15 Temmuz 2015 Çarşamba

ERMİŞ SÖRFÇÜ VE PATRON / ROBIN SHARMA

Çok daha sonra anladım ki, dünyanın en zengin adamı en çok şeye sahip olan değil, ihtiyaçları en az olanmış.

Galiba hayatta asıl mesele bir olayı her şey olup bittikten sonra kavrama yeteneğimizi iç görüyü açığa çıkaran geleceği görme yeteneğine dönüştürmek.

Zaaflarımız olmasa hayatta ilerlerken üzerinde çalışacağımız hiçbir şeyimiz olmazdı.Mistiklerin dediği gibi, "Gideceğin yere varınca artık yolun bir değeri yoktur."

Garip ama bizler ileriye doğru giderken aslında geriye gidiyoruz, geriye doğrumuz sırasında olduğumuz o güzel mükemmel varlığa doğru.

Her gün dünyaya çıkarken, aslında okula gidiyorsun... Öğrenci hazır olduğunda öğretmen her zaman ortaya çıkar.

Hayat size acıyı zaten getirir. Sizin sorumluluğunuz neşeyi yaratmak. (Milton Erickson)

Dünyadaki şeytanları bizim yüreğimizde koşturanlardır. Savaş orada verilmelidir. (Gandhi)

Hayatın belli bir noktasında en çok ihtiyaç duyduğun ders kabullenmeyi öğrenmekse, seni deli eden insanların sürekli hayatına girdiğini görebilirsin.

İç dünyamızda olduğumuz şeyi, dış dünyamıza yansıtırız. Yansıttığımız şeyi görürüz.

Yaşamak, yavaş yavaş doğmak demektir.

Çok iyi yada çok kötü hiçbir şeyin fazla uzun süreli olmadığını da keşfettim.

Dışarı bakan rüya görür, içeri bakan uyanır.

Hayatı bu kadar tatlı yapan, bir daha gelmeyecek olmasıdır. (Emily Dickinson)

Sen bir şeye doğru koştukça, o şey senden kaçmaya başlar. Hayatının nasıl olacağına ilişkin kaygılanmayı kestiğin zaman bakarsın hayat daha iyi gitmeye başlamış.

Hayatını kontrol etmeye çalışmaktan hayatını merak etme aşamasına geç.

Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenecek metanet, değiştirebileceğim şeyleri değiştirecek cesaret, ikisinin farkını bilecek kadar hikmet ver.

Hayal ettiğin her resim, eğer yeterince uzun süre her gün ona odaklanırsan, dış dünyanda ortaya çıkmamazlık edemez. Kendini gözünde iyi yürekli, sevgi dolu, özgüvenli bir insan olarak canlandır, sonunda öyle olursun.

Hayatına girip, onu karmaşıklaştıran her şeye karşı tetikte ol. Harika bir hayatın düzenleyici ilkelerinden biri şudur: Basitleştir, basitleştir, basitleştir!

Her gün vakit ayırıp bir süre sessiz ve sakin kalmalısın. Bunu kendine borçlusun.

İnsanların tüm mutsuzluklarının bir tek gerçekten kaynaklandığını keşfettim: odalarında sessiz kalamamalarından.

İnsanın günlerini plan yaparak düzenleyerek odaklanarak geçirmesi her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan başka bir şey değildi. Böyle yaşayıp çalışmak hayatın sunacağı olanaklara hiç yer bırakmıyor, onların yolunu kesiyordu.

Sirk hayvanı gibi, başkalarının takdiri ve alkışı için performans vermeye çalışırız. Kendimize verdiğimiz değeri sevdiklerimizden gelecek takdire bağlarız, o yüzden de kendimizi acımasızca zorlar dururuz.

Oysa aslında vasat kalmak çok daha fazla enerji tüketiyor.

İnsan yüreğinin en derin ihtiyacı, kendimizden daha önemli bir şey uğruna yaşamaktır.

Daha az sorun olmasını ummaktan vazgeçip, daha fazla bilgelik istemeliyiz.

Hayatın amacı mutlu olmak değildir. O hayal edebileceğin en ben merkezli yaşam türüdür...daha mutlu olmakla değil de, daha değerli olmakla uğraşsak işte o zaman değişir dünya.

Birine doğru yönelttiğimiz bir parmağa karşılık, diğer üç parmak bizi gösteriyordu.

İlk ajandanın sonu

DEVRİMCİ İSLAM / SANCHEZ CARLOS

Cihat sonu olmayan bir mükemmelleşme çabasıdır. Hiçbir şeyin sonu, bitiş noktası yoktur. İnsanın kendini her gün yeniden keşfetmesi, fethetmesi gerekir.

Tanrı da canlı somur hatta maddesel bir deneyimdir. Tanrı soyut bir şey, zihinsel bir görü değildir. İnanalar bunu günlük hayatlarında yaşarlar, deneyimlerler. Batı ise bu gerçeği maalesef unutmuştur, yani ilahi düzenle doğal düzenin tek olduğunu birinin işleyişini bozmanın diğerini işleyişini de bozmak anlamına gelir.

Kötülük mevcuttur. Somut mutlak bir niteliği yoktur. Varlığı iş işten geçtikten sonra pişmanlıkla algılanır.

Emperyalizmin bu uzvu dev bir merdaneye benzer. Yolunun üzerindeki her şeyi yerle bir edip, insanların kültür gelenek ve inançları dümdüz ederek onları üretim tüketim kurallarına uymaya meta sistemine boyun eğmeye zorlar.

Çünkü insan hayatı sizin için reklam malzemesi olarak kullanılmadığı sürece hiçbir anlam taşımıyor.

Kesin olan bir şey varsa o da tek bir Amerikanın hayatının pek çok Müslüman ve Hristiyan Arapın hayatından daha değerli olduğu.

Teknik her şey demek değildir. Uydular, balistik füzeler, inanç ve idealle harekete geçmiş erkek ve kadınların kararlılığı karşısında mutlak üstünlüğe sahip değildirler.

Vatanı uğruna, onurlu bir dava uğruna adalet yada Tanrı'nın kanunu uğruna ölmek size iğrenç hatta aşağılık, hatta canavarca geliyor, sizi korkutan bu!

Terörizm bir fakir silahıdır ama zihinde yarattığı etki yanında tekniğin ikinci planda kalması anlamında teknolojik bir silah değildir. Bu fakirlere karşı zenginler savaşında, gücümüzün yettiği düşmanın canını yakan ve onun dengesini bozan tek silahı kullanmamasını nasıl beklersiniz?

...düzenlenmiş bir kaostan başka bir şey olmayan ve gezegeni periyodik bir kesim işlemine tabi tutan "şu yeni dünya düzenine" sokmak...

Birlik ve dolayısıyla güç öngören düzen yerine, kargaşa üzerinde hakimiyet kurmak daha kolaydır. Amerikan hegemonyası sadece kargaşa üzerine kurulabilir.

Çağdaş yabancılaşma acımasız, ona maruz kalan genellikle hangi kötülüğe kurban gittiğinin farkında olmuyor. Gerçek köleliği, cahilliğiyle doğru orantılı... Kurban saldırgan oldu ve silah altına alınan güçlerin dengesizliği ne boyutta olursa olsun toprakları çalınan, kaderleri soyulan Filistinliler saldırgan... Onların ilkel patlayıcı kemerleri sapıklıklarının işareti, öte yandan tanklar saldırı helikopterleri ise barış öğeleri, kurtarıcı araçları, yaşamın ve güvenliğin sembolleri.

Küresel hegemonya politikası, bölgesel güçlerin sonunun gelmesini, nüfus ağırlığının ve potansiyel zenginlik sağlayabilecek doğal kaynakların bölünmesini istiyor.


İSLAM BİLGELİĞİ / GABRIEL MADEL

Bilmek öğretmekten daha kolaydır. Bilmeyen ve bilmeye karşı tamamen duyarsız olan kişi çok zor öğrenir, kendisine anlatılanları anlaması imkansızdır.

Böyle bir kimse hiçbir şey bilmezken bildiğine inanır.

Cahil böyledir, çünkü öğrenmek istemez. Bununla beraber kendi dar sınırlarının huzursuzluğu altındadır. Bunun için bilenlerden ve değerli olanlardan nefret eder.

Bilmek en büyük hazinedir.

Bir nesnenin gerçek değerini bilen onun gerçekte kaç para ettiğini takdir edebilecek yegane kişi o işin ehli olandır.

Selametin ipi yüzbin iyi ruhu taşıyacak kadar sağlamdır, ama bir gram bencilliği bile taşıyamaz.

Bizi bilgiye götüren şey geçmişte yaşamış olduğumuz olumlu yada olumsuz tüm tecrübelerimizin toplamıdır.

ASİ RUHLAR / HALİL CİBRAN

Hakikat bizlere bu günümüzle  sevinmemizi öğreten aynı sevinci bütün insanlar için de dilememizi sağlayan gizli duygunun ta kendisidir.

Fırtınalar ve karlar çiçekleri öldürebilirler ancak çiçek tohumlarını öldüremezler.

Gelin kardeşlerim! Rahiplerin ve papazların istediği gibi değil de kendi istediğimiz gibi kulluk edelim. Çünkü Allah başkasını taklit eden bir cahil tarafından kulluk edilmeyi istemez.

Ey cesaret! İşte kılıcın, toprağa gömülmüş. Bunlar da senin çiçeklerin ey aşk alevlerin yaladığı! Bu da senin haçın, ey İsa Mesih! Onu da gecenin karanlığı sarmıştır.

Ruh çiçek gibidir, karanlık basınca yapraklarını kapatır, gecenin hayallerini solumaz.

Sessizce bekledim. İnsanlar sessizliğin anlattıklarını anlayabilselerdi, ormandaki vahşi hayvanlara değil, Tanrı'ya daha yakın olurlardı.

Yasa bir kötülüğe daha büyük bir kötülük ile karşılık vermek midir? Töre bir yanlışı daha büyük bir yanlış ile düzeltmek midir? Adalet, bir suçu daha büyük bir suç ile cezalandırmak mıdır?

Hele şu zina yapmış kadını taşlayanlar? İbadethanelerinden çıkıp gelen samimi temiz kullar mı, yoksa karanlık perdelerin arkasında her türlü çirkinliği işleyip her türlü ahlaksızlığı yapanlar mı?

Rahip...Kitabını alın elinden, elbisesini parçalayın, sakalını yolun, ona dilediğinizi yapın, sonra da dönüp avucuna bir dinar koyun hemen sizi bağışlar ve sevgiyle gülümser. Tanrısına küfredin, inançlarına dil uzatın, sonra da ona küçük bir testi şarap yada bir sepet meyve gönderin hemen size anlayış gösterir, Allah ve insanların önünde sizi temize çıkarır.

YENİ DÜNYA DÜZENİ / EDİSYON

ABD 'nin çok daha zayıf düşmanlarla yüz yüze geldiği durumlarda esas görevimiz onları sadece yenmek değil bunu kesin bir şekilde ve derhal yerine getirmektir. Başka türlü her sonuç utanç verici olur ve siyasal desteğin kaybına neden olur. (Noam Chomsky)

ABD'de körfeze gidenler, vatandaşlarımızın en yoksullarıydı ve orantısız olarak siyah azınlığın üyeleriydi. Onlar gönüllüydü ama bunun nedeni yoksulluktan kurtulmanın çoğunluk için ne yazık ki en iyi, bazıları için de tek mevcut yolunun askeri hizmetler olmasıydı. Savaşı ebeveynler de dahil olmak üzere, iyi gelir sahiplerinin çocukları kayda değer bir sayıda savaşa katılmaya sevkedilmedi. (J.Kenneth Galbraith)

Ameirka için petrol iki anlama gelir, kar ve insanların geleceğinin kontrolü.

Batının gözleri, halkların özgürlükleri söz konusu olduğunda yumulur, fakat Batı aleyhtarı herhangi bir belirtide veya tehlikeli bir dini hareket görüldüğünde dört açılır.

Askeri etkilerinin de ötesinde Körfez Savaşı kamuoyuna boyun eğdirdi ve kültür düşünce özgürlüğü gerçeği bilme hakkı ve itiraz etme ve reddetme hakkı gibi uzun bir dönem boyunca elde edilmiş kazanımları bir yana attı. (Abdurrahman Münif)

Körfez anlaşmazlığı bize öğretti ki, bir savaşı kazanırsanız da barışı kaybedebilirsiniz, istikrar tez elden kurulamaz., farklılıklar lafla ortadan kaldırılamaz, bir sorunun çözümü iki yeni sorun demektir. (Theo Sommer)

BM farklı ideolojilere ve değerlere sahip devletlerin birliği olarak kaldığı sürece, saldırganlıkları frenleme görevi sınırlı kalacaktır.

Körfez hariç pek az bölgenin demokratik ve kapitalist dünyanın büyümekte olan kısmına iyi veya kötü yönde etkisi olacak. Ve nihai olarak biz de evimizi dünyanın bu bölgesine kuracağız. ( Francis Fukuyama)


DUA / ALİ ŞERİATİ , ALEXIS CARREL

Bir rahip Don Alexis'e "Talebelerinize dua etmeyi öğretiyor musunuz?"diye sorar. O da şu cevabı verir: "Ben onlara bütün hayatlarını tek bir dua haline getirmelerini öğretiyorum."

"Dua hem şiddeti içermeli, hem sürekli ve ısrarlı bir biçimde ihlas ve samimiyeti, hem de bir tür saldırma durumunu ifade etmelidir. Tıpkı bir çocuğun annesinden ısrarla isteyişi gibi iste.

Bir kilisede toplu ibadetler bitmiş, tüm halk çıkmış, tüm sandalyeler boşalmıştı. Yalnız salonun en arka sıralarında bir kişi oturuyordu. Ne filozof, ne doktor, ne ruhban... Sade köylü bir adam! Papaz yanına giderek "Burada ne yapıyorsun?" diye sorunca "Ben O'na bakıyorum, O da bana." diye karşılık verdi.

Güçlü iman "yapar". Anahtarı bizde olmayan her kapalı kapı ki mahir ellerin hilesi ve dehasıyla açılmayan kapı, zorlu bir hamleyle de açılmaz ve bütün yüklenişler yetersiz kalır ancak aşkın inanç ve ihlasın mucizevi gücünün saldırı durumuna geçmesiyle kırılabilir, açılabilir.

Aşk emredince "imkansız" şey teslim olmak zorunda kalır.

Pratikte gördüğümüz dua eden insanların amel etmediği, amel edenlerinse dua etmediğidir.

Hangi insan, tüm isteme usullerine göre bir başkasından isterken aciz ve zilletin kötü ve nefret verdiğini duymaz? Oysa insanın gururunu kırarak, başını eğerek, huşu ve tevazuyla medh ve övgüyle bir yüce ve mutlak güçten -ki Allahtır- istemesi ne kadar güzeldir.

Aşk yalnızlığın doğurduğu, yalnızlık da aşkın doğurduğudur.

Duanın çaldığı, ancak yüzüne açılan kapıdır başkası değil...ve dua zekanın karanlık gecesine aşkın yaptığı bir hamle uzattığı bir ışıktır.

UYGAR BARBARLIK / STJEPAN G. MESTROVIC

Amerika "kültürün sıfır noktasını, kültürsüzlüğün gücünü" temsil etmektedir. (Baudrillard'a göre)

İnsanlar obur ve aleni tüketimleriyle çevreye ve Üçüncü Dünyaya verdikleri zararlar bağlamında "Ben" nesline yada bu neslin suç veya ahlaki bilinç eksikliğine atıfta bulunmak zorundadır.

Veblen 20.yüzyıl sonu Amerikasında uygulanan aşağıdaki barbarca alışkanlıkların çoğunu fark etmişti ki, alkollü içki tutkusu, savaş bağımlılığı yada avlanma, kumar, spor ve dinin yanı sıra savaş alışkanlıkları olarak adlandırdığı her şey. Sıradan işler aşağılanır olmuştur.

Veblen israfa yol açan bir nesneyi prestij sağlayıcı ve barbarca olarak kabul etmektedir.

Barbarca alışkanlıklar.... sağlıklı bir vücut, biçilmiş çim, insanı prestij sahibi kılan araçlar, büyük evler ve itaatkar köpekler prestiji ve ayrıca iyi bir karakteri ortaya koymaktadır.

Pozitivistler bilimi dinin, aklı da imanın yerine geçirmeye çalıştılar.

Bütün ilkel topluluklardaki eğitimli sınıf yapı, uygulama, hiyerarşik sıralama, ritüel, seremonik giyim ve öğrenilmiş alet edevat için zor beğenir insan grubunu teşkil etmektedir.(akademisyenler)

Akademisyenler hala öğrencilerini şekiller, seremoniler ve zorlu angaryalar dünyasına hazırlamakla meşguldürler. Kabul edilebilir bir format içerisinde hiçbir alıntı yapmadan harika bir metin ortaya koyan bir öğrencinin vay haline.

Durkheim, her ne zaman farklı kültürlere sahip iki nüfus, iki insan grubu birbirleriyle sürekli bir etkileşime girse, daha uygar olan topluluğun yada kendisini böyle gösteren topluluğun diğerine karşı şiddet kullandığını akla getiren belirli hisler gelişmektedir.

Horkheimer, girişilen savaşlarda sebep temelde insanoğlunu mutlu etmeyen bolluğa karşı beslenen açgözlülükte yatmaktadır.

Freud'a göre hiç kimse tam anlamıyla normal değildir ve her birimizin hergün normallikle psikoz arasında gidip geldiğimiz ....

Cumartesileri çim biçme makinelerinin sıradan bir hal alan gürültüsünden, orta sınıfın seyredilmese bile günün çoğu vakti acınacak bir hal arz eden televizyonu açma alışkanlığına değin, postmodern insanlık kendilerine mutlak sessiz ve sakinliğin hoşgörülemez olduğu gerçeğini ifşa etmektedir.

Yaşam ve rüyalar aynı kitabın farklı sayfalarıdır. (Schopenhauer)

Postmodern kültürle çocukların ve eşlerin taciz edilmesi, adam öldürme, tecavüz, uyuşturucu kullanımı ve intihar gibi her türlü barbarca eylemin sorumlusu olarak stresi göstermek yaygınlaşmıştır.

Schopenhauer medya vasıtasıyla kavramları pasif bir şekilde algılamaya yönelik insani durumun evde beslediğimiz evcil hayvanların televizyonu izlemesinden farklı olmadığını söyler...

Öğrenciler profesörden çok fazla talepte bulunmadıkça profesör de öğrencilerden talepte bulunmamaktadır. Diğer taraftan bu ilişki düşmancadır fakat dışarıdan kibar olarak anlaşılmaktadır.

Atalarımız evlilikten çocuk doğurmaya kadar söz konusu sıradan olayları niçin stresli bulmamışlardı?

Sokrates "Ne gözleri kafadan ne de kafaya bedenden ayrı tedavi etmeye teşebbüs edilmediğinde bedeni de ruhtan ayrı olarak tedavi etmeye teşebbüs edilmemelidir.

Durkheim, sanat bizi rahatlatır, çünkü bizi bizden uzaklaştırır.

Aşk, cinsellik ve bedenleri hakkında açıklığa rağmen modern insan bu gibi şeylere tam anlamıyla bağlıdır. Tıbbi çalışmaların yeni doğan bebekler için anne sütünün daha sağlıklı olduğunu ortaya koymasına rağmen emzirme eylemini iğrenç bulduklarından ötürü pek çok çağdaş kadının bebeklerini emzirmeyi tercih etmedikleri görülür.

Genelde Amerikalı yetişkinler doğal olarak adlandırılan nedenlerden daha çok şiddet kaynaklı nedenlerden hayatlarını kaybetmektedirler.

DECCAL / FRIEDRICK NIETZSCHE

Zayıflar, nasibi kıtlar yıkılıp gitmelidir, bizim insan sevgimizin baş ilkesi. Ve onlara yıkılıp gitsinler diye de yardım edilmelidir.

Kişi acıma duygusuyla gücünden yitirir. Acıma yoluyla zaten acı çekmenin kendisinin yaşam getirdiği güç eksilmesi yoğunlaşır, çeşitlenir.

Acıma nihilizmin pratiğidir, acıma hiçliğe inandırır.

Yahudiler dünya tarihinin en ilginç halkıdır, çünkü olmak yada olmamak sorusu ile yüz yüze geldiklerinde tam sinsice bir bilinçle ne pahasına olursa olsun omayı seçmişlerdir.

Ne ettiğimi bilmiyorum, ne ettiğini bilmeyen her şeyim ben diye iç geçirir modern insan. ...mutluluğumuzun formülü, bir evet,bir hayır, düz bir çizgi, bir hedef...

Hristiyan yalnızca daha özgür itikatlı bir Yahudidir.

Hristiyanlıkta bütün Yahudilik, yüzlerce yıllık özenli, ciddi Yahudi uğraşısı ve becerisi, son ustalık düzeyine ulaşır.

Hristiyanlıkta bütün Yahudilik, yüzlerce yıllık özenli, ciddi Yahudi uğraşısı ve becerisi, son ustalık düzeyine ulaşır.

Tanrıyı Tanrı olarak yadsıyoruz. Birisi bize Hristiyanların bu tanrısını kanıtlasaydı, ona daha da az inanırdık.

İnanç mutluluk verir, demek ki yalan söyler.

Haçlı seferleri yüksek bir korsanlık, başka bir şey değil.

14 Temmuz 2015 Salı

IŞIK BAHÇELERİ / AMIN MAALOUF

İsa'nın sözlerini okumadın mı? Gerçek ona layık olana söylenir.

Beni Gönderen'in rakibi yoktur, her güzellik O'nun güzelliğini yansııtır.

Bazen kendi kendime Tanrının görüntüsünü bozmak amacıyla dinleri esinleyenin şeytan olup olmadığını düşünürüm.

Gün gelir, insan kendini bir mesajın temsilcisi sanırken, mezarcısından başka bir şey olamaz.

Güneş Yüce varlığın giysisinde sadece bir pul. Ama insanlar bir pul aracılığıyla ışığı daha iyi görebiliyor.(Güneşe tapanlar için)
Kendisine sunulan resimlerde tanrıyı görmeyi reddedenler bazen tanrının gerçek görüntüsüne başkalarından daha yakındırlar.

Önünde ha sonsuzluk ha bir saniye olmuş ne fark eder? Zaman karanlığın tuzağıdır. Bu tuzağa düşme sadece görevini düşün, her gün.

En katı müminde bile kuşku vardır ve en koyu inançsızlıkta itiraf edilmemiş bir umut.

İnsanlar sadece rollerini yaparlar ortak inançları bedenlerindeki yorgunlukta yazılıdır.

Tanrının kendine özgü nedenleri vardır. O insanoğlunun süsünün ardındaki kimliği görür.

Tatmadığın bir zevkten kendini yoksun bırakmanın övünülecek nesi var?

Övgü almak için yoksunluğa katlanan hiçbir övgü hak etmez. Bilge kendine daha yakın olmak için oruç tutar, tek yargıç tek tanık kendisidir.

İnsanlara bir ırka veya bir aşirete mensup olmak gibi, bir dinden olmayı öğretmişler. Ben de diyorum ki, size yalan söylemişler. Her dinde her düşüncede ışıklı özü bulup, kabuğunu atmalısın.

HİTLER ANNEN SENİ ÇAĞIRIYOR / ALAIN SPIRAUX

Zihnin uydurduğu kişiler pek dayanıklı olmazlar. Gerçeğin bir küçük baskısı altında cigara dumanı gibi uçup giderler.

Minnet taşınması güç bir yüktür, kurşun gibi ağır bir yük. Oysa hınç, kin, garez gibi duygular insanı kapıp götürür, kanat takar.

Hiç de öyle değildir şeytan...Hepimize göre ayrı bir görünüş alır. Ne zaman ki sevimli olur, o zaman tehlikelidir, çok tehlikeli.

İnsanların gözlerine baktığım zaman çoğunlukla kendilerinin olmayan bir bakış görüyorum...insan kendi şeytanını kendi seçemiyor.

İnsan ruhu müze değildir, önüne gelene açılmaz.

ASLINDA ÖZGÜRSÜN / DUYGU ASENA

Eğer evlendikten sonra eve kapansaydık aşka erkekleri hiç görmeseydik belki de kocalarımızı hep beğeniyor olacaktık. Evet onlar da zaten o yüzden kadınları eve kapatmak istiyorlar, kapatıyorlar da...

Zaten şu annelik babalık tuhaf şey. Ne kadar uygar, akıllı, eğitimli olursan ol, çocuklarınla dost olmayı başaramıyorsun. İnsan kendi çocuğu karşısında mantıklı davranamıyor galiba. Onu tehlikelerden korumak duygusu var ya işte ana babalığı oluşturan davranış farklılığı buradan geliyor ve çocuklar da bizi endişelendirmek için bir şeyleri saklama yoluna gidiyorlar.

İnsan yaşadıkça konuşur, yaşamayanlar susarlar.

Aşk biteceğini bilerek, hiç geçmeyecek sandığın insanı aptallaştıran, şeytanlaştıran,, dinginlikten uzaklaştıran bir dağcı gibi çıkamayacağın zirvelerin düşünü kurdurtan bir haz. kaosu.

Yuva dedikleri şey ne? Asık suratlı insanların bir araya gelip, hiç konuşmadan hatta saygısızca yaşadıkları dört duvarsa eğer neden yıkılmasın?

SEMERKANT / AMIN MAALOUF

Bütün düşündüklerini söyleyebileceğin gün, torunlarının torunları yaşlanacak zamanı bulur. Bizler, giz ve korku çağını yaşıyoruz. Senin iki yüzün olmalı, birini halka diğerini de kendine ve Tanrı'ya göstermelisin.

Zamanın iki yüzü, iki boyutu var. Uzunluğu güneşe, genişliği tutkulara uyarlanmış.

Hayyam yalnızdın sevgilinin yanında! Şimdi gitti, artık ona sığınabilirsin.

Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen sen, Sen ile ben arasında ne fark kalır ki söyle?

Yarı deli bir hükümdar, eşek çaldı diye Nasreddin Hoca'yı ölüme mahkum etmiş. Tam öldürmeye götürülürken, Hoca şöyle bağırmış: "Aslında bu eşek benim kardeşimdir, bir büyücü onu bu hale soktu. Bu eşeği bir yıl bende bırakın. Ona tekrar sizin benim gibi konuşma öğretirim." Hükümdar ilgilenmiş, Hocaya söylediklerini tekrar ettikten sonra "pek ala" demiş.Ama günü gününe bir yıl sonra eşek konuşmazsa ölümlerden ölüm beğen. Hükümdar gidince karısı Hocaya "Böyle bir şeyi nasıl söylersin? Eşeğin konuşmayacağını sen de biliyorsun." Hoca "Tabi ki biliyorum ama bir yıla kadar hükümdar ölebilir, eşek ölebilir, ben ölebilirim."

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDAN DİYALOĞA / EDİSYON

Civilizations do clash as a matter of fact, yani bir bakıma bunlar bir olgudur, birbirleriyle çatışırlar. İkinci düzeyde medeniyetler çatışması deyince "civilizations will necessarily clash" yani napsın zavallılar çatışmak zorundadırlar. "They  odd the clash" yani ahlaken çatışmak zorundadırlar, ne yapsınlar? Çünkü biri aydınlık, öbürü karanlık, aydınlık olanın karanlık olanı da aydınlatması ahlaki bir görevdir. Fransızca güzel bir deyimle buna "la gatrie civilisatrist" diyorlar., medenileştirici savaş.

Gazali diyor ki "Li ennen nüfus ma iletün garib, yani insan garip şeylere meyleder, garip şeylere meraklıdır. Eğer televizyonlar garip şeyler göstermezse seyredilmiyor, kitaplar  garip bir şekilde yazılmazsa okunmuyor.

İslam ile terör kelimesi çok kere yanyana getirilir. İslami terör hatta İslam atom bombası, İslam petrolü... Petrol Batıya giderse petroldür. Eşkıya orada eşkıyadır, hiç duydunuz mu "Protestan eşkıyası" diye bir söz?

Başkasının kutsalına saygılı davranmak, insanın kendi kutsalına başkalarının saygılı davranmasına bir çağrıdır. (M. Aydın)

Kore'den Guetamala'ya, Mısır'dan Kanada'ya kadar insanların esas ilgi duyduğu şey ne ideolojiler çevresindedir, ne de medeniyetlerin davranışlarındadır. Bunlar daha ziyade iş bulma, ücretler, kişiler ve ailesinin güvenliği, iyi bir eğitim alabilme vsdir.(Thomas Michael)

Dünyanın her tarafında din adamlarına başka türlü bir görev düşmektedir. Ve galiba zihniyetlerini değiştirmeseler bile üsluplarını değiştirmesi gerekenler bu zümredir.

Eğer bir takım insanlar Allahsız bir Rusya'ya imanı geri döndürmek ve insanları Allah'ın yoluna bağlamak istiyorlarsa bunu o memleketin bin yıllık din ve kültürünü tahrip ederek yapmak zorunda değillerdir. Bugün Hristiyanların birbirine karşı toleransı yok ki biz bunu hemen atlayıp Hristiyanlarla Müslümanlar arasında Yahudilerle onlar arasında bir toleransın kurulmayışından şikayet edelim.

Yani İran kadınını küçümsemekle noluyor? O kadınlar da herkes kadar akıllı ve bilgili. Ben gördüm onları içinde bizimkileri okutacak insanlar var. Ben İran'da Soğdca lugat hazırlayan bir kadın biliyorum. Şimdi o kadın çarşafın içinde diye karanlıkta mı yaşıyor. (İlber Ortaylı)

Hemen hemen bütün modernleşen şehirlerde tarımsal köklerini bırakıp şehirlere göç eden insanların arasında sosyolojik olarak dinin insanlara bir istikrar kazandırdıklarını söylerler. Bence din insanlığın ve insan kültürünün devamlı ve kalıcı bir yönlenmesidir. (Robert Royal)

Büyük medeniyetlerin ortak tarafları vardır. Ama insanlar genelde büyük şeyler üzerinde değil, küçük şeyler üzerinde savaşırlar. Mesela bazıları İtalyanlardan nefret ettiklerini söylerler buna sebep olarak da İtalyanların çok hızlı konuştuklarını söylerler. (M.E. Yapp)

Barbar kültürsüz vahşi değildir. Barbar bizden farklı olan ve farklılığı bizi tehdit edebilecek durumda olan biridir. Vahşi olsaydı, ondan o kadar çekinmezdiniz. Farklı kültürü olan ve bizimkine benzemeyen onun için çekindiğimiz biridir. ( Stefanos Yerasimos)




GÜVEN / FRANCIS FUKUYAMA

İnsanlar bencil bir yapıya sahip olduğu kadar, insan kişiliğinin bir yüzü daha geniş toplulukların bir parçası haline gelmeyi şiddetle arzu eder.

İnsanlar yaşamdaki iyi şeyleri olabildiğince fazla miktarda tüketmek isterler. Fakat insanların fayda yerine bir amaç peşinde koştukları sayısız durum vardır. İnsanlar her zaman ceplerine bakarak karar vermezler. Aynı zamanda idealleri vardır. Eğer savaşlar sadece ekonomik kaynaklar için yapılsaydı, bu kadar çatışma olmazdı. Maalesef savaşlar genelde din, adalet, prestij, kabul görme gibi fayda içermeyen amaçlardan kaynaklanır.

Bir işletmede birlikte çalışmak zorunda olan insanlar ortak ahlaki kurala uygun hareket ettiklerinden dolayı birbirlerine güveniyorlarsa, o işi yürütmenin maliyeti daha az olur. Toplumdaki yaygın güvensizlik bütün ekonomik aktivitelere bir tür vergi olarak eklenir.

Herhangi biri entelektüel açıdan yapması gereken doğru şeylerin ne olduğunu kolaylıkla bilir, ama ancak sağlam bir karaktere sahip insanlar zorlu veya meydan okuma gerektiren koşullarda onları yapabilecek niteliktedir.

Çok kuvvetli aile yapısına sahip, ancak birbiri ile ilişkisi olmayan insanların oluşturduğu güven bağları nispeten zayıf olan toplumlara genelde ailelerin sahip olduğu ve yönettiği küçük şirketler ağırlıklıdır.

Japonya'da en nitelikli ve en zeki gençler, iş adamı yerine bürokrat olmayı arzularlar ve bürokrasideki pozisyonlar için yoğun bir rekabet vardır.

Fransız kültürel ortamında gerçekten de yüz yüze gelmeye bağımlı ilişki türü tahammül edilmesi zor bir davranış olarak algılanır.

Eğer güvenden yoksun bir dünyanın neye benzeyeceğini düşünürsek, güvenin ekonomik değerini takdir etmek belki daha kolaylaşır. Eğer her sözleşmeye ortağımızın fırsat bulduğu zaman bizi aldatmaya çalışacağı varsayımıyla yaklaşırsak, karşı tarafın avantaj sağlayabileceği hiçbir yasal boşluk olmamasından emin olmak için bu kontratı neredeyse kurşun geçirmez bir hale getirmek için çok ciddi zaman harcarız.

Yaşam boyu istihdam ve yüksek düzeyde komünel dayanışma, Japon ekonomisinin kendine özgü belki de başka bir örneği olmayan özelliklerindendir. Japon işverenleri çalıştırdıkları elemanların kişisel yaşamlarına karşı da babavari bir tavır almakla ünlüdür.

Erkek evladın geleneksel olarak karısından çok ana babasına daha büyük sevgi beslediği varsayılır. Her iki kültürde de(Japon-Çin) karar almada yaşlıların fikrine uymak konusunda güçlü bir eğilim vardır.

Japon öğrenciler bazen kreşe girdikleri andan itibaren kendilerini yoğun biçimde başarı baskısı altında hissederler. Bütün bunların hepsi, başarısızlıkların arkasından tekrar eğitim imkanının ileri yaşlarda bile daima mümkün olduğu ABD ile ciddi biçimde çelişir.

Alternatif olarak hiçbir standartlaştırılmış eğitim sisteminin gerekli olmadığı ileri sürülebilir. Örneğin Amerikan bilgisayar endüstrisinde işe alımlarda diplomayı gerekli kılan bir sistem yoktur. Microsoftun Bill Gates'i ve Sun Microsystems'in Scott McNeeely'i gibi endüstrinin en yenilikçi girişimcilerinin kendi iş alanlarındaki formel eğitimleri ya çok azdı yada hiç yoktu.

Her iki ülkede (Japonya ve Almanya) kamusal alanların temizliği ve tertipli ev yaşantısında kendini gösteren düzen ve disipliniyle ünlüdür. İşlerini büyük bir konsatrasyon ve ciddiyet içinde ele almalarıyla meşhurdur. Bu toplumun üyeleri kurallara göre hareket etmekten hoşlanırlar.

20.yüzyıla çok yaklaşıldığında bile İngiltere'de yüksek eğitim kurumları kendilerini bilimden ziyade klasik hümanizme adamıştı. Örneğin mühendislik, yüksek statülü bir meslek olarak değerlendiriliyordu ve ülkenin elit takımından çok kalifiye işçilerin sahası gözüyle bakılıyordu.

Mormonlar alkollü içkileri, sigarayı, evlilik öncesi seksi, uyuşturucuyu ve eşcinselliği yasaklar. 19 yaşındaki tüm genç Mormonlar yurtdışında kendi dinlerini yaymak için iki yıl süren bir misyona gitmeleri teşvik edilir ve ondan sonra da gelirlerinin onda birini kiliseye vermek zorundadırlar.

Bireyciliğin topluluk olgusu aleyhine yükselişine ilişkin en son açıklama, elektronik teknolojisiyle ilgilidir. Pek çok teknolojik yeniliğin insan hayatını özelleştirici bir etkide bulunduğu ortaya çıkıyor.

Gönüllü mezhepler, kişiye zorunluluk yükleyen mezheplerden daha kolay parçalanırken aynı zamanda çok daha yüksek düzeyde içten bir bağlılık duygusu da ortaya çıkarabilir.

13 Temmuz 2015 Pazartesi

LİDERLİK SANATI (ZEN DERSLERİ)

Erdemsiz cömertliğe sahipseniz insanlar size saygı duymayacaktır. Cömertlik olmadan erdeme sahipseniz, insanlar size yaklaşmayacaklardır.

Planlama çok insanla yapılır, karar tek başına verilir.

Konuşmanız ve suskunluğunuzda yaptıklarınız ve yapmadıklarınızda kendiniz hakkında yukarıdaki Tanrıyı aldatmadığınızı söyleyebiliyorsanız buna kesinlikle başarı denilebilir.

Yol bir dağa benzer ne kadar fazla tırmanırsanız, o kadar yükselir. Yol yeryüzüne benzer, ne kadar ileri giderseniz, o kadar öteye yayılır. Yüzeysel öğrenciler güçlerini tüketir ve dururlar. Yalnızca aydınlanma için istek duyanlar Yol'un derinliklerine varabilir. Diğerlerine gelince, onlarla ilgilenen kim?

İnsanları memnun edenler büyürler, kendilerini memnun edenler yok olurlar.

Birçok zorluğu yaşamak iradeyi kusursuzlaştırır, hiçbir zorluk yaşamamak varlığı mahveder.

Böcekler bir öküzün üstünde bir araya gelirlerse birkaç adımdan fazla uçmazlar, fakat hızlı bir ata yapışmışlarsa sırf yapıştıkları şeyin üstünlüğünden dolayı rüzgara yarışır ve güneşe doğru koşarlar.

Bir taşı kesip parlattığın zaman ovuştururken azaldığını görmezsin buna karşın zamanla yıpranır gider. Bir ağacı diktiğin ve baktığın zaman arttığını görmezsin ama zamanla büyür.

Bütün insanların ruhu vardır bu yalnızca dikkatli kılavuzluk sorunudur. Fosildeki yeşim taşına benzer bir kenara fırlatırsanız kayadır, fakat keser parlatırsanız değerli bir taş olur.

Herkese kapınızı kaparsanız, yüz ırmağın bir okyanus olmasına izin veremezsiniz.

Liderlikte üç yasak vardır: yapılacak çok şey olduğunda korkmayacaksın, yapılacak hiçbir şey olmadığı zaman aceleci olmayacaksın ve doğru yanlış üzerine düşüncelerinden söz etmeyeceksin.

İnsanlar arasında bayağılar çoktur, bilenler azdır. Bayağılara alışmak kolay, bilenlere yaklaşmak zordur.

Öğrenciler sözcük ve deyişler bataklığına gömülmemelidir. Genel olarak konuşursak anlayışınızı formüle etmek için başkalarının sözcük ve deyişlerine güvenmek kendi aydınlanmanızın yolunu tıkar ve sözlü simgelerin ötesine geçemezsiniz.

Şansın bela getirme nedeni, dinginlik içinde yaşarken insanların açgözlülük ve tembelliğe kendilerini gark etmeleri ve çoğunlukla küçümseyici ve kibirli olmalarıdır.

Genellikle insanlar iç yansıtma ile yaşarlarsa daha fazla anlama yeteneğinde olurlar, fakat eşyalarla ilgilenip, dışarıda at koşturmaya başladıkları zaman bütünselliğe karşı koyarlar ve gerçekliği yitirirler.

Eski insanlar akıllarını yönettikleri zaman ortaya çıkmadan önce düşüncelerini engeller, duygularını durdururlardı. Bu yüzden kullandıkları enerji az, elde ettikleri başarı çok büyüktü.

EBUZER / HAKAN ALBAYRAK

Malcolm, Humeyni, Aliya: Debdebeden kaçtıkça büyüyen adamlar. Bu Sultanahmet Cami'nin göğe uzandığı halde uhrevi bir tat vermekte zorlamasına karşın toprağa yakın olarak inşa edilen Bursa Ulu Cami'nin insanı uçurması gibi bir şeydir.

İsrail'de herkes ve her şey İsrail Devleti'nin yüksek menfaatlerine hizmet etmek zorunda. İsrail'de insan tekinin zerre kadar değeri yok. Üstelik İsrail'de insanlar değersiz olmaktan hiç şikayetçi değiller. Hatta İsrail çarkının kişiliksiz birer dişlisi olmaktan haz duyuyorlar.

ŞAKAYIK / PEARL BUCK

Ceza ile ne bir kadının sevgisi kazanılabilir, ne de bir erkeğin bağlılığı. Cezaya başvurmakla yalnız kendi güçsüzlüğünü göstermiş olacaktı.

Birinden nefret etmek insanın kendi içine kurt sokması demekti.

Kötülüğe iyilikle karşılık vermek iyi kalpliliği gösterir. Olgun insan kabahati kendine bayağı bir insan başkasına bulur.

İnsan hayatın acı bir şey olduğunu öğrendikten sonra mutlu olabilir. Hayatın acı bir şey olduğunu öğreninceye kadar ne hayaller kurdum, ne umutlar besledim. Gerçeği öğrendikten sonra artık hayal falan kurmadım. Umut diye hiçbir şey kalmadı bende. Şimdi ara sıra kendimi mutlu sayabiliyorum, çünkü bir takım şeyler oluyor. Hiçbir şey beklemediğim için herhangi bir şey beni sevindirebiliyor.

Tanrı varsa bir insanı bir milleti ötekinden üstün tutmaz. Yeryüzünde hepimiz bir tek çileyiz. Yalnız kendilerini Tanrı'nın oğlu sayanları kimse sevmez.

KRALİÇENİN PİRELERİ / TARIK TUFAN

Seni onlardan farklı kılan ne varsa nefret ediyorlar. Onlara kaybettiklerini hatırlatıyorsun. Zihinlerin bir köşesinde kalan, her an rahatsızlık uyandıran, bir daha asla ulaşamayacakları masumiyetleri hatırlatıyorum. Yüzüne baktıklarında kaybettikleri Tanrının nefesini hissediyorlar.

Asalet kokuşmuş bir hayatın ortasında orospu uzlaşıların arasında, mutlak gerçekliğin arkasında dik durabilmektir. Asalet, düşmanların saldıracağı bir gece dostunun yerine yatağa girip, yorganı üzerine çekebilmektir. Asalet, çöl sıcağında üzerinde kemiklerini kıracak kadar ağır bir kayanın altında O'nun adını sayıklamaktır.

Yaşama sanatı, yalanlarla inanmayı bilme sanatıdır. Başka çarenin olmadığını anladığın anda bulabildiğin en renkli, en inandırıcı yalana sarılmaktan başka yolu yok.

Kendi kutsallarımızın ve giysilerimizin ve şivelerimizin ilkel olduğuna eskimiş olduğuna inandırdılar bizi. Onların mekanlarını, konuşmalarını kutsuyoruz. Oyunun kuralları böyle, onların mahallelerine gireceksen, orada oturacaksan onlar gibi olacaksın.

Okul önlerinde bekleyen kızlar hep başkalarının kızları olacak ve siz kimi gecelerde gösterişli peruğunuzu takarken, bir başkasının taktığı perukla kişiliğine ve kalbine nasıl yabancılaştığını anlayamayacaksınız. Hayatını barlarda geçiren çocuklarınız nasılsa bol paralı, yabancı üniversitelerde okuyacak.

Uzaklar annelerin gözyaşlarıyla yıkanırsa zarar veremez sana.

Ölüler ağlayamıyorlar ve şaşkınca alkışlıyorlar. Korkuyorlar ve gürültü yapıp rahatlamaya çalışıyorlar. Islık çalarak geçiyorlar mezarlıkların önünden.  Yeni ahlak öğretilerine sarılıyorlar. Tüketim ahlakına, eğlence ahlakına, sosyal ahlaka ait yeni cümleler kuruyorlar. Kutsallık adına ne varsa gizlemek, yok etmek, unutturmak çabasındalar. "Tanrı öldü" diye bağırıyor adam. "Onu kendi ellerimizle öldürdük."

KONTROLDEN ÇIKMIŞ DÜNYA / ZBIGNIEW BRZEZINSKI

Kitleler tatmin olmadıkları gerçeklerden kurtulmak için, kendilerini henüz gerçekleşmemiş olan hayali gerçeklere adamak için bu metamitlere sarıldılar. Okuma yazmanın da gelişmesi ile bu metamitlerin politik çekiciliği arttı.

Hitler ve Lenin'in zafer kazanmasını sağlayan asıl unsur kendi çabaları değil, bu çabalarının başarılı olmasını sağlayan o yıllarda Avrupa'da gelişen politik bilincin türüydü. Bu insanların peşinden giden kişileri hissedilir derece ilkel, yarı rasyonel ama son derece duygusal ve kendilerini haklı ve seçkin gören kişiler olarak tanımlamak hiç de abartılı olmaz.

Komünizm de tıpkı Nazizm gibi kurumsal olarak kendi liderlerini bir yaşayan tanrı olarak ilan etmiştir. Bu tapınma Lenin, Stalin, Mao, Kim İl Sung, Çavuşesku ve diğerlerinde olduğu gibi aşırı saçmalıklara ulaşmakla kalmamış, bu kişisel öldükten sonra bile cesetleri topluma açık yerlerde teşhir edilerek de sürdürülmüştür. Böylece toplumun dinsel inançları yerine doktriner açıdan daha doğru olan dünyevi biçimler geçirilmek istenmiştir.

Aşırı tutucu eğilimlerin hakim olduğu İslam dünyasının dışında, evrensel politika sahnesine genellikle tüketim felsefesi ve insanların kendi ihtiyaçlarını en iyi şekilde tatmin etme duygusu, politik eylemlerin en baskın unsuru olarak görünmektedir.

Bir ahlaki öfke sonucu ortaya çıkmış olan komünizm, manevi değerleri reddederek ve ahlakı yalnızca politik bir araç olarak tanımlayarak bütün başarısını maddi gelişmeye bağlamış ve bu konuda da insan yaratıcılığını ve daha doğrusu insan doğasını yanlış tanıdığı için de başarılı olamamıştır....Özel mülkiyetin yok edilmesi ekonomik anlamda bir uyuşukluk getirmiştir.

Bütün gereksinimlerini sihirli bir biçimde karşılayan bir toplumda zorlamaya hiçbir şekilde neden yoktur. Ama bütün gereksinimlerin giderilebildiği bir toplum, aynı zamanda hiçbir ahlaki değerlendirme kriterinin de olmadığı bir toplumdur. İnsanlar layık olmasalar bile canlarının istediğini elde etme haklarını kendilerinde görürler.

Televizyon, ilk olarak görsel ve işitsel efektleri kullanarak iyi bir yaşamın tanımını yapmaktadır. Zafer, tatmin, zevk ve uygun davranışların neler olduğunun standartlarını belirtmektedir. ...bu programlar insanların kendi ihtiyaçlarını nasıl olursa olsun tatmin etmeyi, şiddet olaylarını ve zalimliği haklı göstermektedirler.

Yapay olarak kamçılanmış arzular sonucu ortaya çıkan gereksiz tüketim, yalnızca zengin sınıfları değil, orta sınıfları da etkisi altına almıştır.

Amerika açıkça bir dönem kendini gözlemlemeli ve kültürel anlamda kendisini eleştirmelidir. Ortak paydaları olmayan ve herkesin kendi gereksinimlerini karşılamayı düşündüğü bir toplum sonunda yok olmaya mahkumdur.

Japonlar bir toplum olarak dünyaya ne çekici bir model oluşturuyorlar, ne de uygun bir mesaj iletiyorlar. Homojen Japonya dünyanın geri kalan bölgeleri ile hiçbir benzerlik göstermiyor. Japonya'nın sıkışmış ve kalabalık kentleri diğer ülkelerin özenip taklit edecekleri bir yaşam biçimi oluşturmuyor. Başka hiçbir ülke tarafından konuşulmayan dilleri uluslara uzaklık ve yabancılık hissi veriyor.

Amerika'nın küresel gücü, yine Amerika'nın küreye yaydığı değerler tarafından tahrip edilir.

Danimarka'nın kırsal bölümündeki sosyal yaşam giderek derin kişisel bağlardan ve manevi duygulardan yoksunlaşıyor ve bireyler yaygın bir yalnızlık duygusu ile yaşıyorlar. Bu şartlardaki bir yaşamın dünyanın geri kalan bölgelerinde çekici gelebileceğin söylenemez. Sosyologlar Avrupa'nın diğer bölgelerinde de bu yalnızlık duygusu ve küçük zevklerle avunma alışkanlığının giderek politik bir can sıkıntısına dönüşeceğini belirtmektedir.

Batının entelektüeli arasındaki hakim inanç; din artık yok olan, mantıksız ve işlevsiz bir unsur haline gelmiştir.

Eğer insanlık kendi geleceği hakkında söz sahibi olmak istiyorsa, insan ruhundaki bu küresel kriz giderilmelidir. Fanatik kesinliklerin egemen olduğu bir dünyada, ahlak fazlalık olarak görünebilir. Ama ihtimallerle dolu bir dünyada, ahlaki zorunluluklar güvenin başlıca, belki de yegane unsurudur.

Amerikan toplumu eğer şu anda baskın kültür olan aşırı tüketim ahlakının özünü savunmaya devam ederse, ne ahlaki anlamda ne de pratikte ekonomik anlamda dünya için bir model olacaktır. Çünkü bu modelde çoğunluk olan ama giderek fakirleşen bir kitle, anlamlı sosyal katılımların dışında kalmaktadır. Yalnızca maddi arzuların giderilmesi ile uğraşan bu çabaların devamı insanoğlunu bölen objektif ve subjektif uçurumun daha da artması ile sonuçlanacaktır.

Amerika misyoner içgüdülerine gem vurup gücünün sınırlarını tanımayı öğrenecek, Japonya dünya pazarı üzerindeki tekelci eğilimlerini sınırlayıp yüksek teknoloji hırsına gem vuracak. Avrupa da özellikle eski komünist devletler konusunda artık yalnızca kendi iç işleri ile uğraşmayı bir yana bırakıp daha geniş dış sorumluluklar almaya istekli olacaktır.

MUSA ULUS YARATAN PEYGAMBER / GERALD MESSANDIE

Bir insanın yüzünden ne okunabilir? Çok az şey... Ne acımasızlık, ne de gönül güzelliği yüzün rengini değiştirir, cimrilik yada cömertlik burnun büyüklüğüne yada alnın biçimine damgasını vurmaz. Tanrı sevgisini yada inançsızlığı gözlerden okuyamazsınız. Kötü bakışlı dindarlar olduğu gibi, pırıl pırıl bakan caniler de vardır.

Kendini ihtiyar hissediyordu. Tanrının güzelliklerini gören insanda dünyaya özgü tüm tutkular yok oluyordu ve gençlik dünyaya özgü tutkuların kaynaşması değil de neydi?

Gençlik güzeldi. Yetişkini böylesine çirkin yapan şey kötü düşüncelerdi, kinler, alçaklıklar, yalanlar, pis kıskançlıklar, kendini evrenin merkezi sanan insanın kibirli bencilliği, tembelliğin mutlu edilgenliği yürek yoksulluğu, ölümün unutuluşu ve daha da kötüsü, ölüm korkusu.

Ağızlarından tek şikayet sözü duyulmayanlar sadece gençlerdir. Neden? Her gencin yüreğinde bir başkaldırı filizi yeşerdiği için mi? Her başkaldırı bir ümitle beslendiği için mi? Yahut da büyükleri gibi henüz rahat bir hayatın alışkanlığıyla yumuşamamış olduklarından mı?

HAYALLERİNİ YAK EVİ ISIT / CEZMİ ERSÖZ

Yaşım yetmiş beş diyor. Elimiz uzatıp saygıyla elini sıkıyorum. Ve gözlerim gözlerinden ayırmadan: "Amca ne olur, gerçeği söyle. Yetmiş beş yıldır ne anladın bu hayattan?"diye soruyorum. Ocakçı amca gözlerimin içine, içimdeki acımak duygusu gibi bakıyor ve buruk bir gülümsemeyle: "Şuan elini sıkıyorum, hepsi bu delikanlı,"diyor.

Hem insanın hayalleri azalınca daha çabuk yıpranır, her şeye üzülür, alınır.

Çünkü özgürlüğün öğretti sana dayanıksız aşk örtülerinin altında en uzun ömürlü intikamların uyuduğunu...

Sevmek sevdiğiniz insanın bütün yaralı geçmişini, bütün acısını, bütün hastalıklarını üstlenmektir. Ve öyle anlar gelir ki, sevdiğiniz insanın bu eksik, acı çeken, bu hasta yanı sizi ona daha çok çeker.

YÜZ:1982 / MEHMET EROĞLU

Yaşam en çok suya benziyor. Hangi yatakta akarsa onun şeklini alıyor. Biçimi, kararlı bir tarzı, bilinen bir örgüsü, kokusu ve siz katmadıkça da bir rengi yok. Ama insan suyun hayat verdiği gibi sel olup her şeyi yıkabileceğini de unutmamalı.

Aşk iki yalnızlığın buluşmasından doğar, sonra yaşama duyduğumuz özleme dönüşür.

Alsında aşk her zaman yeni bir yaşam biçimidir, biten yada yeniden başlayacak hayatların düğümlendiği noktadır.

O İslamcı hareketin özünde din şapkası giymiş bir taşra açgözlülüğü olduğuna inanıyordu, sonunda paranın çekim gücü bu açgözlülüğü besleyip doyuracak ve hareketin kıblesini değiştirecekti. Mide her zaman aklı yenmemiş midir? Bu kez de öyle olacak, bırakın kapitalizm onları uysallaştırıp terbiye etsin.

Unutmayın, yarın dediğimiz aslında geleceğin bugünü değil mi?

DOĞMAMIŞ BİR ÇOCUĞA MEKTUP / ORIANNA FALLACI

Bir insanın bir başka insana, bir erkeğin bir kadına örneğin yada bir kadının bir erkeğe karşı duyabileceği o gizemli coşku kadar kişi özgürlüğünü tehdit eden başka bir şey yok yer yüzünde. Hiçbir bağ, zincir yada demir parmaklık böylesine kesin bir kölelik içinde tutamaz seni.

Aşk, bir kadının çocuğunu kolları arasına aldığı zaman onun ne denli yapayalnız ne denli çaresiz ne denli koruması olduğunu duyumsadığı zaman, çocuğa karşı duyduğu şeydir. Hiç değilse çaresiz ve korunmasız kaldığı sürece seni ne aşağılayabilir ne de düş kırıklığına uğratabilir.

Aile, kişileri daha iyi denetlemek, onların kurallara efsanelere bağlılıklarını daha iyi sömürmek için, bu dünyayı kim örgütlemişse onun tarafından uydurulmuş bir yalan. Yalnız olduğumuzda daha kolay başkaldırırz, başkalarıyla birlikteysek daha kolay uzlaşırız düzenle.

Düşünebilmenin acı çekmek, kafalı olmanın mutsuz olmak demek olduğunu öğrendim.

Binlerce yıldır sözcüklerinize kavramlarınıza, baskınıza zorla boyun eğdirttiniz bizi. Binlerce yıldız hiçbir zarara uğramadan gövdelerimizi kullanıyorsunuz. Binlerce yıldır susmaya zorladınız bizi ve ana olmak göreviyle kısıtladınız. Her kadında bir ana ararsınız. Her kadının size analık yapmasını istersiniz, kendi kızınızın bile. Kaslarımızın sizinkiler kadar güçlü olmadığını söylersiniz, ondan sonra pabuçlarınızı boyatmak için bile bizim emeğimizi sömürürsünüz. Beyninizin bizimkinden daha üstün olduğunu söylersiniz, sonra da eve getirdiğiniz aylığın nasıl harcanacağını saptamak için bile zekamızı sömürürsünüz. Ömrü billah çocuk kalırsınız, en ileri yaşlara değin çocuksunuzdur, yedirilip temizlenmek, öğüt verilmek, hizmet görmek, avutulmak korunmak istersiniz tüm tembelliğiniz ve zayıf yanlarınızla.

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR / ERNEST HEMINGWAY

Bağnazlık tuhaf şeydir. Bağnaz olmak için haklı olduğunuza iyice emin olmanız gerekir, insanın kendisini tutması kadar başka hiçbir şey bu kesinliği, haklılığı sağlayamaz.

Bir tek şimdi var ve bu şimdi yalnızca iki gün ise demek ki ömrün iki günmüş ve bu iki günün içindeki her şet iyi olmalı iki gün içinde belki de bir ömrü yaşarsın. Yakınmayı bir yana bırakır da asla elde edemeyeceğin şeyi istemekten vazgeçersen ömrün güzel geçecek demektir. Güzel bir yaşantı kutsal kitaplardaki surelerle ölçülemez.

...bir dula başkalarının sevgili kocalarının da öldüğü söylendiğinde bunun işe yaramayacağı gibi...Ölümden korksun yada korkmasın, insanın öleceğini kabullenmesi kolay değildir.

Yaşamak gökyüzünde dolanan bir atmacaydı. Tahılın savrulduğu, samanların uçuştuğu harman yerinde, tozlar içinde duran toprak bir testideki suydu yaşamak.

Özgürlük insanın yaptığı pisliği ortada bırakması değil. Hiçbir hayvan kediden daha özgür değildir, ama o bile pisliğini toprağa gömer.

12 Temmuz 2015 Pazar

TANIOS KAYASI/ AMIN MAALOUF

Önce tahsil, sonra para. Çünkü paran olunca ne sabrın, ne de yaşın okumaya olanak verir. Önce okumak, ama gerçek anlamda.

Çok fazla okursan aile arasında yaşamaya katlanamazsın. Mevkiini yeterince koruyacak kadar bilgi sana yeter.

Eğer bir daha kapılar yüzüne kapanacak olursa kendi kendine hayatın sonra ermediğini tekrar et. Sona eren hayatların birincisidir ve diğeri başlamak üzeredir. O zaman bir gemiye bin seni bekleyen bir kent vardır.

Geçici mutluluk mu? Hepsi öyledir, bir hafta yada otuz yıl da sürse, son gün geldiğinde aynı gözyaşları dökülür.

MISIRLI CHAMPOLLION / CHRISTIA JACQ

Bir kadının yalnız kalınca solduğunu bilmez misiniz?

Sevgi tanrıçası ötekilerden daha dediğim dedikçi değil midir? Bize içimizdeki en gizli beni açıp göstermemizi buyurmaz mı?

Kendimi katıksız bir tembelliğe, hiçbir şey düşünmemeye bırakmak isterdim ama hayır! Ölünceye kadar sanki yeryüzünde geçiridiğimiz bu zaman sonsuzlukla kıyaslanınca pek kısa bir süre değilmiş gibi, kendi kendimize işkence etmek, içimizde var olanın en iyisini bulup ortaya çıkarmak zorundayız.

BATI IRKÇILIĞININ KAYNAKLARI / EDİSYON

Kuzey Amerrka'nın ilk sakinlerinden sadık Protestanlar ölümün ve hastalığın çabuk yayılışını ve Amerikan yerlilerinin onda birinin ölmesine sebep olan hastalıkları kendilerini yeni topraklara yerleşmeye çağıran davetin yollarını temizlemesi ve Allah'ın bir lütfu olarak kabul ettiler.

Hristiyan  olma, yeni Hristiyanları efendileriyle aynı seviyede kılmak için yeterli değildi. Daha çok medenileşme vasıtaları olarak alışkanlıklarda, elbiselerde, yiyecekte, evlilik törenlerinde, aile bağlarında ve bunların üstünde dil ve politik münasebetlerinde değişimi öngörüyordu.

Çok medeniyetli bir geleceğin çatışma, karşılıklı anlaşamamazlık veya kaosa yol açmayacağının aksine bunun yeni bir imkanlar dünyası, sosyal, siyasi, ekonomik ve çevre şartları bakımından katlanılabilir ve daha adil bir gelecek anlamına geleceği takdir edilmelidir.

Avrupalılar soruları kendiler, sorarlar ve cevaplarını gazetelerinde ve günlüklerinde kendileri verirler. Böylece efsane sürer gider.

SEVGİLİ MATHILDA / SUSANNA TAMARO

Bocalamalarıyla başa çıkamayınca tarikatların ve grupların sıcak kanatlarının altına üşüşenlerden de hoşlanmıyorum. O tarikatlar ve gruplar her şeyden önce düşünmeyi engelliyorlar ne yazık ki kendi imgelerindekine benzeyen bir gelecek kuruyorlar ve ellerindeki anahtarları sadece kendi müritlerine garanti ediyorlar.

Tüketim toplumu kolaylık nakaratı ile beynimizi döver durur: Arzu ve bu arzunun hemen tatmin edilmesi tek bir şeydir ve tek bir şey olmak zorundadır. Arzu ediyorum, satın alıyorum, tüketiyorum. Eğer satın alamıyorsan, sen hiç kimsesindir, sürekli bunu kakarlar başına.

Yaşamın manzara seyredilen bir teras değil bir yürüyüş olduğunu ve bu yürüyüşün bazı noktalarında yokuş tırmanmak gerektiğinin bilincinde olmak gerekir. Patikanın ansızın dikleşmesi durumunda gezintilerdeki gibi iki şey yapılabilir. Ya artık dayanamıyorum denir ve geri dönülür, yada biraz dinlenilip ilerlenir. Dönen zaten tanıdığı yoldan bir kez daha geçer. İlerleyense henüz tanımadığı bir şeylere doğru yürür.

Gündelik yaşam bizlere öylesine çok zorunluluk yaratıyor ki, onun somutluğuna yabancı olan her şey bize bir lüks bir ütopya yada zaman yitimi gibi görünmeye başlıyor. Tasarılarımız, düşüncelerimiz var ve bunları gerçekleştiremeyeceğimizden korkuyoruz. Bir hedefe varır varmaz, bir arzumuz yerine gelir gelmez kendimize hemen yeni bir tanesini yaratıyoruz.

Gerçek güçlük tanıdığımızın ötesinde bir başkasının da bulunduğunu seçebilmeye cesaret etmekte kutsallığın ve dinsel gizlerin günlerimizi canlandırabileceği kadar minik bir pencere açabilmekte yatıyor.

Onları zamanlarının efendisi kılmak için bilgisayar kullanımı öğretiliyor, sonra sıra İngilizceye geliyor "çünkü İngilizce bilmezsen hiçbir geleceğin olmaz" ve sonra tenis, bale yada yüzme...Anlayacağın çocukların günleri yapılacak işler silsilesi ile dolduruluyor ve bu eğitimlerin onları tam birer insan yapacağı ve yaşamı kazanan insan kimliği ile karşılamaya hazır kılacağı düşünülüyor.

ZOYA / DANIELLE STEEL

Yıllarca sadece yaşamaya çalıştım. Ve sonunda bunun dışında pek çok şey olduğunu keşfettim.

Eğer biz şimdi doğru bildiğimiz şeyler uğrunda savaşmazsak, oğlumuz büyüdüğü zaman bu dünyanın yaşamaya değmeyecek bir yer olduğunu görür.

Bazen insanın sadece bu günü yaşamasının daha doğru olacağına inanıyorum. geçmiş sadece yanında taşıdığın ağır bir yük.

On dokuz yaşındaki insanların pek yaşlı olduklarını düşünürdüm. Ama şimdi bana ölmek için çok genç bir yaşmış gibi geliyor.

SÖZDE KIZLAR / PEYAMİ SAFA

Zavallı Hatice müsaade etmeliydi mezar taşın üstüne bir Arap şairin mezarındaki şu cümle yazılmalı ve bütün sözde kızlara hitap etmeliydi: "Dün sizin gibiydim, yarın benim gibi olacaksınız1"

MARTIN LUTHER KING

Ancak başkalarına acı çektirmek yerine dünya yüzünde acıya son verebilmek için kendileri acı çekmeye razı olan yürekli insanların çabası sonunda yaratılacaktır bu dünya.

Bütün insanların özgür olması için kişisel isteklerinden fedakarlık yapacaksın. Barışçı direnme hareketinin Birmingham da zafer peşinde koşmadığını, adalet ve uzlaşma sağlamak amacında olduğunu her zaman hatırlayacaksın.

Onlara hiçbir silaha, tek bir çöpe dahi ihtiyacımız olmadığını anlatmaya çalışıyorduk: bizim silahımız her çeşit silahtan güçlüydü. Bu silah haklı olduğumuza olan inancımızdı.

Eğer kişinin vicdanı insanların yaptığı yasanın Tanrının yasalarını çiğnediğini söylüyorsa, o kişi o yasaya karşı çıkmalıydı.

Toplum adaletsiz yasalar yapmışsa iyi insan için en uygun yer hapishaneydi.

Köle olmaktansa mezarıma gömülür, Tanrıma kavuşarak kurtulurum.

Bir din bir yandan insanların ruhlarını yüceltme çabasında olduğunu ileri sürer fakat diğer yandan ruhun yaşantısını derinden yaralayan toplumsal ve iktisadi koşullarla ilgilenmezse o din ölüm döşeğinde can çekişmektedir.

Martin'e göre eğitimin tek amacı kişiye belirli bir işin nasıl yapılacağını veya belirli bir meslekte nasıl başarıya ulaşacağını öğretmek değildir. Eğitimin yönelmesi gereken gerçek hedef, bireye bilimsel ve mantıklı düşünme yeteneği kazandırmak, doğruyu yanlıştan, gerçeği efsaneden ayırabilmesini sağlamak olmalıdır.

Anne seni severim, ama özgür değilim ben. Çünkü senin kuşağın haksızlıklara karşı sesini yükseltmedi hiç. Oysa ben çocuklarımın özgür olmasını isterim. Onun için çıkmayacağım hapisten.

DÜŞÜŞ / ALBERT CAMUS

Bizim toplumumuz insanları bu türlü harcamak için örgütlenmiştir. Brezilya ırmaklarında minicik balıklar varmış, dikkatsiz yüzücü buldular mı binlercesi birden saldırıp birkaç saniye içinde hızla minicik lokmalar koparıp zavallıyı yer, tertemiz iskeletini bırakırlarmış. İşte onların örgütlenmesi de böyle. "Temiz bir hayat ister misiniz?" Herkes gibi siz de evet dersiniz, nasıl hayır denir? "Peki, sizi temizleyeceğiz. İşte size bir iş, bir aile, düzenli eğlenceler." Ve minicik dişler etinizi kemirmeye başlar, kemiğinize dek. Kim kimi temizlerse...

Kimseye bizi yargılama fırsatını vermemeliyiz azizim, ne kadar az olursa olsun. Yoksa paramparça oluruz.

Dostluk daha oyuncaklı bir iştir. Uzun sürer, kazanılması güçtür, bir de elde ettiniz mi başınıza kalır, katlanmak zorundasınızdır.

Neden ölülere karşı daha adil, daha cömertiz? Sebebi basit! Onlara karşı mecburiyetimiz yok. Bizi serbest bırakıyorlar, zaman bulabiliyoruz, saygımızı bir kokteyl ile tatlı bir sevgili arasına sıkıştırabiliyor, kısacası boş yere harcadığımız vakitlere sığdırabiliyoruz. Çok çok belleğimizi zorlarız, belleğimiz de zayıftır.

İnsanlar ileri sürdüğünüz sebeplere içtenliğinize, çektiğiniz acıların ağırlığına ancak siz öldükten sonra inanırlar.

Saadetinizi, başarılarınızı ancak başkalarıyla bol keseden paylaşırsanız hoş görürler.

Kendimizden daha iyi olanlara pek seyrek açılırız. Daha çok kaçarız onların yanından. Tersine de çok kere bize benzeyenlere, zayıf yanlarımızı paylaşan kimselere içimizi dökeriz.Kendimizi düzeltmek yada daha iyi olmak istemiyoruz demek ki.

Veremli ciğerler kurudukça iyileşirler ama mutlu sahiplerini de böylece her gün biraz daha zehirlerler.

Bilirsiniz hiçbir zaafı gerçekten kınamaz onlar, daha çok bizi küçük düşürmeye yada güçsüz bırakmaya çalışırlar. İşte onun için kadın, savaşçının değil suçlusunun ödülüdür.

Tanrının bir tek yararı olabilirdi, suçsuzluğu sağlamak. O zaman dini büyük bir temizlik kurumu olarak görecektim. Aslında öyleydi eskiden ama çok kısa sürdü. Ondan sonra da sabunumuz kalmadı, sümüklerimiz akıyor, karşılıklı birbirimizin sümüğünü siliyoruz. Son yargı için kıyamet gününü beklemeyin, kıyamet her gün kopuyor.

Kendimi ne kadar çok suçlarsam sizi yargılamaya da o kadar hakkım oluyor.

Azizim yalnız olan, tanrısız, efendisiz olan kimseye günler korkunç ağır gelir. Onun için bir efendi seçmek gerekiyor. Tanrının modası geçti çünkü. Kimseyi onunla korkutmaya değmez.

Malımı, mülkümü, gerçekten hak etmiş bir yoksulla paylaşacak kadar gönlüm gani olmadığından her şeyimi gelip geçici hırsızların eli altına bırakır, haksızlığı böylece tesadüfün yordamıyla düzeltmeye çalışırdım.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

KALDIRIM SERÇESİ / SIMON BERTAUT

Bir tarihi hatırlayamadı mı yada çuvalladı mı şöyle derdi: "O kadar gerilerde kalmış ki, ha yüzyıl eksik ha yüzyıl fazla, hiç önemi yok."

Momone, aşk ılındı mı ya ısıtmak gerek, yada vazgeçmek. Aşk buzdolabında saklanmaz.

Aşk bir zaman meselesi değildir. Bolluk yada kıtlık meselesidir. On yılda bir gün boyu sevdiğim kadar sevmeyebilirim.

Larousse bir keriz avcısından başka bir şey değil. Bir kelimeyi arıyorsun ve buluyorsun, başka bir kelimeye baktırıyor ve olduğun yerde sayıyorsun. Dilbilgisi kitaplarına gelince hepsi de çok karışık. Geçmiş zamanı şimdiki zamanı, gelecek zamanı biliyorum nasılsa. Yaşamak için bu kadarı yeter de artar bile.

Edith bozulan bir ilişkiye bir daha dönmezdi. Yapıştırmaya gelmezdi, yepyenisi gerekliydi ona. "Momone, ancak ilk seferinde hakkıyla sevebilir insan."

Amerikalıları şaşırtmamak önceden uyarmak gereklidir. Ne düşünmeleri gerektiğini bilmeleri şarttır, o zaman oyuna katılırlar. Herhangi bir şeyi yutmak üzere şartlanmışlardır.

Erkekler konuştuklarında canları istediği kadar palavra sıkarlar sana. Gelgelelim iş üstünde hile yapamazlar, gerçek sınavdır bu. Kendilerini efendi sandıkları an onları avucunuzda en sıkı tuttuğunuz andır asıl.

Başarı ve para insanı sefaletten de iyi öldürebilir.

BİR KAYIP SEVDA / MEHMET AKİF AK

Kadının kendine yanlış bakan erkeğe karşı açtığı savaşın alanlarıdır fuhuş evleri. Yitireceklerini bile bile, her seferinde mağlup edildiklerini göre göre sürdürürler bu savaşı. Bir anlık olsun erkeği, kölesi olmuş gibi kendine bağlanmış görmek düşmüş kadınların ihtirasının zavallı bir intikam şekli... Küçük bir ücretle erkeği kendinden daha aşağılaşmış görmek.

Her yoksul, aslında bir yoksul olmayanın bir sıhhat ve servet sahibinin yerine de acılara katlanıyor, her kazaya uğrayan aslında başka birkaç kişiyi kurtarıyor.

Bir insanın sadece kendi zevkleri ve istekleri ile baş başa yaşamasının acısını pahalı tadıyordu İsmet Hanım. seveceği uğrunda başta kendini, sonra her şeyini vereceği ne olursa olsun özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Sadece kendisi için yaşamak, tahammülü imkansız bir işkence oluyordu her geçen gün.

İNSAN NE İLE YAŞAR / TOLSTOY

İnsanın kalbine neyin hükmettiğini öğren.
İnsanın kalbine sevgi hükmeder.
İnsana neyin verilmediğini öğren.
İnsana kendi ihtiyaçlarının bilgisi verilmemiştir.
İnsanın ne ile yaşadığını öğren.
Kadın kendi çocukları olmadıkları halde onlara sevgi gösterince ağladım, kadında Hayat Sahibi Allah'ın varlığını hissettim ve insanların ne ile yaşadığını öğrendim.

Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez ve en önemli işi iyilik yapmaktır. Çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur.

İnsanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de, hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse Allah'a yaklaşır, Allah da ona yaklaşır. Çünkü O, sevgiyi yaratandır.

SANIK / YILMAZ GÜNEY

En önemsiz görünen konularda bile getirilen anti demokratik önlemler ve kısıtlamalar karşısında amansız bir yırtıcılıkla mücadele etmeli ve kitleleri bu mücadelenin gerekliliğine inandırmalıdır. Çünkü önemsiz görünen bu önlemlerle burjuvazi, halkı alıştıra alıştıra tepkilere yol açmadan, adım adım köleleştirme amacı gütmektedir.

Lisedeydi. Bir toprak ağasının oğlu bir arkadaş topluluğuna ırgat kızları nasıl becerdiğini anlatıyordu övünerek. Ansızın saldırmıştı, altına almış, ezmişti çocuğu zor almışlardı elinden. "Sana ne elin kızlarından" diyorlardı "anan mı, bacın mı, akraban mı?"

Kısa vadede büyük karlar peşinde koşmak zorundadır o. Bu yüzden kitle hareketleri, grevler, boykotlar, işgaller, halkın uyanışı işine gelmeyecektir. Çünkü kitle hareketleri, işsizlik, hayat pahalılığı, kaçınılmaz olarak kapitalist sömürüyle uzlaşamaz sınıf ve tabakaları devrimin gerekliliğine inandıracaktır. Peki ne yapacaktır sermaye? Baskıya ve zulme başvuracaktır. Kendine en uygun siyasi sisteme başvuracaktır. Bunun adı faşizmdir.

İZİS / TEVFİK EL HAKİM

Evet sessizce...İşte başarılı işler daima böyle biter. Çünkü sessizlik olağan işlerin göstergesidir.

RAUNA'YA MEKTUPLAR / MİNE ALPAY GÜN

Hayatta en çok mevki ve makamların koltukların önünde saygı duruşuna geçmiş belini büküp başını eğmiş insanlardan ürktüm. Onlara hiç güvenemedim, biliyordum ki koltukların sahipleri değişse bile onların beli düzelmiyordu, her gelene yine eğik durup yine fırsatlar kolluyorlardı.

Ve halkın gözüne baka baka ağlayan kişi bana göre yeryüzünün en sahtekar kişisidir. Zira göz yaşı kişiye özeldir, yürek ülkesinin ırmağı bir başına, coşkun seller gibi alkışsız, reklamsız, tanıksız, şahitsiz akmaldır. O ulu eylem ne reklam almalı, ne övgü ne acıma ne de merhamet...

DAVID COPPERFIELD / CHARLES DICKENS

Burası gibi dayak ve korku ile yönetilen okullarda pek bir şey öğrenilmeyeceği apaçık ortadadır. Bizim okulun çocukları da diğer okullardakiler kadar cahildirler.

KRAMER KRAMERE KARŞI / AVERY CORMAN

Kocası gömleğini bir iskemleye bırakmak gibi bir savrukluk yada zarif sayılmayacak bir şey yaptığında onun kenar mahalleden geldiğini düşünüyordu.  Adam işinden söz edecek olursa onun erkeklerin üstünlüğüne inanan, çok konuşan biri olduğu kanısına varıyordu. Ted istediği kadar yardım ettiğini sansın, yine her şey ona kalıyordu.

Genç kadın kendi yaşamının Ted'inki kadar renkli olmadığına inanmaktaydı. Kocası bürosuna gidiyor, boyu yetmiş beş santimden uzun ve doğru dürüst konuşan kimselerrle ahbaplık ediyordu. Oysa onun dünyasında kimse yoktu. Onun gibi düşünen kimseleri bulamıyordu. Tanıdığı kadınlar ya bu gerçeği kendilerine itiraf etmiyorlardı yada her şeyi ondan daha çabuk kabullenmekteydiler.

CANAN / PEYAMİ SAFA

Başkalarına nasıl anlatmalı ki, zevcle zevce münasebetlerinde bir tarafın soğuması, aileden kanıksaması, kötürüm olmaktan beterdir, insan bıktığı bir şeye elini süremez, nerede kaldı ki, her gün onun deraguşlarına katlanabilsin.

Güzelliğin bütün sırrı, sır olmasındadır, en bayağı, en çirkin şey, bizden gizlendikçe gözümüze güzel görünebilir, en güzel sandığımız şeylerin tahlili de onların bayağılığını ve çirkinliğini bize gösterir.

Üç türlü kadın vardır: Avam kadını aç kalmazsa kocasını sever, aldatılmazsa aldatmaz. Bunlar mazinin kadınlarıdır. Orta halli kadın, sadıktır, aç kalsa da kocasını sever, aldatılsa da aldatmaz, çok sabırlıdır, aşkı uzun sürer, fakat bir kere de kızarsa en fena şeyi derhal yapar, derhal sükut eder ve hünersiz abdal bir fahişe olur. Bunlar halin kadınlarıdır. Asri kadın zekidir. Kendi zevkini her şeye herkese tercih eder. Mutlaka aldatmak ister, çünkü aile sistemini gülünç bulur ve bu sistemin günün birinde iflas edeceğini bilir, bunlar istikbalin kadınlarıdır.


MERHAMET / STEFAN ZWEIG

İki çeşit merhamet vardır: Zayıf, duygusal olanı, bir yabancının ıstırabı karşısında kalbin duyduğu üzücü sarsıntıdan bir an önce kurtulmak için gösterdiği sabırsızlıktır. Böyle bir merhamet acıyı paylaşmaz, ruhun yabancı bir acıya karşı kendini savunma içgüdüsüdür sadece. Asıl değerli olanı, duygusallıktan uzak, ama yaratıcı merhamettir, ne istediğini bilir, sabırla, acıyı paylaşarak gücünün son damlasına kadar, hatta gücünün de ötesinde her şeye katlanmaya kararlıdır.

Kişi bir başkasının acısını gerçekten kendi acısıymış gibi duyuyorsa, o güne kadar tanımadığı yabancısı olduğu en akıl almaz acıları bile kolayca duyabilir artık.

Bu dünyadaki en büyük kötülüğün kabalıktan, kötülükten değil, güçsüzlükten, yufka yüreklilikten doğduğunu anlıyordum artık. 

Sadece ölçemediğimiz, kavrayamadığımız şeyler bizi ürkütüyordu, sınırlı olan belirlenen her şeyse bizim için bir sınavdır, gücümüzün derecesini ölçer.

Vicdan hatırladıkça, hiçbir suç unutulmaz.

Umutsuzca seven biri ihtirasını önleyebilir, çünkü acısını kendi yaratmıştır, seven kişi bu duygusunu yenemezse, bundan yine kendisi suçludur. Sevmeden sevilen biri için ise hiçbir kurtuluş yolu yoktur, çünkü bunun ölçüsü,sınırı, onun elinde değil, gücünün ötesindedir. İsteyen karşınızdaki olursa, elden bir şey gelmezse bütün iradeler kırılır.

Eski kalın tıp kitaplarınında bütün tedavi yollarını kolayca bulduğunuz önceden denenmiş, ispatlanmış, tedavi edilebilir durumları ele almak çok daha rahat çok daha verimlidir. Bir yazarın yeni şeyleri deneyecek söylenilmeyenleri dile getirecek yerde önceden defalarca söylenenleri yazmak istemesi, yada bir düşünürün daha bilinmeyen ortaya konmamış şeylere kafa yormak dururken, çoktan bilinenleri yüzüncü defa ortaya atması kadar acıklı bir durumdur.

AFRİKALI LEO / AMIN MAALOUF

Bilge kişilerden biri evindeki bir pencereye üç güvercin yerleştirmiş. Biri öldürülüp tüyleri yolunmuş, üstüne de bir kağıt bırakılmış. "Bu dönme en son gidecektir." İkinci güvercin öldürülmeden yolunmuş. Onun üstündeki yazı "Dönme beklenilenden biraz erken gitti" imiş. Üçüncü güvercin ise hem sağmış hem de tüyleri yolunmamış. Onun üstündeki kağıtta da "ilk önce gidecek olan bu" yazılıymış...

Bedevi bir kadına bir gün en çok hangi çocuğunu sevdiğini sormuşlar. Kadın şöyle yanıt vermiş: "Hasta olanı iyileşene kadar, en küçüğünü büyüyene kadar, yolda olanı da eve dönene kadar."

Biz Granadalı kadınlar için özgürlük köleliğin aldatıcı bir biçimidir, kölelikse özgürlüğün kurnazca biçimi.

Dünya öyledir ki, çoğu zaman kusur, erdemin bir koludur. En iyi eylemler, en kötü nedenler uğruna ve en kötü eylemler de en iyi nedenler uğruna gerçekleştirilir.

ARKADAŞ / PANAIT ISTRATI

Bir adam... Esperanto da dahil otuz altı dil bilse de birine seslenmek istediğinde onun dilinden anlayabileceğinden emin değildir. Bir köpek kadar bile merakı yoktur. Ne diye seslenmeli bir adama? Sizinle aynı fikirde olmayabilir.

On yaşına geldiği zaman her şeyi görmüş her şeyi keşfetmişti, on beşine vardığı zaman bu anlamda erkekti artık. Bundan hiçbir zaman zarar görmemişti, o yüzden ruhça ve bedence daha sağlıklıydı hatta. İnsanlara musallat olan ve kabiliyetlerine set çeken cinsel buhranlardan kurtulduğundan, anlaşılmak için bu marazi safradan tamamıyla sıyrılmış bir ruh isteyen alanlara doğru yönelmişti.

İnsafsız adaletin damgasıyla bir kere damgalandı mı, insanların en iyisi bile artık namusu önemsemez olur.

Bir insanı tanıyabilmek için ilkin onu sevmek gerekir. İlgilendiğimiz insanlar bize kendilerini sevdirirler, böylece onları tanımamıza imkan verirler.

İş dedikleri şey hoşlanacak matah bir şey olmadığı için zenginler onu can sıkıntısından patlamayalım diye biz yoksullara bırakmışlardır.

Ümitlerini yel alıp götürmüş olsa da asil ol, güven, ruhunun kendi ateşine inan daima senden onu dilenen susamıştan esirgeme. Madem ki bu ruh ateşini içinde hissediyorsun, senden başkalarının da bundan nasibi olduğuna şüphe etme, çünkü o eşsiz hayatın tekeli kimseye verilmemiştir. Dengin olan tek dosta üzüntü vermektense bir saatte bin kere aldanmak yeğdir.

Vücutta kıl ne ise, sizle ben yahut Piere ile Paul da hayatta oyuz, biz hayatı hiçe sayabiliriz ama o yolunda devam eder. Çünkü insanları yaratırken bana kalırsa Tanrı da öyle davranmıştır. İlkin teknesine insan balçığını gördüğümüz şekilde atmıştır. Ama onu böyle bir kadere terk etseydi, o balçığın bazı anlarda aşkla ürperen hiçbir tarafı kalmayacaktı. Bunu gören Yaratan ona bir tutam güzellik, bir tutam istidat, bir tutam ruh asilliği, bir tutam da zeka katmayı eğlenceli buldu, bulamacını iyice yoğurduktan sonra Tanrı bıçağını gelişigüzel indirerek kullarını kesip kesip koyvermiş. İşte karışıklığa buhrana sebebiyet veren de budur, çünkü bu beşeri değerlerin hazmı imkansızdı. Bunlar hamurun içinde ayrı ve erimez maddeler halinde kaldı. Ama bu baharat hamura tat vermiştir. Onun için de bu anlaşmazlık çok acı bir şeydir.

Gerçek sanatçı güneş gibi cömert ve onun gibi kayıtsızdır. Buna gücü yetmiyorsa vazgeçsin bu sevdadan. Maden kuyusundan kıçımızı ısıtacak kömürü çıkaran işçinin daha çok faydası dokunur insanlığa.

Asıl illet hayatın kendisidir. Ona karşı elimizden bir şey gelmez. Büyüyen ve fırtınanın parçaladığı ağaca karşı elden ne gelir? Sükunet, sükunet...Durmadan kanayan yaralarımıza en şifalı merhem gibi sükunete erişmeye çalışalım. Yalnız o aydınlık ve zahiri kayıtsızlığıyla Yaradan'ın çapraşık eserini daha iyi anlamamıza ve idrakimizi arttırmak suretiyle acılarımızı hafifletmeye yardım edebilir.

Anamızı babamızı, ana baba oldukları için, evlatlarımızı da evlat oldukları için severiz. Kardeşlerimizi de kardeşlerimiz olduğu için. Bir yaşa geldikten sonra bir kadını severiz, o da bizi sever. Ama bir adama, tanımadığımız birine bir yabancıya, bazan kendisiyle anlaşmayı bile başaramadığımız birine ne diye gönlümüzü kaptırırız? (Dostluk üzerine)

MEYYALE / HIFZI TOPUZ

Genç Osmanlılar ümmeti çok geniş anlamda kullanıyorlar. Onlara göre Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan tüm Müslümanlar Hristiyanlar, Yahudiler ve her tür inançta olan insanlarla birlikte Türkler, Araplar, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Gürcüler, Çerkezler, Boşnaklar, Bulgarlar, Rumlar, Pomaklar hepsi Osmanlı ümmetini oluştururlar. Dikkat edin, onlar bu halklara millet değil ümmet diyorlar. Yani şunu da söyleyelim, Genç Osmanlılar ülkedeki çeşitli halklara millet değil ümmet diyorlar. Yani şunu da söyleyeyim. Genç Osmanlılar ülkedeki çeşitli halkların bağımsızlığını değil, bir arada yaşamalarını istiyorlar.

Devlet kendi zayıflığının ağırlı altında çöküyor ve harap oluyor. İmparatorluğun kurtarılması için tek çıkar yol Avrupa'nın zekasından ve kültüründen yararlanmaktır.

FİL YAZILARI / SİBEL ERASLAN

Filleri en iyi Hintliler eğitirlermiş (Beni de dekanlar ve savcılar, bir de sağolsun Türk medyası eğitti). İlk önce yollara fillerin içine düşebileceği kuyular açılırmış sonra da üzeri yapraklarla örtülerek gizlenen kuyulara düşürülürmüş filler. Çoluk çocuk, nöbetleşe gece gündüz fili uyutmamak için o daracık kapanın içinde orasına burasına bıçak sokup küçük yaralar açarlar, fil kükreyip tepindikçe de kamçılar, kırbaçlar, gözlerine ve yaralarına tuzlar basarlarmış. Fil öğrensin diye. Sahibinin, efendisinin kim olduğunu öğrensin diye.
Yedi gün sonra yabani ve özgür filden geriye sahibini tanıyan ve ona sorgusuz sualsiz itaat eden koca bir suret kalırmış.
Filler ormanın en güçlü hayvanıdır, açlığa, susuzluğa ve yüke en fazla dayanan, kendilerine hiçbir yırtıcı hayvanın da ilişemeyeceği kadar cesur ama efendilerine en fazla itaatkar varlıklardır. Yalnız dikkat edin hiç unutmazlar ve kindardırlar.

ÖLÜMCÜL KİMLİKLER / AMIN MAALOUF

Lübnanlı bir Hristiyan Lübnanlı bir Müslümandan farklıysa, ben birbirinin aynısı iki Lübnanlı Hristiyan tanımıyorum, ne de iki Müslüman...

Sağduyu sahibi insanlar geldikleri ülkenin ne bomboş bir sayfa, ne de sonuna gelinmiş bir sayfa olmadığını, yazılmaya devam etmekte olan bir sayfa olduğunu bilerek açık bir anlaşma zeminine ilerleyecektir.

Afganistan'daki Taliban'ın İslamiyetle hiçbir ilgisi olmadığını, Pol Pot'un Marxizm ile, Pinochet rejiminin Hristiyanlıkla hiçbir ilgisi olmadığını hangi hakla ileri sürebilirim?

İstenildiği kadar kutsal kitaplara dalınsın, meallere bakılsın, gerekçeler toplansın, daima farklı birbiriyle çelişen yorumlar olacaktır. Aynı kitaplara dayanarak köleliği içinize sindirebilir yada mahkum edebilir, ikonları yüceltebilir yada ateşe atabilirsiniz, şarabı haram kılabilir yada hoş görebilirsiniz.

İslam tarihinde daha başlangıçtan itibaren ötekiyle yan yana yaşama konusunda dikkate değer bir yatkınlık görülür.

Öyle ki, Müslümanlar Dünyası yüzyıllar boyunca özgürlüğün öncülüğünü yaparken, kendini geride buldu.

Dinamik toplumlar, yenilikçi, yaratıcı bir İslamda yansırlar, oldukları yerde kalan toplumlar durağan, en küçük değişime bile isyan eden bir İslamda yansırlar.

Kitle iletişim araçları konusunda da aynı yoksunluk ileri sürülebilir. İnsan kimi zaman bu kadar gazete, radyo, televizyonla binlerce farklı görüş duyacağı hayaline kapılıyor. Sonra bakıyor ki, durum bunun tam tersi, bu megafonların gücü o anın hakim görüşünü genişletip yaymaktan başka işe yaramıyor, o kadar ki, başka hiçbir ses duyulmaz oluyor.

Biz kendimize istediğimiz kadar Hristiyan, yada Müslüman yada Musevi, Budist, Hindu diyelim, öteki dünyaya dair görüşümüzün beş yüz yıl önce yaşamış olan din kardeşlerimizinkiyle artık hiçbir ilgisi kalmamıştır. Eğer bugünkü davranışlarımızla onların arasında yaşayacak olsaydık, hepimiz zındıklıktan , zinadan, sapkınlıktan yada büyücülükten sokaklarda taşlanırdık.



10 Temmuz 2015 Cuma

TÜRKİYE'NİN TANIKLARI / ŞAHİN ALPAY

Edindiğim izlenim o ki, Türk liderler Kürt sorununu konuşmak dahi istemiyor. Bu çok sık görülen bir siyasi hata. Japon liderleri uzun süre Koreli azınlık konusunu konuşmak istemediler. Ama akıllı önderliğin ilk göstergesi sorunun açıkça konuşulup tartışılmasını sağlamak. Çünkü konuşulmasını bastırmak, sorunu ortadan kalmıyor, daha akıl dışı unsurların ekmeğine yağ sürüyor. (Paul Kennedy)

Milliyetçilik sorunun çözümüyle ilgili genel formül, kültürle siyasetin birbirinden ayrılmasıdır. Bunu talep eden her gruba kendi kültürel altyapısına sahip olma olanağı tanınabilir.(Ernest Gellner)

Devlet tarafından desteklenen halk dansları cumhuriyet rejimi için çok iyi bir fikirdi. Bu fikir Alevilere de çok cazip geldi, çünkü dans edip türkü söylemek Alevilerin en çok sevdiği şey. Dolayısıyla Aleviler, cumhuriyet rejimiyle birlikte dedelerin otoritesinden kurtuldular, ama kültürlerini yaşatma geliştirme olanağı buldular. Denebilir ki, bu şekilde Türkiye'de de devlet Alevilerin Alevi olmalarını destekledi. ( David Shankland)

Türkiye'nin öngörülebilir bir gelecekte AB'ye tam üye olacağını sanmıyorum. Seküler Türk aydınları bile bunu dinle açıklıyor ama bence ilgisi yok. Problem, Türkiye'nin büyük ve görece yoksul olması. AB'nin Müslüman bir Slovenya veya Litvanya'yı tam üye yapmakta hiçbir sorunu olmazdı. (Göran Therborn)

Birçok Kürt kimliğinin çıkarlarının bilincinde değildir, ancak devletin şiddetine maruz kalırsa bilinçlenebilir, deniyordu. PKK, Kürtlere çıkarlarını öğretmek iddiasıyla bilerek devletin şiddetini davet etti. (Martin Van Bruinessen)

Eğer Türkiye bir batılı ülke olma ısrarından vazgeçer, modernleşme ve demokrasinin bir İslam ülkesinde de mümkün olduğunu  göstermeye daha çok ağırlık verirse bütün dünya ve İslama büyük bir model olur. (Samuel Huntington)

Sosyal Kapitalin gerçekten kıt olduğu bir ülke, ne ailede ne de dışında güven olmadığı bir ülkedir. Örneğin Güney İtalya'nın ülkenin öteki bölgelerine göre daha az gelişmiş olması insanların birbirlerine güvenmemeleriyle açıklanabilir. (Francis Fukuyama)

İslam toplumlarındaki parçalanmaların temel bir nedeni, daima belirli kişilerin peşinden gidilmesi, dikkatin kurumlar değil kişiler üzerinde toplanması. Müslümanlar 14 yüzyıldır "gerçek imamın kim olduğunu" arıyorlar fakat bulamadılar, bulamazlar da. Artık bundan vazgeçip doğru kurum ve ilkeleri arayıp bulmalılar. (Bassam Tibi)

İslam toplumları hiç değilse Avrupa kadar birbiriyle bütünleşebilmeli. Hiç değilse İslam ülkeleri arasında serbest seyahat, serbest ticaret olabilmeli, kitaplar, dergiler serbestçe dolaşabilmeli. Gıdamızın yüzde 75'inin hala Batı'dan gelmesi anlaşılır gibi değil. Kendini beslemekten aciz toplumlar siyasi bakımdan nasıl bağımsız olabilir? (Hassan Hanafi)

Türk basınında köşe yazarlarına dünyanın hiçbir yerinde görülmediği ölçüde önem veriliyor. Bazen çok iyi yazılar yazan bu yazarlara çok büyük yatırım yapılıyor. Ama en iyi yazarların bile haftanın her günü iyi fikirler bulmaları imkansız. Köşe yazarlarına yapılan yatırımın bir kısmı genç muhabirlerin yetiştirilmesine ayrılsa, Türk basını çok şey kazanırdı. (Nicole Pope)

Gazeteciliğin temeli özgür araştırma ve tartışmadır. Bunlar hala Türk gazetecilerin yararlanabildikleri imkanlar değil. Türkler hala korkuların tutsağı. Hala serbestçe ifade edilemeyecek kadar tehlikeli fikirler, görüşler, bakış açıları olduğuna inanılıyor. Gazeteciler üzerindeki kısıtlamalar yalnızca basının değil ülkenin gelişmesi için de zararlı. Çünkü herhangi bir konuda karar verebilmek için seçeneklerinizin ne olduğunu bilmeniz gerekir. Bazı seçeneklerin tartışılması tabu ise, akıllı kararlar verilemez. (Stephen Kinzer)

Atatürk, kadınların siyasi hakları için kampanyayı başlattığı zaman "Halkın sadece yarısının yeteneklerinden ve hizmetlerinden yararlanırsak çağdaş dünyayı yakalayamayız" demişti. Son derece haklıydı. Orta doğuda insanlar, "Batı neden ilerledi ve biz neden geri kaldık?"diye soruyor. Bu sorunun cevabı önemli ölçüde burada yatıyor. Eğer nüfusun yarısının katkısından vazgeçerseniz, ancak yarım sonuç alabilirsiniz. (Bernard Lewis)

9 Temmuz 2015 Perşembe

EYLÜL / MEHMET RAUF

Ömründe ilk defa evliliğin manası önünde aciz ve sessiz kalıp nihayet anlamaya mecbur kalıyordu. Koca denilen birinin haklı haksız keyfine esir olmaktan başka bir şey olmayan, mesut denilenleri ise onun türlü heveslerine şartsız boyun eğmekten ibaret olan evlilik ona menfur geliyordu.

şimdi hatırladı ki, henüz kızken kendi de fena kocaya düşerse tahammülü kadınlar gibi sabredip susmayacağını zanneder öyle iddia ederdi, fakat bugün bu kadarına tahammül ettiğini görerek yavaş yavaş birbirini takip ederek gelecek böyle haksızlıklara bugünkü gibi sabrede ede bir gün alışacağını anlıyor yavaş yavaş ben de onlar gibi bir oyuncak, bir hizmetçi, sade bir zevk ve hırs aleti olacağım, hiç istediğim bir şey olmayacak, hep istenen şeylere alet olacağım diyordu.

Madem ki artık aşk ile saadet ne kadar mümkün değilse aşk ile namus da o kadar imkansızdır.

İşte hayatında bulduğu en büyük bir iyilik, bütün felaketleri tazmin edecek kadar büyük bir lütuf: bu alışabilmek idi. Herkes felaketlerine tahammül ile başlıyor ve tahammülle alışarak mukavemet edebiliyordu.

Ve madem ki mesut olmak mümkün değildir, olmaya çalışmakta mesut olmazsa bile öyle görünmekte güzel bir metanet bir kuvvet var geliyordu. O zaman tevekkülde bir muzafferiyet değilse bile bir güzellik bahusus bir rahat bulunduğunu anlıyordu.

Ev kadınlığı cinnet ölçüsü, doktorlara yeni bir hastalık daha...

O zaman daha ilk öpüşmenin ardından düşecekleri pişmanlık girdabını düştükleri zillet ve nuhuset içinde birbirlerine bakamıyarak nasıl aşklarının taş kesilmiş cesediyle kalacaklarını birbirini nasıl kayıp hatta tahkir edeceklerini hisseder gibi oluyor, bütün o azap ve pişmanlıkla şimdiden ediyor, Suad'ı şimdiden gözünden düşmüş buluyordu.

ALINTERİ / JACK LONDON

Gençlik kocamışları çiğneyip geçerdi ve bunu yaparken kendi kendini de yıkıp geçtiğine bakmazdı hiç. Gençlik hep ama hep gençti çünkü. Kocayan, elden ayaktan düşense yalnızca yaşlılıktı.

EMANET ÇEYİZ / KEMAL YALÇIN

Türk tarafını tutup Yunanlılara küfretmek kolaydır. Böyle bir kitap da yazabilirsin. Ama böyle kitaplar kiloyla satılıyor. Yunan tarafını tutup, Türk tarafını da suçlayabilirsin. Kolaydır. Zor olan iki tarafın da iyiliğini, kötülüğünü görmek, yazabilmektir.

Bak şu bahçenin güzelliğine. Şu şeftaliye, şu eriğe, şu çileklere bak. Hepsi birlikte güzel.  Bir ülkenin içinde ne kadar din, dil, ırk varsa o kadar zenginliktir. Son sözüm: Tek meyveyle bahçe olmaz.

Aldım silahı ama tetiğe basmadım. Zenginler rahat uyusun, rahat yaşasın diye tetiğe niye basayım? Neden zenginler gitmiyor savaşa da ben gidiyorum? Ben ırgat adamım. Savaşa gidersem, kim bakacak geride kalanlara?

Devletin uyguladığı kültür politikası da eğer baskıcı, tek taraflı ise sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Aşağılayıcı, zorlayıcı, ayrımcı tutum ve politikalar yanlış gelişigüzel bir iskanlar tecrit edilmiş durumda kalan göçmen kitlesinin kendi içine kapanmasına yol açıyor. Kendi kökenine daha sıkı sarılması sonucunu doğuruyor.

TANRI İLE BİRLİK / NEALE DONALD WALSCH

Daha fazla yaşam deneyimlemenin yolu daha fazla ölüm deneyimlemektir. Ölümün yaşamda yalnızca bir defa olan bir şey olmasına izin vermeyin. Yaşamınızın her anını ölüm olarak deneyimleyin, çünkü o zaman ölümü gerçekte yalnızca bir deneyimin sona erip bir başka deneyimin başladığı an olarak tanımlamaya başlayacaksınız.

Siz Bana sahip çıkıyorsunuz ve bunu şiddetle, vahşice yapıyorsunuz, çünkü eğer Bana sahip çıkarsanız, istediğiniz her şeye Benim adıma sahip çıkabilirsiniz. Hatta işi böyle bir olaya kutsal savaş adını vermeye kadar götürdünüz ve başkalarının bedenlerinde yaralar açarken kendi ruhlarınızdaki yaraları kapatmaya çalıştınız.

Peki kendinizi neden bağışlayamadınız? Çünkü Benim sizi bağışlayacağımı düşünmezsiniz.

Ustalığa giden yolculuğa çıktığınızda herkes sizin çocuklarınızdır ve her ülke sizin evinizdir.

Dinginlikte gerçek varlığınızı bulacaksınız. Sessizlikte ruhunuzun solumasını ve Tanrı'nın soluğunu duyacaksınız. Beni dinginlikte bulacaksınız.

Evrenin belli bir sonuca gereksinimi yoktur. Evrenin kendisi sonuçtur.

Sevgi ölçülebilir bir şey değil. Kişi farklı biçimlerde sevebilir fakat farklı derecelerde sevemez.

Tüm dünyasal bağlılıklarınız, aslında sizin ahiret dediğiniz yerde yada gelecekteki herhangi bir başka yaşamda deneyimlenebilir, onun için ölmekle hiçbir şey yitirmemiş olduğunuzu görürsünüz.

Korkusuz yaşamanın yolu en çok korktuğunuz sonuç olan ölüm de dahil yaşamdaki her sonucun mükemmel olduğunu bilmektir.

Eğer ilk denemede bir gol atarsan bu kesinlikle sizi mutlu edebilir. Ama eğer her defasında gol atarsanız kısa bir süre sonra bunun verdiği heyecanı yitirirsiniz. Bu sizin için hiçbir anlam taşımayacaktır. Maçta sadece goller olacaktır ve bu golleri anlamsızlaştıracaktır.

Eğer içeri dönmezseniz, dışarı dönersiniz.

Eğer bir şeyle uzun bir süre iç içe olursanız bir noktada kendim diye bir şeyin yok olduğunu görürsünüz. Ayrı bir varlık olduğunuz inancı yavaş yavaş yok olur. Uzun bir süre boyunca birlikte olan kişiler kendi bireysel kimliklerini yitirmeye başlarlar.

Soluduğumuz havaya bile gereksiniminiz yok. Bunun öldüğünüz an farkına varacaksınız. Hava yalnızca bedeninizin gereksinim duyduğu bir şeydir ve siz bedeniniz değilsiniz.

Elinizde herhangi bir şeyden ne kadar azı olursa olsun her zaman daha azına sahip birilerini bulun ve onlara sizin olan bolluktan verin.

Kendinize ne yiyeceğiz, ne içeceğiz diye sorup durmayın. Havadaki kuşlara bakın. Onlar ne ekiyorlar, ne biçiyorlar ne de ambarları dolduruyorlar ama besleniyorlar.

Siz hiçbir zaman bir saniye önce olduğunuz kişi değilsiniz. Ve ben sizi asla öyle görmeyeceğim, sizi şimdi olmayı seçtiğiniz kişi olarak göreceğim.

Bilmemek bilmeye götürür, her şeyi bilmekse hiçbir şeyi bilmemeye götürür.

Mutluluk bir karardır, bir deneyim değildir. Mutlu olmanız için gerektiğiniz düşündüğünüz şey olmadan mutlu olmaya karar verebilirsiniz ve mutlu olursunuz.

Bir kez içindeki Yaratıcıyla buluştuğunda kendini yalnız hissetmekten kurtulmak için kendi dışınızdaki hiçbir şeye gereksinim duymayacaksınız.

Herkeste Tanrıyı görün ve herkesin kendilerindeki Tanrıyı görmesine yardım edin.

Ruhsallık ille de bir mağara bulmak ve sonsuza kadar saklanmak anlamına gelmez. Dünyanızda olun ama ona ait olmayın.

Dünyanın gerçekte kim olduğunuzu deneyimlemeniz için bir alan olarak yaratıldığını anımsayın.

Dünyadaki hiçbir şey gerçek değil. Her şeyin anlamı benim ona verdiğim anlam.

Cehennem diye bir yer yoktur. Cehennem yaşanılan bir durumdur. Cehennem Tanrıdan ayrılma deneyimidir. Cehennem sonsuz kadar benliğini bulmaya çalışmaktır. Cennet gerçek benliğin bilinmesidir.

Sevgi belirli koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkmaz. Belirli koşullar sevginin bir sonu olarak ortaya çıkar.


8 Temmuz 2015 Çarşamba

SEVDALİNKA / AYŞE KULİN

Zvornik'i kurtarmak uğruna evlerini yağma ettikleri, kestikleri, dipçikledikleri, derilerini yüzdükleri, ırzlarına geçtikleri insanların kendilerinden tek farkları yılda bir ay oruç tutmaları, iki dini bayram kutlamaları ve erkek evlatlarını sünnet ettirmeleriydi.

Dünya buna izin vermez. Koca dünya gözlerini bir soykırıma daha kapatamaz. Hiç kimse aldırmasa, bu yollardan geçmiş Yahudiler var, onlar izin vermez.

Nimeta, insanların böylesine duyarsız ırkçı davranışları karşısında dehşete düşüyordu. Okul öncesi yıllarda bahçelerde mahallelerde sokaklarda, sonra okulda iç içe büyüyen gençlik ve üniversite seneleri omuz omuza geçiren birlikte eğlenen, sevişen, birlikte üzülen ve sevinen insanlar değişiyorlardı. Kırk yıllık komşularına bir şeyler oluyordu.

Tanrının gözünde üstündeki giysilerin hiç önemi yoktur da ondan. Tanrı kullarının üstündekileri değil, yüreğindekileri görür.

GENİŞ ZAMANLAR / AYŞE KULİN

Onlarla birlikte büyüdün sen, beşikleriniz yan yana kuruldu avlularda. Gönlünü ferah tutamıyorsan onlara karşı, hepsini kara çarşafa soksam da sen yine günaha girersin. Günah onların saçında değil, senin yüreğindedir. Sen sevabı da, günahı da yüreğinde ara.

Birden şunu öğreniyorsun, güzellik diye bir kavram yok, sadece gençlik var. Genç değilsen, güzel de değilsin. Elliyi geçtikten sonra kimse seni duymuyor, görmüyor, fark etmiyor. Tam bir bedensiz varlığa dönüşüyorsun. Varsın ama yoksun. Birine varlığını duyurmak için ona dokunmak, seslenmek hatta sarsalamak zorundasın.

Köylü milleti iyi muameleden anlamaz, hemen tepene çıkar.  Onlara ara sıra fırça çekeceksin ki, seni saysınlar diyen bir arkadaşım geldi aklıma.

İSLAM VE İNSANLIĞIN GELECEĞİ / ROGER GARAUDY

Müslümanlar iyi bir Müslüman olmayı, ilk görev olan Allah'ın hükümranlığını yeryüzünde gerçekleştirmek olarak gördükçe ve bu vazifeyi yerine getirme gücünü kıldıkları namaz gittikleri hac ve tuttukları oruçtan aldıkça birkaç on yıllık süre içinde İndüs nehrinden Atlantık okyanusuna kadar milyonlarca erkek ve kadını kendi imanlarına kazandırdılar.

İyi bir Müslüman olmanın kendini yalnızca ayin ve ibadetlere vermek ve artık Allah yolunda yaratıcı çabalarda bulunmamak demek olduğuna inanmaya başladıkları zaman ise, bu harikulade çiçekleniş ve yükseliş solup düştü.

-Sen sık sık bize İblisten bahsediyorsun, nedir bu İblis?
-Ben onu iyi tanırım, kendisiyle karşılaştım ve bana şöyle dedi: " Eğer sen 'ben' dersen bana benzer biri olursun."

Bütün kainat Allah'ın bizle konuştuğu bir lisandır.

Tasavvuf, bu dinin kendi üzerine kapanmasını engellemek ve buna karşılık tamamlayıcısı olarak geldiği diğer dinlerle kardeşlik zincirini ve birliğini yeniden bulması için İslamın kaçınılmaz bir boyutudur.

En yüce aşk, iki varlığı Allah sevgisinde buluşturan aşktır.

İSLAMİ MÜCADELEDE BİLGİNİN GÜCÜ / CEVDET SAİD

Okumak gibi haddi aşmayı öğreten yanlışı düzelten ve gelecek seviyeleri gösteren başka hiçbir şey yoktur. Okumaya iyice dalmak bize neyi okuyup neyi okumayacağımızı da gösterir.

Dış varlığın her topluma göre bir hakikati vardır. Fakat insanların onu düşünmesi, insanlara göre farklılık arz eder, herkes fikri birikimine göre konuya bakar. Bu durum insanı fotoğraf makinesi ve teypten ayırıp çağların geçmesiyle onları, eşyayı anlayıp algılamada farklılaştırır.

Sağlıklı bir çocuğun ayağının sürçmesi, topal birisinin düşmesi gibi değildir.

Peygamberin hayatıyla ilgili toplantılarda benzer mucizelerle ilgili hadisleri ısrarla zikrediyor, yemeğin ve suyun çoğalması, taşın konuşması...gibi mucizeleri tekrarlayıp duruyorlar. Ancak bunu yaparken Kur'an'ın dünyaya tanıttığı ilmi, afaki ve enfüsi çağdan habersiz bulunuyorlar.

-Ey çocuk ahmak olduğun halde yüz bin dinara sahip olmak hoşuna gider miydi?
-Vallahi hayır! Ahmaklık benim yüz bin dinarımı zayi eder ve ahmak olarak kalırım.

Bütün dünya ülkeleri ve toplumun aileleri, okuma-yazma öğrensin diye çocuklarını okula göndermeye büyük önem veriyor. Fakat ne okunacağını yazmak için bu yetkinliği elde edecek olanlar ve okumak için hazırlanmış olan kimseler neredeler? İşte peygamberlik görevinin mirası bu noktada gizlidir.

Doksandokuz koyunu olan, bir koyunu olanın koyunu da yağmalayıp kendi koyunlarına katmayı bir ihtiyaç olarak görür.


ADI: AYLİN / AYŞE KULİN

Kendini tanımadan ne istediğini bilmeden ciddi ilişkilere girmek bir insanın hem kendine hem de karşısındakine yapabileceği en büyük haksızlıktır! Çünkü ne istemediğini bilmek çok kolay, fakat ne istediğini bilmek çok güçtür.

Neden yaşam sofrasından karnı doymuş bir konuk gibi kalkıp gitmiyorsunuz? Açgözlülük edip sonuna dek yaşamakta direnmek, utanmazlık mı yani?Neyin sonuna dek?

-Bu kadın seninle paran için evleniyor.
-Kadınların yüzde doksanı öyle yapar kızım. Sen de evlenirken biraz para düşünseydin, gözün şimdi benim paramda olmazdı. ....Ben de onu meslek sahibi, kültürlü ve gösterişli olduğu için istiyorum, suç mu?

Sonra 1968'de rahibelerin tesettürden çıkışları...İlk günü hiç unutmayacak. Yıllarca uzun eteklerin altında kalan bacakları gizlemek için o koca siyah çantayı kullanmayı adet edinmesi o ilk günden kaldı.

Ve kaçışı hazırlayan "aile terapisi", o aptal o yıkıcı grup terapili aile toplantısı. Herkesin içinden zehrini boşalttığı ve birbirini tamiri imkansız biçimde kırdığı Amerikan icadı.

BİR TÜRKÜN ÖLÜMÜ / AHMET TANER KIŞLALI

Müslümanların da Tanrı'Nın kitapları olarak kabul ettikleri Tevrat, Zebur ve İncil İbranice ve Aramicedir. Kur'an ise Arapçadır. Ve Tanrı kitabında şöyle demektedir: "Sen Arap olduğun için Biz bu kitabı Arapça indirdik.Biz her topluluğa kendi diliyle seslenen bir görevli gönderdik. Biz bu kitabı siz okuyasınız, anlayasınız diye gönderdik"

İslam öncesinin Türkleri, Acemleri, Arapları birbirlerine benziyorlar mıydı ki İslam sonrasında şappadanak aynı olsunlar? İslam tek beden elbise gibi hepsinin üzerine aynı ölçüde ve aynı biçimde mi oturdu? Oturabilir miydi? Atatürk İran'da yada Arabistan'da dünyaya gelmiş olsa bu boyutlarda bir devrim gerçekleştirebilir miydi?

Kore savaşında Çinlilerin esirler üzerinde denediği ünlü bir yöntem var. "Beyin yıkamanın" ilk aşaması olarak esirlerin rütbelerini söküyorlar. Alt rütbelileri yada rütbesizleri diğerlerinin başına getiriyorlar. Alt üst ilişkisi emir komuta zinciri alt üst oluyor. Gerisi kolay. Ve bu yöntem Amerikalı esirler üzerinde başarılı oluyor ama Türk esirler üzerinde olamıyor. Kime ne görev verilirse verilsin ast gene gidip eski üstünden emir almayı sürdürüyor.

Ülke çapında %10 oy barajı koymak ne demektir? Ya milyonlarca oyluk toplumsal desteğe sahip olan bazı siyasal akımları bile meclis dışına atmak. Yada onları bir büyük partinin kanatları altına girmeye zorlamak demektir.

Kimse kendini aldatmasın. Ne faşizm İtalya'ya bir günde geldi, ne de nazizm Almanya'ya.

Demokrasi zor kazanılır, kolay yitirilir. Ve tarih kendinden ders almayanları asla affetmez.

Solun kendini anlatması sağın anlatmasından daha zordur. Sol düzeni eleştirir ve yerine neyi getireceğini söyler. tutarlılık hedef kitle, ideoloji, söylem ve partinin yapısı arasında çelişki olmamasını gerektirir. İnandırıcılık da tutarlılık da artı güç demektir. Temsil ettiğiniz düşünceleri yaşama geçirecek gücünüzün olduğu izlenimini verebildiğiniz ölçüde inandırıcılığınız artar.

Ve Muğlalı Rum lokantacı efkarlandı "Amerika'ya geldim geleli üç kez sinemaya gittim. Üçü de İstanbul'da geçen filmlerdi. Aynı yemekleri, aynı içkiyi, aynı müziği, aynı tavlayı seviyoruz. Bu iki halkın kardeş gibi yaşaması için tek bir koşul var: Tarih kitaplarını yakmalı ve çocuklarımıza okutmamalıyız. Biz öğretiyoruz onlara düşmanlığı."

Kurtuluş Savaşını hem de ege bölgesinde yaşamış olan Rum bize düşman değil. "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" kitabının yazarı, İzmirli Dido Sotiriyu bize düşman değil. Ama savaştan yarım yüzyıl sonra doğmuş Yunanlı genç düşman.

Türkiye'de görev yapmış bir İngiliz diplomat dostum vardı. Daha sonraki yıllarda bir komşu İslam ülkesinde uzun bir geziye çıkmıştır. "Komşunuzu gezerken hayretler içinde kaldım. Köylüden bir bardak su istiyorsunuz, hemen avucunu açıp para bekliyor. Oysa Türk köylüsü size ikram ettiği ayran yada çay için para vermeye kalksanız bunu hakaret sayıyor. Anadolu insanını Ortadoğu yada Müslümanlık genellemesi içine sokmanın yanlışlığını şimdi anlıyorum."

7 Temmuz 2015 Salı

YAĞMURDAN SONRA / CAN DÜNDAR

Baş köşeye oturdu ve annemin çeyizinin en güzel dantelleriyle taçlandırıldı. Çocukluğumun en güzel saatlerini çaldı. Giderek evde daha az dertleşir, daha az söyleşir olduk. Artık akşamları, ailece sabit gözlerle aynı noktaya bakıyor, sihirli kutunun buyruğuna göre hüzünleniyor yada seviniyorduk. Top oynayacağımız saatleri top oynayanları seyrederek tükettik. Sahte hüzünlere samimi gözyaşı dökmüşüz...

Ben Müslüman bir ülkede Cat Stevens'la yetişmiştim. O Cat Stevens'lığından Müslüman olmak adına vazgeçmişti. Sanki kimizde sahip olduğumuz kimlikten (Doğulu yada Batılı, Müslüman yada ateist, müzisyen yada mümin) başka bir şey olabilmek için yola koyulmuştuk. ben ve türklerin çoğunluğu İslama sırt çevirip dolu dizgin Batı'ya koşarken, o Batı'dan kaçış yolunda İslam'a rastlamıştı. İşte ters yönlere doğru yelken açarken, şimdi yolda karşılaşmıştık.

Yargıç "Aslında vicdanen senin idamı hakettiğine inanıyorum. Ancak basın bu yönde öylesine bir kampanya yürüttü ki, adaletin etki altında kalmış olabileceği kuşkusunun doğmasından korktum. Böyle bir kuşku Fransa'ya senin gibi bir manyağın hayatta kalmasının verebileceği zarardan çok daha kalıcı bir zarar verirdi.

Dünyanın küçük bir köye dönmeis efsanesi bana hep Bebek'te sahil kenarında ve kurabiyelerine hayran olduğum pastanenin kapanıp yerine bir Amerikan hamburgercisinin açılmasını hatırlatıyor. Yakın bir gelecekte dünyanın her köşesinde aynı marka kot giymiş, aynı hamburgerleri yiyip,  yanında aynı kolayı içeceklerini, çocukların aynı çizgi filmler ve oyuncaklarla büyüyeceklerini ve bizim aynı şirketin bilmemizi istediği kadar haberleri izleyip görmemizi, görmemizi istemediği haberlerden bihaber olarak yaşayıp gideceğimizi düşünmek bana ürperti veriyor.


1984 / GEORGE ORWELL

Koca ağabeye teşekkür için gösteriler bile olmuştu. Lakin daha dün diye düşündü çikolata tayının haftada yirmi grama indirileceği ilan edilmişti.Üstünden hepsi hepsi 24 saat sonra bunu yutmalarına imkan var mıydı? Evet yutuyorlardı. Parsons, hayvan sersemliğiyle bal gibi yutuyordu, geçen hafta tayının otuz gram olduğunu ima edecek kimseyi arayıp bularak ele vermek arzusu ile tutuşuyordu.

Umumi bir yerde yada telescreen nüfuz çevresi içinde iken düşüncelerinizi başıboş kapıp koyvermek müthiş tehlikeli idi. En ufak şey foyanızı meydana çıkarabilirdi. Yüz sinirlerinin habire oynaması, farkında olmaksızın endişeli duruş, kendi kendinize mırıldanma huyu usul ve adet dışı kalındığı gizlenecek şeyi bulunduğunu hatıra getirecek herhangi bir şey. Ne olursa olsun yüzünüze yakışık almayan ifade takınmak başlı başına cezayı gerektirir bir suçtu. Hatta bunun için yeni dilde bir söz vardı: yüzsuçu.

En amansız düşman insanın kendi sinir cümlesi diye düşündü Winston.

Evlenmede kabul edilen tek maksat parti hizmeti için çocuk peydahlamaktı. Hatta Cinsiyetle Savaş Gençler Birliği gibi kadınlı erkekli tamamıyla bekar kalma davası güden teşkilat vardı. Bütün çocuklar suni tohumlarla peydahlanıp...

Hürlük iki ki daha dört eder deme özgürlüğüdür.
-Gösterdiğim kaç parmak Winston?
-Dört.
-Ya parti dört değil de beştir derse o zaman kaçtır?
-Dört.
Bu söz can acısından nefesi kesilerek sona erdi. Kadranın ibresi elli beşe kadar fırlamıştı. Winston'ın vücudundan baştan aşağı ter boşalmıştı.
-Kaç parmak Winston?
-Dört. Ve ibre atmışa fırlamıştı.

Eski mutfak idarelerinin buyruğu "yapmayacaksın" idi. Şiddetçileirn buyruğu "yapacaksın" idi. Bizim buyruğumuz "sen busun"dur.

Bize karşı koyduğu müddetçe onu asla ortadan kaldıramıyoruz. Ona itikat değiştirtiyor, iç dimağını zaptediyor, kendisine yeni baştan biçim veriyoruz. Ondaki olanca kötülüğü olanca sakat görüşü dağlayıp atıyoruz. Zahiri görünüş olarak değil, hakikaten gönlü ile ruhu ile birlikte onu kendi tarafımıza geçiriyoruz.

Engizisyon düşmanlarını açık açık öldürüyor, hem tövbe dememekte direnirken öldürüyordu. İnsanlar yürekten bağlandıkları insanlarını bırakmadıkları için ölüyorlardı. Bütün şeref kurban edilen mağdurun oluyor, bütün utanç onu yakan engizisyona düşüyordu. Ateşte yaktığı her aykırı itikatlı yerine binlercesi türedi.

...işlediğin ipe sapa gelmez suçlar bizi ilgilendirmez. Bizim vazife edindiğimiz varsa yoksa düşüncedir. Düşmanlarımızı mahvetmekle kalmayıp değiştiririz.

...hiç kimse terk etmek niyetiyle iktidarı ele almaz. İktidar vasıta değil gayedir. İnsan devrimi korumak için diktatörlük kurmaz. Diktatörlüğü kurmak için devrimi yapar.





6 Temmuz 2015 Pazartesi

EVET AMA BİR LOKOMOTİF BUNU YAPABİLİR Mİ BAKALIM? / WOODY ALLEN

Bildiğimiz gibi dünyanın en gelişmiş bilgisayarının beyni bir karıncanın beyni kadar sofistike değildir. Burada karınca yerine akrabalarımızın büyük bir çoğunluğunu da örnek verebiliriz ama neyse zaten onlara da aile düğünleri ve bazı özel durumlar zorunda katlanmak zorunda değiliz.

2000 yılından sonra böyle giderse…petrol de azalıp karneye bağlanacak, her arabaya ancak birkaç cm geriye gitmeye yetecek kadar benzin verilecek. Biz ise bu sorunlarla yüzleşmek yerin seks, uyuşturucular gibi kaçış yollarına eğilim gösteriyoruz.

Hiç kimse bize sevmeyi öğretmedi. Ruhsal inanç yokluğu çekiyoruz. Evrenin ortasında acı çekmeye bırakılmış gibiyiz.

Modern biyoloji: Vücut nasıl davranır, genellikle nerelerde bulunur? Bu arada insan kanı incelenir ve neden onun bir insanın damarlarında dolaşabilecek en iyi madde olduğu tartışılır. Burada bir kurbağa kesilir ve sindirim sistemi insanınkiyle karşılaştırılır. Bundan önce kurbağanın bir güzel salçalandığını belirtmeye gerek yok galiba!

Hızlı okuma: Bu kurs süresince okuma hızı gittikçe artar ve kurs sonunda öğrencilerden Karamazov Kardeşleri on beş dakikada okumaları istenir. Burada yöntem, bir sayfayı önce taramak ve zamirler dışında her şeyi atmaktır. Daha sonra zamirler de atılır. Öğrenciler uyur. Kurbağalar incelenir, bahar gelir, insanlar evlenir ve ölürler. Pinkerton geri dönmez.

Düşünüyorum öyleyse varım diyen Kartezyen vecizesi şu biçimde daha iyi özetlenebilirdi. Heey şuradaki saksafonlu kadın Edna değil mi? öyleyse bir özü yada bir düşünceyi bilmek için ondan şüphe etmeliyiz, böylece ondan şüphe ederek son durumunda içerdiği özelliklere ulaşırız ki, bu özellikler şeyin kendisi içindedirler yada bazı şeylerdirler yada hiçbir şey değildirler. Bu durum bu kadar açık olduğuna göre şimdilik epistemolojiyi bir kenara bırakalım.

Evren tanrının zihninde var olan yalnızca sonsuz bir düşüncedir ve bu da insanı rahatsız eder. Özellikle yeni aldığınız bir evin  parasını peşin ödediyseniz.


Oruç tutmanın büyük bir aptallık olduğunu belirtmektedir. Özellikle de boş mideyle. İnsan kendi kendini mutlu edemez, acı tanrının isteğiyle oluşur, hele kıçımıza tekmeyi indirdiği zaman.