kendimiz yok etmek zorundayız. Acı çekmek ihtimali olduğu için her türlü bağlılıktan kaçınmalıyız.

Kendilerine gurur vermeyen şeyleri çabucak unutur insanlar.

Doğumda ebe ne kadar gerekliyse, karar verirken de bir dostun yakınlığı o kadar gereklidir.

Herkesin geziye çıkmasını, hatta gereğinden çok aynı yerde kalmamasını sağlamak gerekir. İnsan ağaç değildir. İnsanın mutsuzluğu bağlılıktır. Bağlılık onun cesaretini yok eder, kendine güvenini azaltır. Bir yere bağlanmakla insan, uygun olmayanlar dahil, bütün şartları kabullenmiş ve kendisini bekleyen belirsizlikle kendi kendini korkutmuş olur. değişiklik ona terk etmek, elde ettiklerini yitirmek gibi görünür. İşgal ettiği yere gelip başkasının yerleşeceğini kendisinin de her şeye yeniden başlamak zorunda kalacağını sanır. Gerçek yaşlılığın başlangıcı yerleşmektir. Korkmadığı sürece gençtir insan. Aynı yerde kaldıkça ya katlanır, ya saldırır. Gitmekle özgürlüğünü korumaya, çevreyle birlikte çevreyle birlikte benimsemediği yaşam koşullarını değiştirmeye hazırlıklı olduğunu gösterir.

Dönüş, bir hedefse, o zaman gitmenin ne gereği var? Her şey buna, dönebilmeye bağlı zaten. Dünyanın bir noktasından hasret çekmek, gitmek ve yeniden ulaşmak. Bağlı olduğunuz bu nokta olmasa, ne onu ne de başka bir yeri sevebilirdiniz. Hiçbir yerde olmadığınız için hareket edecek bir yeriniz olmazdı.

Eğer hepimiz onun gibi düşünüp davransaydık, insanların kusurları hakkında açık ve kaba bir şekilde konuşsaydık, hoşlanmadıklarımızın üzerine saldırsaydık, herkesin bizim beğendiğimiz şekilde yaşamasını isteseydik, şimdikinden daha kötü bir tımarhane olurdu dünya.

Öldükten sonra da eşitliklerini koruyabilsinler diye eskiden Müslümanlar müşterek mezarlara gömülürlermiş. Hayatta eşit olmamaya başladıktan sonra, mezarlarını da ayırmaya başlamışlar.

Sönen her günün sonunda acı vermemesi için geçmişi silmiş öldürmüş olsa yeni günü artık mevcut olmayanla kıyaslamaz ona daha kolay tahammül ederdik. Böyle ise hayal ve gerçek birbirine karışıyor, hatıranın da hayatın da temizi kalmıyor.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

YAHUDİNİN KANLI ÇÖREĞİ /NECİP EL KIYLANİ

158. bend "Yahudi olmayan biri kuyuya düşse, bir Yahudi'ye onu oradan çıkarmaya kalkması haramdır. Yine bir Yahudi tabibe İsrailoğlu olmayan birinin ücretli bile olsa ciddi manada tedavi olması helal olmaz. Ancak ya işini bitirmek, yada bütün malını elde etmek imkanı varsa o zaman hoş görülebilir. Bir de bu mesleğe yeni başlamışsa, öbür milletler üzerinde deney yapmış olmak bakımından izin verilebilir. Hatta bu durumlarda parasız tedavi bile caizdir."

Bir Yahudi'ye başka milletlerle yaptığı sözleşmede yeminine ve sözüne bağlı kalması asla yakışmaz. Çünkü bu iş tıpkı hayvana söz vermek gibidir.

Mal konusu da böyledir. Yahudi ile Yahudi olmayan arasında bir mal hakkında tartışmaya bile lüzum yok. Çünkü Hristiyan'ın malı da canı da esasta Yahudi'nin malıdır. Mutlak tasarruf Yahudi'nindir.

Bir Yahudi şehvetine hakim olamadığı takdirde ona teslim olmalıdır. Ama bunu dinine zarar vermeyecek tarzda çok gizli yapmalıdır. Banker Elizayer de böyleydi. O dünyanın kadınlarını sıradan geçirirdi. Bir seferinde bir güzel kadının nefsini teslim için sandık dolusu altını istediğini söyledi. Adam sandığı sırtına alıp yedi ırmak geçerek kadına kavuştu. Haham ölünce Yahova gökten seslendi. Eliyazer ebedi hayata erdi.

Talmut'un emri gereği her Yahudi her Hristiyanı düşman olarak bilmek ondan tiksinmek zorundaydı. Onları putperest saymak malını kanını helal saymak da Yahudiliğin icabındandı.

Padre: "Sevgili yavrum! Sen konuşmadan bile Allah senin dilini anlar. Çünkü O kalpte gizleneni bilir. Avcılar köylüler dilencilere kadar cahil halkın niyet ve dualarına da O cevap verir. Yani bu ezilmişlerden niceleri O'nun sevgili oğluna havariler oluvermişlerdir. Dünya da nur ve hidayetini bunlardan aldı. Öyleyse sen kalbini temizlemeye bak.

Talmut'tan Hristiyan kanıyla yoğrulmuş Kutsal Çörek ifadesini okuyalım.
-Bu Tevrat'ın ifadesi olamaz. Belki bazı mutaassıp hahamlar insanlığa kininden ötürü uydurmuştur bunları.
-Bizde kan dökmenin üç nedeni var: Başta bizim Hristiyanlara nefretimiz ve hayvan derecesinde saymamız. Onları putperest kabul edip öldürülmelerini mubah kabul etmemiz. İkinci olarak bu işlemin bizi Allah'a yaklaştırması inancımız. Üçüncü olarak da Hristiyan kanının bazı gizli konularda sihir etkisinin bulunmasıdır.

Padre: "Talmut'u Allah göndermedi ki. İşte Allah'ın kelamıyla beşerin saçmalaması arasındaki fark böyle çıkar."

22 Ağustos 2015 Cumartesi

BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK / ERICH MARIA REMARQUE

Asker için midesi ve sindirim işi, diğer insanlar için olduğundan daha önemli. Sözlüğündeki kelimelerin dörtte üçü elinden alınmıştır. Gerek aşırı sevinç, gerekse derin öfke ifadesi de onda en güçlü biçimini alır. Günün birinde evlerimize dönersek ailelerimiz ve öğretmenlerimiz şaşıp kalacaklar, ama böylesi burada dünya ölçeğinde bir dil şimdi.

Böyle şeyler dünyada var oldukça, yazılan, yapılan her şey ne kadar boş! Hepsi yalan, hepsi sıfır demek... Bin yıllık bir kültür bu kanların dökülmesini önleyemezse bu yüzden yüz binlerce işkence odasının kurulmasına engel olamazsa neye yarar?

Ve kimse bizi anlamayacak.Çünkü bizden önce büyüyen kuşak, bu yılları bizimle geçirdiği halde buraya gelmeden önce bir yaşam tarzına sahipti. Şimdi tekrar o hayata dönüp savaşı unutabilecek. Bizden sonra büyüyen kuşak da bize yabancı, bizden farklı olacak, bizi bir kenara itiverecek. Bizler kendilerimiz için bile fazlalık, bir yük olacağız. Kocadıkça birkaçımız yeni hayata alışacak, kimileri yalnızca boyun eğecek.

Bağışla beni arkadaş! Kim demiş sen benim düşmanımsın diye? Şu tüfekleri, şu asker giysilerini çıkarıp atsak, sen de Kat gibi, Albert gibi benim kardeşim olurdun. Sizin de bizler gibi biçare yaratıklar olduğunuzdan bize neden hiç söz etmezler sanki? Sizin analarınız da bizimkiler gibi acılı. Hepimiz ölümden aynı biçimde korkuyoruz, aynı ölümle ölüyoruz.

20 Ağustos 2015 Perşembe

OBLOMOV / GONÇAROV

Bunca zaman kağıt ve mürekkep harcanan tüm bu kitapların ne yararı vardı? Ders kitapları ne işe yarardı? Okula tıkılı halde geçen hayatın altı yedi yılı neden hep heba ediliyordu? Gündelik yaşamda bir yararı olmayacak bunca bilgi yığınını ne zaman kullanacağım?

Tarih de onu epey sıkıyordu. Belli bir tarihte insanlar pek çok belaya uğramışlar, mutsuz olmuşlar sonra güçlerini toplayıp çalışmışlar pek çok önlem almışlar, daha güzel günler hazırlamak için uğraşmışlar. Sonunda güzel günler gelmiş. Artık tarih istirahate çekilir diye düşünülecekken bulutlar yine toplanmış, büyük binalar yıkılmış ve insanlar yeniden çalışmak zorunda kalmış.

Bir kadınla evlenmek öylesine söylenmiş bir şey. Aslında evlendiğin andan başlayarak yüzlerce kadın evine baskın yapar. İstediğin aileye bak, kadın akrabalar, kadın hizmetçiler. Aynı evde yaşamayanlar da her gün yemeğe veya çaya gelirler.

Kocaları zekaca belli bir düzeyin üzerinde olsa böyle kadınlar sanki pahalı bir kolyeymiş gibi kocalarının üstünlüğü ile övünürlerdi, fakat bu zekanın kendi kadınsı hilelerine karşı kör olması şartıyla bu övünme sürerdi. Eğer kocaları ahmakça komedilerini fark edecek olursa bu zeka sıkıcı ve acımasız oluyordu.

Yaz aylarında herkes hava daha aydınlıkken yatmaya gidiyordu. Bu biraz alışkanlıktan biraz da tutumluluk olsun diyeydi. Oblomov'un anne babası evde yapılmayan dışarıdan satın alınması gereken şeyleri epey tutumlu kullanırlardı. Besili bir hindiyi konuk ağırlamak için seve isteye keserler fakat konukları kendisine bir bardak şarap daha doldurma ataklığını gösterirse bembeyaz kesilirler...

Oblomovka'da para harcamak pek sevilmezdi ve bir şeyin satın alınması ne ölçüde gerekli olursa olsun, harcanacak tutar az da olsa yine de büyük üzüntüyle harcanıyordu para.