Hıristiyan ilahiyatında bedene iki yönlü bir yaklaşım mevcuttur. Beden bir taraftan günahın kaynağı iken, diğer taraftan da kutsal bir yönü vardır. Bu nedenle beden çarmıha gerilmeli, incitilmeli, fakat şerefli kabul edilmeli, yönetilmeli, sınırlanmalı, fakat kutsanmalıdır. Beden bir düşmandır, fakat aynı zamanda bir tapınaktır.
Rönesans'la birlikte güzellik, ilahi tefekküre bir vesile olması için değil, sadece güzellik olarak, yani seküler bir amaç için değer kazanır.
Bedenin 'mülk' olarak algılanmasının bir diğer göstergesi de intihar ve ötenazi konusundaki modern yaklaşımdır.
Ölümü hayatından uzaklaştıran modern insanın, yaşlıların yaşamasını anlamlı kılması mümkün değildir.
Diyet, fiziksel görünüşün, özkimliğin ve cinselliğin nasıl birbiriyle bağlantılı ve bağımlı hale geldiğini gösteren bir örnektir. Sıska gövdeler, artık kendinden geçerek tanrı yoluna adanmış olmaya değil, bu dünyevi savaşın yoğunluğuna tanıklık etmektedirler. (Antony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü)
Aslında zahitlik ve ruhbanlık hala yaşamaktadır dense şaşırtıcı olmaz. Zira mankenler, dansçılar ve sprocuların bu ölesiye çalışma temposu, neredeyse seküler bir zühdü ifade etmektedir. Aradaki fark şu: Hıristiyanlar, Müslümanlar veya seküler olmayan diğer zahitler, ruhlarını yüceltmeye çalışıyorlardı, şimdikiler ise bedenlerini mükemmelleştirmeye çalışıyorlar.
Bütün dinler nihai hedefleri ruhani yada uhrevi alanla ilgili de olsa, bu hedeflerini ancak bedenlerini disipline ederek, belirli bedensel pratikler aracılığıyla gerçekleştirebilirler. Diğer taraftan hiçbir uhrevi kaygısı olmayan siyasal sistemlerin de amacı, bedenler üzerindeki sultayı ele geçirmektir.
Sombart'a göre "gayrı meşru aşkın meşru çocuğu olan lüks, kapitalizmi varetmiştir".
Toplumumuzda saadet ve huzur yerine mutluluğun kullanılmaya başlanması, kendini gerçekleştirmekle mutluluğun, neredeyse eş anlamlı kelimeler haline gelmesi ve daha önce olmayan bir şeyin, özgürlüğün temel değer kabul edilmesi gibi birtakım değişikliklerin, evlilikle ilgili değerlere yansımaması tabii ki sözkonusu olamaz.
Bağlanmak ideal tavır olarak görülmüyor popüler kültürde. Oysa bağlanmak bir sorumluluk belirtisidir. Bağlandığınız varlığa karşı sorumlu olursunuz. Yani bağlanmak bizatihi sorumlulukla alakalı bir kavramdır.
Kişisel özgürlük adeta bir put haline geldiği için herkes hakkı için yaygara koparıyor ve fakat görevler es geçiliyor.
İki cihan saadetine giden yolda 'dünya evi'ndeki huzura mı talibiz, yoksa bu dünyanın 'bir ağaç altı' olduğunu unutup, mümkün olduğunca fazla haz toplamak üzere özgür olmak mı gayemiz?
Leila Ahmed'e göre feminizm, Orta Doğu'da kolonyalizmin, antropoljiden sonra ikinci yardımcısı olarak işlev görmüştür. (Women and Gender in Islam)
-Türkiye'de yaşayan başörtülü kadınların genç kızların yaşadığı en önemli sorun nedir sizce?
-Başörtülü kadınlar ve genç kızlar bir fanusta yaşamıyorlar. O nedenle toplumun genelinin muhatap olduğu pek çok sorunla yüz yüzeler. Akranları, eğitim grupları, hemşehrileriyle ortak sorunları paylaşıyorlar. Bunu neden belirtiyorum? Çünkü sadece başörtüsü sorununa odaklandıkları başka hiçbir toplumsal, siyasal yada ahlaki meseleleri olmadığı düşünülebiliyor başörtülülerin.
...Kamusal alanda tanınmama, ciddi bir sosyal psikolojik durum ortaya çıkarıyor. Ve kimliklerini hep bu tanınmama üzerinden inşa etmeye başörtülü genç kızlar. Çoğu zaman sarkaç iki uca şiddetle savruluyor. Ya 'ben o sizin bildiğiniz başörtülülerden değilim' mesajı vermek adına kuruyor kimliğini, yahut da 'benim sizden bir farkım yok' mesajı ön plana çıkıyor.
-Çocuk kadınları kısıtlıyor mu?
-Nereden baktığınıza bağlı. Hayatı kariyer elde etmek olarak algılıyorsanız, çocuk elbette sizi engelliyor, olmanız gereken yerde olamıyorsunuz. Ama hayatı bir imtihan olarak algıladığınızda çocuk size verilmiş bir hediye. Hakim kültürde ise çocuk kişinin kendi elde ettiği bir varlıkmış gibi algılanıyor. Bu sebeple onun yaptığı her şeyden siz sorumlu oluyorsunuz. Çocuğu Allah'ın emaneti olarak algılaıdğınızda, çocuk kadını kısıtlayan değil zenginleştiren bir varlığa dönüşüyor. Çocukla birlikte kadınlar da büyüyor. Almadan vermeyi öğreniyorsunuz, çocuk büyütürken, bu da az bir şey değil.
nazife şişman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nazife şişman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Eylül 2016 Çarşamba
26 Mayıs 2016 Perşembe
YENİ İNSAN / NAZİFE ŞİŞMAN
Dikkat edilirse son dört yüz yıldır Batılı düşünce hümanizmi "gerçek insan", "insan-ı kamil" gibi kavramlar üzerine değil, hayvanlar aleminin en üstün üyesi olan "alelade insan" kavramı üzerine bina ediyor. Bu sebeple Aydınlanma hümanizminin insanı, bu dünya ile sınırlı.
Ölme hakkından ve yaşama hakkından bahsedebiliyoruz. Halbuki ölmek yada yaşamak bir kaderdir, bir kaçınılmazlıktır. Bütün kadim anlayışlarda bu böyledir.
Bilim dinin "iyi hayat" telakkisini yıkmış ama yerine bir şey de koymamıştı.
Hem ahlaken hem de hukuken bir şeyin yapılabiliyor olması, yapılmasının meşru olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle bilimin ve teknolojinin geldiği son nokta tartışılmaz değildir.
Kişinin bedeni her istediğini uygulayabileceği bir mülk değil, Allah'ın rızasına uygun kullanmak üzere ona verilen bir emanettir. Nitekim Kur'an'da Ahiret günü bütün organların kişi için şahitlik edeceği bildirilir.
Genlerin her şeyi belirlediği şeklindeki determinist yaklaşım eninde sonunda insan iradesini ve sorumluluğunu iptal eden bir tavra göürüyor.
Bugün dünya çapında pek çok zengin klonlama ihtimaline karşı kendi hücresini donduruyor yada ölümsüzlüğe çare bulunabilecek bir gelecek için cesedenin dondurulmasını vasiyet ediyor. Elbette bu maliyetli bir işlem. Bu nedenle ancak en çok hak edenler yani en çok parası olanlar bu teknolojiden yararlanabiliyor. İleri kapitalist toplumda "ölümsüzlük" bile satın alınabilecek bir metaya dönüşmüş durumda. Aynen sağlık ve genç görünüm gibi.
Bilim kurgu filmleri sadece film değildir. Biyoteknolojideki gelişmeleri belli bir dünya görüşünün parçası olarak normalleştirici bir işlev görürler. Aslında romanlar, filmler, bilgisayar oyunları, çizgi filmler vs insanları er geç karşılacakları bu olağanüstü gelişmelere hazırlar. Bu filmler hem halkı eğitir hem de biyoteknolojik gelişmeleri meşrulaştırıp kabullenilebilir hale getirir.
Çocuk sahibi olmak ileri yaşlara ertlendikçe ve ebeveynler daha az çocuk sahibi olmayı planladıkça, her çocuk paha biçilmez bir yatırım olmaya başlıyor.
Yani anne babaya bir sonraki kuşağı üretme yetkisi verilmiş olmaktadır genetik müdahale ile.
Nasıl ki, küresel iktisadi yapının ortaya çıkardığı esnek iş dünyasındaki başarısızlık bireyin yetersizliğine bağlanıyorsa, sağlık alanındaki başarısızlık da tamamen bireyin yetersizliğine bağlanır hale gelmiştir. Yani sağlıklı olmak bireyin sorumluluğunda olan bir şeydir. Diyetinde dikkatli olmalı, sağlıklı beslenmeli, spor yapmalı, kontrolleri zamanında yaptırmalı, erken teşhis imkanını gözden kaçırmamalı, verilen tedavileri harfiyen uygulamalı... Bunlar yapıldığında sağlıklı olmak garanti altındadır.
Sağlıksız hayat "kaliteli" olmadığı için anlamsız bulunuyor. Halbuki hayatın bize emanet edilmesi, fıtratı bozmamak ve beden emanetini ruhu yüceltme maksadıyla korumak demektir. Dolayısıyla görünüşte sağlıklı ve kaliteli olmayan bir hayat, insan olmanın anlamını idrak etme bakımından çok da isabetli ve yüksek bir noktada olabilir.
Ölüm bir vaizdir. Yani bir hatırlatıcı. Ahiretin var olduğunu insanın bu dünyada yaptıklarından sorulacağını, şu yaşadığımız hayatın ötesinde bizi daha hayırlı bir hayatın beklediğini "o gün"ün geleceğini hatırlatan bir uyarıcıdır ölüm.
1955'te doğum kontrol hapı icat edildi. Kadınların doğurganlıklarını kontrol edebilmeleri, hem kadın hakları alanındaki taleplere bir ivme kazandırdı hem de serbest cinselliğin yolunu açtı. Giddens'in tespit ettiği üzere "plastik" cinsellik yani sorumluluk ve bağlılık gerektirmeyen cinsellik mümkün hale geldi. Doğurma zorunluluğundan azade hale gelen cinsellik, aile ve aşk ilişkilerinin de doğasını değiştirdi.
Son dönemlerde sağlıklı ömür dileklerimize bir vurgu değişimi dikkat çekiyor. "Hayır"dan ziyade "sağlık"ta yoğunlaşıyor temennileirmiz, dualarımız ve ilgimiz, yani bizi biz yapan talebimiz.
İnsan duygularıyla insan olabilir ancak. Herkesin ortalama uyumu ve ona mukabil ortalama duyarsızlığı paylaştığı bir toplum belki Hitler'in yakıp yıkan bir Moğol ordusunun ortaya çıkmasını engeller, ama bir Shakespeare, bir Yunus, bir Mevlana da çıkamaz içinden.
Ölme hakkından ve yaşama hakkından bahsedebiliyoruz. Halbuki ölmek yada yaşamak bir kaderdir, bir kaçınılmazlıktır. Bütün kadim anlayışlarda bu böyledir.
Bilim dinin "iyi hayat" telakkisini yıkmış ama yerine bir şey de koymamıştı.
Hem ahlaken hem de hukuken bir şeyin yapılabiliyor olması, yapılmasının meşru olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle bilimin ve teknolojinin geldiği son nokta tartışılmaz değildir.
Kişinin bedeni her istediğini uygulayabileceği bir mülk değil, Allah'ın rızasına uygun kullanmak üzere ona verilen bir emanettir. Nitekim Kur'an'da Ahiret günü bütün organların kişi için şahitlik edeceği bildirilir.
Genlerin her şeyi belirlediği şeklindeki determinist yaklaşım eninde sonunda insan iradesini ve sorumluluğunu iptal eden bir tavra göürüyor.
Bugün dünya çapında pek çok zengin klonlama ihtimaline karşı kendi hücresini donduruyor yada ölümsüzlüğe çare bulunabilecek bir gelecek için cesedenin dondurulmasını vasiyet ediyor. Elbette bu maliyetli bir işlem. Bu nedenle ancak en çok hak edenler yani en çok parası olanlar bu teknolojiden yararlanabiliyor. İleri kapitalist toplumda "ölümsüzlük" bile satın alınabilecek bir metaya dönüşmüş durumda. Aynen sağlık ve genç görünüm gibi.
Bilim kurgu filmleri sadece film değildir. Biyoteknolojideki gelişmeleri belli bir dünya görüşünün parçası olarak normalleştirici bir işlev görürler. Aslında romanlar, filmler, bilgisayar oyunları, çizgi filmler vs insanları er geç karşılacakları bu olağanüstü gelişmelere hazırlar. Bu filmler hem halkı eğitir hem de biyoteknolojik gelişmeleri meşrulaştırıp kabullenilebilir hale getirir.
Çocuk sahibi olmak ileri yaşlara ertlendikçe ve ebeveynler daha az çocuk sahibi olmayı planladıkça, her çocuk paha biçilmez bir yatırım olmaya başlıyor.
Yani anne babaya bir sonraki kuşağı üretme yetkisi verilmiş olmaktadır genetik müdahale ile.
Nasıl ki, küresel iktisadi yapının ortaya çıkardığı esnek iş dünyasındaki başarısızlık bireyin yetersizliğine bağlanıyorsa, sağlık alanındaki başarısızlık da tamamen bireyin yetersizliğine bağlanır hale gelmiştir. Yani sağlıklı olmak bireyin sorumluluğunda olan bir şeydir. Diyetinde dikkatli olmalı, sağlıklı beslenmeli, spor yapmalı, kontrolleri zamanında yaptırmalı, erken teşhis imkanını gözden kaçırmamalı, verilen tedavileri harfiyen uygulamalı... Bunlar yapıldığında sağlıklı olmak garanti altındadır.
Sağlıksız hayat "kaliteli" olmadığı için anlamsız bulunuyor. Halbuki hayatın bize emanet edilmesi, fıtratı bozmamak ve beden emanetini ruhu yüceltme maksadıyla korumak demektir. Dolayısıyla görünüşte sağlıklı ve kaliteli olmayan bir hayat, insan olmanın anlamını idrak etme bakımından çok da isabetli ve yüksek bir noktada olabilir.
Ölüm bir vaizdir. Yani bir hatırlatıcı. Ahiretin var olduğunu insanın bu dünyada yaptıklarından sorulacağını, şu yaşadığımız hayatın ötesinde bizi daha hayırlı bir hayatın beklediğini "o gün"ün geleceğini hatırlatan bir uyarıcıdır ölüm.
1955'te doğum kontrol hapı icat edildi. Kadınların doğurganlıklarını kontrol edebilmeleri, hem kadın hakları alanındaki taleplere bir ivme kazandırdı hem de serbest cinselliğin yolunu açtı. Giddens'in tespit ettiği üzere "plastik" cinsellik yani sorumluluk ve bağlılık gerektirmeyen cinsellik mümkün hale geldi. Doğurma zorunluluğundan azade hale gelen cinsellik, aile ve aşk ilişkilerinin de doğasını değiştirdi.
Son dönemlerde sağlıklı ömür dileklerimize bir vurgu değişimi dikkat çekiyor. "Hayır"dan ziyade "sağlık"ta yoğunlaşıyor temennileirmiz, dualarımız ve ilgimiz, yani bizi biz yapan talebimiz.
İnsan duygularıyla insan olabilir ancak. Herkesin ortalama uyumu ve ona mukabil ortalama duyarsızlığı paylaştığı bir toplum belki Hitler'in yakıp yıkan bir Moğol ordusunun ortaya çıkmasını engeller, ama bir Shakespeare, bir Yunus, bir Mevlana da çıkamaz içinden.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)