30 Mayıs 2016 Pazartesi

ÇEYİZ SANDIĞI/ EBRU TUAY ÜZÜMCÜ

Her şeyi tek başına yapabilmenin insanı güçlendirmekten ziyade yalnızlaştırdığını anladım. Kendimi tanıyıp anladıkça, insanlarla anlaşmak da kolaylaştı ve tabii kendimi hayatın akışına bırakınca aşık oldum.

Beklentilerinden bağımsız olarak birine onu tanımak için baktığında, ona kendisi olma hürriyeti de verirsin.

Bizim için mesele sadece bir yerden bir yere gitmek değildi. Mesele beraberce bir maceraya ortak olmaktı. Her anın keyfini çıkardırk. Yolculuk çok mu rahattı, çok mu keyifliydi? Hayır! Biz onu o hale getirmeyi seçtik. Beraber oyunlar oynayarak, sohbet ederek pek güzel zaman geçirdik. Eşinle beraber eğlenebilmek çok önemlidir. Yani arkadaşlık olmazsa eğer, o hayat çekilmez.

Ancak kendimden kurtulunca kendime varabileceğim gerçeği nihayet önümde aydınlanmıştı.

Önemli olan ona ne aldığın değil, ne verdiğin.(hediye için)

Sen kendini ne kadar iyi anlatırsan o da seni o kadar iyi bilir.

Başkalarının tecrübeleri değerli, insanın kendi tecrübeleri ise pahalıdır. (Emre Kongar)

...hep aynı şeyleri yapmaya devam ediyoruz ama durum değişsin diye bekliyoruz. Neden değişsin ki? Sen değiştirmezsen durum da değişmez tabi.

Sokaklardaki çocuklar yırtık pırtık üst başları ve kir içinde yüzleriyle ne kadar gülüyorlarsa, annelerinin korunaklı, ellerinden tutmuş, cici bici giyinmiş, itinayla taranan saçları kıyafetlerine uygun renkte tokalarla toplanmış çocukların çoğu da, öylesine donuk ve somurtkan bakıyorlardı etraflarına.

...işini aşırı ciddiye alanların, işkolik gibi yaşayanların çoğu özel hayatlarında mutsuz insanlardı.

Kendinden uzaklaşan insanlar mutsuz ve öfkeli olurlar.

Düzgün cevaplar alamayışımın, soruları düzgün sormayışımla ilgisi olabileceğini fark etmemiştim.

Herkesin derdi anlaşılmak olduğunda geriye anlayacak kim kalır?

Sen mutlu değilsen bir başkasını mutlu etmenin imkansız olduğunu anlarsın. Kendi mutluluğunu önemsemeden bir başkasını layıkıyla önemseyemez insan.

Evliliği hazır, dayalı döşeli bir ev gibi görüyorsun bazen, içine yerleşip oturacakmışsın gibi. Halbuki evlilik dediğin tuğlalar, çimentolar, camlar, kapılar demek. Tek tek taşıyacaksın, öreceksin, takacaksın, inşa edeceksin.

Yaşamda neye önem verir, neyi beslersek , onun hasatını topluyorduk.

İTİKAT, İBADET VE GÜZEL AHLAK / EBU'L HASAN EN NEDVİ

Gerçekte şirk, insanın Allah'ın sırf kendi "Zatı" için yapılmasını istediği ve kulluk (ubudiyet) manasına geldiğini belirttiği bazı hal ve hareket tarzlarını insanlardan birine yöneltmesiyle oluşur.

Hadisler ve siret ahlakı güzelleştirme terbiyesi ve kalp aynalarının cilalanıp tertemiz kılınması hususlarında temel kaynaklar olup bütün nesillere hitap eden her asrı aydınlatan servettirler.

Allahu Teala müminlere, iman sıfatları onlarda yer ettiği ve onun rızası için çalıştıkları ayrıca hedefleri de şöhret olmadığı takdirde şan, şeref bir neticedir, gaye değil. Bir ihsandır, hedef değil.

Peygamberler, dinlerine girenlerin çoğalması, cemaatlerinin artması veya bu yolla kuvvet ve izzet kazanmak kaygusuyla dinin hükümlerinden herhangi birini değiştirmeye kalkışmadılar da, uzak yakın herkese Allahu Teala'nın hadlerini ve hükümlerini uyguladılar.

Peygamberlik müessesinin Hz. Muhammed'den (s.a.v.) sonra kesilmesinde her sıkıntılı devreden sonra insanın gücünü yeniden harekete geçiren bir özellik vardır. Böyle insan bu gibi zor bir durumda yeniden bir vahiy gelmesini bekleyerek göğe bakmaz da yere, kainata çevirir dikkatini ve böylece fikri kargaşalıktan, çekişmelerden, sosyal parçalanmalardan uzak durmuş olur.

Bir dinin hayati gereklerini ve gelişip serpilme, hareketlilik, hassasiyet gibi niteliklerini bünyesinde bulundurarak devam etmesi o dine has bir ruh ve canlılık, pratik örnekler ve vakıalar olmadan düşünülemez.

Selefin Kur'an'ı Kerim'den yararlanma, onun tesiririn hayatlarında gözükmesi hususlarındaki ayrıcalığı ve üstünlüğü zannedildiği gibi onun manalarına ve icazlarına dalmalarından dolayı değil, bilakis Allahu Teala'nın celal ve azametini, bu Kelam'ın insanın hissettiklerinden daha yüce oluşunu ve onun icazını her an göz önünde bulundurmalarından ve onun güzelliği ve halavetinin tadına varmalarındandır.

"Fıkıhla meşgul olma ve hadis dinlemenin, rakaik(kalbi incelten ve ona tesir eden ayet, hadis, vaaz ve nasihat) ve selef-i salihinin hayatlarının mütalaası göz ardı edildiği takdirde kalbin istikamet ve doğruluk üzerinde bulunmasına yeterli olmadığını anladım. Sırf helal ve haram bilgisinin kalbi hassaslaştırma hususunda büyük bir tesiri yoktur. Kalpler ancak ince ve latif sözlerle, Selef-i Salihin'in(ilk dönem Müslümanlarının)haberleriyle incelir. (İmam İbn'ül Cevzi, Saydu'l Havatır)

KUR'AN GÜNLÜĞÜ 3 / ENGİN NOYAN

Kendi uydurdukları yada daha doğru bir deyişle insanı doyumsuz/tatminsiz bir tüketim makinesi haline dönüştürerek, kelimenin tam anlamıyla izzetsizleştiren sömürü düzenin gizli açık her yolu ve yöntemi kullaranarak dayattığı bütün o sahte/düzmece, günümüzün yaygın ifadesiyle sanal değerlere tahsis edilmiş ayinleri bir düşünüyorum da: alış veriş ayini, spor karşılaşması ayini, dans-içki-tıkınma ayinleri...Ve bunların hepsinin altında yatan ve hepsinin de bilaistisna yol açtığı gayri insani/gayri ahlaki bir hayat tarzı.

...tavşan kokrtuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar. Zalimler de mazumlardan yani aslında ve özünde kendi zulümlerinden kokrtukça zulümlerinin dozunu giderek artırırlar, artırdıkça artırırlar.

Rahmetli üstad Muhammed Esed "bilgisiz kalmayı seçenler" diye meallendirdiği ifadenin mübarek Kur'an'da "cahiller" olarak geçtiğini hatırlatıyor ve "bununla ahlaki gerçeklere inatla sağır ve kapalı kalanlar kastediliyor olmalı, yoksa bu ahlaki gerçeklerden habersiz olanlar, bunların farkında olmayanlar değil" diye ekliyor.

Firavun böylece halkını ahmaklaştırdı ve onlar da sonunda boyun eğdiler: Çünkü onlar, aldatılmış, ayartılmış bir halktı. (Zuhruf 54)
Demek ki bir halkı boyun eğdirmek için onu mutlaka ahmaklaştırmak gerekiyor. Nasıl ahmaklaştırılır bir halk? Aldatılarak ve ayartılarak.


DOĞAL AİLE / NUREDDİN YILDIZ

Her şey elimizdeymiş gibi çalışırız ama kaderin elimize hiçbir şey koymayabileceğine de iman ederiz. Bu bize, üzerimize düşen her gayreti yapma ile sonuçlara kahrolmama arasında bir itidal getirir.

Bütün zamanlar ve bütün mekanlar çocuk yetiştirme açısından kirlidir. Mekke'de müşrikler kirletiyordu, Medine'de münafıklar kirletti. Daha sonra zenginlik kirletti. Kim hangi zamanda yaşıyorsa o zamanın kirleticisine karşı tedbirini alacak ve temiz ortam oluşturmayı becerecektir. Üzerimizdeki ebeveynlik görevini "temizle ve temiz tut!"parolası ile özetleyebiliriz.

Dün silahla yapılan savaşlarda kadın yer almazdı. Bütün milletler kadının savaşçı olmamasını yeğlemişlerdi. Bugünkü rızık savaşlarında ise kadının da yer aldığını hatta kadın savaşçının yani diplomalı, iş gören kadının daha çok tutulduğunu görüyoruz.

Resul'ün namazına hiç benzemeyen namazlarımızla onunla aynı cenneti paylaşmaya hazırken, iş katlandıklarına katlanmaya gelince kendimizi farklı ve özel göremeyiz.

İnternetten filan teknolojiye kadar Allah'ın kullarına ihsanı olan bütün nimetleri elimizde bulundurmak ama kimliğimizi eritmeden tutmak bizim için ideal olandır.

Biz evcil bir ümmetiz. Evlerini mescitleştirmek gibi bir maksat güden ümmetimizin temel karakteri budur.

Şimdiki nesil, evlenmeyi bir insan hakkı olarak görmektedir. İki iş adamının ortak bir fabrika kurması düzeyinde ile olmayan basit bir ortaklık şeklindeki evliliklerin sahiplerinin, Allah'tan beklenecek şeyleri eş adaylarından bekleyedurdukları karma bir hayat tarzı bizi alabora etmiş durumdadır.

Fitneler çıkmadıkça, yalan çoğalmadıkça, çarşılar içiçe olmadıkça, zaman daralmadıkça ve ölümler çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.
(Çarşıların iç içe olması, alışverişin bir ihtiyaç gidermekten çok zamanın öldürülmesi ve diğer fantezi taleplerin giderilmesi için kullanılmasını sembolize eder. Zamanın daralması dünya kurulduğundan beri günler hep yirmi dört saat olduğu halde insanların ellerndeki bütün gelişmiş imkanlara rağmen zamanın insanlara yetmemesidir.)

27 Mayıs 2016 Cuma

BEN NESLİ / JEAN M. TWENGE

Toplumsal kültüre "bireyin sadece kendine odaklanması" fikri aşılandıktan sonra doğan nesil, görev ve sorumlulukların kişisel benliğin önüne geçtiği bir dünyayla tanışmadı.

Bizi mutlu eden şeyin peşinden gidebilme özgürlüğünün tadını çıkartmamız, bu akımın iyi tarafı. ancak yüksek beklentilerimiz bizi, kendi sorunlarımız yüzünden başkalarını suçladığımız, endişe ve depresyon içinde boğulduğumuz, rekabetçi dünyanın karanlık tarafına doğru itiyor. 

17 yaşındaki Dan "Temel hayat felsefem, beni ne mutlu ediyorsa onu yapmaktır." 1943'te doğan anneme bundan bahsettiğimde "1960'ların başlarında birçok insan, hayatta en önemli şeyin dürüstlük, çalışkanlık, gayretlilik, vefakarlık ve başkalarına saygılı davranmak olduğunu söylerdi. Mutlu olup olmadığımı hatırlamıyorum bile. Bu elbette ki, "mutlu değildik" demek değil, sadece odak noktamız bu değildi"dedi.

Öğrenciler dans etmeyi öğrenirken, izleyenler için güzel bir görüntü oluşsun diye birtakım kurallara uymak zorundaydılar.  ...Hızlı şarkıların %90'ında bir dans partnerine bile ihtiyaç duymadan, müzik sizi nereye savururusa öyle dans ediyorsunuz.

...bugünün gençlerinin "Bir büyüğün dediğini hemen yapma. Her zaman "neden?" diye sor"şekline eğitildiğini yazıyor. 

Ben nesli, "Ben!Ben!Ben! Neslini" yetiştiriyor.

Başkalarının ne düşündüğünü umursamamak nezaket anlayışımız ve davranışlarımızdaki çöküşü açıklayabilir. Artık bir şeyi halletmenin tek bir doğru yolu olduğuna inanılmadığı için, çoğumuza görgü kuralları öğretilmedi.

Katolik inancını bırakan genç: "Yaptığım her şeyden dolayı suçlu hissetmek beni mutsuz ediyordu."

Duygusal açıdan sağlıksız bir nesiliz. Sürekli duygularımızı tartmaya, paylaşmaya ve incelemeye çalışınca daha dramatik sonuçlarla karşılaşabiliyoruz.

1980 ve 1999 yılları arasında yayımlanan haberlere ilişkin yapılan titiz bir çalışmada "ben, benim, kendim"gibi özgönderimli kelimeleirn kullanımında artış yaşanırken, "insanlık, ülke, kalabalık" gibi sözcükleirn kullanım sıklığında belirgin bir düşüş olduğu gözlemlendi.

Artık öğrencilerin hiçbir şey öğrenmesini beklemiyoruz. Öğrencilerden tek beklenen şey, kendilerini iyi hissetmeleri. 

Öz saygıyı unutun. Öz denetim ve öz disipline daha çok önem verin. (Roy Baumeister)

Çocukların büyük hayaller peşinde olmalarına şaşmamak lazım. Peynir yiyerek bile spor yıldızı olabilecekleri ima ediliyor.

Bazı hayaller yararlı olmasına rağmen, diğerleri çok açık bir şekilde gerçekçi hedeflere ulaşılmasını engelliyor.

Amerikalılar nikahsız birlikte yaşamak bu kadar popülerken, neden hala düğün yapıyor? Yazar Carol Wallace'a göre sadece size özel bir elbise giymek, başka birinin makyajınızı yapması, herkesin güzelliğinize hayran olması...Bu gibi deneyimlerin hepsi, sadece iki grup kadın tarafından paylaşılıyor: ünlüler ve gelinler.

Öğrencileirn sadece %37'si okullarını dört yılda tamamlıyor. Time dergisi bu gençleri "büyüyemeyenler" olarak niteliyor.

Materyalizm, bireyin kendine odaklanmasının eyleme dökülmüşlüğünü en açık ve en doğru şekilde gösteren sonuçtur. Kendiniz için daha çok şey istiyorsunuz. Hayattan hep en iyisini istemeye şartlandırılıyorsunuz.

Kırk elli yıl sonra Starbucks Cafe'de 19bin farklı kahve bileşimi olacak, birey gibi hissetmek için ne güzel bir fırsat değil mi?

Doğduğunuz dönem, endişe seviyenizi, aile yapınızdan daha çok etkiliyor.

Bekar veya boşanmış bireyler, daha fazla depresyona giriyor veya ruhsal sağlık sorunlarıyla boğuşuyor. Mutsuz bir evlilik yürüten kişiler bile boşananlardan daha mutlu.

Eski nesiller arasında depresyon oranı düşüktü. Bütün yoksunluk ve savaş deneyimlerine rağmen, her zaman birbirlerine sırtlarını dayaybiliyorlardı. ...depresyonu onlardan uzak tutan şey istikrarlı hayat tarzlarıydı.

Evde anne mutlu değilse hiç kimse mutlu değildir.

Cinsel açıdan sansürü olmayan kanaları izleyen ergenler, cinselliği iki yada üç yıl daha erken yaşıyor.

Her insanın düşebileceği hataları yapan bir anne babaya sahip bir çocuk bile, ana baba kurbanı olduğunu iddia edebiliyor.(Perfect Madness)

Chuck Klosterman, aşkın medya tarafından idealize edilmiş halinin baştan çıkarıcı ama asla ulaşılamayacak bir şey olduğunu söylüyor. 

Maddi rahatlığa kavuştuğunuzda paranın hayattan aldığınız tatminle çok önemli bir bağı olmaıdğını görüyorsunuz.

Araştırmalar ne kadar çok televizyon izlerseniz, o kadar maddeci olursunuz görüşünde birleşiyor.

"İstediğiniz her şey olabilirsiniz" sözü, hiç de gerçekçi olmayan "her şey olmalısınız"a dönüşüyor. (Midlife Crisis at 30)

"Bizim neslimizin hiç Büyük Buhranı yada Dünya Savaşı olmadı. Televizyonlar tarafından milyoner, sinema tanrısı, rock yıldızı olacağımıza inandırılarak büyüdük. Ama bunların hiçbiri olmayacağız ve bunu yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Ve çok çok kızgınız." (Fight Club filminden)

Asyalı Amerikalı çocuklar, bütün etnik gruplar içinde en düşük öz saygıya sahip olanlar, ancak akademik olarak genelde en büyük başarı onların.

Ülkemizin bu günlerde o kadar çok kritik meselesi var ki, vatandaşların aktif, katılımcı ve milletini düşünen bireyler olması çok önemli. dış etkenlerin yaşamımızı belirlediği düşüncesi yabancılaşma ve güçsüzlük artmaya devam ederse okulu bırakan, arkasına yaslanıp dünyanın gidişatını hiçbir şey yapmadan izleyen bir topluma dönüşeceğiz. (Psychology Today)

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu yaşayan çocukların kendi davranışlarından dolayı herhangi bir hastalığı suçlamalarına gerek yoktu, kimbilir belki de sadece çocukluklarını yaşıyorlardı.

Bir karikatür:
-Kişisel gelişim kitabı yazıyorum. Öncelikle insanları kendileirnde bir sorun olduğuna inandırıyorsun. Bu kısmı çok kolay, çünkü reklamlar zaten insanları kiloları, sosyal statüleri ve cinsel albenileri konusunda endişeli olmaya şartlandırdı. Daha sonra problemin onların suçu olmadığını, sadece daha büüyk güçleirn kurbanı olduklaırnı söylüyorsun. Çok kolay, çünkü insanlar ne olursa olsun zaten buna inanıyor. Hiç kimse kendi durumundan sorumlu olmak istemiyor. Son olarak da uzman tavsiyesi ve desteği doğrultusunda, problemlerini çözüp mutlu olabileceklerini anlatıyorsun. 
-Peki insanların hangi sorunu çözmelerine yardım edeceksin?
-Kişisel gelişim kitaplarına olan bağımlılıklarını!

Günümüz annesinin çocuğunun her saniye nerede olduğunu bilmesi ve aynı zamanda çocuğun öğretmeni, doktoru, şoförü ve gelişim psikoloğu olması bekleniyor. (überannelik)

Genç kadınlar kişisel tercih açısından imkansız ikilemlerin kılığına bürünen sahte işlerin ve seçim retoriği haline gelen gizli şüphelerin sahibidir. (Orenstein)

Bu nesil sorumluluk duygusu ile motive olmaz, çok çalışmak kendi içinde bir erdem değildir, ancak onları toplumda diğerleirnden ayırıyorsa o zaman uğraşmaya değer.

Başkaları ile iyi ilişkiler içinde olanlar daha mutludurlar, daha iyi durumdadırlar ve kendilerine daha çok saygı duyarlar.

Minesota'da bulunan Edina şehrinde okulların bir saat geç açılması akademik performansı artırdı, kötü davranışlarda azalma görüldü. (uykularını aldılar!)

İÇİMDEKİ CENNETE YOLCULUK / ÜMİT MERİÇ

Son zamanlarda "Neler yapıyorsunuz?" diye soranlara, "iyiyim" gibi ezberlenmiş bir cevap vermiyorum, "Kul olmaya gayret ediyorum. Allah yardımcım olur inşallah"diyorum.

Donmuş kalmış bir Ümit Meriç yok, oluşmakta olan bir Ümit Meriç var.

Benim için hayattan kaçış değil, tam tersine, hayattan geri çekilip, zamanda ve mekanda çok daha ilerilere ve gerilere sıçrayabilmenin trampleni, namaz.

Ömrüm boyunca kendi kendimle ne kadar az başbaşa kaldığımı fark ettim.

Köy giriş yada çıkış yerlerinde mezarlıkları da çok severim. Girerken yada çıkarken, bir mekanın eski zamanda yaşanmış çehrelerine hiç tanımazsanız da selam vermek ne kadar insani.

Bir tür "melekleşme provası" oruç.

Sosyolojinin 19.yüzyılda, Avrupa'nın altüst olan toplumunu uslandırmak için "ismi konan bir üniversite disiplini" olarak doğduğunu biliyoruz. Yeni palazlanan Avrupa burjuvasinin fetihlerinin tapusunu çıkardıktan sonra sosyolojiye olan hayati ihtiyacı azaldı. ...Ülkemize misafir gibi geldi sosyoloji, bizim olmayan problemleri ve bizim olmayan çözümleriyle hanemizi teşrif etti ve bir türlü ev sahibi olamadı. 

Nankör, aziz olan ekmeğe, nan-ı azize kör bakan demek.

Hacı olmanın ağırlığı yok, hacı olmanın hafifliği var.

Ütopyalarda çalışma en az süreye indirilir ve ondan sonra kalan saatler insanın iç güzelliğini geliştirmesi, evrendeki ve dünyadaki dış güzellikleri temaşa etmesi için insana bırakılır. Orası sizin kendi his bahçeniz olan zamandır. Kendinizle buluşacağınız, kendinizi keşfedeceğiniz...zaman dilimi.

Batı medeniyeti "hayatın manası nedir?" sorusuna "bilmiyorum" diyen tek medeniyet olarak tarihin arşivine kaydedilmiş bulunuyor. (Andre Malraux)

Her insan kendi İsa'sına gene bir Meryemdir. (Mevlana) Bir mucize doğacaktır amma önce Cebrail ile buluşmak gerek.

İslam dünyasının sıradan mümine ihtiyacı yok. Sıradan, esneyerek namaz kılan mümine ne İslamiyetin ihtiyacı var, ne beşeriyetin. Farzları mutlaka aşmak, nafilelere niyet etmek gerekiyor. Onun için bizim yeniden iman etmemiz lazım. 

Hind irfanının dediği gibi "geçen günler değil, sensin".

ADAYIŞ RİSALESİ / MUSTAFA İSLAMOĞLU

Kur'an doktor kadavrası gibi öne alınıp üzerinde meslek öğrenilecek, ihtisas yapılacak, tez hazırlanacak, akademik kariyer kazanılacak bir şey değil, iman ve amel edilcek bir hayat kitabıdır. Onun için selef "alim" deyince Kur'an'ı okuyup, anlayıp, yaşayıp, yaşatanı anlamışlardır.

Batı'dan mülhem pozitivist ilim anlayışında ise alim "teolog"dur, yani "dinbilimci". Din tezgahta satışa arz edilmek için inclemeye alınır. Bu ilim felsefesine göre Kur'an ve sünnet iman konusu değil bir inceleme, araştırma, ihtisas ve akademik kariyer konusudur. Kur'an üzerine çalışılırken vahyin üste başa, kafaya kalbe bulaşmaması için azami çaba gösterilir. Neticede Kur'an'dan onun ruhundan, hayat felsefesinden, hidayet ve nurundan hiçbir şey bulaşmaz bu "dinci"lere. Bu tip Kur'an "mütehassısı"dır. Ağzından söz yerine "meal" akar. 

İnsanlar veremiyorsa vermeleri gereken şeylerin sahibi olamadıkları içindir. Aksine o şeyler insanların sahibi olmuştur.

Allah'ın Kitab'taki ayetler dışında hala gönderilmeye devam eden ve O'nun Kelam, İrade, Kudret, Hadi, Rahman, Rahim, Kahhar, Muiz, Muzill gibi bir takım sıfat ve isimlerinin tecellisi olan mesajı kainatta eşyada, olaylarda ve bizzat insanın kendi nefsinde ortaya çıkmaya devam etmektedir.

Yürek teri, zihin teri ve alın teri dökerek, başka bir deyişle kan, gözyaşı ve ter akıtarak onu hakedenler, bu açık hesaptan hesapsız rızıklandırılırlar.

Allah Teala temizlenenleri seçiyordu elbet. Bununla birlikte seçtiklerini de temizliyordu. Yani kul kendisine düşeni yapınca Rabb da kendisine düşeni fazlasıyla yapıyordu. O kendi dinine yardım edene yardım edeceğini vaad etmişti. 

Eğer kadın bir takım dış etkilerle bu yüce konusumdan uzaklaştırılıyor yada uzaklaşıyorsa, fıtratından ve asli görevinden yani Allah'ın kendisini yerleştirdiği cepheden kaçıyor, savunması için kendisine verilen siperi terk ediyor demektir... Üstüne lazım olmayan işlerle uğraşanlar, üstüne lazım olan işleri aksatırlar.

Birileri kendilerine "iş" arayabilirler ama Müslüman kadın asla. Onun işi başından aşkındır, eğer kaytarmıyorsa. Müslüman aile, yemeklerin lokantadan yendiği, çocukların kreşlerde büyütüldüğü, evint çift kişilik bir otel yada pansiyon gibi kullanıldığı bir sözümona aile değildir.

26 Mayıs 2016 Perşembe

YENİ İNSAN / NAZİFE ŞİŞMAN

Dikkat edilirse son dört yüz yıldır Batılı düşünce hümanizmi "gerçek insan", "insan-ı kamil" gibi kavramlar üzerine değil, hayvanlar aleminin en üstün üyesi olan "alelade insan" kavramı üzerine bina ediyor. Bu sebeple Aydınlanma hümanizminin insanı, bu dünya ile sınırlı.

Ölme hakkından ve yaşama hakkından bahsedebiliyoruz. Halbuki ölmek yada yaşamak bir kaderdir, bir kaçınılmazlıktır. Bütün kadim anlayışlarda bu böyledir.

Bilim dinin "iyi hayat" telakkisini yıkmış ama yerine bir şey de koymamıştı.

Hem ahlaken hem de hukuken bir şeyin yapılabiliyor olması, yapılmasının meşru olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle bilimin ve teknolojinin geldiği son nokta tartışılmaz değildir.

Kişinin bedeni her istediğini uygulayabileceği bir mülk değil, Allah'ın rızasına uygun kullanmak üzere ona verilen bir emanettir. Nitekim Kur'an'da Ahiret günü bütün organların kişi için şahitlik edeceği bildirilir.

Genlerin her şeyi belirlediği şeklindeki determinist yaklaşım eninde sonunda insan iradesini ve sorumluluğunu iptal eden bir tavra göürüyor. 

Bugün dünya çapında pek çok zengin klonlama ihtimaline karşı kendi hücresini donduruyor yada ölümsüzlüğe çare bulunabilecek bir gelecek için cesedenin dondurulmasını vasiyet ediyor. Elbette bu maliyetli bir işlem. Bu nedenle ancak en çok hak edenler yani en çok parası olanlar bu teknolojiden yararlanabiliyor. İleri kapitalist toplumda "ölümsüzlük" bile satın alınabilecek bir metaya dönüşmüş durumda. Aynen sağlık ve genç görünüm gibi.

Bilim kurgu filmleri sadece film değildir. Biyoteknolojideki gelişmeleri belli bir dünya görüşünün parçası olarak normalleştirici bir işlev görürler. Aslında romanlar, filmler, bilgisayar oyunları, çizgi filmler vs insanları er geç karşılacakları bu olağanüstü gelişmelere hazırlar. Bu filmler hem halkı eğitir hem de biyoteknolojik gelişmeleri meşrulaştırıp kabullenilebilir hale getirir.

Çocuk sahibi olmak ileri yaşlara ertlendikçe ve ebeveynler daha az çocuk sahibi olmayı planladıkça, her çocuk paha biçilmez bir yatırım olmaya başlıyor.

Yani anne babaya bir sonraki kuşağı üretme yetkisi verilmiş olmaktadır genetik müdahale ile.

Nasıl ki, küresel iktisadi yapının ortaya çıkardığı esnek iş dünyasındaki başarısızlık bireyin yetersizliğine bağlanıyorsa, sağlık alanındaki başarısızlık da tamamen bireyin yetersizliğine bağlanır hale gelmiştir. Yani sağlıklı olmak bireyin sorumluluğunda olan bir şeydir. Diyetinde dikkatli olmalı, sağlıklı beslenmeli, spor yapmalı, kontrolleri zamanında yaptırmalı, erken teşhis imkanını gözden kaçırmamalı, verilen tedavileri harfiyen uygulamalı... Bunlar yapıldığında sağlıklı olmak garanti altındadır.

Sağlıksız hayat "kaliteli" olmadığı için anlamsız bulunuyor. Halbuki hayatın bize emanet edilmesi, fıtratı bozmamak ve beden emanetini ruhu yüceltme maksadıyla korumak demektir. Dolayısıyla görünüşte sağlıklı ve kaliteli olmayan bir hayat, insan olmanın anlamını idrak etme bakımından çok da isabetli ve yüksek bir noktada olabilir. 

Ölüm bir vaizdir. Yani bir hatırlatıcı. Ahiretin var olduğunu insanın bu dünyada yaptıklarından sorulacağını, şu yaşadığımız hayatın ötesinde bizi daha hayırlı bir hayatın beklediğini "o gün"ün geleceğini hatırlatan bir uyarıcıdır ölüm.

1955'te doğum kontrol hapı icat edildi. Kadınların doğurganlıklarını kontrol edebilmeleri, hem kadın hakları alanındaki taleplere bir ivme kazandırdı hem de serbest cinselliğin yolunu açtı. Giddens'in tespit ettiği üzere "plastik" cinsellik yani sorumluluk ve bağlılık gerektirmeyen cinsellik mümkün hale geldi. Doğurma zorunluluğundan azade hale gelen cinsellik, aile ve aşk ilişkilerinin de doğasını değiştirdi.

Son dönemlerde sağlıklı ömür dileklerimize bir vurgu değişimi dikkat çekiyor. "Hayır"dan ziyade "sağlık"ta yoğunlaşıyor temennileirmiz, dualarımız ve ilgimiz, yani bizi biz yapan talebimiz. 

İnsan duygularıyla insan olabilir ancak. Herkesin ortalama uyumu ve ona mukabil ortalama duyarsızlığı paylaştığı bir toplum belki Hitler'in yakıp yıkan bir Moğol ordusunun ortaya çıkmasını engeller, ama bir Shakespeare, bir Yunus, bir Mevlana da çıkamaz içinden.

ON İKİ EMİR / ABDULLAH YILDIZ

İnkarcı temele dayalı modernitenin ve onun ürettiği modern yaşam biçiminin bütün geleneksel kurumları ve ilişki biçimlerini altüst ettiği, bu çerçevede insanlar arasındaki en güçlü tabii/fıtri bağ olan akrabalık ilişkilerini de büyük oranda kopararak onları bireyselleştirdiği, daha doğru bir ifade ile yalnızlaştırdığı bir zaman diliminde, Müslümanlar olarak Rabbimizin sıkı tutulmasını emrettiği akrabalık/rahim bağları üzerinde ciddi ciddi düşünmek ve bu bağları yeniden inşa ve tahkim etmek durumundayız. 

"Doğru ölçekle tartın" ifadesi, "sadece ticari alışverişler için değil, insanlar arası bütün ilişkiler için geçerli olduğunu" vurgular. (Muhammed Esed)

Elde ettiğiniz bilgiyi uygulamak niyetiyle mi öğreniyorsunuz, yoksa bilgi ticareti yapmak, başkalarına hava atmak, akademik kariyer sahibi olmak gibi farklı niyetlerle mi öğreniyorsunuz?

"Evlerinizi kıble(ye dönük mescidler) haline getirin" ifadesi bence şu anlama gelmektedir: "Bu evleri cemaatle namazın kılındığı ortak mekanlar ve toplantılarınızın yapıldığı merkezi yerler haline getirin.

Gazaliye göre, malı yaratılış gayesinin dışında harcamak israf, bu gaye dışında harcamaktan kaçınarak elde tutmak cimrilik, yaratılış gayesine uygun olarak harcamaksa cömertliktir.

YAŞAYAN KUR'AN OLMAK /EDİSYON

İlahi inşanın yönü zihniyetten bireye, bireyden topluma doğrudur. Önceki aşama tamamlanmadan bir sonraki aşamaya geçilmez. Zihniyetten bireye geçiş aşaması her birey için değişik sürelerde tamamlanır.

Fikir ortadan yok olduğu zaman, put açığa çıkar, kendini gösterir. (Malik Bin Nebi)

Elçisi ve elçisinin yetiştirdiği Müslümanlar Kur'an'ı sadece okuyarak ahiret hesabında yüce Allah'ın kararını etkileyecek bir torpil imkanı elde etmek gibi garip anlayışlara sahip olmamışlardır. Kur'an'ın kendileirne sağladığı fayda ve katkıları öncelikle ahirette değil, dünyadaki gerçekleştirdiklerinde görmüşlerdir. Dünya "kazanılınca"ahiretin de kazanılacağını dikkate almışlardır. Bu nedenle de onu öncelikle "hayatın kitabı" olarak algılamışlardır. 

Onlar Kur'an'ı hayatlarıyla okumuş ve ifade etmişlerdir. Hal ve hareketleriyle, düşünce ve inançlarıyla adeta yürüyen birer Kur'an olmaya çalışmışlardır. Hiçbir zaman daha çok şey bilmeye çalışan olmamış, sadece ve sadece "dosdoğru" tarzda inanıp, "dosdoğru" tarzda yaşamaya çalışmışlar ve bunun yegane kaynağı olarak da Kur'an'a bağlanıp onunla birlikte olmuşlardır. (Ahmet Cemil Ertunç)

Zaman faydalı olanın yararına çalışır. Çünkü bu konuda Allah'ın değişmez kanunu şudur: faydalı olan yeryüzünde kalacak ve kalıcılığını sürdürecektir. Zararlı ve faydasız olan da köpük gibi yok olup gidecektir.

İnsan içinde yaşadığı şu kainatın kendi hizmetine sunulduğunu bir türlü kavrayamadı gitti. Bu yüzden onu hep yenilgiye uğratılması gereken bir düşman meydan okunması gereken bir rakip olarak gördü.

İnsan şu ana kadar bu kainatın ne kadar geniş, imkanlar bakımından ne kadar zengin ve cömert olduğunu bir türlü keşfedemedi. Bundan dolayı cimriliği tercih eder....

Bazı alimler şöyle dmeişlerdir: Dünyada da cennet vardır, dünyada iken oraya girmeyen ahiretteki cennete de giremeyecektir. Bundan dolayı, daha dünyada iken insanın kalbinde hiçbir şey ve hiç kimse hakkında en ufak bir kin, nefret duygusu kalmayacak şekilde kalp selametini kazanması mümkündür, çünkü kainatın ve içinde yaşayan insanın teshir edilme kanunları vardır, kim o kanunları keşfederse, bütün varlıkla onun hizmetine boyun eğerler. (Cevdet Said)

Modern tavrın bir diğer özelliği görünür kılmaktır. Burada dış görünüş bir hayli önemlidir. Gösterişçi olmak, göze hitap etmek esastır. Halbuki dine yaklaşımın en olumsuz şekillerinden birisi burada kendini gösterir. Din deruni bir yaşam biçimidir. (Mehmet Aydın)

Sanal bir halkın inşası için, yaşamayan halkın düşman olarak algılanması çok büyük bir potansiyel ve motivasyon kaybına neden olmuştur. 

Bugün modernizmin insanı eşyalaştırması ve yabancılaştırmasına çılgın bir tüketim anlayışına ve yaşam biçimine karşı tek çözüm İbrahimi duruştur. 

Tüketim, modern dünyanın en temel putudur. Hiçbir tahdit getirilemeyen bireysel özgürlük kavramı, tüketim ruhu ile birleşince, tam bir istismar çarkı oluşturmaktadır.  Hazzı tahrik ederek bireyi her türlü tüketime sevk etmek, günümüz dünyası muktedirlerinin kar putunu yaşatmak için buldukları bir çözümdür.  (Yıldırım Canoğlu)




FAHİM BEY VE BİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

İnsanlar birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususui boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır. Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz. Herkes ancak biraz kendi komşusuyla meşgul olur. Herkes ancak bir iki düşman için kin, ancak üç dört dost veya akraba için haset veya muhabbet ve ancak beş altı vücut ve ruh için bir zaaf, bir temayül veya bir aşk duyar ve beşeriyetin üst tarafı bize tamamen yabancı gibi karanlık kalır.

Biz saffetimizle sanırız ki bütün tanıdıklarımız her zaman kendimizi olduğumuz gibi görecekler, masum isek mücrim saymayacaklardır. Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir. Zalim size zulüm etmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek ısırılmaya müstahak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır. 

Biliriz ki, bütün kanımızı emdikleri halde, ziyadan korkan yarasalar gibi, mantığın ve zekanın aydınlığından kaçınan birçok hülyalarımız, emellerimiz vardır. Bunlar ibhamın ve hayalin karanlıklarında bütün kanımızı emerler ve biz onların bu huylarıyla ünsiyet peyda ederiz. 

Hakikatin mahbesinde kalmaya sanki kim razı olur? Herkes muhayyilesindeki bir İspanya şatosunda yaşar. Herkes atinin ziyafetinde mest olur. Herkes ömrünün serabında ezeli bir vuslat sezer. Her muhayyilenin içinde mevcut bir cennet vardır.

Her neslin yaptığı heykeller yıkılır ve bahçesi viran bir mezarlığa döner. İnsanların kafası taşları devrilmiş ve ancka birkaçının üstündeki isimler okunabilen bir mezarlığa benzer. İnsanların muhakemeleri zayıf, ahlakları zayıf, fakat hafızaları bunlardan daha zayıftır. Kalplerden evvel beyinler işlemez olur. Gönüllerden evvel hafızalar bozulur. Bundan dolayıdır ki insanlar kısacık ömürlerinde muhabbetlerini de, kinlerini de nice defalar değiştirirler. 

İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır. Ölüm onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar. 

Dünyamız bize göre olduğu gibi hayatımız da kısmen tabiatımızın yarattığı bir şeydir ve hilkatimiz neyi istiyorsa odur. Yaşadıkça kendi kabuğunu yetiştiren sümüklüböcek gibi talihimizi biz kendimiz öreriz.

Asıl sevgilerimiz gönlümüzde yaşayan hülyalarımız ve asıl sevgilerimiz hayat çölünde ufuklarımızı her an süsleyen kendi ruhumuz ve kendi gözlerimizle yaratılmış seraplarımızdır.

17 Mayıs 2016 Salı

KENDİMLE KONUŞMALAR / SALAH BİRSEL

Yüksek sesle okumak insanı okunan parçanın yapısına daha bir yakınlaştırır, onu düşüncelerin girintisi çıkıntısı sözlerin dizimiyle burun buruna getirir.

Okur dediğimiz cezvesi karışık kişiler yazarların kitaplarını kıytırık raflara istif etmekten başka bir şey bilmiyorlar.

Düşünmek için geniş ve boş zaman gerekir. Boş zaman 20. yüzyıl insanlarının çok güçlükle ulaşabildikleri bir mutluluktur. 20. yüzyıl insanları işlerini, eğlencelerini, sevgi ve kinlerini öylesine girintili çıkıntılı bir dişliye kaptırmışlar ki, kendileirni hiç mi hiç ondan kurtaramıyorlar. Sinema, tv, dans, futbol, sanat, bilim ve teknik adını taşıyan alacalı bulacalı üfürükçü musluklarından birtakım bayıltıcı gülyağları akıtan bu dişli, insanların zaman çanaklarını doldurmaya yarıyor. Denilebilir ki şimdilerin insanı zamanını boş geçirmeme sıtması içinde şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklenmektedir. 

AŞKTAN DİNLE / CEMALNUR SARGUT

Nohut kaynar suyun içine atılarak pişer ve hatta acıdan sıçrar. Aşçıbaşı olan mürşid-i kamil de onun kafasına kepçeyle vurup iyice pişsin diye tekrar tencerenin içine atar. Sonuçta nohut insana geçer ona hizmet eder, yiyecek haline gelerek...

Biz evladımızda bir kusur gördük mü, o kusur yok olana kadar o konuda evladımızı terbiye ederiz, Allah da bizde bir kusur gördü mü o yok olana kadar bize çeşitli acı ve ıstıraplar verir.

Firavun her gece sakalından kendini aşıp Allah'ına yalvarmış: Allah'ım biliyorum ki sen en büyüksün ve Musa da senin peygamberin ama herkes bana o kadar çok "Sen Allah'sın" diyor ki, bu zevkten vazgeçemiyorum.

Ben Allah'a aşık olduğum an önce münakaşayı sonra münazarayı, sonra konuşmayı kestim.

Alınmak, darılmak yapanın yaptıranın Allah olduğunu unutup kendini her şeyden üstün görmekten oluşan bir şeydir.

Allah mutlaka zıddımızla terbiye olacağımızı bize öğretiyor. Görüyoruz ki arkadaşlıkta, dostlukta, evlilikte karı kocalıkta hatta ana evlat ilişkisinde genelde zıtlıklarımızla terbiye oluruz ki, nefsani yönlerimiz törpülensin ve Allah'a daha kolay yaklaşabilelim. 

"Az ye, az uyu." Tabi burada "az ye"den maksat yemeyi azaltmak değil, nefsini az besle, her istediğini verme, her istediğini alma, haram olana el uzattırma. "Az uyu"dan maksat, gaflette olma, yani Allah'tan uzak, uykuda olma, ölü olma.

Firavun bir kere bile Allah demesin diye Allah ona baş ağrısı bile vermemiş. Demek ki hastalıksız ve sıkıntısız yaşamak, firavun olmakla eş değerdir. Hastalık ve sıkıntılar ise insanı tekamül ettiren en güzel şeylerdir. 

Yunus Emre hazretlerine demişler ki, çok sıkıntıdasın sana dua ediyoruz. Aman karışmayın demiş, bu gider daha beteri gelir, ben buna alıştım, sabretmeyi öğrendim.

Hz. Eyüb'ün tüm vücudunu artık mikroplar sarıyor, bacağından irinler akıyor ve o bir keresinde bacağından düşen bir kurdu alıp yerine koyunca o kurt onu ısırıyor ve çok acı çekiyor. Diyor ki "Allah'ım bu kadar sıkıntı verdin hiç acı çekmedim, niye bu kurt bana acı verdi?" Allah diyor ki "Ama onu sen koydun, Ben koy demedim."

Güzel huylu kişi, kötü huylulara tahammül eden, onların kötü huyunu görmeyen ve söylemeyen kişidir.


HADİS GÜNLÜĞÜ/ MÜNİB ENGİN NOYAN

Cahiliye cehaleti de gerçekten korkunç bir şey. hele mahzun ve mazlum memleketimizin 'tatlısu aydınları' biraz avami/amiyane ama pek isabetli bir ifadeyle entellerine özgü olan o utanç verici, en başta dini olmak üzere, aslında ait olduğu medeniyet hakkında hiçbir şey bilmeme, daha da kötüsü yalnızca kulaktan dolma, yalan yanlış, heme hepsi de hurafe/dedikodu mahiyetinde ve seviyesinde bilgilere sahip olup üstüne üstlük onlara körü körüne inanma hali, büsbütün korkunç bir şey!

Hepimiz en parlak, en zeki, en akıllı ve de en kaabiliyetli evlatlarımızın hepsini de 'Batıl Batı'nın kriterlerine ve de taleplerine uygun bol para kazanan ve yine ancak Batıl Batı'nın gözünde prestij/itibar sahibi olan kişiler olma/meslekler edinme yolunda kurban ediyoruz.


CENNETİN DİBİ / GÜNDÜZ VASSAF

20. yüzyılın savaşan barışçıl modern insanı, çelişkiler içinde tam bir maskara oldu.  ...oyuncak tabancadan koruduğu çocuklarını askere yolladı. 

Apartman yaşantısı gerçekten zor. Birbirleirni tanımayan, tanımak istemeyenlerin cemaat bile olmadan zorla cemiyetleştirildiği bir ortam apartman.

Çağlar boyu insana mutluluk vaat eden dinler, ideolojiler gibi psikoloji de iflas etmişti. Mutluluk değil, cebelleşecek sorun arıyordu insanlar. Biiryle uğraştıktan sonra bir yenisine, aşılması daha güç bir soruna doğru içgüdüsel bir yöneliş vardır hepimizde.

Türümüz 30.000 yıl içinde kabile halinde yaşamaktan geniş aileye, geniş aileden çekirdek aileye, oradan da tek başına yaşama aşamasına geldi. 

İnanın kiliseyei camiye gitmiyorsanız bedava diyedir. Türümüzün bir özelliği bu. Bir yandan beş para etmeyen şeylere dünyanın parasını verir, bir yandan da maddi değeri yok diye dünyanın en güzel şeylerinin bedava olduğunun farkına varmaz yada küçümseriz. 

ÇÜNKÜ ZORDUR SEVGİ /RAINER MARIA RILKE

Her çocuğun dünyaya gelirken kendisine çekirdek halinde bağışlanan bir kişiliği de beraberinde getirdiğini gören ve bu kişiliği saygıyla karşılayan anne babalar bile çocuklarını ileride bir baltaya sap olacak gibi yetiştirmeye çaba harcar, bu davranışlarıyla çocukların belli bir yöne yöneltilmeyi değil, beslenip doyurulmayı gereksinen yaşamlarına karşı suç işlemiş olurlar. 

Öğretmene düşen, kendisine emanet edilmiş çocuk topluluğundan birbirinden farklı pek çok çocuk yetiştirmektir.

Okulun anne babaların başlattığı bir eğitimi ileriyle götürmekten, kişilik denen şeye karşı sistemli bir savaşı gerçekleştirmekten başka şey yaptığı yok. Bireye bireyin istek ve özlemlerine yukarıdan bakmakta, onu kitle düzeyine indirgemeyi görev bilmektedir. Büyük kişilerin yaşam öykülerini okuyunuz, ne olmuşlarsa hep okula karşın olduklarını göreceksiniz. 

Büyük düşüncel okullarda tüm dirimselliğini yitirip soyut ve sıkıcı nesnelere dönüşmüş, çünkü eğitmek gibi bir amaç söz konusu düşünceler içine yerleştirilmeye çalışılmıştır. "Genel eğitim" denen şey, baştan sona o rantsız ölçüde büyüyüp kişisellik dışı nitelik kazanan bilgi birikiminden başka bir şey değildir, bir konuşma el kitabı gibi cansız, onun gibi iç tutarlıktan yoksundur. Okulda çocuğa gereksindiği şey değil, onun hiç ilgi duymayacağı hazır sonuçlardan belki bir porsiyon sunulmaktadır, o kadar. 

Acaba özellikle aylak aylak geçirmek zorunda kaldığımız günler, alabildiğine yoğun bir etkinlik içinde bulunduğumuz günler değil midir? Acaba aylaklık sonrasını izleyen çalışmalarımız, eli boş oturduğumuz günlerde içimizde gerçekleşen o büyük devinimin en son yankılanışı değil midir?

Üzerimizdeki akıl almadık baskısıyla ölüm gibi böyle bir ağırlığın işlevi, bizi yaşamın daha derin, daha iç katmanına daldırmak, belli bir gelişimin sonunda eskisinden büyük bir üretkenlikle buradan boy verip çıkmamızı sağlamaktadır.

Yalnız olmak iyidir, yalnızlık zordur çünkü, bir şeyin zorluğu da onu yapmanız için artı bir neden oluşturur.

Dost denilen kişiler dans ve müzik gibi olmalı, asla bilinçli değil, istemdışı bir gereksinime uyarak onlara doğru yola koyulmalıdır. Dostluk bunun sonucunda doğup çıkmalıdır ortaya. Birbirlerine doğru yürüdüler mi, biri ötekine ayak bağı olur.

Nereye gidileceği bilinmedi mi, veda etmek içinden pek gelmez insanın. Ölmek üzere olanların veda etmekte o kadar zorlanmalarının nedeni de budur.

Toprak altında kalmak tohum için toprağın üstüne çıkmaktan daha kolay değildir. Kolay ve zor diye bir şey yoktur. Zor olan yaşamın kendisidir. Sen de yaşamak istiyorsun değil mi?

Vakitsiz ekilen tohumlar yeşermez. Oysa sabır ve çaba gerçekten her an ekmeğe dönüşebilir.

Bir ağacın kökünün dallarında taşıdığı meyvelerden haberi olmasa da, gerekli besiyi yine yollar, besleyip doyurur onları.

Meyvenin çekirdeğini içinde taşıması gibi ölümü kendi içinde taşıdığını eskiden insan bilir, sezerdi.

Sevilmek geçiciliktir, sevmek kalıcılık. 
Asla tutmamaya çalışmakla sımsıkı tutuyorum seni.

Deha zamanı için sürekli bir baş belasıdır.

Birinin yaşayıp da yaşadığını bilmemesidir ölüm.

Yol varılmak istenen hedeften daha fazla bir şeydir.

BÜTÜN ESERLERİ II / AHMET HAŞİM

Dünyanın hiçbir tarafı kendi muhayyilem kadar zengin değildir.

Ey sıhhatin şımarttığı maddi adamlar! İyiliğin zevklerini tatmak için biraz da hastalığı tecrübe ediniz.

İntihar bir nevi reklamdır. Kendini öldürmeğe kalkışan her insan, bu meyus hareketiyle felaketi üzerine nazar-ı dikkati ve binnetice merhameti celbedeceğini umar ve en son dakikaya kadar imdadına koşup kendisini saadete eriştirecek bir kurtarıcı eli bekler. Halbuki kış soğuklarında zatürreyi göze aldırıp bir müntehirin arkasından kendisini dalgalara atacak kaç deli hayırhah bulunur?

Hiçbir namdar Avrupalı muasır tanımıyorum ki, ilhamının menbaı eskilerden biri olmasın. Eskiler yeryüzünde akan büyük nehirlerdir. Muasırlar ise o nehirlerin kıyısından yudum yudum su içen birtakım geyiklerdir.

Hiç Türkçe okumadığınızı söylüyorsunuz. O halde bu lisanda okumanıza layık şeyler bulunsa, siz onlardan nasıl haberdar olabileceksiniz?

İhtiyarlamış bir vücutta duyguların zayıfladığını kim söylemiş? Hiçbir genç havada, derece değişikliklerini bir ihtiyar gibi sezemez. İhtiyarın asabı şöyle dursun, kemikleri bile, birçok zaman evvel, yağacak yağmurdan, kopacak fırtınadan, çıkacak güneşten tam bir sıhhatle haberdar olur. Bu işte ihtiyara yetişebilecek ancak kedi ve horozdur. Bir ecnebi muharririn geçenlerde yazdığı gibi hırs-ı piri, şiddet itibariyle gençliğin her türlü hırslarını gölgede bırakır. Hasislik yani para iptilasının en had şekli yalnız ihtiyarlardadır. Ne Harpagon ne de Shylock genç değildir. Kıskançlık fırtınaları bir ihtiyar kalpte gösterdiği şiddeti hiçbir zaman genç bir kalpte gösteremez. Şan ve şerefin hiçbir derecesi ihtiyarı doyurmağa kafi değildir. Hayat muhabbeti ihtiyarda azamidir. Bilhassa ihtiyar aşkından bir faciadan kaçar gibi kaçmalı. 

13 Mayıs 2016 Cuma

MEDENİYETİMİZİN ANALİZİ VE GELECEĞİ / MEHMET NİYAZİ

Otorite ferdi köleleştirir buhran da yanıltır. İnkılaplarımıza fermanla veya kanunlarla başlayacağımız yerde ruhumuzun heyecanlarını keşfederek başlasaydık ve onları hayatımızla besleseydik, bugün gıpta edilecek bir yerde olurduk. 

Geri kalışımızdan doğan neticeleri, gerilememizin sebepleri zannettiler. Kimisi geriliğimizi hükümdarlarımızın istibdadında kimisi devlet şeklimizde, kimisi de dinimizde aradı. Hristiyanlık Batıyı ileri yapsaydı, ikibin yıldan beri oraya aynı din hakimdi, geçmişte de ileri olurdu. Oysa Batı'yı güçlü kılan devlet şekli yada dini değildi. Devlet şekli ona güç vermiş olsaydı, bütün güçlü milletlerin aynı devlet şeklini paylaşmış olmaları gerekirdi.

Sanayisini kurmuş Batılılar için zaruri ihtiyaçlarını karşılamak zor değildi, fakat her gün aynı işi yapmaktan aynı hayatı yaşamaktan sıkılıyorlardı. Geçim sıkıntısı çekmedikleri için de kendileriyle daha fazla meşgul olabiliyorlardı. 

Filozoflar mevcut inançları tahrip etmekte iyi başarı gösteriyorlardı, ama açtıkları boşluklara sadece soru işaretleri koyabiliyorlardı. Yıllarca horladıkları akıl inkar edilemeyecek bazı gerçekleri de gün ışığına çıkarıyordu. Giderek aklın başarıları abartıldığından oradan çok geçmeden yerle gök arasında ne varsa, her şeyi açıklayacaklarına inanmaya başladılar.

İnsanları telakkileri ve hayattan bekledikleri yönlendirir. Doğulular genelde hayatta huzuru, Batılılar ise refahı ararlar. Doğuluların bakışlarını iç dünyalarına çevirmelerine karşı Batılılar ilmi faaliyetlerini, hayat standartlarını yükseltmek esasına dayandırırlar.

Hayatın gayesini ihtiyaçların tatmini şeklinde idrak eden insan, maddeye hakim olacağı yerde maddenin esaretine düştü. 

Kültürlerin temelinde dinler bulunmaktadır, dinlerin mihrakı da Allah anlayışlarıdır. 

Batı'nın normal insanı kendinden kaçar hale geldi, hiçbir şeyi dert edinmeden anını yaşamak telaşına kapıldı, fakat ne vicdanından ne de idrakinden kurtulabildi. 

Hıristiyanlarla Müslümanların ilme bakışları farklıdır. Havari Paulus "Tanrı hikmeti aptallığından mı dünyaya açıklamadı" diye sorarken ilmin önüne set çekiyordu. Hıristiyanların mukaddes kitabını okumak ruhban sınıfına aitti. Bu da okuma yazmayı sınırlandırıyordu. Her şeyde olduğu gibi, ilimde de Müslümanlar Allah rızasını gaye edinmişlerdi. 

Aslında Batı, Allah'ı inkar etmiyordu. Yaşadığımız kainatın sır dolu halinden dolayı zekası ona bir Yaratıcının olduğunu söylüyordu. fakat onlar kilise ve ruhban sınfının hegemonyasına tekrar düşmekten korktukları gibi "Allah'a inanmakla ne elde edeceğiz?" sorusunu da kendilerine soruyorlardı.

Elbette Allah'a inanmayan birisi de başkalarının haklarına saygılı, ahlaklı olabilir. Ama uymak zorunda bulunduğu kurallarla, menfaati karşı karşıya gelirse, binde kaçı o kurallara uyar?

En yüce değer olan Tanrı bir kenara atıldıktan sonra, bütün öteki değerler de çürür ve boşluğu doldurmak için yalnızca sınırsız bir güç bırakır.

Dikkat edilirse bütün izmler ve rejimler, maddenin üretilmesine ve tüketilmesine dairdir.

Kahvenin menşei Habeşistan'dır. Fakat bir Türk kahvesiyle bir Amerikan, bir Avrupa kahvesi ayrı ayrıdır. Aynı kahveyi toplumların kültürleri değişik hale getirir.

ANNE BABA BİZ SUÇLUYUZ / ALİ ŞERİATİ

Çok dindar yetmiş kişinin bulunduğu siyasi bir hapishanede bir konuya bakmak için Kur'an aradım fakat hiç kimsede bulamadım. Oysa her ebattan ve baskıdan yüz tane dua kitabı vardır.

Bunlar itaatkar, gamsız, tahammüllü, muhafazakar, genel barıştan(!)yana "En iyi durum, mevcut durumdur" anlayışına sahip, zühd ehli, dünya hayatının hüzün ve kederine karışmayan, Afrika, Asya ve Latin Amerika'da olup bitenlere ses çıkarmayan Müslümanları beğenirler.

Siz bana yasaklardan ve hayırlardan oluşan bir din verdiniz. Halbuki ben "hayır" dini değil, ne yapacağımı, ne okuyacağımı ve ne anlayacağımı söyleyen "evet" dininin takipçisiyim.

Senin dinin, sadece seni kurtaran bir dindir. Ben ise insanlığı kurtaracak ve uğrunda feda olacağım dinin peşindeyim. Toplumu kurtaracak ve "ben"i "biz"e kurban edecek bir din.

Sadece kadın olmak gibi affedilmez suçumuzdan dolayı yüksek tahsil görmüş, ilmi ve dini incelemeler yapmış hayatımı ve keyfimi din, istisnai erdemler ve toplum hizmeti uğruna harcamış ve örtünmüş olsam bile yine de dini bir salonun ardiyesine atılır ve din adamları tarafından susturulurum. Yine de önümüze boydan boya bir siyah perde çekilir, böylece örtü içinde olduğumuz halde başka bir örtü altına daha alınmış oluruz.

Sen tercih, kararlılık, çalışma, sorgulama, anlama ve düşünme yerine Kur'an'la istihare ediyor ve ona müracaat ediyorsun. Yani onu bir piyango ve şans aracı olarak kullanıyorsun. Oğlun ben ise inançsız biri olarak bile Kur'an'ı bu kadar küçük düşürmeyi göze alamam. Sana kalırsa gözünü kapatır, Kur'an'ı açar, sağ taraftaki sayfanın ilk kelimesi yada ilk cümlesine bakar, buna göre kendi sorunların hakkında çözüm üretirsin.

Allah'tan ki toplumumuzdaki dindar kimseler, belli çevrede yaşamakta ve o çevrenin dışına çıkamamaktadır. Bu durum onlara kendileri dışında cereyan eden olaylardan ve fikirlerden uzak ve habersiz olma imkanını sağlıyor. Bu ise onları vicdanlarını rahatsız edecek durumlardan uzak tutmakta ve kendilerini sorumluluktan kurtarmaktadır. Onlara göre dünyada ve toplumda her şey yolunda gittiği ve hiçbir düzensizlik ve haksızlık olmadığı için hissedilecek herhangi bir mesuliyet de yoktur. Böyle bir ortamda yaşayan kişi, dini vazifeleriyle meşguldür, zaten çevresindekilerin tümü de dindar insanlardır. Dini merasimler icra ediliyor, oruç tutuluyor.

BAŞARIYA GÖTÜREN YOL / ALİ ERKAN KAVAKLI

Başkalarının kendileirni anlatmalarına fırsat veriniz. Unutmayınız ki insanlar en çok kendilerini severler. Herkesin en beğendiği isim kendi ismidir. Bir grupla fotoğraf çektiren bir insan, resmi eline alınca önce kendine bakar.

Okumayan insan, zihnini çalıştırmıyor, fikir jimnastiği yapmıyor demektir. Bir kitap veya yazı okuduğumuz zaman, onu kaleme alan yazarla sohbete dalmış oluruz. Okuduğumuz metin bize yazarın düşüncelerini söyler, biz de o fikirleri zihnimizde tartarız, kabul veya reddederiz ki böylece biz de düşünmeye başlarız.

BUSH VE EVANGELİZMİN MESİH PLANI / NUH GÖNÜLTAŞ

Irak'ın seçilmesi bir tesadüf değildir. Bazılarının iddia ettiği gibi amaç ne sadece petroldür, ne de İsrail'in güvenliğidir. Petrol aslında, Amerika'nın 21. yüzyılda sürdürmeyi planladığı dünyadaki hegemonik konumunu garanti altına almanın bir aracıdır ve elbetteki Amerika'nın denetimindeki bir Ortadoğu'da İsrail devleti kendisini daha fazla güvende hissedecektir.

ABD'nin sürekli olarak İsrail'i kollayan Ortadoğu politikalarında pek öne çıkmayan bir faktör de Evanjelik Hristiyanlarla Yahudiler arasında kurula ittifaktır.

Bugün Amerika'da kırk milyonun üzerinde Evanjelik Protestan vardır ve bunlar Yahudilerin Tanrı'nın seçilmiş halkı olduğunu kabul ederler.

Eğer soykırım girişimi bir topluluğu gerçekten ortadan kaldırılabilseydi, tarih boyunca sürgüne uğramış, en son olarak da Nazi Almanyası'nda katliama maruz kalmış Yahudilerin bugün yok olmuş olmaları gerekirdi.

İsrail Mescid-i Aksa'ya karşı doğrudan bir saldırıda bulunduğu takdirde İslam ülkelerinin topyekün cephe almasından çekiniyor. Bu nedenle, tarihi kazı yapıyor gibi göstererek, kendiliğinden çökecek bir hale gelmesi için uğraşıyor.

"(Bush için) Güne taze bir başlangıç yapmak için, eğlendirici metinler değildir okuduğu. aksine arkadaşlarına söylediğine göre içinde protestan vaazların bulunduğu My Utmost for this Highest (En Yüce için Yapabileceğim Azami şey) isimli bir kitaptır. Kitabın yazarı, 1917'de Mısır'da toplanmış olan Avusturyalı ve Yeni Zelandalı askerlere İncil götürürken ölmüştü. 

YOL RİSALESİ / RAMAZAN KAYAN

Veresiye pahalı satıp, peşin daha ucuz almak suretiyle alış veriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna tutunarak ziraatle yetinip cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah size perişanlığı (zilleti) musallat kılar, tekrar dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız. ( Ebu Davud)

Yola çağırıp yürüyüşte görünmeyenler samimiyet sırasında dökülenlerdir. Ortalıkta göründüğümüz gerçek...Yürüyüşe katılmak yerine yürüyenleri tartışan, yorumlayan, puanlayan, sınıflayan kednileirni "hakem" ve "hakim" mevkine oturtanlar hiç de az değil.

Allah'ın rızasını kazanmak çizgisinden insan hakları, özgürlükler, demokrasi kulvarına doğru evrildi. Özgürlük diyerek yola çıktık, öyle oldu ki, liberal rüzgarlara kendimizi açık tutup, her türlü organik, yapısal ilişkiyi sıfırlama noktasına geldik.

Müslüman kadın, evden koparak sınırsız bir sosyalite ile. Tükenen mahremiyet ile. Tüketim köleliği ile. Kadının cinsel bir metaya dönüştüğü bir toplumda kime gidiyorsun? İmaj, moda, tüketim, lüks, israf, modernite, sosyalite. Sınırsız, ölçüsüz, kuralsız bir gidişle nereye? Tahrik, teşhir ve teşviklerinde yürüyüşleri yoldan çıkarma pahasına nasıl gidebilirsin?

Oturma kararı aldılar. Yüzleri dünyaya dönüktü. Yürüyüş unutuldu. otura otura yağ bağladılar, kilo aldılar. Çağın hastalığı "şişmanlık" yakaladı onları. Çareyi spa salonlarında arar oldular. Sabah yürüyüşlerini nizami olarak yaparken, sabah namazına gitmeyi unuttular.

"Sizin geçtiğiniz yollardan, bziler çoktan geçtik. Siz dünün çocuklarısınız. Siz de durulacaksınız, oturacaksınız." Peki bugün onlar neden oturuyorlar? Dün yaptıkları bir hobi miydi? ...Çünkü evlenip iş kurdular. Hayatın hazzına müşteri oldular. Yürüyüşü bitirdikleri gibi yola talip olanların azmini kırmak gafletine de düştüler. Kendilerinde olan geçici fantazilerini başkalarına taşımayı marifet sandılar. Tepeden baktılar. 

ŞİMDİKİ ZAMANIN İZİNDE / SELAHATTİN YUSUF

İnsanı kilisenin baskısından kurtaran Hümanizm, gün geldi kurtardığı insanı bu defa kendi elleriyle daha baskıcı ve acımasız bir dünyanın ortasında bıraktı.

Kilisenin büüyk günah dogmasına karşı Hümanizm "insan her şeyin ölçüsüdür" ve "insan doğuştan iyidir" diyordu.  Ancak birkaç yüzyıl sonra Manchester'da başladığı zaman iş değişti. Bu sefer yalnızca "bazı insanların üstün olduğu ve yeraltı değerli olan Afrika'yla  Uzakdoğu'nun vahşi ve barbar olduğu gerçeği" keşfedildi.

Barların vesair içkili mekanların, şehirleşme ve sanayileşmenin insan zihnine yüklediği acı şoku biraz olsun gevşetmeye yönelik ihtiyaçtan doğduğu ve hayatiyet kazandığı aşikardır. Klasik zamanlarda insanın bir aşkınlık durumuna dönüştürdüğü dans, modern zamanlarda, artık vücudun kusarak terk etmek için çırpındığı sinirsel bir yük haline geldi. 

Sanayileşme, genel olarak Kilise'nin nüfuzuna rağmen hayatiyet bulan bilimsel bilginin, yaşama araçları için, devreye sokulmasının sonucuydu. Hegel felsefe ancak şehirde yapılır bile diyecekti.

Sıradan bir insanın gündelik, sıradan uğraşları halk tarafından sürekli izlendiğinde ortaya ne menem bir eroinmanlığın ne acayip bir keşliğin çıkabileceğini yönetmen ne güzel göstermiş. (Truman Show)

Çingene yaşamaya mahkum olduğuna ve yaşadığına sanki ancak gülerek katlanabilirmiş gibi, inanılmaz bir sabırla gülüyor.

Türkiye'de insanlar genellikle vasıfsızdır. Geçimlerini yalan dolanla, gayri meşru yollarla dayıyla eşle dostla sağlar, işleirni iş yapmayarak aşırırlar. Türkiye'de bir mesleksizlik hastalığı vardır. (Çetin Altan)

Kendi alanlarında ülke çapında otorite sayılan hocalarımız, bu topraklarda yaşayanların çoğunluğunun inanıp yaşadığı din söz konusu olduğunda bana daima gönüllüymüş izlenimi veren bir cehalet serdediyorlardı.

Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan. Harcamaktan başka neydi onlar? Toplumun refah seviyesi en yüksek olan ve zaten gülmekte olan çocuklarını güldürmüyorlar mıydı sanki? Çocuklar zaten öldüreceklerdi, harcayacaklardı zamanlarını.


HUZUR / AHMET HAMDİ TANPINAR

Biz şimdi aksülamel devrinde yaşıyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi'yi Wagner olmadığı için, Yunus emre'yi Verlaine, Baki'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz, uçsuz bucaksız Asya'nın, Türkistan'ın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti bulunduğumuz halde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden yeni bir sentez bekliyor, biz görevimizin farkında değiliz. Boşu boşuna başka milletlerin tecrübesini yaşıyoruz.

Sıkı bir nüfus siyasetine sıkı bir istihsal siyasetine başlamamız lazım. Birtakım mekteplerimiz var, birçok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak...O zaman ne olacak? Kriz? Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz.

cemiyetlerin birikmiş kudretleri nesillerin hatası üzerinden atlar. Bize her şeyin iyi gittiği vehmini verir. Emin olun biz de her millet kadar aldandık, her millet kadar hata ettik.

Şark bu, güzelliği de burada, Tembel, değişmekten hoşlanmaz, geleneklerinde adeta mumyalanmış bir dünya, fakat bir şeyi çok büüyk bir şeyi keşfetmiş. Belki vaktinden çok evvel bulduğu için kendine zararı dokunmuş...
Nedir o?
Kendisini ve bütün alemi tek bir varlık halinde görebilmenin sırrını. Belki de gelecek ıstıraplarını hissettiği için bu panzehiri bulmuş.

Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir, asıl mesele hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.

Zaman geriye dönmez fakat insan yine bilinen şeyden istenen şeye doğru hayal kuruyor.
Asıl garibi bu kadar tecrübeye rağmen yaşanan hayata müdahale edememekliğimiz.

Satıhta yaşarken mesut oluyoruz. Derine iner inmez kayıtsızlık ve kötümserlik başlıyor. Hiçbir kabile tanrısız olmaz, biz tanrılarımızı yaratmak, yahut yeniden bulmak mecburiyetindeyiz. Her milletten fazla şuurlu ve iradeli olmamız lazım.

Zannetme ki, sana kabuğunu kır, diye cevap vereceğim. O zaman dağılırsın! Sakın kabuğunu kırma, genişlet...ve kendine mal et, kanınla işle ve canlandır. Kabuğun kendi derin olsun.

İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin, bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez. Onu giyinir. Kıymetli bir şeyiniz, iyi bir yazma, güzel bir gramafon, bir Acem halınız var mı, sakın onu satmayı bir imkan gibi düşünmeyin, evliyseniz karınızı boşamayı, seviyorsanız sevdiğiniz kadına darılmayı bir kere olsun aklınıza getirmeyin. Sonra bu işlerden ne kadar çekinirseniz çekinin, mıknatıslaşmış gibi, arkanızdan itiyorlarmış gibi onu yaparsınız, insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah diliyle konuştu mu?





3 Mayıs 2016 Salı

VE SEN KUŞ OLUR GİDERSİN / TARIK TUFAN

Gerçeği kabullenmek ise trajedidir tam anlamıyla. Modern zamanların illüzyonuyla sarhoş olan insanlar için gerçeklik hep trajiktir. Yaşadıklarının bir kıyafet balosu olmadığının farkına varmak şaşırtır onları. 

Arayışlar insanı yorar. Hele aradıkların, kendi içinde gizlediğin şeylerse yorgunluğun kat kat artar.

Gerçek, elinde uzun süre saklarsan eriyip gidecek bir ziynettir.

Ne garip, insan doğruların ne kadar farkında olursa olsun kendisini kandırabilme gücünü asla yitirmiyor. Beynine dayanan silahın önemi yok. Yaşıyorsan buradan da kurtulabilme şansın var demektir. Adam insafa gelecektir, biri ansızın kapıyı açıp seni kurtaracaktır, silah tutukluk yapacaktır, bu bir rüyadır, kamera az sonra duracaktır, yada herhangi başka...

Acının en küçük ayrıntısını dahi bilmeye çalışmak, kendi acılarını unutmak için her türlü çabayı ortaya koyarken başkalarının acılarından keyifli bir yemek sonrası muhabbet çıkarmak...Başkalarının ölümlerinden başkalarının amansız hastalıklarından örtülü bir hazla yalancıktan ifadelerle sohbete renk katmak.

Herkesin masasında NLP'cilerin kişisel gelişim kitaplarından ikişer üçer bulunuurdu mutlaka. Son zamanlarda benim masamda Kur'an duruyordu. Soranlara "kişisel gelişim kitabım" diyordum.
...kapitalizmin ilmihal kitapları olan kişisel gelişim kitapları...

Şirkette çalışan diğer çocuklar ise aynı fabrikanın ürünleri olarak kabul edilebilir. İyi okullardan mezun olmuşlar ve hepsinin büyük idealleri var! Şirkette çalışacaklar, kendileirni gösterecekler, sonra da yükselecekler ve daha da yükselecekler. Hepsi de kudurmuş gibi yükselme yolları arıyor. Çünkü nevzuhur yalancı peygamberleri onlara böyle söylüyor. Hayatta kazanmak için her şeyi yapabilecek durumdalar.

19. yüzyıl boyunca birçok cerrah bir hayvan üzerinde operasyon yapmadan önce alışılmış bir biçimde ses tellerini kestiler. Bunu deney sırasında hayvanlar ses çıkarmasın diye yaptılar. Deneyi yapanlar ses tellerini keserek aynı zamanda gerçeği yadsıdılar. Sessiz bir hayvanın acı çekmediğini varsaydılar ve bunu kendileri doğruluğunu kabul ettikleri bilgileriyle doğruladılar. Hayvanın çığlıkları onlara zaten bildikleri bir şeyi, karşılarındaki yaratığın bilinçli, hisseden ve operasyon sırasında eziyet edilmiş bir varlık olduğunu anlatacaktı.

Susuyor olmam, acı çekmediğim anlamına gelmez.

GEÇMİŞ ZAMAN FIKRALARI / ABDULHAK ŞİNASİ HİSAR

Rüya Tabiri

Vaktiyle muabbirlerin büyük ehemmiyetleri vardı. bir adam rüyasını tefsir için bir muabbire müracaat etmiş. Fakat, rüyasını böyle anlatmış: "Bir yere gittim ama, han mı desem, külhan mı desem, meydan mı desem, hamam mı desem. Üstüme bir şeyler döküldü ama, soğuk mu desem, sıcak mı desem, su mu desem, ateş mi desem..."
Muabbir bakmış ki bu rüyasına inanmayan adamın suallerinden bir cevap hasıl etmek imkanı olmayacak, o da bu minval üzere cevap vermiş: "Senin başına bir şeyler gelecek ama hayır mı desem, şer mi desem, gece mi desem, gündüz mü desem...Yakın mı desem uzak mı desem, bunları bilmem.

Delilik Rahatlığı

Sultan Mahmut zamanında rical-i devletten birinin Mahmut Bey adlı bir oğlu deli diye tanınırmış. Dostları kendisini  beğenirler ve bazıları "Siz akil bir zatsınız, ne diye size deli diyorlar?" deyince o, "Kendime deli dedirtinceye kadar neler çektiğimi ben bilirim!" dermiş.