11 Temmuz 2015 Cumartesi

ARKADAŞ / PANAIT ISTRATI

Bir adam... Esperanto da dahil otuz altı dil bilse de birine seslenmek istediğinde onun dilinden anlayabileceğinden emin değildir. Bir köpek kadar bile merakı yoktur. Ne diye seslenmeli bir adama? Sizinle aynı fikirde olmayabilir.

On yaşına geldiği zaman her şeyi görmüş her şeyi keşfetmişti, on beşine vardığı zaman bu anlamda erkekti artık. Bundan hiçbir zaman zarar görmemişti, o yüzden ruhça ve bedence daha sağlıklıydı hatta. İnsanlara musallat olan ve kabiliyetlerine set çeken cinsel buhranlardan kurtulduğundan, anlaşılmak için bu marazi safradan tamamıyla sıyrılmış bir ruh isteyen alanlara doğru yönelmişti.

İnsafsız adaletin damgasıyla bir kere damgalandı mı, insanların en iyisi bile artık namusu önemsemez olur.

Bir insanı tanıyabilmek için ilkin onu sevmek gerekir. İlgilendiğimiz insanlar bize kendilerini sevdirirler, böylece onları tanımamıza imkan verirler.

İş dedikleri şey hoşlanacak matah bir şey olmadığı için zenginler onu can sıkıntısından patlamayalım diye biz yoksullara bırakmışlardır.

Ümitlerini yel alıp götürmüş olsa da asil ol, güven, ruhunun kendi ateşine inan daima senden onu dilenen susamıştan esirgeme. Madem ki bu ruh ateşini içinde hissediyorsun, senden başkalarının da bundan nasibi olduğuna şüphe etme, çünkü o eşsiz hayatın tekeli kimseye verilmemiştir. Dengin olan tek dosta üzüntü vermektense bir saatte bin kere aldanmak yeğdir.

Vücutta kıl ne ise, sizle ben yahut Piere ile Paul da hayatta oyuz, biz hayatı hiçe sayabiliriz ama o yolunda devam eder. Çünkü insanları yaratırken bana kalırsa Tanrı da öyle davranmıştır. İlkin teknesine insan balçığını gördüğümüz şekilde atmıştır. Ama onu böyle bir kadere terk etseydi, o balçığın bazı anlarda aşkla ürperen hiçbir tarafı kalmayacaktı. Bunu gören Yaratan ona bir tutam güzellik, bir tutam istidat, bir tutam ruh asilliği, bir tutam da zeka katmayı eğlenceli buldu, bulamacını iyice yoğurduktan sonra Tanrı bıçağını gelişigüzel indirerek kullarını kesip kesip koyvermiş. İşte karışıklığa buhrana sebebiyet veren de budur, çünkü bu beşeri değerlerin hazmı imkansızdı. Bunlar hamurun içinde ayrı ve erimez maddeler halinde kaldı. Ama bu baharat hamura tat vermiştir. Onun için de bu anlaşmazlık çok acı bir şeydir.

Gerçek sanatçı güneş gibi cömert ve onun gibi kayıtsızdır. Buna gücü yetmiyorsa vazgeçsin bu sevdadan. Maden kuyusundan kıçımızı ısıtacak kömürü çıkaran işçinin daha çok faydası dokunur insanlığa.

Asıl illet hayatın kendisidir. Ona karşı elimizden bir şey gelmez. Büyüyen ve fırtınanın parçaladığı ağaca karşı elden ne gelir? Sükunet, sükunet...Durmadan kanayan yaralarımıza en şifalı merhem gibi sükunete erişmeye çalışalım. Yalnız o aydınlık ve zahiri kayıtsızlığıyla Yaradan'ın çapraşık eserini daha iyi anlamamıza ve idrakimizi arttırmak suretiyle acılarımızı hafifletmeye yardım edebilir.

Anamızı babamızı, ana baba oldukları için, evlatlarımızı da evlat oldukları için severiz. Kardeşlerimizi de kardeşlerimiz olduğu için. Bir yaşa geldikten sonra bir kadını severiz, o da bizi sever. Ama bir adama, tanımadığımız birine bir yabancıya, bazan kendisiyle anlaşmayı bile başaramadığımız birine ne diye gönlümüzü kaptırırız? (Dostluk üzerine)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder