meşa selimoviç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meşa selimoviç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2015 Salı

DERVİŞ VE ÖLÜM / MEŞA SELİMOVİÇ

Cinayet, isyandan daha az tehlikelidir. Bir hüküm verilmesine ve tiksinti duyulmasına sebep olan cinayet yeni bir hamle yapmak şevkini vermez insana. Korku ve vicdanın unutulduğu bir anda ansızın meydana gelen bu olay, hatırlanması bile çirkin olan arzular, insanın seviyesiz ataları, kötü akrabaları yüzünden duyduğu utanç gibi, hoşa gitmeyen bir şeydir. Oysa isyan bulaşıcıdır, daima var olan hoşnutsuzluğu kışkırtabilir, yiğitliğe benzer, belki de yiğitliğin ta kendisidir çünkü direnmek ve karşı koymakla kendini gösterir, aynı zamanda göze de hoş görünür. İsyan, güzel sözler uğruna canlarını bile vermeye hazır olan hayalciler tarafından yaratıldığı için çekicidir. Bazen tehlikeli olan her şey insana çekici ve güzel görünür.

Her yıl aldanma ve ümit demektir ilkbahar...Her şeye yeni baştan başlamak iyi olurdu benim için. Oysa başlangıç diye bir şey yoktur artık, üstelik önemsiz bir şeydir bu. Başlangıcı bilemeyiz ki biz, her şey olup bittikten sonra onu tayin eder ve başka türlü de olabileceğini sanırız. İlkbahara yüklenmemiz mevcut olmayan başlangıçla çirkin devamı düşünmemek içindir.

İnsan söylemediklerinden ötürü çok az ama söylediklerinden ötürü bin kez pişmanlık duyabilir.

Okuyacaksan sağ olanlar için Fatiha oku, sağ olanların durumu ölülerinkinden daha kötüdür.

Unutma ki, çevremizde mutsuzluğun nedeni herkesin layık olduğu seviyeye erişememiş olduğunu düşünmesi ve karşısındakini rakip kabul etmesindendir. İnsanlar küçümser, kendilerinden üstün olanları da çekemezler. Huzuru arıyorsan küçük görülmeye, savaşı kabul ediyorsan nefret etmeye alışmalısın.

Davranışlarımızı buradaki basit ölçülere dayandırmaktansa ahiret ölçülerine dayandırmak herhalde daha iyidir. Hiç olmazsa insan başarısızlıklar yüzünden huzursuz olmaz, daima zamanın sonsuzluğunu göz önünde bulundurur ve mazeretleri kendi dışındaki nedenlerde arar. Böyle düşünen insanın kendi kaybı daha az önemli olur.Acı da insan da bugünkü gün de uykulu, parıltılı bir vurdumduymazlık içinde sürüp gider. Tıpkı deniz gib. İçinde durmadan meydana gelen sayısız ölümlere acımaz deniz.

İskender'e bir gün, camdan yapılmış şahane bir yemek takımı hediye etmişler. Fakat o, çok beğendiği halde hediyelerin hepsini kırmış. "Neden kırdınız? Hediyeleri güzel bulmadınız mı?"diye sorulunca "Bilhassa güzel oldukları için onları kırdım" karşılığını vermiş. "O kadar güzeldiler ki, sonradan onları yitirmek bana daha zor gelecekti. Çünkü nasıl olsa zamanla birer birer kırılacak ve ben şimdikinden daha çok üzülecektim."
Başkası yok etmesin diye kendi sevgimizi kendimiz yok etmek zorundayız. Acı çekmek ihtimali olduğu için her türlü bağlılıktan kaçınmalıyız.

Kendilerine gurur vermeyen şeyleri çabucak unutur insanlar.

Doğumda ebe ne kadar gerekliyse, karar verirken de bir dostun yakınlığı o kadar gereklidir.

Herkesin geziye çıkmasını, hatta gereğinden çok aynı yerde kalmamasını sağlamak gerekir. İnsan ağaç değildir. İnsanın mutsuzluğu bağlılıktır. Bağlılık onun cesaretini yok eder, kendine güvenini azaltır. Bir yere bağlanmakla insan, uygun olmayanlar dahil, bütün şartları kabullenmiş ve kendisini bekleyen belirsizlikle kendi kendini korkutmuş olur. değişiklik ona terk etmek, elde ettiklerini yitirmek gibi görünür. İşgal ettiği yere gelip başkasının yerleşeceğini kendisinin de her şeye yeniden başlamak zorunda kalacağını sanır. Gerçek yaşlılığın başlangıcı yerleşmektir. Korkmadığı sürece gençtir insan. Aynı yerde kaldıkça ya katlanır, ya saldırır. Gitmekle özgürlüğünü korumaya, çevreyle birlikte çevreyle birlikte benimsemediği yaşam koşullarını değiştirmeye hazırlıklı olduğunu gösterir.

Dönüş, bir hedefse, o zaman gitmenin ne gereği var? Her şey buna, dönebilmeye bağlı zaten. Dünyanın bir noktasından hasret çekmek, gitmek ve yeniden ulaşmak. Bağlı olduğunuz bu nokta olmasa, ne onu ne de başka bir yeri sevebilirdiniz. Hiçbir yerde olmadığınız için hareket edecek bir yeriniz olmazdı.

Eğer hepimiz onun gibi düşünüp davransaydık, insanların kusurları hakkında açık ve kaba bir şekilde konuşsaydık, hoşlanmadıklarımızın üzerine saldırsaydık, herkesin bizim beğendiğimiz şekilde yaşamasını isteseydik, şimdikinden daha kötü bir tımarhane olurdu dünya.

Öldükten sonra da eşitliklerini koruyabilsinler diye eskiden Müslümanlar müşterek mezarlara gömülürlermiş. Hayatta eşit olmamaya başladıktan sonra, mezarlarını da ayırmaya başlamışlar.

Sönen her günün sonunda acı vermemesi için geçmişi silmiş öldürmüş olsa yeni günü artık mevcut olmayanla kıyaslamaz ona daha kolay tahammül ederdik. Böyle ise hayal ve gerçek birbirine karışıyor, hatıranın da hayatın da temizi kalmıyor.