15 Nisan 2016 Cuma

VAHİYLE YÜRÜMEK / RAMAZAN KAYAN

Çoğu zaman değişimle başkalaşım ayrıştırılamadı. Hassasiyet şuydu, söylenmek istenen değişmemek, gelişmemek çağrısı değil, çözülmemek, çürümemek, kimlik kaybına uğramamaktı.

Bugüne kadar "küçüğü" küçümseyenler hangi büyüğü başardılar? "Küçük" olan atlanınca "büyüğe" ulaşmada boşluğu ne ile dolduracağız? Asıl olan amelin küçüklüğü yada büyüklüğü değil, salih  ve sahih olmasıdır.

Şeytanın ayartması...Yapacaklarını basit görme mantığı ile yapmaktan vazgeçme. Kendimizi hangi günlere ne gibi projelere saklıyoruz? Kendimize biçtiğimiz konum ne kadar gerçekçi? 

İkbal ne diyordu? "Arkadaş kanatlarımı kırpan ve beni uçma özgürlüğünden alıkoyan rızka ölümü tercih ederim."

İslam karşıtlarının İslam'a yönelik operasyonları kimi zaman baskı ve şiddet yolu ile modern zamanlarda ise daha çok barışçıl ve bilimsel yöntemlerle gerçekleşiyor. Diz çöktüremediklerini terörize eden, diz çöktürdüklerini ise sekülerize eden şer üçgeni.

Dinin sürgünü başlatıldı. Hayattan tecrid ve tehcir edilen din...Önce mabedlere, oradan da vicdanlara sürülen İslam gurbetine tanıklık ediyoruz. Din kamusal alandan tard edilerek, bireysel alana mahkum kılınıyor. Siyasal toplumsal, kültürel hedeflerinden uzaklaştırılan Müslümanlar, ılımlı, güdümlü, uyumlu bir kimliğe büründürülmek isteniyorlar.

İlk Kur'an nesli ne yapıyordu? Onlar on ayetle yetiniyor ve hemen ezberliyor amel etmeye başlıyorlardı. Kur'an yaşam içindi. Daha çok hatim, daha çok hıfzın ötesinde sorumlulukları vardı. Kur'an'ın parça parça inmesinin hikmeti neydi? Hayata yansıması, yankısı iyice gerçekleşsin diye.

Sünnet kendi kabullerimizi peygamberi doğrularla test etme ihtiyacıdır. Hayatın her saha ve safhasında Hz. Muhammed'in olurunu almak. O'nun onaylamadığı, O'na rağmen, hiçbir kabule ve karara olumlu bakmamak. O'nsuz olmayacağımızı, O'na rağmenci arayışların hükümsüzlüğünü söylemek durumundayız.

On iki yaşına kadar Kur'an'la arasına set çekilen çocukların durumu, kimlik krizinin derinliği hakkında gözlerimizi açıyor olsa gerek.

"Firavun halkını küçümsedi (ahmaklaştırdı) ve onlar da sonunda boyun eğdiler, çünkü onlar (aldatılmış, ayartılmış) fasık bir halktı. (Zuhruf 54) Zoru görünce sürüleştiler, silikleştiler, sürünmeyi sindirebildiler. Çünkü onlar Firavun, "En yüce Rabbiniz benim."(Naziat 24) iddiasında bulunurken bir irade ortaya koyamadılar. Omurgaları alınmış, sinirleri felçli, tepki vermeyen bir toplum...

Geri kalmış ülkelerin açlıktan ölen çocukları...Kitle imha silahlarının hedefi olan nesiller...Uyuşturucu mafyası...Cinsel sapmalar... Bunlar müminlerin sorumluluk alanına girmeyecekse halifelik misyonunun anlamı kalır mı?


ÜÇ NOKTANIN SÖYLEDİĞİ/ AHMET TURAN ALKAN

Mizah yazarlarımızıdan biri Türkiye'de mizah yapmanın hiç de güç olmadığını söylemişti. Haklıymış! Bodrum Körfezi'ni çöplerden temizleme kampanyası açan entel amca ve teyzelerin yaptığı da mizahın dik alası değil mi? Bodrum'un çöplerini Toroslar'In aarka yakasına dökebilseler uykuları kaçmayacak.

Ali Şeriati'ye göre insanın tarımı öğrenmesi hayatında içinde yaşadığı toplumda ve bütün düzende köklü değişikliklere yol açmıştır. "Bence bu devrimle birlikte ortaya yeni bir insan çıktı. Güçlğ ve kötü bir insan. Böylece medneiyet ve farklılaşma dönemi başladı." Çünkü tarım, ürünün paylaştırılması, miras, mülkiyet, kanun ve kölelik gibi kurumları gerekli kılıyordu.

Bir lüp alıp içtiğimiz suya bakarsan, onun göze görünmeyen küçük kurtlarla dolu olduğunu görürmüşsün. Kurtları görecek ve suyu içmeyeceksin. İçmeyeceksin de susuzluktan gebereceksin! Lüpü kır, kır da namussuz kurtlar hemen kaybolsun. Sen de suyu içip serinle. (Zorba Kazancakis)

Osmanlı şehirlerinde mezarlık şehrin kenarında veya dışında dğeil, içinde, hemen hayatın yanıbaşındadır. Cami ve mescid hazirelerine ilaveten plan fikrine aldırış etmeden teşekkül eden eski şehirlerde mezarlık, hamam, çarşı, bedesten gibi şehir gündeliği paylaşan unsurlardan biridir. 

Alamını kalbinde tutup kimseye açma
Zira elemin zikri de başka elemdir.

Yeni kahramanlığın temel ölçüsü daima çok kazanmak ve hep başarılı kalmaktır. Bu vahşi kavga içinde, hakşinaslık, yardımseverlik ve düşene el uzatmak bir zaaf alametidir. Modern hayatta kahramanlık "etik"i içine ancak para doldurabileceğiniz bir banka defteri kadar cılızlaşmıştır.

Melal, inkisar, keder, mihnet, eza, cefa, tahammül, meşakkat, endişe, bezginlik, üzgünlük, sıkıntı, perişanlık, öfke, hasret, feragat, hüsran diye bilinen bir takım kelimeler kardo fazlalığı sebebiyle emekliye sevk edilmiş olup, hepsinin yerine kaim olmak üzere binbir fedakarlıkla ithal edilmiş bulunan stres işleme konulmuştur. İhtiyaç sahiplerine saygıyla duyurulur.

Bu "okumuş çocuklar" bizim ikiyüz senedir başımıza gelen en kaçınılmaz tabi felakattir. Yumurtadan çıkıp da kabuğunu beğenmeyen taifesidir bunlar. Ünvanlarını pek severler, oturdukları evin kapısına, mektupların altına ve zarfların üstüne ünvanlarını yazmaktan vahşi bir zevk duyarlar. İmtiyazlı muamele görmeye bayılır, cümle alemin kendilerini onore etmek için halkedildiğine kail olurlar. Çoğunun inanç altyapısı çürüktür, buna rağmen onlar bu çüürklüğü batıl itikadla yada dini ritüellerin zahmetsiz kısımnlarına katılmakla telafi ederler. Başörtü meselesinde öğrencilerine düşman gibi davranırken, cici arabalarının dikiz aynasına nazarlık takmayı ihmal etmezler.


UYUMAK İSTEYEN ÇOCUK / MICHEL BRULE

Yemek için bir şey çalarsam kanunları çiğnemiş olurum, ama eğer açlıktan ölürsem o zaman da doğanın kanunlarına karşı gelmiş olurum.

Sanırım arkadaşlık böyle bir şey: Birbirini anlamak için her şeyi söylemen gerekmiyor.

Eğer kötü tarafımızın iyi tarafımızdan önde olmasına izin verirsek ne olur bizim halimiz?

Konuşmayan adam kabullenmiş demektir. Ben bundan sonra vahşeti kabullenmeyeceğim. 

Hiçbir şeye sahip olmayınca insanın kaybedeceği bir şey de olmuyor.

Siyahların yüzde on ikisi Amerika'daymış ama bunların yüzde elliisinden daha fazlası hapisteymiş. Yoksul oldukları için birbirleriye kavga eidyorlar. Buradaki gecekondularda da aynı şey oluyor. Birbirimizden bir şeyler çalmaya devam edersek bulunduğumuz durumdan nasıl kurtulabiliriz ki? Belki de zenginler bunun böyle olmasını istiyordur.

Ruslar gerçekten kibarlar. Oysa Amerikan filmlerinde onlar hep kötü adam olurlar. Onlar ve Araplar. Burada Brezilya'da Lübnan ve Suriye kökenli çok insan var ve çok nazikler. Her yerde iyileri de kötüleri de olmalı. TV'deki hayatla gerçek hayat hiç de birbirine benzemiyor.

ÇÖZÜMLÜ DÜNYA AHİRET SORULARI / SELÇUK KÜTÜK

Kibir hastalığının özünde yatan temel problem kişinin sahip olduğu güzellik, zenginlik, ilim vs. gibi vasıfların kendi şahsından kaynaklandığını zannetmesidir.

Behlül Dane'nin Haccac-ı Zalim'in "sen mi zahitsin, yoksa ben mi?" sorusuna cevabı:
"Zahit kişi aza kanaat edendir. Ahirete nazaran çok az bir senet sayılacak dünya malı ile kanaat ettiğinize göre, zahit sizsiniz."

Bir varlığı gerçekten seviyor olmanın en temel ölçüsü, sevdiğiniz kişinin isteklerinin size ağır gelmesidir. O zaman Allah'ı gerçekten sevene O'nun emirleri ağır ve angarya gelmez.

Aynı çiçekten ve benzeri şeylerden beslendikleri halde yılan zehir, arı bal yapar.

Dünyaya olan düşkünlüğümüzün bir sebebi de kendimizi baki vehmetmek ve ölümü aklımıza getirmemek, sahip olduğumuz şeyleri hep bizde kalacakmış gibi düşünmektir. Kısa bir mesafe gitmek için bineceğimiz taksinin rengi, modeli bizim için önem taşımaz. Çünkü biraz sonra ondan ineceğimizi biliriz, ona kalben bağlılık hissetmeyiz. Demek ki bizleri kalben dünyaya bağlayan şey ölümü unutmamızdır.

Eğer deniz suyu genimin altında olursa onun yüzmesini sağlar, fakat aynı su geminin içine dolarsa batmasına sebep olur. Zenginlik, makam sevgisi ve şöhret olma arzusu deniz suyu gibidir. Kişi servet sahibi olmayı hırs haline getirmişse, su dolan gemi gibi batar.

İnsan psikolojisi bazı yanlışların sürekli bir şekilde tekrar edilmesi halinde bu hataları olağan ve normal şeyler gibi algılamaya yatkındır. İnsanların bu zayıf yanını kötüye kullanmak isteyen basın organları, cinselliği, ahlaksızlığı, içki kullanımını gündemde tutarak bu davranış düşüncesini yerleştirmeye çalışmaktadırlar.

Adım atma işlemini aynı şeyin tekrarı olarak ve gereksiz gören bir kişi, olduğu yerde kalır. Ayetlerin ve tesbihlerin telafuzu sırasında da kişi yeni anlamları keşfetme, kalben ve zihnen huzur bulma açısından yol alır.

İnsanlar ünlü bir mağazada indirim yapıldığında, faiz, borsa ve döviz kurları değiştiğinde veya otomobil fiyatları düştüğünde hemen haberdar oluyorlar ve fırsatı kaçırmamak için uzun kuyruklar oluşturabiliyorlar. Ama Allah'ın, karşılığında ebedi bir saadeti teklif ettiği fırsatları değerlendirme hususunda çok ağır davranıldığını, ibadetleri yerine getirmede duyarsızlık gösterildiğini ve nankörlük sergilendiğini görüyoruz. 

Son elli atmış yılda dilimizin geçirdiği değişimin İngilizce'nin altı yüzyılda geçirdiği değişimden daha fazla olması bir şeylerden şüphelenmek için yeterli bir sebep dğeil mi?

İnsanlarını tanımadığınız, görülecek yerleri ve yollarını bilmediğiniz bir ülkeye gideceğiniz zaman turistlerin yaptığı gibi elinize bir rehber kitap alır ve ona göre hareket edersiniz. Rehbersiz dolaşmaya kalkarsanız ya kaybolursunuz yada başınıza istemeidğiniz şeyler gelir. Dünyada sürecek olan hayat yolculuğu da aynen böyledir.

13 Nisan 2016 Çarşamba

KAOSTAN ÖNCE SON ÇIKIŞ / SELÇUK KÜTÜK

Ehli küfrün yeryüzünde bulunması hem zorunlu hem de faydalıdır. Bir bahçede güllerin yetişebilmesi için bol miktarda gübreye ihtiyaç vardır. Hiç kimse kötü kokuyor diye gübreyi ortadan kaldıramaz, böyle bir şey güllerin yetiştirilmesine de engel olur.

Teknoloji herkesi birbirine kablolarla bağlı olan bir dünyada yaşar hale getirdi. İletişim araçlarının kapsama alanları genişliyor, fakat hakiki muhabbet alanları gittikçe daralıyor. Dünyanın diğer ucu ile görüşebiliyoruz, fakat en yakınlarımızla, sevdiklerimizle iletişimimiz son derece sınırlı kalıyor. Modern insan çok hızlı yaşıyor fakat gideceği bir yurdu yok! İnternete kolaylıkla bağlanabiliyoruz fakat hayatla bağlantımız kesiliyor. 

Fakat madem ki makbul bir cömertlik kişinin sevdiği şeylerden fedakarlık etmesidir, o halde bizler de en çok svediğimiz varlık için yine çok sevdiğimiz şeyden fedakarlık etmeliyiz. En çok sevdiğimiz şey ise açıktır ki, nefsimizdir.

Altın, inci vs. bir güzel için feda edilmedikten sonra ne anlamı var ki? Maddi anlamda bile düşünüldüğünde kıymetli bir şeyi kendisinden çok daha değerli bir varlık için feda yada hediye edemedikten sonra ne anlam ifade edebilir ki? Kasada duran tonlarca altınlarınızı çok yüksek bir hedef için harcamadan ölüp gitseniz zenginliğin faydası nedir?

Modern dünyanın insanlara mutluluğu yakalamak için gösterdiği yol bellidir: tüketmek. Tüketme imkanlarınız arttıkça daha mutlu olacaksınız! Tüketim toplumları, arzuları uyandırma, tatmin etme ve sonra yeniden hevesleri uyandırma şeklinde kısır bir döngüsel süreci izler.

Bir insan farklı bir şehirde doğmuş olsa bile memleketinin yeri sorulduğunda "babasının" memleketini söyler. Böyle bakıldığında atamız ve hakiki babamız Hz. Adem olduğuna göre, asıl vatanımız cennettir. Dolayısıyla hepimiz bu asli vatana dönme arzusu ve eylemi içindeyiz, dünya hayatı bir çeşit gurbet yeri gibidir ve cennete ulaşamadıkça insnaın içindeki ateş sönmeyecektir.

Allah'ın hayırlı ve güzel gördüğü şeyleri beğenmemek güzelden anlama kabiliyetinin olmamasından kaynaklanır. Vahyin hakikatleri bize uygun gelmiyorsa çarpıklık bizim aklımızdadır, önce onu düzeltmek gerekir. Akıl bazı yüksek hakikatleri kavramaktan acizse kişi, kusuru kendinde aramalıdır.

Dünya bir ağaç ve insanlar da onun üzerindeki meyveler gibidir. Ham meyveler ağaca sıkıcıa tutunur. Tatlılaşıp olgunlaşan meyveler ise dalı kendiliğinden bırakır. İnsan hakikatin farkına varınca ve saadetten dolayı ağzı tatlanınca dünya mülkü soğuk gelir ve kendiliğinden kopar. Dolayısıyla dünyaya gereğinden fazla bağlılık hamlık alametidir.

Başımıza gelen çeşitli sıkıntılara ve hoşumuza gitmeyen şeylere yönelttiğimiz itirazlar aslında Allah'ın takdirine razı olmamak ve bizler için belirlediği şeyleri beğenmemek anlamına gelir. Allah'tan razı olmayışın, kendi bildiğine itimat etmenin ve itirazın bu dünyadaki cezası ise kendini "stres" olarak gösterir.

Ot yemeye en haris olan koyunlar hep taze ve iyi otlara ulaşmak için en önde gider, açgözlü olmayanlar ise en geriden takip eder. Çoban, koyun sürüsünü geri çağırdığı zaman en ileride olan en geride kalır ve en arkada olan da en öne geçmiş olur. İşte aynen bunun gibi, bazı insanlar da dünya hayatının cazibesine kapılarak ve geriye dönüşü unutarak çobandan gittikçe uzaklaşırlar.



YENİŞEHİR'DE BİR ÖĞLE VAKTİ / SEVGİ SOYSAL

Tezgahtar en azından yeni evlilerle eski evlileri, nişanlıları, daha doğrusu para ödemeye yatkın olanla, para harcamayı engellemeye çalışanı ayırt etmeyi bilmeliydi kısaca.

Alıcılar, haklarının yendiğini anlamamaları gereken haklılardı.

-Zimmetine para geçirmek, bir memurun alcağı en doğru tavırdır. Devlet, sürekli olarak biz vatandaşların parasını zimmetine geçirmiyor mu? Bunu sezen ve gören biri, devletten şundan bundan gaspetmiş olduğu paranın pek ufak bir kısmını, aslında hakkını, kendi hakkı olmasa bile birçok insanın hakkını geri almış, fena mı? ben memur olmak inekliğine düşsem aynı şeyi yaparım. Sadece daha akıllı biçimde. Devletin parasını zimmetine geçirmek için ille muhasip olup sonra yakalanarak hapse düşmek gerekmez. Bak onun yerine müteahhitlik yaparsın. Bir ihaleye girer, sonra sevlete, üstüne aldığın işi iyice pahalıya mal edersin. Her şey usulüne göre olur. Her işin altında yüksek memurların imzaları olur. zimmetine para geçirmiş olan zavallı muhasebecinin suçunu tespit edip onu adaletin pençesine veren yüksek memurların. Üstüne üstlük çevrede akıllı işbilir adam diye saygı görürsün. Karın, benim aptal anam gibi kocasından utanmaz.

-Kitap cümleleri soyutlanmamalı. Onlar soyut başlangıçların sonucu olarak yazılmadılar, olaylar, durumlar, gerçeklerle oluştular. Onları gerçekler ve durumlarla olan kopmaz bağlantılarıyle geliştirebilirsin ancak. Yoksa somut sonuçları soyut başlangıçlara dönüştürmüş olursun.

Ali: "Biz canımızın istediğine, aklımızın kestiğine değil, olabilecek olana harcamalıyız gücümüz, olması mümkün olana . Mümkün olanı mümkün yapmak, bizim işimiz bu."

Bunlar böyledir, eğlenmesini bilmezler, bunların düğünlerinde kına yakılırken millet ağlaşır, her bir şeyleri yaslı. Hele karı kısmı anca gizli gizli, kilerden ekmek çalar gibi oynar. Yemeler, sevmeler hep gizli, saklı. Şu güzelim Cenabı Hakkın şaşırıp da bize verdiği gurban olunası hayatı bir suç gibi yaşarlar. Bizler, bize bedavadan verilen tek şeyin kıymetini biliriz, onun için bizde neşe de serbest, yaygara da. ...Çingene karısı doğurduğu çocuğun, meme emzirdiği çocuğun anasıdır. Koyup gittiği çocuğu unutuverir. Bir kendini taşıyacaksın bu hayatta. Karnı tok, sırtı sağlam. Bir de hünerinle neşeni. Hünerin karnını doyurur, neşen de gönlünü hoş tutar. Biz hünere önem veririz. Okumaya hiç kalkışmayız...

KUŞLAR DA GİTTİ / YAŞAR KEMAL

Azgın suratlı, bereli adamlar, gözleri velfecr okuyan, camiden Allahla yaman bir dövüşten çıkmışcasına, yüzlerinin olanca nurunu orada, içerde bırakmış çıkan insanlar, mümin mi bunlar, bu öfkeden bastıkları yeri çatlatanlar, bunlar mı mümin? Kuşlar da başlarını alıp gittiler, çoktaan...


12 Nisan 2016 Salı

TERS LALE /EDİSYON

Trajedi, birey söz konusu olunca trajedidir. Yani asla yerine yenisi konulamayan, yenilemeyen, eşi benzeri olmayan birey söz konusu olunca onu kaybetmek trajedidir. Böyle edepsiz bir üretim ve tüketime kapılabilmek için yeryüzünü ve diğer bütüncanlıları adeta yosun gibi görüyor olmanız lazım. 

Medeni insan tedarikli olandır. Buğdayın hepsini yutup tohumu bırakmayana medeni denmez. Peki kim yarınını düşünmeden çevresini perilan eder? Bunu ancak vahşi yapar. İşin farkında olmayanlar yapar. Şimdi bu nasıl bir Batı medeniyetidir ki, kendine hem medeniyet der, hem de bir gezegeni yok etmek pahasına edepsiz bir üretim ve tüketim yürütür?

Neden Türkler'den kapitalist çıkmaz? Biz hala helal kavramını bilen bir ulusuz. Eğer siz iflas eden yan komşunuzun mallarını yasal hakkınız olduğu halde içiniz burkulmadan satın alamıyorsanız, bir şey sizi durduruyor demektir. ...dünyanın geleceği için olması gereken de budur. 

Zeka özgür bırakıldığı zama şerre bükülüyor. Şerre bükülmemesi mümkün değil, bunu önleyecek tek şey ahlak, etik. Bütün dünya tecrübesi bunu gösterdi. Bakın 19. yüzyıl Sanayi devrimi, aklın, bilimin, rasyonel insanın adam öldürmeyeceği zannediliyordu. Hayır öyle değil, yani rasyonalite felaketi kurtarmıyor.  (Alev Alatlı)

Bir takım kasaba zihniyetli insan, Osmanlıca eskimiş, Arapça Farsça atılması gereken bir dil diyerek, Amerika'ya  gideriz, ondan sonra döndüğümüz zaman, yarı İngilizce yarı Türkçe konuşan bir insan tipi ortaya çıkıyor. Milliyetçilik demek içine kapanmak değil, milliyetçilik dünyaya açılmaktır. Dünyayı bileceksin ki, kendine daha yii dönesin. (İlber Ortaylı)

Bir ülkenin kirlenebilmesi için adam başına düşen geliri, beşbin doların üstünde olması gerekirmiş. Batılılar biz gelişmeyelim, nükleer olmayalım diye bir sürü propaganda yapıyorlar, saftirik saftirik bunları yutuyoruz.

Lamartine'in söylediği hikaye, "Batı, önce seni kültürsüzleştiriyor. Senin kendi kültürüne inancını yok ediyor. Senin kendi kültürüne inancın olmayınca o ne derse ona inanıyorsun. O da sana yalan söylüyor, kendi işine yarayanı. Sen de kaz gibi inanıyorsun. (Attila İlhan)

Avrupa diye bir şey yok, dökülüyor garibanlar. Senede bir orada konuşma yapıyorum. Adamlar çağırıyorlar, ağlaşıyorlar: "Bizi de bombalayacaklar, dünya harbi çıkacak. Gençliğimiz şöyle oldu falan."Biz de "Merak etmeyin, her yerde bunlar oluyor, hep beraber hallederiz"diyerek onları şevklendiriyoruz. 

Bir ülke, bir millet tarih sahnesinden silineceği zaman önce adını sanını dünya kamuoyunda silerler. sonra canları istediği zaman "bundan böyle bu ülke yoktur" deyiverirler.

Kendine güvenen yumuşak anlatır, susup kalmak, bağırıp çağırmak da güvensizlik alametidir. ( Oktay Sinanoğlu)

SEN BİR İSTİSNA MISIN? / ÖMER SEVİNÇGÜL

Biliyorum ki, günahların lezzeti gider, dumanı kalır. Yani dünyada pişmanlıklar, hüsranlar, hasretler, kabirde ahirette azaplar, ateşler...

Hayatı, ölümü falan düşünmeden, var oluşu sorgulamadan içkini yudumlamak...Hayat bu demek. Ne hayat ama! Tüm lezzetler mideden mi geçiyor, yoksa iki bacak arasından mı? Hayvanlarda da var bunlar. Ama sen hayvan gibi de olamazsın. Onun kadar bile tat almazsın hayattan. Çünkü aklın var. Hayvan hatırlamaz geçmişi, acı da olsa duymaz bundan dolayı. 

Şeytan en çok tevbe edenlerle uğraşır. Günahkarlar, gafiller zaten onun emrindedirler. Onun kulübünün üyeleridir onlar. Niye zaman kaybetsin emrine ram olanlar için.

VAHYİN GÖLGESİNDE KİMLİK İNŞAASI / RAMAZAN KAYAN

Hayatın değeri hayata yüklenen anlama bağlıdır. Kişiyi kıymetli kılan svaunduğu davadır, uğrunda mücadele ettiği ulvi değerlerdir. İnsan shaip olduğu mal, makam ve mülkiyete göre değil, misyona göre seviye kazanacaktır.

Biz yeryüzünde "Allah'ın kaçmışısı" değiliz. Kimseyi zorla zorbalıkla yola getirecek değiliz. Kelimelerimizle muhataplarımızı tokatlamak değil, temsil gücümüzle ikna yollarını arayacağız. 
İzzet,rahat ve rehavette değil harekettedir. Hep yürüyenler onurlu ve ödül kazandı, oturanlar değil. 

Ahlakta kararlılık, kimilerince tutuculuk ve aşırıcılık olarak işlendi. Ahlaki erdemleri yüzünden sade ve temiz kalmaya çalışanlar ilkellik, kendilerini yenileyememekle suçlandılar. 

İstikametten kayma önce kalpte başlar, sonra yaşama yansır. Zikzaklar, çelişkiler, tavizler birbirini kovalar. Artık böylesi bir inhirafı yaşayanlar ne nebevi duruşu, ne de Kur'ani yürüyüşü temsil edemezler. "Alah'ın sınırlarını koruma" hassasiyeti köreldikçe grileşme süreci de hızlanıyor. Yüzlerin döndüğü kıble ile yüreklerin meylettiği kıbleler farklılaşıyor.

Akıl rasyonalizme, bilim pozitivizme, insan hümanizme, hayat hedonizme, kadın feminizme, mülk kapitalizme, birey liberalizme, din laisizme teslim. Çağın insanı korkulara, evhamlara, ideolojilere teslim. Toplum riyaya ve reklama teslim, kadın mutfağa, çocuk sokağa, gençlik meşin yuvarlağa...

Bir başka açıdan baktığımızda çocuklar kreşe, yaşlılar huzur evine, eli iş tutanlar iş yerine teslim. Evler sessiz ve kimsesiz.

İslamın güzelliğine, yüceliğine itiraz yok! Sorun Müslümanların inandırıcı olması, güven vermesidir. Çünkü insanlar öğüt verenleri değil, hakikatı bihakkın yaşayanları arıyor.

DÜNYA, BATI VE İSLAM / ARNOLD TOYNBEE

Gerçek şu ki, Batı savaş sanatı, daima Batı hayat tarzının parlayan diğer bir yüzü olmuştur. Bundan dolayı, Batı'nın savaş sanatını alıp hayatını yaşamayı göze almayan her yabancı toplum, sanatın ustası karşısında başarısızlığa mahkumdur.

1919'da Mustafa Kemal tarafından başlatılan Batılılaşma hareketine gelince eğer I. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkler, Batılılaşma veya tamamen yok olma arasında kaçınılmaz bir seçim mecburiyeti ile karşı karşıya kalmış olsalardı, Atatürk'ün yaratıcı içgüdüsü ve yöneticilik gücünün Türkleri eski muhafazakar sistemden çıkarmaya muvaffak olabileceğinden şüpheye düşebilirdik.

Batı medeniyeti 19. yüzyılda kendini öncelikle ilginç bir teknoloji olarak sunmuştu. 16. yüzyılda ise aynı Batı medeniyeti kendini alışılmadık bir din olarak sunmaya kalkmıştı. İşgalci Batı medeniyetinin görünüşündeki bu fark, birinci ve ikinci gelişinde bu medeniyete karşı, Uzak Doğuluların tepkisindeki farkı şöyle izah eder: Alışılmadık bir teknolojiyi kabul etmek, alışılmadık bir dini kabul etmekten daha kolaydır. 

Teknoloji ilk etapta yüzeysel alanda rol oynarken din ise direkt köke iniyor. Yabancı teknoloji, manevi hayatı parçalayarak sonuç itibarı ile aynı etkiyi toplumda gösteriyor ama bu etkinin su yüzüne çıkması için belirli bir zaman geçmesi gerekiyor.

Kendisini din olarak gösteren saldırgan bir medeniyet kendini teknoloji olarak gösteren medeniyetten, muhetemeldir ki, daha kuvvetli ve daha hızlı bir muhalefet uyandırır.

Gandhi eğer Hindistanlılar Batılı makinalar tarafından Batı'da üretilen giysileri giymeye devam ederlerse aynı şekilde bu makinaları Hindistan'a getirerek aynı şeyi burada üreteceklerini gördü.    ....İngiltere'den ithal edecekler, sonra bu fabrikaların kendileri için nasıl kurulacağını öğrenecekler, daha sonra da kendi alanlarındaki yeni Hint fabrikalarındaki çalışmalarını bırakarak zamanlarını Batı'nın işini yaparak, boş vakitlerini ise Batı tarzı filmler, konuşmalar, tazı yarışmaları ve dinlenme gibi eğlencelerle Hindistanlı olduklarını unutana kadar devam ederek değerlendireceklerdi.

Bugün Çin ve Japonya'da iki önemli faktör komunizme hizmet ediyor, biri Batı seküler sisteminin denenerek sonuç alınamamış bir tecrübesinin olması, iki hızla gelişen nüfusun geçim sıkıntısının baskısı.

Rusya onlara teknoloji ile birlikte komünizmi sunarken siyah bir ekmeği de sunuyordu. Bizim Batı medneiyetinin çıkıp, Çin ve Japonya'da seküler bir Batılılaşmayı sunmayı, ekmek yerine taş vermeyi teklif etmesi gibi bir şey olmuştu.


KIZLARIMA MEKTUPLAR / EMRE KONGAR

Sevgiye dayalı bir ilişkide yapılabilecek en büyük hatalardan biri, karşınızdakinden de sevgisini kendinizin gösterdiği aynı biçimde göstermesini beklemektir.

Güzel bir kitap okumak, iyi bir film yada bir tiyatro oyunu seyretmek sevdiği bir şarkıyı dinlemek niçin yaşam kavgası sırasında yapılamayacak işler olsun? Tabii çalışacağız ama bunu yaparken yaşamayı unutmayacağız. Yaşamak, hayattan zevk almaktır.

Her ne kadar yemek, içmek, uyumak çok doğaldır desem de, bunların da yerleri ve zamanları açısından belli toplumsal kurallar ve değerler vardır. ...uykum geldi diyerek bürodaki masanızın üzerine yatak serip uyuyorsunuz. Akrabalarınıza konuksunuz ve tıka basa yediğiniz bir öğlen yemeğinden hemen sonra karnım acıktı diyorsunuz. İşte bu örnekler ne denli tepki alırsa, belki de cinselliği toplumun alışık olmadığı biçimde yaşamak da aynı biçimde tepki çekecektir. 

Erkeklerin size malları gibi davranmasını istemiyorsanız, siz de erkekleri malınız gibi görmeyin.

9-6 çalışma saatlerine uymayı, böyle bir işte çalışmayı sıradan görmeyin, böyle bir işte herkes gibi yaşama küskün çevreye ilgisiz, insanlara saygısız bir biçimde çalışmaktan korkun.

Sıradan kişilik ve monoton yaşam, pek çok kişinin sandığı gibi çevrenin bize empoze ettiği değil, bizim iç dünyamızda aşabileceğimiz özelliklerdir.

İş dışındaki ilgileriniz özel meraklarınız, monoton ve rutin yani sıradan bir işte bile sıradışı bir kişilik olmanıza yardım eder.

Bir kitabı okurken, bir konseri dinlerken alınan keyfi reddetmiyorum ama sonradan o kitabı  anımsamanın daha uzun ve dolayısıyla daha büyük bir zevk verdiğini vurgulamak istiyorum.

KUŞATILMIŞ GENÇLİK / ERDAL ATABEK

YÖK başlı başına bir güvensizlik kurumu değil mi? Her üniversiteye girişte polisçe hüviyetinizin kontrol edildiği, derslerde bile aranzıda varlığını bildiğiniz polislerle her an yaşadığınız güvensizlik duygusu bizi nasıl etkiler biliyor musunuz?

"Hayranlık" da "düşmanlık" da bir toplumun yada kişinin kendi kimliğini bulamamış olmasından kaynaklanıyor.

Ezberci eğitim "konserve bilgi" verir...nakli kolaydır, biçimi bozulmaz, uzun süre dayanır. Konserve bilgilerin verildiği kafalar da zaman içinde konserve kutusu biçimini alır. İnsanın değişmesinin, düşünmesinin istenmediği toplumlar için bundan iyi eğitim yöntemi düşünülemez...İşte öyle insanı çok kolay yönetebilirsiniz.

Çalışan insanlar hayatları boyunca "emekli olabilmek" düşüncesini içlerinde bir rahatlık duygusu olarak yaşamışlardır. "Emekli olmak" onlar için sıkıcı işlerinden uzaklaşmak, şöyle gönüllerince yapmak istedikleri işleri yapabilecekleri zamanlar olarak yaşayan bir özlem olmuştur. Ama emekli oldukları zaman, durumun hiç kendi düşündükleri gibi olmadığını görmüşlerdir. Emekli olduklarında rahatlamak şöyle dursun, derinde bir rahatsızlık duygusunun büyüdüğünü görmüşlerdir: "Artık işe yaramamak"...

SADECE APTALLAR 8 SAAT UYUR /ERDAL DEMİRKIRAN

İnsanın tembelleşme sürecinde aklını kullanarak icat ettiği tekerlekle yüzyıllar sonra icat ettiği kumanda arasında hiçbir fark yok bence...

Sen de en az benim kadar harikasın ama bir farkla. Sen düşünmeyi reddeden harika bir salaksın. Birazcık düşünsen, okullarla, işyelerini, fabrikaları, bankaları aynı saatte açıp sonra da "Trafik neden bu kadar kalabalık?"demezdin.

Bu uyuyanları seyretmene gerek yok! Onlar sadece yemek yeme zamanları uyanır, geri kalan zamanlarda ise uyurlar. Bu şekilde ceza sürelerinin daha hızlı dolduğuna inanırlar. Uyanık oldukları anlarda özgürlüklerine kavuşunca hiç uyumamaya falan yemin ederler ama hiçbir zaman bilmezler ki içeride yada dışarıda olmak arasında fark yoktur. Çünkü her insan hayatını bir fanusun içinde yaşamak zorundadır. Fanusu büyütense sadece beyinlerdir ki, insanın sığdığı her fanusa beyni de mutlaka sığar. Eğer gideceğin yerin bir sınırı varsa, yapacaklarının sınırı varsa, sen ömrün boyunca bir fanusun içindesin demektir.

10 Nisan 2016 Pazar

BAŞKALDIRIYORUM / ALİ ERKAN KAVAKLI

Batılı insan ikiş ölçü kullanır. Bir, kendine layık ölçüleri. Yani birinci sınıf insana layık olan ölçüleri. İki, başkalarına layık gördüğü ölçüler. Neden? Batılı egoist ve emperyalist.

Dinin ilerlemeye engel olduğu tezi de Almanya gerçeğiyle çelişiyordu. Almanya kalkınmış bir ülke. Kendi insanına iş ve ekmek verdiği gibi Türkiye, Yugoslavya, İtalya, Yunanistan gibi birçok ülkeden insan getirmiş, onları da doyuruyor.

Senel abi Ömer'ül Faruk camisi derneğinde. Oraya tapulu. en iyi bizim cemaat diyor. Orada da bol bol öteki camileri tenkit var. Kimseyi beğenmeme var. Gençlere sahip çıkmıyor. Gasthouslarda, kahvelerde, televizyon karşısında çürüyenleri kurtarmaya yönelik bir çalışma yok. Cenneti parsellemişler, kendi cemaatlerinden başkasını sokmayacak kadar öteki Müslümanlara öfkeliler.

Siemens müdürü olarak Irak ve İran'da bulundum. Bizim politikacılar, oralara giderler, önce yer içer ve ticaret antlaşması imzalarlar, iş kurma alanı ararlar. Her şey bittikten sonra, göstermelik insan haklarından söz ederler. ABD ve Avrupa oraların hep pazar kalmasını ister. Kalkınıp kendilerine rakip olmasını ve kafa tutmasını değil.


KURUKAFA VE KEMİK TARİKATININ GİZLİ TARİHİ / AYDOĞAN VATANDAŞ

Kurukafa ve Kemik üyeleri "yapıcı kaos" fikriyatına inanırlar. Gerçek politik niyetlerini gizli tutarak, her türlü kritik politik konularda sürekli olarak karmaşık sinyaller göndererek bilinçli olarak hem mevcut dostlara hem de düşmanlara benzer şekilde karmaşa tohumları ekerler.

Bazı kemikçiler Vietnam'da kısıtlı savaş stratejisi felaketinin şekillenmesine yardım ederken, tarikatın diğer üyeleri de, en azından öyle anlaşılıyor, uyuşturucu-rock-seks karşı kültürünü içinden çıktığı Yeni Sol toprağını besleyerek büyütmeye kalktılar.

Ameirkan kampuslarının çoğundaki Yunan kardeşlik kulüplerinin aksine, Kurukafa ve Kemik ile benzer gizli cemaatler sadece Yale'de mevcuttur. Yale kurucularının çoğu Tanrı'ya sadaketler inanan Püriten geleneğinin dürüst üyeleriydi.

Tarikatın Oval Ofis'teki adamının dünyanın geri kalanına Yeni Dünya Düzenini empoze ederken, dağılmış ABD iç ekonomisini nasıl idare etmeye niyetlendiğinin bir örneği ABD'nin en büyük ticari bankası olan Citicorp'un hisselerinin çoğunun yakın zamanlarda Suudi Prensi Talal bin Abdulaziz tarafından satın alınmasında bulunabilir.

Kurukafa ve Kemik dünyasında en önemli erdemlerden biri ulusu savaşa taşımak ve savaşı başarıyla sürdürmektir.


YÜZYILLIK YALNIZLIK /GABRIEL GARCIA MARQUEZ

İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir.

Yalnızlık yalnız yaşamak değildir, içimizdeki birine yada bir şeye yoldaşlık edememektir....Yalnızlık işte bui kendini lüzumlu hissetmemek...

Dünya öyle çiçeği burnundaydı ki, birçok şeyin adı yoktu, onlardan bahsederken parmakla göstermk gerekiyordu.

...he rşeyanın canı vardır. Sadece ruhlarını canlandırmasını bilmek gerekir.

KÖPEKLEŞMENİN TARİHİ / NİHAT GENÇ

Dinsel sarhoşlukla bedenleri zaptü rapt altına alabiliriz ama bu büyük hikayenin arkasına dolandığımızda bedenlerin istediği seks, çılgınlık, erotizm, sapıklı değil, insanoğlunun sonsuz arzusu:maceradır!

Kurt, yeryüzünün tek eğitilemeyen, öğretilemeyen hayvanıdır. İğneyle, uyuşturucuyla da onu evcilleştiremezsiniz. Gelin görün ki, bağımsızlığına kurdu sembol seçmiş bu tarihin siyasi sosyal çürümesi onun ruhunu çoktan köpekleştirdi.

Köylünün yürüyüşü yavaş, düşünüşü ağırdır. Geç karar verir. Başka türlü düşüncelere zor intibak eder. Yabancıyı yadırgar. Durgunluk ve dikkafalılıktan kurtulamaz. Dar görüşlü sofulara çok rağbet eder. Alet kullanma becersisi olağanüstüdür, ancak zihni beceriksizliği had safhadadır. Boş kalıplara, şekilciliğe düşkündür. Gelenekle boş düşünceyi karıştırır. Tasavvur ve hayal dünyası zayıftır. Köylünün din anlayışı da çocuksu, ilkeldir. Yırtıcı hayvan kadar serttir, dini, zihni durgunluk, uyuşukluk içinde karakultuyu, inadı bir halt sanır. Çünkü dinsel beslenmenin en abur cubur olduğu yerdir köy!

Üç kıtada at oynatan toplumu köpekleştiren, iktidarın kölesi yapan iki büyük kurum daha vardır, bunlardan ilki ihsan ve bahşiştir. Bahşiş etkileri günümüze kadar süren en köklü geleneklerimizin başında gelir.  

8 Nisan 2016 Cuma

YOKSULLUK KİTABI / MUSTAFA KUTLU

İşçiler direndiler, çalışma saatlerini azaltıp "boş vakit" edindiler. Ancak hayatın (üretimin) temposu o kadar hızlanmıştı ki, bunun bedeli aynı hızla tüketerek karşılanıyordu. 

Ve şimdi artık o peşinde koşulan "boş zaman" tıkabasa doldurulmak için (moda tabiri ile dolu dolu yaşanmak için) bir çırpınma başladı.

Makinalar ev kadının işlerini az zamanda kotarmasını sağlıyor, lakin o spor salonundan kuaföre, moda derfilesinden akşamki konsere, o mağazadan bu mağazaya koşuyor, bu koşuşturmanın stresini atmak için uzak doğu öğretilerine başvuruyor, terapilere katılıyor.

Bergson şöyle diyordu: "Zaman ancak arka planla geçmeyen bir şey olduğu sürece geçer. Süreyi ancak müzik ve anlatıya can veren şeylerle hissedebiliriz. Mola ve yavaşlık." Cedlerimiz söylemiş zaten:
Erişir menzil-i maksuduna aheste giden

"Kuvvetli diye hür olana önce nefsine karşı bağımsız olana sonra da herkese ve bütün dünyaya karşı bağımsız olarak davranabilen insana derler." Nurettin Topçu

TUTUKLUNUN GÜNLÜĞÜ /ATTİLA İLHAN

İş ağaçta değil onu böyle büyüten toprakta
Bilmek önemli gerçi asıl iş anlamakta
Kudüs'te çanlar çalar
Mekke'de ezanlar büyürse de gerçeklerin en yalnızı
En katlanılmazı ve en kemilisi
Şu çıplak doğanla, şu ölen çıplakta

Tutsak serçeler nasıl çarpar
kendini duvarlara
nasıl aydınlığa büyür
kuytudaki bitkiler
özgürlük diye titrer
varlığının her zerresi varsa da
yoksa da tutuklunun

elektrik elletirler, kıvılcım yalatırlar
tuz ruhu damlatırlar, kulak bşluğuna
çekip alırlar kerpetenle tırnaklarını
öğrenmek istedikleri aslında bildikleridir
geceleri rüyalarına girip uykularını kaçıran
insanın insanı soyduğu, dersini yüzdüğünü

SİYASAL İSLAM'IN GELECEĞİ /GRAHAM FULLER

Gerçekten birçok din adamı tamamen, artık İslam'ı ezeli ve ebedi bir inanç olarak değil de, daha çok rejimin başrısızlıklarıyla değerlendirilebilecek olan halkın gözünde İslam'a verilecek hasardan endişe duymaktadır. 

Amerikan halkıın dışarıda başka bir dünya ve başka bir bakış açısı da olduğu konusunda hiçbir fikri de yoktur,bunu umursadığı da. CNN ve New York Times'ın dünyaya bakışını gördükten sonra Müslüman Öğrenci Derneği yada herhangi bir Müslüman Tv istasyonu veya web sayfasına bakınca insan kaçınılmaz şekilde kültürel ve psikolojik bir pinpon topu gibi ileir geri gidip geldiği duygusuna kapılmaktadır. 

Kişinin maddi kaygılardan uzaklaşıp yüzünü derin ruhani özlemlere ve arayışlara dönebilmesi için önce belirli bir asgari zenginlik düzeyi gerekir.

Tek başına İslam'ın "Batı'yı tehdit ettiği"söylenemez, çünkü örneğin sık sık "Amerikan İslamı" olarak da anılan Suudi Arabistan'da uygulanan sert ama hadım edilmiş gayri politik İslam biçimini Batı gayet memnuniyetle kabul eder. İslam dünyasında tek başına güç de batı'yı fazlaca ürkütmez. Örneğin FKÖ ile bir realite olarak ilgilenecektir.

Bütün Müslümanlar, İslam'da çoğulculuğun meşrulaştırılmasında kilit rol oynayan Kur'an ayetlerinin gayet farkındadırlar. Ayet 5:48 der ki: "her birinize bir farklı şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı, fakat size verdiğinde sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın."

Bir diğer ayet, her peygambere kendi şeriatının veya Allah'a giden yolun verildiğinden söz etmektedir. Bu ayetler Müslümanların dünya milletleri arasındaki ve toplulukların kendi içindeki çeşitliliğin idrakinde olduklarını göstermektedir.

İslamcı hareket birinci önceliği olarak hükümet olmayı seçmelidir. Hükümeti ele geçirmek mümkün en büyük başarı sayılmamalıdır. Daha büyük bir başarı, insanlara İslam ve onun liderlerinin sevdirilebilmesidir. İslamcılar için en tehlikeli şey, iktidara gelmeden halk tarafından sevilirken, daha sonra nefret edilmektir.

Şurası kanıtlanmıştır ki, toplumsal olarak başarılan şey, politik olarak başarılandan daha kalıcı ve daha iyidir. (Raşid El Gannuşi)

İslamcı hareketler için operasyon merkezi olarak hizmet veren camileri kapatmaları gerçekten imkansızdır.  İslamcıların mahalle sakinleriyle sosyal hizmet temini sırasında gidip konuştukları, siyasi mesajlarını yaydıkları seçimlere katılmalarına izin verilen yerlerde oy toplama kampanyası yaptıkları yer burasıdır. 

Müslümanların çoğu için Batı'daki problem Hıristiyanlık değil, onun terk edilmesidir, dini değerlerin yerine seküler hümanist değerlerin konmuş olmasıdır. 

Her ne zaman bir Müslüman alim yeni bir ihtilaf konusu ortaya atsa, onu doğrudan İslam'ın kendisine saldırmakla ilk suçlayacak olanlar ulemadır. Entelektüel gelişme ve orijinal fikirler yerine ulemanın yaptığı İslam'ın ritüelci yönünü vurgulamaktan ibarettir. 

Yirminci yüzyıl, öldürülen insan sayısı bakımından faşist ve Marksist-Leninist biçimleriyle radikal seküler ideolojinin tarihte gelmiş geçmiş bütün dinlerden daha ölümcül olduğunu göstermiştir. 

Ulema şu şekilde birçok düzlemde saldırıya muhatap olmaktadır. 
1)Alo fetva olarak adlandırılan bir hizmet vermek
2)Seküler bilgi ve dünya hakkında yetersiz olmak
3)İslam'ın özünü ihmal ederek çoğunlukla zamana bağlı hukuki düzenlemelere dayalı dar bir İslam anlayışına sahip olmak

Steven Bruce diyor ki, "Din ancak insanlar Tanrı arasında aracılığın ötesinde bir şeyler yaptığı zaman insanların dikkatlerinde ve siyasetlerinde önemli bir yere sahip olur."

Yenilenme hareketine liderlik edenler çoğunlukla ulema değildir. Yeni İslamcıların çekirdeğini oluşturan insanlar daha ziyade kendi lehini eğitmiş İslamcı entelektüeller ile ulema içindeki tahminen sayıları çok olmayan aykırı tiplerdir. Bunlar yalnızca devlete meydan okumakla kalmamakta tavizkar yada devlete satılmış olarak algıladıkları geleneksel ulemanın temel rolünü de radikalleştirmek istemektedirler.

Gerek din, gerek siyaset tarih boyunca devamlı olarak birbirlerini istismar etmişlerdir. Gerçekten de siyaset din gibi güçlü bir harekete geçirici kuvvet karşısında nasıl kayıtsız kalabilir?

Gerçekten de siyasal İslam denen araç genel olarak İslam dünyasında siyaseti anlamanın en iyi yollarındna biri olabilir. Müslüman toplumların Marksist, sosyalist, milliyetçi, hatta demokratik siyasetini izlemekten çok daha fazla şey ortaya koyan bir araçtır bu. Bunun nedeni basittir: İslam Müslüman toplumun günlük yaşamını ve siyasal kültürünü diğer tüm ideolojik veya kavramsal dinamiklerden daha derin bir şekilde kuşatmaktadır.

Amerika bugün sanayileşmiş dünyanın en dindar ülkesi durumundadır. Açıkça dinsel terimlerle ifade edilmeseler bile Amerikan siyasetinin en hararetli tartışma konuları tam da dinsel duyarlılıklarla ilgili konulardır. Söz kürtajı ötenazi, cinsellik anlayışı ve öğretimi, eşlerin birbirini aldatması gibi konulara gelince kamuoyu hemen karşıt saflara ayrılmaktadır.


İSLAM'IN VAADETTİKLERİ / ROGER GARAUDY

Bazı üçüncü dünya ülkelerinin topraklarında empoze ettirilen Avrupa tipi toprağı derin sürme teknikleri çok ince humus tabakalarını gömmektedir. Enerji bakımından zengin kimyevi gübreler Batı tarafından satılmaktadır.

Boşuk İslam sanatının en belirgin vasfıdır. Mihrabda ne heykel ne de resim bulunur. İşte Allah bu yokluk ile ifade edilir. Allah her yerde mevcuttur, fakat görülmez. O halde, O'na mekan tahsis etme veya O'nu resimle temsil etme iddiasında bulunmak küfürden, putperestlikten başka bir şey değildir. İşte dini sanatta tasvire yer verilmeyişinin asıl sebebi budur.

Hacc, kendisini Allah'ın iradesine teslim etmiş olan kimsenin, tasavvufun merhalelerinden geçerek, Halim olan Allah hürriyetine doğru yaptığı yolculuğun sembolüdür.

Gerçekte "gelişmiş ülkeler" ve "az gelişmiş ülkeler" diye bir şey yoktur, fakat "hasta" ve "aldatılmış" ülkeler vardır. Bir kısmı büyümelerinden dolayı hastadırlar. Diğerleri ise, Batı'da yetişmiş ve geleceklerinin, hasta ülkelerin geçmişinde ve onların taklid edilmesinde olduğu kendilerine inandırılmış olan elitleri tarafından yürütülen bu intihar sayılabilecek büyüme hayaliyle aldatılmışlardır. 

Batılılar garip bir şekilde Yunan öğretisine ve ifade ettiği cansız varlığa, kendinden olmayanları, barbar ve esaret için doğmuş kabul ederek, onları bünyesine almayan Yunan site milliyetçiliğine ve Roma'nın mülkiyet ve imparatorluk yetkisi mefhumlarına kapanıp kalmaya "Rönesans" demektedirler. 

Tarihçilerimiz haklı olarak bu kasırgalara "barbar istilaları" adını vermişlerdir. Ancak her nedense bu istilalar, Avrupalıların işi olunca tarihçilerimiz ir şekilde ağız değiştirmektedirler. Artık bunlar büyük istilalar değil, büyük keşiflerdir.

Eğer İslam, önce bütün Arabistan'da, sonra Atlantik Okyanusundan Çin Denizine kadar geniş alanlarda böylesine bir güçle ve böylesine bir çabuklukla yayılabilmişse, bu onun cemaatlerinin, kültür ve imanlarının çözülmesi sebebiyle yolunu şaşırmış milletlerin hayatlarına yeniden bir anlam kazandırmış olmasından dolayıdır.

Namaz, her türlü yeterliliğin aksine, yani sadece insanın gücü ve bilgisi ile yetinme iddiasının aksine, Allah'a karşı bağlılığın bilincidir.

Tamamen İslami bir maneviyat şekli olan tasavvuf, aslında insanı özünden uzaklaştıran her tülü arzuya karşı yapılan iç mücadele demek olan büyük cihad ile, İslam cemaatını Allah yolunda ayıran her tülü iktidar, zenginlik ve yanlış bilgi putperestliğine karşı, onun birliği ve ahengini sağlamak için çalışmak demek olan küçük cihad arasındaki bir dengeden ibarettir.

O halde modernlik, modernizm, modernleşme, başka milletler tarafından bir şekilde kendi ihtiyaçlarına cevap vermek üzere ortaya konan bir hayat tarzının naklinen başka bir şey değildi.  Yabancı ihtiyaçların İslam ülkelerine nakledilmesi Müslüman'ı bizzat kendisine yakınlarına, tarihine, kültürüne, kendi geleceğine yabancı bir hale getirmiştir.

İnsan kendisi dışında her şeyi değiştirdiğini iddia ederse, her devrim başarısızlıkla sonuçlanacaktır. "Allah içlerinde olanı değiştirmedikçe , insanların durumunu değiştirmeyecektir." Rad 

"Çalmak ihityaç duyulan şeyi almak değil, fakat ihtiyaç duyulmayan şeyi lüzumsuz yere toplamaktır." Kilise babaları tarafından söylenmiş

Rönesanstan bu yana, Batı cemiyetlerimizde insan "Fatihler çağından" yalnız toplulukların en son çöküşüne kadar, durmadan artan bir ferdiyetçilik, gayri insani pazar ekonomisi rekabetlerinin yaygınlaşması, zayıf olanların, kuvvetli olanlarca hiçbir sorumluluk duyulmaksızın ezilmesi, en lüzumsuz ihtiyaçları bile bencil arzunun gerçek ihtiyaçlarıymış gibi gösteren reklamcılık ve pazarlamada görülen istekleri kamçılama teknikleri yüzünden yalnızlığa diğer insanlardan soyutlanmaya itilmiştir.

İslam'ın bütün tezahürlerindeki ana teması, insanın Allah'a yükselişinde ve Allah'ın da insana inişinde, Müslümanın kalbinin gevşeyip kasılmasında olduğu gibi ikili bir hareketle ilgilidir. 

Küçük cihad imanı tehdid eden veya zulmeden bir dış düşmana karşı onun kuvvetle savunulmasıdır. Büyük cihad ise, bencilliğimizi yenmek, iç güdülerimize ve arzularımıza hakim olmak için, her yerde Allah'ın iradesini hükümran kılmak için yapılan iç mücadeledir.

7 Nisan 2016 Perşembe

ANTİK İNANÇLAR, MODERN HURAFELER / MARTIN LINGS

Evrim artık çobanların inanmadığı ama sürülerinin selameti için savunmayı sürdürdükleri bir tür dogmadır. (Paul Lemoine)

Başka dinlere karşı beslenen ilgi yada hoşgörünün tümü dğeilse ile büyük bir bölümünün karşılıklı anlayıştan çok akademik meraktan ve dine karşı "özgürlük" hurafesiyle karışık bir ilgisizlikten kaynaklandığı doğrudur.

Hristiyanların kalplerinin bir dinde sükünete kavuşabilmesi için "Rahman" sıfatının boş bir söz olmadığını ve Tanrı'nın yalnızca bir veya birkaç halkı seçmediğini bilmeleri gerekir. 

...dünyayı kanatlarıyla kazan bir kuşun uçma şansı olmadığına göre, eğer herhangi bir yolla dünyayı kazmaktan vazgeçilirse, en azından uçmaya teşebbüs ihtimali doğar. 

"İman dinlerin temelidir, fakat daha ileiryle ualşıp Tanrı'da kendini bulanlar için artık sonra erer. Burada artık kişi inanmaz, çünkü görür. Hakikati gören birisinin artık inanmaya ihtiyacı yoktur. " (Şeyh Ahmed Al Alevi)

Eğer, zekayı temsil eden din, insandan aklın ulaşamayacağı yerde dinin otoritesini kabul etmesini isterse aslında akla karşı olan hiçbir şeyi kabul etmemesini istiyor demektir.

...bir insan topluluğu ile bir başkası arasındaki geniş farkı düşünürken Tanrı'nın aynı dini biçimi bütün insanlara zorla kabul ettirmesinin tuhaf olacağını unutmamak gerekir.

DİKENLER / SEYYİD KUTUB

Ölüm hayat sofrasından dökülen kırıntıları toplayıp geçinmekten başka bir şey yapmıyor.  Biz, bizden başkaları için yani idealimiz için yaşadığımız zaman, hayatın çok uzun ve geniş olduğunu görürüz.

Ne farkı var hayalle gerçeğin? İkisi de aynı şekilde geçip gitmiyor mu? İkisi de insan, kalbinde yaşattığı, zihninde canlandırdığı ve hem ruhuna, hem de hayatına etki ettiğini gördüğü sürece...Ne farkı var hayalle gerçeğin? İkisi de gelip geçen bir tayf ve ruhun üzerine gölgesini serip sonra, fazla değil, birkaç saniye sonra his dünyasından uzaklaşıp gitmiyor mu? Kaybolup gidince bir daha görünmüyor...

Ölüm şu anda karşıma gelse bile katiyyen ürkmüyorum. Hayatta kalmam müyesser olsa yapmak istediğim daha birçok şeyler var. Eğer o yapacağım şeyler kalıcı şeyler ise muhakkak hayatiyetlerini sürdürecek ve ölüp gitmeyecektir.  Ben eminim ki yaşaması gerekli olan şeyler katiyyen ölüp gitmeye mahkum olmazlar.

Biz ruhen temiz, kalben daha iyi ,aklen daha zeki olduğumuzu kabul ederek insanlardan ayrıldığımız zaman, yaptığımız şey hiç de önemli değildir. Çünkü kendimiz için en kolay ve rahat olan yolu seçmiş oluruz. 

Gerçek büyüklük ise insanların arasına karışmak, onların yanlışlarını, eksikliklerini ve zaaflarını gücümüz yettiği nisbette hoşgörü, şefkat ruhuyla dolu olarak karşılayıp onları büyütebildiğimiz nispettedir bizim büyüklüğümüz. 




5 Nisan 2016 Salı

SEVME SANATI / ERICH FROMM

Çağdaş insan üç yaşında bir çocuk konumundadır. Ancak gereksinim duyduğu an baba(Tanrı) diye bağırır. Gereksinimi yoksa eğer, oyununa dalıp gider.

Her şeyden önce sıkıca düzenlenmiş ve makineleştirilmiş çalışma düzeni insanı en temel insanca isteklerinden, kendini aşma ve bir olmadan habersiz kılar...sıkıntıdan eğlenceyle, eğlence sanayinin ona sunduğu müzik ve filmlerle kurtulmayı dener, bundan başka  eski eşyalarını değiştirip durmadan yeni bir şeyler alarak kendini avutur.

Bir şeyi yitirmekten korkan istifçi ne kadar çok şeyi olursa olsun, ruhbilim dilinde yoksul ve yoksun bir kişidir. Ancak kendinden bir şeyler verebilen kişi zengindir... En önemli verme edimi, maddi şeyler değil aksine insana özgü dünyadan bir şeyler vermektir. Bir kişi bir başkasına ne verebilir? sahip olduğu en değerli şeyden, yaşamından kendinden bir şeyler. 

Kişi uğrunda emek harcadığı şeyleri sever ve kişi sevdiği şeyler için emek harcar.

Çocuk herhangi bir şeyi yada hayvanı bir köşeye çeker, tanıyabilmek için onu kırar, kelebeğin kanatlarını, onu tanıyabilmek için, sırrını zorla çözebilmek için zalimce koparır. Zulmün kendisi, daha derinlerden gelen bir dürtüye ağlıdır.eşyaların ve yaşamın sırrını çözebilmek...

Büyüyen çocuğa duyulan anne sevgisi, kendisi için bir şey istemeyen sevgi, belki de en güç başarılabilecek sevgi dürtüsüsüdür...kadın, eğer kocasını, diğer çocukları, yabancıları ve tüm insanları sevebiliyorsa, gerçekten seven anne olabilir. Burada ölçüt çocuğun ayrılmasına gösterilen istek ve ayrıldıktan sonra sevmeyi sürdürebilmektedir.

Kapitalist toplumda eşitliğin anlamı değiştirilmiştir. Eşitlikle kastedilen, bireyselliğini yitirmiş insanların, otomatların eşitliğidir. Karşıt kutupların eşitliği yerine kadın erkek aynılaşıyor.

Yoğunlaşmanın, bir sanatta ustalaşmak için gerekli olduğunu kanıtlamaya pek gerek yoktur. Aksine bizim uygarlığımız insanı başka yerlerde görülmeyen yoğunlaşmamış ve dağınık bir yaşam modeline yöneltir. Birçok şeyi bir arada yaparsınız olur. Radyo dinler, sigara içer, yer içersiniz. Ağzı açık, sabırsız, her şeyi, resim,içki, bilgi yutmaya hazır bir tüketicisiniz. Konuşmadan, sigara içmeden, okumadan, hareketsiz oturmak birçok insan için olanaksızdır. (Sigara yoğunlaşmanın güzel bir belirtisidir, eli, ağzı, burnu ve gözü oyalar.)

Okunacak kitaplar, kitap kulübünce seçilir, filmler filmcilerle sinema sahipleri tarafından verilen ilanlarla saptanır. Geride kalanlarsa hep yeknesaktır: arabayla pazar gezintisi,televizyon programları, kağıt oyunları ve toplantılar...Böylesi bir düzenin ağına düşen kişi, insan olduğunu, tek bir birey olduğunu nasıl hatırlar?

Olgunlaşmamış sevgi "Seni seviyorum, çünkü gereksinimim var"der. Olgunlaşmış sevgi ise "Sana gereksinimim var, çünkü seni seviyorum"der.

Çağdaş insan içinde bulunduğu anı yaşamaz, ya gelecekte yaşar ya geçmişte.

Tanrı (baba) sevgisi doğası gereği isteklerde bulunur, kurallar ve yasalar koyar ve çocuklarına karşı sevgisi bu kurallar ve yasalara olan itaatlerine göre biçimlenir. O kendisine en çok benzeyen, en çok itaat eden ve ondan boşalacak yeri mirascısı ve ardılı olarak en iyi dolduracak olan oğlunu sever.

Tüm uygarlığımız, karşılıklı kar sağlayan bir alış veriş düşüncesi, satın alma açlığı üzerinde yükseliyor. Çağdaş insanın mutluluğunun temel unsurunu, mağaza vitrinlerine bakmak, peşin yada taksitle dilediği bir şeyi almak oluşturmakta. Kadın yada erkek insanlara aynı gözle bakıyorlar. erkek için, çekici bir kız, kız için çekici bir erkek peşinde oldukları ganimetlerdir. "Çekicilik" kişilik pazarında genellikle aranan ve peşinde koşulan bir süslü nitelikler paketi anlamına gelir. Kişiyi çekici yapan şey, fiziksel olduğu kadar düşünsel olarak da günün modasına bağlıdır.

BİR KADININ PENCERESİNDEN/OKTAY RIFAT

Kötüleşmiş eşyalar hasta çocuklara benzer. Onlara acıyla bağlanırız. Yaşama güçlerini yitirdiklerini, günlerini doldurduklarını bile bile dayanmaları, yaşamaları için elden geleni yaparız. 

KUYUCAKLI YUSUF / SABAHATTİN ALİ

Salahattin Bey, gençliğini deli gibi geçirdikten, hayatın tadılmadık zevkini bırakmadıktan sonra, birdenbire yorgunlaştığını, artık daha fazla koşacak kuvveti olmadığını görmüş, beş sene kadar evvel, bu kendisinden tam on beş yaş küçük kızla evlenivermişti.

Bizim küçük Anadolu şehirleirmizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önleirne ilk çıkanlar evleniverirler.

Bu izdivaç mikrobu evlendikten sonra faaliyetine başlar: Evvelce birtakım emelleri olan, yükselmek, kendini göstermek, eser vermek isteyen adamlara bir kalenderlik, bir lakaytlık gelir. Evde meram anlatmaya asla imkan olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür.  

Zaten, bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür.

ADEMOĞLUNUN İLK MEZHEBİ / CEVDET SAİD

İslam'ın gerçek düşmanı Müslümanların "İslam"hakkındaki düşünceleri, daha kısa bir ifadeyle Müslümanların kafasındaki İslam mefhumudur.

Size fikren karşı olana direnmeyi kendinize mübah gördüğünüzde ona aynı eylemi yapma hakkını vermiş olursunuz.

...Kitap ve sünnetten beklediğimiz şifanın insanda bulunması gereken bazı şartlara uymaya ve tarihi gerçeklerden yararlanmaya bağlı olduğudur. 

İnsanın hayattan daha sevgili bir değeri yoksa o hayata hayat demek çok zordur. Demek ki, insanın uğrunda maruz kalacağı her türlü musibete aldırış etmeyeceği bir "yüce değeri" olması lazım.

Tebliğ öyle bir eylemdir ki, Müslümanın bu uğurda karşılaşacağı her şeye razı olması gerekir. O mümin olmak gibi bir günaha(!)razı olur. Aynı şekilde "Rabbim Allah'tır" dediği için suçlanmak istendiğinde onu seve seve kabullenir. Bu suçunu/günahını itiraf eder ve asla bundan caymaz.

Genç Müslüman kardeşlerimiz kendi nefisleri hakkında veya küçük bir cemaat hakkında kolaylıkla "küfür" hükmünü kullanabiliyorlar. Ancak aynı hükmü herhangi bir İslam ülkesindeki yönetici kadrolar veya bizzat kendi ülkesinin yönetici kadrosu hakkında açıkça kullanamamaktadır. 

Zira İslam'ın net bir şekilde ortaya konup, tebliğ edilmesi için belli güç ve şartları yakalamaya gerek yoktur, zaten İslam'ın da buna ihtiyacı yoktur.