abdülhak şinasi hisar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
abdülhak şinasi hisar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2016 Pazartesi

ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

Kendi hareketlerimizin garabetinden gaflet ederek başkalarının yaptıklarında daima mantık aramak adetinden korunmalı ve kurtulmalıyız. hayatı daima makul bir şey sanmak göreneği o kadar kuvvetlidir ki kanunların tatbikiyle adaleti tevzi edenler bile, zanlıların daima mantıki hareket ettiklerini sanarak ve yaptıklarını ona göre muhakeme ederek, bazan hataya düşerler. ....Her geçirdiğimiz zaman biraz sonra kendimize delilik haberi olan bizler, bir türlü tatmin edilemeyen mantığımızla, adeta rahatsız, hasta olan insanlarız. 

Filhakika insanlar yalnız akıllarıyla yaşamadıkları gibi aklıselim denilen şey de umumi değil, gayet nıspidir. Fakat bütün bu hakikatlerden gaflet ederek zavallı insanların birbirleirni, herkesin herkesi ve cemiyeti olduğundan fazla makul ve mantıki bulmağa insiyaki bir meyli ve tehlikeli bir alışkanlığı vardır. Böylece bize kalsa yanlış olarak kendimizin büsbütün makul bir alemde yaşadığımızı sanırız.  ...Halbuki deliler bizi bu gafletimizden kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. İnsan bir deliyle konuşurken, daha bir çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı başına gelir. 

Zira biz de mahkemeler gibi insanları çok kere adam yerine koyarız. Sanırız ki düşünürsek düşüncemizi takdir edecekler, söylersek sözümüzü anlayacaklar, bilirsek ilmimize inanacaklar, doğru hareket edersek lehimize şahadet edeceklerdir. Aldanırız! Hemen daima bunun aksi sabit olur. Hayatımızın her alanında yapayalnız kalırız.

Nerede zeka umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız. Nerede sadakat beklersek orada orada ihanete uğrarız. Nerede kibarlık ararsak orada bayalığıa rastlarız. Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz. 

Esasen merhamet, şefkat ve ciddiyet noksanı hep bu sıhhatleri ve işleri yolunda gidenlerin aşkalarına akıl erdirememeleri yüzünden doğuyor. 

Herkesin cehaleti bilmediği şeyler kadar da bildiğini sandığı şeylerden doğar. 

Zira daima böyle alınacak dersleri almak için ekseriyetle biz kendimiz hazır değilizdir. Yaşımız yahut bilgimiz, muhakememiz yahut vaktimiz kafi gelmeyerek edebileceğimiz her türlü istifadelere mani olur ve gözlerimiz önünde geçen hadiseler böylece gözlerimizi açmadan geçer. Daaima tecrübeden bahseder, dururuz. Unuturuz ki tecrübe sahibi olmak için en acı dersler hiçbir zaman eksik olmaz. Fakat biz ne fert olarak insanlar ne de topluluğumuz olan milletler bunlardan istifade edemeyiz. Çünkü bizlerde de eksik olan bunlardan ders almak kabiliyetidir. Bu imkansızlıktan dolayıdır ki bütün zamanlarda tekerrür eden bunca tecrübeler hep nafile geçer, hep ziyan olur ve fertler, nesiller ve milletler uslanmadan hep aynı hataları tekrar ederler. 

Bir insanın dini kanaatleri ve felsefi fikirleri kendisinde ikinci bir tabiat yaratır. Bu ikinci adam da içindeki ilk insiyaki mahluk kadar tabii ve hakikidir. Ve bu ikinci tabiat olmasa o sadece nefsani bir hayvandan ibaret kalırdı. 

Akıl ve izan nadide birer kıymettir. Fakat bundan dolayı meydana çıktıkları her yerde makbul olduklarını sanmamalıdır. Bilakis bunlar, alışık olmayanları yadırgatabilir. İzanı ve muhakemesi üstün olduğu için hakikati sezip söyleyen gibi, duyunca anlayan da azdır. ...Keyfiyetin ekseriyet tarafından mutlaka takdir olunduğunu sanmak yanlış olur. Çokluğun seviyesini aşanlar çok kere anlaşılmamaya mahkumdurlar. Ekseriyet hep kendi seviyesinde bir sözcü arar. ....Güzeli ve iyiyi tefrik etmek için yetişmiş bir zevk ister. İyi bir terzinin dikişini mutlaka herkes beğenmez. Müşterilerin çoğu mutlaka en iyi ve en temiz dükkana gelmez. 

Felaket veya saadetimize sebep olan, hep duygularımızın ince birtakım nüktelerinden ibarettir. Hepimizi öldüren çok kere, hayatın, yabancıların, ekseriyetin ve talihin mümessilleri gibi telakki ettiğimiz birtakım unutkanlıklar, ihmaller ve tekasüllerdir. İnsanları öldüren başkalarının gözleirne görünemeyecek kadar küçük bir takım nezaketsizliklerdir. 

Yavaş yavaş, parça parça ölen bizler, ölülerin birdenbire ne kadar ölmüş olduklarına bir türlü akıl erdiremiyoruz. Onlar artık kendilerinden bize geçmiş, biraz da bizde kalmış zerreleriyle, ancak biraz bizim içimizde yaşayabilirler. Onları ancak biz, biraz hatırlamakla, içimizde, kendimize karıştırarak belki bir gölge, belki bir rüya halinde, biraz daha yaşatmış oluruz!


26 Mayıs 2016 Perşembe

FAHİM BEY VE BİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

İnsanlar birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususui boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır. Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz. Herkes ancak biraz kendi komşusuyla meşgul olur. Herkes ancak bir iki düşman için kin, ancak üç dört dost veya akraba için haset veya muhabbet ve ancak beş altı vücut ve ruh için bir zaaf, bir temayül veya bir aşk duyar ve beşeriyetin üst tarafı bize tamamen yabancı gibi karanlık kalır.

Biz saffetimizle sanırız ki bütün tanıdıklarımız her zaman kendimizi olduğumuz gibi görecekler, masum isek mücrim saymayacaklardır. Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir. Zalim size zulüm etmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek ısırılmaya müstahak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır. 

Biliriz ki, bütün kanımızı emdikleri halde, ziyadan korkan yarasalar gibi, mantığın ve zekanın aydınlığından kaçınan birçok hülyalarımız, emellerimiz vardır. Bunlar ibhamın ve hayalin karanlıklarında bütün kanımızı emerler ve biz onların bu huylarıyla ünsiyet peyda ederiz. 

Hakikatin mahbesinde kalmaya sanki kim razı olur? Herkes muhayyilesindeki bir İspanya şatosunda yaşar. Herkes atinin ziyafetinde mest olur. Herkes ömrünün serabında ezeli bir vuslat sezer. Her muhayyilenin içinde mevcut bir cennet vardır.

Her neslin yaptığı heykeller yıkılır ve bahçesi viran bir mezarlığa döner. İnsanların kafası taşları devrilmiş ve ancka birkaçının üstündeki isimler okunabilen bir mezarlığa benzer. İnsanların muhakemeleri zayıf, ahlakları zayıf, fakat hafızaları bunlardan daha zayıftır. Kalplerden evvel beyinler işlemez olur. Gönüllerden evvel hafızalar bozulur. Bundan dolayıdır ki insanlar kısacık ömürlerinde muhabbetlerini de, kinlerini de nice defalar değiştirirler. 

İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır. Ölüm onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar. 

Dünyamız bize göre olduğu gibi hayatımız da kısmen tabiatımızın yarattığı bir şeydir ve hilkatimiz neyi istiyorsa odur. Yaşadıkça kendi kabuğunu yetiştiren sümüklüböcek gibi talihimizi biz kendimiz öreriz.

Asıl sevgilerimiz gönlümüzde yaşayan hülyalarımız ve asıl sevgilerimiz hayat çölünde ufuklarımızı her an süsleyen kendi ruhumuz ve kendi gözlerimizle yaratılmış seraplarımızdır.

3 Mayıs 2016 Salı

GEÇMİŞ ZAMAN FIKRALARI / ABDULHAK ŞİNASİ HİSAR

Rüya Tabiri

Vaktiyle muabbirlerin büyük ehemmiyetleri vardı. bir adam rüyasını tefsir için bir muabbire müracaat etmiş. Fakat, rüyasını böyle anlatmış: "Bir yere gittim ama, han mı desem, külhan mı desem, meydan mı desem, hamam mı desem. Üstüme bir şeyler döküldü ama, soğuk mu desem, sıcak mı desem, su mu desem, ateş mi desem..."
Muabbir bakmış ki bu rüyasına inanmayan adamın suallerinden bir cevap hasıl etmek imkanı olmayacak, o da bu minval üzere cevap vermiş: "Senin başına bir şeyler gelecek ama hayır mı desem, şer mi desem, gece mi desem, gündüz mü desem...Yakın mı desem uzak mı desem, bunları bilmem.

Delilik Rahatlığı

Sultan Mahmut zamanında rical-i devletten birinin Mahmut Bey adlı bir oğlu deli diye tanınırmış. Dostları kendisini  beğenirler ve bazıları "Siz akil bir zatsınız, ne diye size deli diyorlar?" deyince o, "Kendime deli dedirtinceye kadar neler çektiğimi ben bilirim!" dermiş.