24 Mart 2016 Perşembe

AMERİKAN ÜSTÜNLÜĞÜ HAYALİ / GEORGE SOROS

İkiz Kulelerin yok edilmesi dünya çapında yankılanan sembolik bir ifadeydi ve insanların olayı televizyonlarında izlemeleri daha önce hiçbir terörist eylemin elde edemediği duygusal bir etki uyandırdı.

Benim Irak'ta Amerikan müdahalesine yönelttiğim itirazlarımdan biri işgalin uluslararası meşruiyetin yerine Amerika'nın gücünü koyarak bu ilkeyi tehlikeye atmasıdır.

Geçmişe nazaran birbirine daha bağımlı bir dünyada yaşıyoruz, fakat politik düzenlemelerimiz hala devletin egemenliği temeline dayandırılmaktadır. Tek tek ülkelerde neler olduğu diğer bütün ülkelerin de ilgi alanına giriyor. 11 Eylül'den önce bu doğruydu fakat terörist saldırı daha önceden olmadığı ölçüde evimize kadar girdi.

Neoconlar Amerika'nın ulusal başarı modelini diğerlerininkine göre üstün görmektedirler ve dünyanın geri kalanının bundan faydalanmasını istemektedirler. Irak gibi bir ülkeye askeri güçle demokrasi götürmek gibi garip bir fikrin kaynağı budur.

Yabancı şirketler, imtiyazlar elde etmek için sürekli çaba harcar ve halkın egemenliğine ilişkin çıkarılan seslere pek de kulak asmaz. Şirketler bu imtiyazları elde etmek için halktan ziyade yöneticilerle ilgilenmek durumundadırlar. Gelişmiş ülke yönetimleri ve şirketleri az gelişmiş ülkelerin halklarından çok o ülkelerin yöneticilerini desteklemeye meyillidirler. 

APTAL BEYAZ ADAMLAR / MICHAEL MOORE

İnternet siteleri durmadan batıyor mu? Tabii ki. Sanki ne olmuş? Zaten her yeni ve çığır aşan keşfin başına aynı şey gelir: Bir alay müteşebbis zengin olalım diye balıklama atlar. Sonunda sadece başarıları vasat ama acımasız olanlar ayakta kalır. Buna K.A.P.İ.T.A.L.İ.Z.M. denir.

Afrikalı-Amerikalılar diğer Amerikalılarla aynı yerden başlama şansını asla elde edemediler. Aileleri dağıtılmıştı. Dinleri, dilleri, kültürleri üzerlerinden soyulup alındı. Fakirlik onlar için bir kurum haline getirildi ki, bizim pamukları toplayacak insan olsun, savaşlarda dövüşecek insan olsun, bakkallarımız bütün gece açık kalabilsin. Bugünkü Amerika, onu kuran ve ekonomisini hızlandıran milyonlarca köle olmasaydı ve onların beyazlar için hala aynı kirli işleri yapan milyonlarca torunu olmasaydı bugün burada olmazdı.

Bütün enerjilerini zencilerin, kızların hayatını zorlaştırmak için vakfederler ki, kendileri öne geçsinler veya bir parçacık saygı görsünler, fakat kendi ailelerinden biri, bir derde uğradığında, "hop arkadaş çocuğumun önünden çekil, o özel biridir!"

Utanması, arlanması olmayan iki yüzlü bir sağcıdan daha gülünç bir şey yoktur. Onlar bütün hayatlarını başkalarının hayatlarına dert katmak üzere harcar, fakat kendi hayatlarına bir dert girer girmez, "inanç sisteminin canı cehenneme, sonuç istiyorum" diye bağırırlar.

Siz ve ben her yıl Suriye'ye 3 milyar dolar vermiyoruz, İsrail'e veriyoruz. O bizim halkın parası olduğuna göre İsrail'in işgal ettiği topraklarındaki baskı, zulüm, cinayet ve ırkçı gidişat üzerine kendimizi sorumlu görmeliyiz.

Tabiatın bizi başından defetmeye çalışmasına şaşmayın. Eğer biz erkeklerin birazcık aklı olsaydı, yapıp ettiklerimizi düzelterek tabiatın bizi affetmesini sağlamaya çalışırdık. Bilirsiniz işte malum şeyler: Kutupların tabiatını bozmaktan vazgeçmek, pislediğimiz yeri temizlemek, yediğimiz hamburgerin artanın arabanın penceresinden savurup atmamak.

Hiçbir zaman senin hakettiğin işi bir zenci adam alarak senin hayatını mahvetmeyecek. Senin için kapı daima açık olacaktır. Senin tek sorumluluğun beyaz doğmadıklarından ötürü daha az şansı olanlar için o aynı kapıyı açık tutmaktır.

ÜÇ MESELE /İSMET ÖZEL

İnsan sohbete ayırdığı bir zaman parçasını, bir daha çalışmaya hasredemez. Uzun bir eğitimden sonra, elde edilen bir meslek, belli bir yaştan sonra artık değiştirilemez. İnsan kendine yabancılaşmış bir varlıktır ve varoluşundaki yabancılaşmayı hiçbir zaman aşamayacaktır.

Yaşanıp, geçilmiş olaylar arasından güzellerini, iyilerini seçip muhafaza etmek, insanın ana eğilimlerinden biri. Bu yüzden anılarına bir sıcaklık duyuyor insanoğlu. Çektiği sıkıntılar üstüne bir perde çekmek, buna karşılık yaşadığı hoş zamanları canlı tutmak istediği için geçmiş kolayca bir sempatiye konu olabiliyor.

Batılı, ilericiliği hep çatışmada görmüş, kendisine çatacak bir Zeus aramıştır. O saldırmalı, yıkmalı ve cezasını da beraberinde taşımalıdır. Batı anlayışı içinde insandan yana olmak, işkenceyi (Prometeus), Doğu anlayışında ise erişilmez bir lütfu icab ettiriyor.

İnsanlar hayal aracılığı ile kendi hayatlarına girmiş olan kuvvetleri tanrılaştırıyor, sonra onları tecessüm ettiriyor ve nihayet onlara tapıyorlar. Hayalin özünde bulunan yalana inanma rahatlığı, ilk ve görünen sebeplerle oyalanma dün olduğu gibi bugün de putperestliğin temel saiki durumundadır.

Kavimleri İslam'a bağlı, İslam'ı kavimlere bağlı olarak kavrayış birçok zihinde öylesine yerleşmiş ki, bazı Batılı yazarlar, Türkiye'de ve Arap ülkelerindeki sosyalist ve komünistleri, burjuva düşünürlerini, Batı ajanlığı yapan kümeleri bile "Müslümanlar" olarak nitelemekten geri durmuyorlar. 

Doğu insanı kendini kainatın efendisi olarak görmediği için eşyayı istismar edilebilecek bir nesne olarak kabul etmez, tabiatla arasında bir kardeşlik kurmuştur. Batı insanı ise kendine tanrılık izafe ederek eşyaya keyfince tasarruf eder. Bu bakımdan tabiatın yağması, Batılı insan için yağma değil, saltanatın tabii sonucudur.

Türkiye'de Batılılaşma başladığı zaman, Batıcı kafaları doğrudan İslam'a saldıramadıklarından, taarruzlarını halkın arasında yaşayan düzmece değerlere yönelttiler. Eleştirinin frenk hayranı züppeler tarafından yapılması, dindarları eleştiriden yana çıkmaktan alıkoydu. Öyle ki, dindarlar istemedikleri halde hurafe savunucusu konumuna düştüler. 

İnsan kendini nasıl kabul eidyorsa hareketlerini ona göre ayarlar. Hapishaneden kaçması için insanın önce kendinin serbest yaratıldığına inanması gerekir. Bazı görevleri yüklenebilmek, o görevleri yüklenmeye yaraştığını anladıktan sonra mümkündür.

Pişmanlık, insanın kendi tanımında duyduğu rahatsızlıktır. Tövbe, insanın bir önceki tanımını reddetmesi, kendisini yeniden tanımlamasıdır. Eğer davranışları insanı pişmanlığa ve tövbeye değil hoşnutluğa götürüyorsa, insan kendi tanımına sahip çıkıyor demektir. İnsanın doğru yaptığına inanması, kendi hakkındaki tasavvurun doğruluğuna inanmasına eşittir.

POSTMODERN DÜNYADA KIBLEYİ BULMAK / T.J. WINTER

Londra'daki Binyıl Kubbesi gibi ironik ve insancıl projelere göz gezdirirken, insan kutlanmakta olanın Mesih değil de, yan yana duran anlamsız üç sıfır olduğuna ikna olmuş hale geliyor. 

Şunu sormalıyız: İslam dünyasının çekirdek bölgesindeki dini uyanış hareketlerine liderlik yapanların kaçı, moderniteyi temellendiren fikirleri gerçekten doğru olarak bilmektedir? Yapıslacılık, postmodernizm, analitik felsefe eleştirel teori ve diğerleri onlar için kapalı kitaplardır. Onlar bunun yerine "Uluslararası Siyonist Mason Entrikası"veya"Yeni Haçlı İstilası" yada buna benzer kuruntuları mırıldanıyorlar. 

...ailenin günahların en temeli olan bencilikle yıkılmış olmasının yasını tutuyorlar. Kimse bir feragatte bulunmak istemiyor. Kişisel özgürlük putuna boyun eğerek, hepimiz, haklarımız için yaygara koparıp görevlerimizi es geçiyoruz. 

Diyalog liberalleşmiş ve izafileşen gelenekler arasında daha başarılı olmayacak, bilakis en başarılı diyalog kutsal metinleri referans alan muhafazakar müminler arasında olacaktır. 1994'te Kahire Nüfus Konferansı'nda en başarılı kültürler arası işbirliği en muhafazakar iki grup, Müslümanlar ve Vatikan temsilcileri arasındaydı. 

Peygamber dedi ki: Kadınlar akıl adamları ve kalp sahiplerine hükmederler, ama cahil insanlar kadına hükmederler. (Hz. Mevlana)

...bugün birçok ev, evden çok yatakhaneye dönüşmüş durumdadır. Öğün vakitleri rastgeledir, öğünler ise konserve türü hazır yemeklere kaymıştır, anne babalar enerjilerini tükettiklerinden çocuklarıyla 'nitelikli zaman' harcayamaz hale gelmişler, dahası eve ve birbirlerine aidiyet hisleri de hazin bir şekilde zayıflamıştır. Çocuklar da evi terk ettiklerinde artık eskisi gibi kendilerini pek bir şeyi terk etmiş gibi hissetmiyorlar. 

Modern okul düzeni, gerçeklerin oldukça sade telkinlerine aykırı biçimde, çocuğu eğitme ve bir türlü kültür aşılama işini anne ve babalardan ziyade okul öğretmenlerine yükleyen bir kültür için dizayn edilmiştir.  ...bu ülkedeki Müslüman çocukların üçüncü bir ebeveyni vardır: Eğitim Bakanlığı.

...insanlar genel olarak öfkeyle kaleme alınmış küçük bir broşürü okumakla duymazlar. Onlar tanıdıkları Müslümanlara dair kişisel tecrübeleri vasıtasıyla hidayete ererler. Bu çok büyük bir oranda iş yerinde cereyan eder. Diğer sosyal zeminler bize kapalıdır: birahaneler, plajlar, partiler...Fakat iş yeri Müslümanlar olarak fark edilecek ve değerlendirecek olduğumuz asıl ortamdır.

Dikkatimizi hiç vermediğimiz çevre de, kendisiyle alakalı günahlarımız için vukuu yakınlaşan bir Hesap günüdür. Hal böyle iken, bizim aktivistlerimiz, ülkelerinde belki de içlerine doyasıya çekebilecekleri son nefeslerini alırlarken, ibadet sırasında elleri doğru şekilde bağlama veyahut sakalın olmaıs gereken uzunluğu üstüne rakip söylemlerini dillendiriyor olacaklar. Onların öncelikleri, saçmalıkları kadar sarsılmazdır.

Dini hareketler, sadece doktrinler ve kutsal metinlerden ibaret değildir. Aynı zamanda insan topluluklarının umutları ve korkuların da ifadesidir.

23 Mart 2016 Çarşamba

NECATİ CUMALI / ZELİŞ

Sadık Efendi dilekçeyi yüksek sesle okudu. Dördü de cümlelerin kuruluşundan bir anlam çıkaramadılar, çoğu kelimeleri hayatlarında ilk defa duydukları halde, dilekçeyi pek beğendiler. Bizde beğenilecek her yazının anlaşılmaz olması ötedenberi asıl olduğuna göre, onların bu davranışlarına hiç şaşırmamak lâzım! Toplumumuz Sadık Efendinin dilekçesine gelinceye kadar, anlaşılmaz sözleriyle bütün edebiyat jürilerini, bütün ünlü eleştirmecileri hayran eden nice sayısız şairler, nice büyük yazarlar yetiştirmiştir!”

MİSKİNLER TEKKESİ / REŞAT NURİ GÜNTEKİN

Bizim zamanımızda geçim ucuzdu, sinema kadınlarımıza henüz yeni hayat usullerini öğretmemişti. Tanrı'nın kör kurdundan bile geçmediğine inanılırdı ve bir kör kurdun nafakasına razı olduktan sonra da fukaralıktan korkmaya sebep kalmazdı. Mektepten çıkan ve eli ekmek tutan çocuğu solutmadan evlendirmek o zamanın güzel bir adetiydi. 

Ne garip ki, iş istemek için yalvardığım zaman aldırmayanlar, hatta tersliyenler sükut içinde kendi düşüncelerime dalarak yürümeye başladığım vakit bana dikkat ediyorlar, ne kadar uğraşsam saklayamadığım çarpık avucuma onluklar, kuruşlar düşüyor.

Dilenci, vergisini pek küçük küçük taksitlere bağlar ve onu size farkına varmadan ödeti. Önünden geçerken her gün kırk para vermeyi adet ettiğiniz fakiriniz, sizden bir seneliği bir arada, yani üç yüz bilmem kaç kuruşu birden istese kimbilir ne dersiniz?

Mesleğin acemileri ve kabiliyetsizleri dilenciliği yalvarıp yakarmaktan ibaret sanırlar....Hakikat şu ki, insanlar bir hayatın alemini keşfetmekten zevk duyarlar. Saklamak isteidğiniz bir elem veya ayıbı kendi incelikleriyle bulduklarını zannederler. Bütün mesele bu.  Sokakta kaçmak ve utanmak suretiyle erkeği peşlerine takan kızlar gibi ben de adeta bu çekinden sükutumla müşterilerimi peşime takıyordum. Aşk gibi dilencilikte de kaçanı kovalıyorlar.

İstanbul'daki sefahatlerimden biri de arasıra çarşı hamamlarına gitmekti. Buralarda insan, renkli peştemalıyle bir nevi Arafat hacısı gibidir, elbiseleriyle beraber hüviyetini de vücudundan atar. Denilebilir ki, tam müsavat ancak hamamdır. 

Sevinç insanı kederden de daha fazla cömert yapar. Bunu tecrübelerimle söylüyorum: Çok kere bir nikah, düğün ve eğlence yerinde aldığım para, hastanede, mezarlıkta aldığımı kat kat aşmıştır. 

İnsanın bir cenaze arkasında yürüdüğü zaman, dünya hırslarından en temizlendiği zamandır. Fakat, yol uzun sürerse bu çok temiz şeyin ötesine berisine kurt düşmeye başladığını çok gördüm.

17 Mart 2016 Perşembe

MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME ÜZERİNE DENEMELER / RASİM ÖZDENÖREN

İslam'ın mücerret doğrularına karşı fazlaca bir hassasiyet göstermeyen günümüz cahiliyesi, iş bu doğruların sonuçlarını ilan etmeye ve uygulamaya gelince birden bire İslam düşmanı kimlikleirni açığa vuruveriyorlar.

Batı insanı, İslam'ı reddederken bilinçi bir tutum içindedir. Batılılaşmış insanın tutumuysa, sadece bir kör inanç halinde belirmektedir. Batılı neyi niçin reddettiğinin bilincindedir. Batılışamış insanda sadece anlamadığı için reddetmektedir. Fakat anlamak için en küçük bir heves belirtisi de göstermemektedir. Batılılaşmış insanın zihniyetinin temelinde dinle dünya işlerinin birbirinden ayrı olduğu hususunda değişmez önyargı vardır.

Demek ki, Müslümanlar kendilerine hiç kimsenin bir lütuf ve ihsan olarak bahşetmediği, bu yüzden de kimseye boyun eğmek zorunda kalmayacakları bir özgürlüğü kullanacaklardır.: Müslüman olma özgürlüğünü.

Ben insana Racine'i yada Theokritus'u bilince kültürlü olur demiyorum. Bence kültürlü insan dünyadaki durumunu anlamasına yarayan bilgiyi ve yolları edinmiş insandır. (Sartre)

Dilimize git gide yerleşmekte olan "din adamı"sözünün Müslümanlar tarafından böyle bir tamlamanın artık yadırganmadan kullanılabilmesi, Müslümanların farkında olmadan bir başka kültürün diliyle konuşmaya başladıklarının, kendi terimleir yerine bir başka kültürün terimlerini ikame ettiklerinin göstergesidir.

Mevcut hayat tarzı içinde insan kendini eşyaya hükümran sanmaktadır. Her fert, kendi ekonomik bağımsızlığını istemektedir. Eşya hevesi gitgide artmaktadır, fakat bu hevesine bir sınıf çekmeye gücü yetmemektedir, daha doğrusu bu hevesi için bir sınır olabileceğini tahayyül edememektedir.

İhtiyaçlar sonsuzdur varsayımından yola çıkanların gözünü bu dünyanın hiçbir şeyi doyurmaya yetmiyor ama yetinmesini bilenler sahip oldukları nimetlerin şükrünü nasıl eda edeceklerini bilemiyorlar. 

Artık minicik çocuklar bile "para kazanmak" yahut vurgun vurmak sevdasındadır. Cikletler artık çiğnenmek için satın alınmıyor. Paketlerin içindeki numaralı resimleri biriktirip bir seriyi tamamladıktan sonra çıkacak bisikletler için alınıyor. Banka kumbaraları çocuklar için tefecilik, ihtikar egzersizleri yaptırıyor.

Kendisine Müslümanım diyen herkesten bilerek yada bilmeyerek 'mükemmel insan numunesini' göstermesi beklenmektedir. Herhangi bir insanın zaaflarından doğan kusurları bağışlanmaktadır da, kimse Müslümanın da zaaf gösterebileceğini kabul etmek istememektedir. Müslümanlar da kendi aralarında böyle ayrımlar yapmaktadır. 


GELİN BU DÜNYAYI DEĞİŞTİRELİM / MEVDUDİ

İnsan ne zaman ki Allah-u Teala ile alakasını kesse o andan itibaren şeytanla beraber olmaya başlar. 

Gerçek mücahid, Allah'a itaat hususunda nefsiyle cihad eden kişidir.

En değerli hicret hangisidir diye sorulduğunda Peygamber(s.a.v.) "Allah'ın hoşuna gitmeyecek şeyleri terk etmektir."buyurdu.

Ev işlerimizde, şehirde, okulda, pazarda, parlamentoda, hükümette, mahkemede, sivil idarede, askeriyede, polisiyede, savaş alanında ve barış görüşmelerinde Allah'a ve O'nun rehberliğine ihtiyaç duymayacaksak bunlara başka nerede ihtiyacımız olacak? Hayatımızın hiçbir alanında bize rehberlik etmeyecek, hiçbir meselede emirleri uygulanmayacak, akla ve mantığa uygun düşmeyecek haşa saçma bir Allah'a neden inanalım ve ibadet edelim?

..."ahirette belki kurtuluşa ererim" düşüncesiyle bütün dikkatini önemsiz ve şekli dini amellere sarf eder. Kutsal sohbet, gayb bilgisi, ilhamlar, uzun süre nefsi kısıtlama ile gayba vakıf olma, kutsal dua ibarelerini tekrarlayarak kemale erme, uluları ziyaret...

Allah olabilir veya olmayabilir ama O'na itaat etmek mecburiyetinde değildir, O'nun rehberliğie ihtiyacı yoktur. O'nun önünde yaptıklarının hesabını vermeyecektir. Bu hayattan başka insanların amellerinin meyvesini göreceği başka bir hayat yoktur. İnsan tümüyle serbesttir, bilgisinin, tecrübesinin ve ihtiyaçlarının ışığında kendi yolunu bulmak zorundadır. Hayatın gayesi, bu dünyada refaha ulaşmaktır. (Kapitalizm ve komünizm hakkında)

Ulema sınıfının fakir ve güçsüzlere kaşrı dini hassasiyetleri o kadar keskindir ki, nafile ibadetlerin en ufak detaylarındaki hataları dahi affetmezler ve bunun için büyük kargaşalıklar çıkarırlar. Fakat zengin ve güçlü kişilere karşı hemen bir uzlaşmacı şahsiyet oluverirler. Sadece ayrıntılarda değil, büyük meselelerde bile 'patronları' için çıkış yolları bulurlar. 



GECENİN ÖTEKİ YÜZÜ /FÜRUZAN

Çocuklar, o üstün algılama güçleriyle, söze çeviremedikleri her şeyi sonra adlandırmak için belleklerinde biriktiriyorlar.

Hayata alıştıkça onu görmeyen, körleşen bizleriz, büyükler yani.

Hayat üzüntülerden, sevinçlerden kaçarak yaşanmaz ki...Beni üzecekseniz üzün. Beni üzdüğünüzde yakınım olacaksınız demektir.

Hayata duyduğum merak, bağlılık, sevinç bitti. İşte görüyorsunuz bu çeşit yaşlılığın yılı yok, çaresi ise hiç


13 Mart 2016 Pazar

ÇAĞ VE İLHAM / SEZAİ KARAKOÇ

Marksizm şatodan işporta tablasının intikam alışıdır. Kölelikten kurtulmak için özgürlüğü yok etme paradoksudur.

Din yenilenmeye muhtaç değildir. Çünkü zaten her zaman yenidir. Bir dinin yeniliğini kaybetmesi demek, kendi özünden ayrılması demektir.

Allah, insana baba olmaktan daha yakındır. Baba eninde sonunda bir egonun sahibidir ve oğlu için ne kadar fedakar olursa olsun şu veya bu derecede egosunun sınırlarıyla çevrili olarak ona yakınlığını gösterecektir. Halbuki Allah insana ana ve babasından, hatta insanın kendisinden daha yakındır.

ÜTOPYA / THOMAS MORE

İnsanları kötü eğitim almaya mahkum ederseniz, bebeklikleirnden itibaren ahlaklarının bozulmasına izin verirseniz, daha sonra da bu eğitim sonucu suça itildiği için onu cezalandırırsanız, bizzat kendinizin hırsız yaptığı insanları cezalandırmaktan başka hiçbir şey yapmamış olursunuz.

Yoksulluk ve sefaletin artmasının bir nedeni, insanlarımızın lükse aşırı düşkün olması. Sadece zengin aileler arasında değil, uşaklar, işçiler, köylüler arasında, kısacası toplumun her kesiminde şatafatlı giyinmek ve pahalı yemekler yemek marifet sayılıyor. Fuhuş yuvalarınız da var, meyhaneler ve birahaneler de çabası. Bunlara bir de uğrunda su gibi para harcanan zarları, kağıtları, oyun masalarını, futbolu, halka oyununu ekleyin.

Bütün canlıları açgözlü ve haris yapan yoksulluk korkusudur, ama insanı korkudan başka diğerlerinden üstün olmak ve aşırıya kaçmak arzuları da açgözlü yapar. 

...gençler, yanlarında da yaşlılar oturur, böylece yaşlıların bulundukları masada oturan gençlerin seviyesiz söz sarf etmeleri yada uygunsuz hareketler yapmaları da önlenmiş olur. 

Ütopyalılar, yıldızlara veya güneşe bakmak dururken insanın bir mücevhere yada bir taşın sahte ihtişamına nasıl bu kadar kapılabildiğine şaşırırlar.

Kibirli insan kendi mutluluğunun, başkalarının talihsizlikleri ile bir aradayken, daha da artttığını düşünür, insanlar servetlerini sergileyerek kendilerini daha güçlü hissederler.

Aşırı adalet, aşırı hasarlar yaratır. Yasalara aykırı en ufak hatayı ölümle cezalandıran yada bütün suçları aynı kefeye koyan o korkunç stoacı anlayışı niye benimseyelim ki?

Halka servet ve özgürlük verilmemesi kralın yararınadır, zenginlik ve özgürlük, adaletsiz ve zalim hükümetlere karşı halkı tahammülsüz yapar, halbuki zorunluluk ve yoksulluk nefsi köreltir, sabırlı olmalarını sağlar, ruhlarının yücelmesine neden olur, aksi takdirde halk isyan çıkarmak isteyebilir.

İnsanların yaşamlarını İsa'nın kurallarına göre şekillendiremeyeceklerini anlayan vaizler, sizin bana önerdiğiniz şeye benzer bir yolu deneyerek, İsa'nın öğretisini, insanların mevcut alışkanlıklarına uyduracak biçimde değiştirdiler.  Bu ise, insanların vicdan rahatlığı içinde günah işlemelerinin önünü açmaktan başka bir işe yaramadı.

Evli bir kadını ayartmaya kalkışan, zina yapanla aynı cezaya çarptırılır, çünkü ütopyalılar bir suça teşebbüs etmekle o suçu işlemek arasında bir ayrım görmezler, suçun gerçekleşmiş olması ona teşebbüs eden kişinin daha az cezayı hak ettiği anlamına gelmez.

Doğada az bulunan fakat herhangi bir kullanım değerine sahip olmayan şeylere aşırı değer vermek, insanoğlunun çılgınlığından başka bir şey değildir. 

Onlara göre tabiat ana tüm cömertliğiyle bize gerekli olan su ve toprak gibi şeyleri kolayca erişebileceğimiz bir şekilde önümüze koymuş, bize gerekli olmayan faydasız şeyleri de bizden uzak kılmıştır.

ŞEYTANA SATILAN RUH YADA KÖTÜLÜĞÜN EGEMENLİĞİ / JEAN BAUDRILLARD

Eskiden şu yada bu şekilde Tanrı yada benzer bir şeyin lütüfkarlığına, armağan ettiğine inanılan yaşama, kurbanla karşılık verebilmek mümkündü. Oysa günümüzde lütüfkarlığına karşılık verebileceğimiz birileri kalmadığından, her türlü aşkınlık da sona ermiş durumda. Aldıklarımızın karşılığını bir şekilde veremediğimiz için bize sunulmuş bir dünyada yaşama düşüncesini de kabul edemiyoruz. 

Durum böyle olunca geriye doğal dünyayı yok edip, yerine yapay bir dünya koymaktan başka yapacak iş kalmıyor, bizi hiç kimseye hesap vermek zorunda bırakmayacak, gerçeğiyle hiçbir benzerliğe sahip olmayan bir dünya istedik.

Dini değerleri sonsuza dek gömdüğümüzü sanarak yerlerine koyduğumuz bu hakikatle bu akılcılık, kısaca bu nesnel gerçeklik, aslında ayni dini değerlerin büyüsünü yitirmiş mirasçıdan başka bir şey değildir.

Öngörülen tehlikde sınırı bir kez aşıldığında zaman, para, cinsellik, üretim gibi şeyler baş döndürücü bir hızla çoğalıp boşlukta yüzmektedirler. Artık bu aşamada, özgürlüğün, özgürleştirilme tarafından aşılıp geçilerek anlamını yitirdiği söylenebilir. 
...Eskiden yasaklar yukarıdan, çok uzak bir yerlerden gelirdi. Günümüzde onu da içselleştirerek düşünsel gücün standart bir ürünü haline getirdik.

Her şeyi anında gerçekleştirme olanağına sahip olmak, sıradışı özgün olayların ortaya çıkmasını engellemektedir. 

Bütün hiyerarşiler, ayrımcılıklar, üstünlük ölçekleri, şu karşılaştırabilme, ölçme ve ideolojik ölçüm araçlarına geçişle birlikte başlamıştır. (IQ)

Hak, hukuk adı altında mutsuzluk bir geçim kaynağı haline getirilmiştir. Kaza tazminatı, depresyon tazminatı, her tür olumsuzluğa biçilen ticari değer, her türlü engel, cinsel taciz ve tecavüz, hatta genetik bozuklukların neden olduğu doğum sonrası çekilenbüyük acılar, şu kör sağır ve zihinsel özürlü olan çocuk doğduğu için yaşam boyu bakılma tazminatı kazanmıştır.

Modanın yaşamın bütünüyle ilgili kusursuz bir eskime ve kompulsif değişim örneği olduğu söylenebilir.

Yalan haberi doğuran şey haber bolluğu, haberin büyüleme gücü ve durmadan yineleniyor olmasıdır.

Mevcut dünya düzeninin amacı kesinkes olaysız bir dünyada yaşanmasını sağlayabilmektir. Oysa bu bir anlamda tarihin sonu demektir. Ne var ki, bu son Fukuyama'nın istediği gibi demokratik olgunlaşmayla değil, terörü önlemeye yönelik bir terör, her türlü olay olasılığı ortadan kaldıran bir karşı terörle gerçekleşeceğe benzemektedir. Güvenlik adı altında teröre başvuran bir sistem, sonunda bu terörü bizzat kendine uygulamıştır.

Her ne şekilde olursa olsun özgürleşmeye çalışan insan artık neden ve niçin özgür olması gerektiğini bilemediği gibi, böyle bir ortamda nasıl bir kimliğe sahip olması gerektiğini de bilememektedir. Her şeye sahip olan kendi kendisinden nasıl yararlanması gerektiğini bilememektedir.

İnternet olayında arama parametrelerinin ötesinde bulabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Her sorunun önceden belirlenmiş bir yanıtı vardır.

Makine başına oturduğunuz zaman karşınızda iletişim kurabileceğiniz biri yoktur. Makinenin karşınıza çıkardığı herhangi biriyle idare etmek durumundasınız. 
İnsan ekranın karşısından hiç kalkmadan tüm yaşamını makine gibi geçirebilir. Uyuşturucu da zaten kapalı devre bir çılgınlık düzeyine varan karşılıklı etkileşim sürecinin kusursuz bir örneğidir.

Politikacılar iktidara gelir gelmez otomatik denilebilecek bir şekilde bu kurnazlık yöntemine baş vurarak kendileirni başa getirenlere karşı çalışmaya başlamaktadır. Tıpkı entelektüellerin kısa bür süre içinde esinlendikleri düşüncelere karşı çıkmaya başlamaları gibi.

Zekayı ölçmek bir zekadan yoksunluk göstergesidir. (Stephen J. Gould)

Eğer zeka diye bir şey varsa, bu suç ortaklığının en üst aşamasına gönderme yapmaktır. (düşmanla işbirliği yapmak, bilgi sızdırmak, satmak yani casusuluk vs!)Bu anlamda ölçüm cetvelinin en alt sırasında yer alan bir zeka en üst basamakta yer alandan daha zeki olabilir.

Suçlu olmak sorumlu olmaktan daha kolaydır, zira suçu karanlık güçlerin üstüne atabilirsiniz, oysa sorumluluktan kaçış yoktur.

Aşırı miktarda gerçeklik kendisine inanılmasını engellemektedir. Dünya hakkında bilinebilecek her şeyin ve yaşamla ilgili tüm konuların teknik açıdan tüketilmesi, sahip olunan sınırsız olanaklar, gereksinim ve arzuların gerçekleştirilebilmesi böyle bir sonuca yol açar gibidir. 

Bacağım yokken bile acıdığını hissediyorum, o zaman öldüğünüzde cehennem azabını çekmeyeceğinizden nasıl emin olabilirsiniz? (Moby Dick)

Kendimizi somut bir varlık olarak gördüğümüz an içimizdeki tüm duygular olumsuz hale gelmektedir. Varlık değil, yokluk üzerinde odaklanılmaktadır.

Seyirci hiçbir şey anlamaması gerektiğini anlamakta, önüne konulanlara hiç gerek olmadığını, önemli olan tek şeyin kültür adlı dayatma, yani kültür adlı entegre devreye bağlılık olduğunu kavramaktadır. (Çağdaş Sanat)

Dünyanın ne kadar sefil bir yer olduğunu anlamak için bir mankenin yüz ve vücut hatlarının, en az bir Afrikalının iskeletini andıran görüntüsü kadar etkili olduğu söylenebilir. Bakmayı bildiğiniz takdirde aynı vahşetle her yerde karşılaşabilirsiniz.

Aşırı sağlıklı olmak virüslere ve hastalığa yol açabilr. aşırı güvenlik önlemi bağışıklık sisteminin çökmesi gibi yeni bir tehdidin oluşmasına yol açabilir. Sermaye fazlalığı spekülasyon ve borsanın ökmesine yol açabilir. Aklın fazlası düşüncesizce davranışlara yol açabilir. Haber, bilgi fazlalığı olgular konusunda bir yargıya varılamamasına ve kafaların karışmasına yol açabilir.

Hareket halindeki bütün sistemler, süreçler, maddeler, yer çekimsel bir çökme yaşarlar. Hızlandırma en üst düzeye ulaşıp, bu sınırı aştığında kendi kendini yok edecek negatif bir sınır çizgisi, bir kaşrı şok dalgası, bir tür daha büyük karşıt güç yaratmaktadır.

Pascal: Tanrı'ya ve sonsuz yaşama inanmak çıkarınızadır zira onların yokluğu yaşamınızı feda etmek gibi çok da önemli sayılamayacak bir sonuca yol açabilir, oysa var olmaları durumunda acayip karlı çıkacağınız söylenebilir. 

Demokratik ilke demek herkesin kendi lanetlenmiş payına sahip olması demektir. Oysa vatandaşların bu zorunlu göreve boyun eğmek gibi bir niyetleri olmadığı ve yanlış bir iş yapmaktan korktukları görülmektedir.

Hak ettiğiniz yöneticilere sahipsek onlara karşı hissettiğimiz aşağılama duygusu, politik bir hayvan olarak, kendi kendimize duyduğumuz aşağılamanın yansımasından başka bir şey olamaz. 

HANGİ SOL / ATTİLA İLHAN

İster istemez, beş yıl on yıl Almanya'da yaşayan, orada işçi hareketinin nelere heveslendiğini gören Türk işçisi, bundan kesinlikle etkilenmiyor da, önce kapalı ekonomi sisteminden kalma bir davranışa düz mülk sahibi olmaya ve kapitalistleşmeye özeniyor.

Sosyalist gözüyle baktınız mı, bu işçileirn amacının sınıfını güçlü kılmak değil de sınıf değiştirmek olduğunu hemen görürsünüz. Almanya'daki işçilerimizin büyük bir çoğunluğu oraya işçi sınıfının bilincini elde etmeye değil, Almanya'yı atlama tahtası gibi kullanıp bir üst sınıfa yükselmeye gitmiştir.

Endüstrileşmenin hiç de insanlığın refah ve mutluluk umudu olmadığını fark ettim. Endüstrileşme yüzdesi en yüksek ülkelerden İsveç, intihar yüzdesi ve alkolizm inanılmaz derecede...

Endüstrileşme bir toplumu belki varlıklı kılar ama gerçek anlamda mutlu kılmayacağını görmek olasız!

...insanlar endüstrileşme sonucunda daha özgür olurlar, çünkü doğaya olan bağımsızlıkları artar, ama kişiler tek tek daha özgür bir duruma gelirler denilemez, çünkü bu defa toplumun onlar üzerindeki baskısı artar.

Bizim kuşağın sosyalistleri, hatta daha sonrakiler, doktrini en geniş sınırları içinde tartışmalı olarak değil de, dogmacı bir tekel halinde tanıdıkları için talihsizdirler.

Susturmanın denenmiş çaresi ne, ya deli diyeceksin, ya anarşist(tabi tutuklayıp içeri atamıyorsa!). Göründüğü kadarıyla, kapitalisti de öyle yapıyor, komünisti de. 

...Sosyalizme heveslenen toplumlarda ilk girişlen işlerden birisinin, çalışma saatlerinin kapitalist toplumlara göre azaltılması...Yarım gün çalışma...Aksi takdirde kadınların üretime katılabilmeleri imkansızdır.

Marksizmi yorumlama yeteneği, kuşkusuz bir üniversite gencini aşan bir çaba sonucu elde edilebilir...Bütünüyle ezbere, kalıplaşan lafların ardına gizlenerek, bir düşünce tembelliğiyle rahatlamak...Nesnel bir değerlendirme yapabilecek ekinsel birikimden de yoksundurlar çoğu...

Beethoven, Brahms, Wagner, Vivaldi, Rossini, Weener dinlemek küçük burjuva pisliğidir. Bundan arınmak gerektir. Bu müzik de yasaktır. Müzik ancak halk türküsüdür (o da radyoda çalan değil). Ruhi Su dinlenmeli ama Drugstore'da söylüyor diye eleştirilmelidir. Bunlara fetva çıkmıştır yani. Bu tip Musa'nın on emrini yüzleyen, binleyen yasaklamaların örneklerini daha da uzatabiliriz.

Mustafa Kemal der ki, ya asker olunur ya siyasetçi. İkisi de birden olunamaz, asker olacaksanız milletvekilliğinden ayrılacaksınız, yok siyaset yapmak niyetindeyseniz o takdirde orduda bir gün dahi kalamazsınız, istifa etmelisiniz.

Bizim kuşağın yiğitleri sanmışlardır ki, devrim bir gece sabaha karşı halkın (daha sosyalistleri için, işçi sınıfın) iktidara el koymasıdır. Ama nasıl, bilen yok. Çok genel olarak sıkı disiplinli bir partiden söz edilir, bu partinin proleteryayı örgütleyeceği, iktidara götüreceği filan söylenirdi. Yalnız asıl o sonuç alıcı son hareketin, nasıl yapılacağını kimse bilmez.

Bizim kuşağın toplumcu kızları süslenmeyi bir burjuva eğilimi sayarlardı. Kadın dediğin "tabii" olmalıymış, ancak erkeğin zevk aracı olduğu zaman süse püse düşermiş. İlk çıkarılan kadın kokularından birinin adı nedir bilir misiniz? "Stalin'in Nefesi!" Demek sosyalist oldu mu, ya hiç süslenilmeyecek, yada süslenişte bile sloganlar patlayacak! Dedim ki: Doğal olan insana yetseydi, insanlar doğayı değiştirir, değiştirirken kendileri değişir denilir miydi?
Bir kadının güzelliğinin altını çizmesi başka, kapitalist bir yaşantıda erkekler için bir biblo, bir süs eşyası haline gelecek yanlış bir lükse düşmesi başka şeydir.



12 Mart 2016 Cumartesi

CİĞERDELEN / SAFİYE EROL

Eskiler gani yürekli insanlarmış. Sevdiklerinin namını kutlamak için hsnlst, çeşmeler yaptırırlarmış. Bugünküler sahiden o adamların nesli mi? İnanmak güç. Türk erkeği cömert, diye belledik. Halbuki, herkes nekes oldu galiba. 

-Zühre senin kırk deve yükü akçen olsa bir nefes ömre değişir misin?
-Değişmem pirim. Mukaddes hayata Karun malı bile bedel değil.
-Peki Zühre, sana deseler ki kırk deve yükü akçene karşılık sana bir soluk değil de yirmi sene ömür bıraakacağız, senin gözünde pazarlık değişir mi?
-Yok hayır, baba sultanım. Ha bir soluk ömür ha yirmi yıl ömür, hepsi bir...
-Neden Zühre neden?
-Zira ömrün manası Yaradan'a olan bağlantıyı duymaktır. Biz bunu yirmi yılda bileceğimiz kadar tek bir solukta da bilebiliriz. Yeter ki, var yürekten Tanrı adını analım.

Dinleyin beni ey Tanrının yükü ağır, gücü kıt kulları! Evvela siz analar, hey analar analar, ayağınızı denk alın! Diktiğiniz kabaklar karılarda patlıyor. Hatır kırmak, can yakmak, yürek deşmek...Oğullarınız bunu sizde dener, karılarında olgunluğa erdirir, öyle değil mi? Zinhar evlatlarınızı zalimlik derecesine vardıracak kadar sevip şirazeden çıkartmayın. Sonra siz ey kızlar, kadınlar!... Billur sarayda, dünyanın çirkin meşakkatlerinden uzak, altın toplarla oynarken, günü gelir de yolunuz dışarı düşer, ere gider olursunuz. Erkeğinizin özlenip okşanan sevgilisi kalmak isterseniz ona itaat edeceksiniz, onu deşip kusurlarını görmeye kalmayacaksınız, alargadan tapınacaksınız. Yedi peçesine el sürmeyeceksiniz mümkünse yedi tane de siz üstüne koyunç Aksi hareket ederseniz, nikabın altından onun kat kat kusurları belirdikçe o, mabudluk mihrabından yuvarlanır. ....Değil mi ki onu size erkeklik edebileceği mabud tahtından yıktınız, şimdi artık onunla beraber kalmak için tek bir çare vardır, her kusuru bağışlayan, her çirkinliği güzellik gibi gören bir ana olmak.

Toprağı düşünürüm ağam toprağı. Biz ona ekeriz, o bize kat kat bereketiyle öder. Cömert toprak vardır, emeğimizi utandıracak kadar gümrah mahsul verir. Çorak toprak vardır, vergisi kıt olur. Öyle nankör cinsi de vardır ki durma didiş, kaz kabart, gübrele, istersen nişasta eleklerinden geçir. Ama söyle ağam, hiçbir toprak gördün mü ji ekimi baştan başa inkar etsin? Sıvama kerpiç gibi olsa gene soysuz moysuz çuvaldız boyu olsun bir şey çıkar. Toprağı düşünürüm ağam toprağı. Hem de insanları. Bazı insanlara etekler dolusu muhabbet tohumu serpiyoruz. Yeşermezler bir türlü ne hikmettir. 

9 Mart 2016 Çarşamba

YALNIZ GEZENİN DÜŞLERİ / J.J. ROUSSEAU

Düşünen yalnız bir insan kaçınılmaz olarak kendisiyle meşgul olur.

Geleceğini bildiğim dertten değil, hissettiğim dertten üzülürüm ki, bu da onu oldukça hafifletir.

Gerçek mutluluğun kaynağının bizde olduğunu, mutlu olmayı bileni bedbaht etmenin insanların elinde olmadığını öğrendim.

Yaşamak için doğmuştum, yaşamadan ölüyorum. En azından bu benim suçum değil ve beni Yaratan'a yaratmama engel olunan büyük eserleri olmasa da en azından boşa çıkarılan iyi niyetlerimi, sağlıklı ama işe yaramaz hale getirilmiş duygularımı ve insanların beni horlayarak denedikleri sabrımı sunabileceğim.


İnsanların yaptığı kötülük, bana hiçbir şekilde dokunmuyor, beni korkutan yapabilecekleri kötülüktür.

İhtiyaçlarımla ilgili hissettiğim her şey beni üzer, aklımı karıştırır bedensel ihtiyaçlarımı göz ardı etmeden, zihinsel zevklerden gerçek anlamda bir tat alamam.

Misafirperverliğin bir tek Avrupa'da satıldığını gördüm. Asya'nın her yerinde sizi ücretsiz barındırırlar. Belki rahat etmek söz konusu bile değil ama "Ben insanım ve insanlara konuk oldum" diyebilmek az şey mi? Beni barındıran insanlığın ta kendisidir. Yürek bedenden daha çok gözetilirse, ufak mahrumiyetlere daha kolay katlanır.

Mutsuzluk şüphesiz çok büyük bir öğretmendir fakat bu öğretmen, derslerini pahalıya ödetir ve faydası da parasına değmez.

Gördüm ki bir iyiliği zevkle yapabilmem için zorlanmadan, serbestçe hareket etmem gerekiyor ve iyi bir işten alacağım tadın yok olması için onun benim gözümde bir görev olması yetiyor. O andan itibaren, mecburiyetin ağırlığı en tatlı zevkleri bile bir yük haline getiriyor.

Uygarlaşmış insan, doğanın kendisine bahşettiği özgürlük ve erdemi lüks ve tüketim uğruna bir kenara bırakmıştır.

Kendi dışımızda hiçbir şeyden değil, sadece kendimizden ve kendi varlığımızdan zevk alınır ve bu durum sürdükçe tıpkı Tanrı gibi insan kendi kendine yeterli olur.

Benim yerine kendi yarattıkları ve gönüllerince nefret edebilmek için istedikleri şekle soktukları Jean Jacques'tan başkasını görmeyecekler. Öyleyse onların beni görme biçimlerinden üüzntüye kapılmam yanlış, buna hiç aldırmamam gerekir çünkü onların gördükleri ben değilim.

Genç bilgeliği öğrenme, yaşlılık da uygulama zamanıdır. İtiraf ederim ki, tecrübe daima bir şey öğretir, fakat sadece bundan sonra yaşayacağımız zamana faydası vardır. Ölme zamanı gelince naısl yaşamak gerektiğini anlamanın ne değeri var.

İnsanların başkalarını eğitmeye başlamadan önce kendisi için öğrenmesi gerektiğine inandırm.

Şimdiye kadar insanların kötülüğün ürünü olarak gördüğüm olayları artık insan aklının kavrayamayacağı ilahi sırlar olarak görmekten kendimi alamıyorum.

Yaşlı birinin öğreneceği tek şey ölmektir, fakat aksi gibi benim yaşımda en yapılan da bu, ölümün dışında her şey düşünülür.

Tüm yaşlılar hayata çocuklardan daha fazla bağlıdırlar ve gençlerle karşılaştırıldığında daha zor ayrılırlar hayattan. Çünkü ömürleri boyu bu dünya için çalışmışlar ve tüm çalışmaları sona erdiğinde boşuna emek verdikleirni görmüşlerdir.

2 Mart 2016 Çarşamba

KAHVENİZ NASIL OLSUN? /BEŞİR AYVAZOĞLU

Kahveyi kavurup içecek olarak kullanan ilk kişinin Süleyman Peygamber olduğuna dair pek yaygın olmayan bir rivayet vardır. Yine el-Ceziri'nin bildirdiğine göre, Afrika sahillerinde bir süre istemeyerek kalan el Zahbani adında biri tarafından Habeşistan'dan Aden'e getirilmiş ve tasavvuf çevrelerinde yaygınlaştırılmıştı. Başka bir rivayet de kahveyi Yemen'e getirenin Şeyh Ali b. Ömer eş Şazili olduğu yolundadır. Bu şerefin yakıştırıldığı başka isimler de vardır, ancak Osmanlı dünyasında Şeyh Şazili kahvecilerin piri olarak benimsenecek ve kahvehanelere yüzyıllar boyunca:
Her seherde besmeleyle açılır dükkanımız
Hazreti Şeyh Şazili'dir pirimiz üstadımız
yazılı levhalar asılacaktır.

Şeyhülislam Ebusuud Efendi, kahvenin haram olduğuna dair fetvalar vermiş olsa da bu konuda pek katı değildi, hatta Hammer'a göre, sonraki yıllarda kahvehanelerin kapatılması için fetva vermekten kaçınmıştı. Bu büyük din adamının görüşlerini zamanla değiştirmesinde, kahvenin tarikat çevrelerinde de yaygın olarak kullanılmasının bir tesiri olmuş mudur bilmiyoruz.

Sadullah İzet adında bir şair kahve narhını yükseltenlere "kahve gibi çeksin azab" diye beddua etmiştir. Bu azapta, yanmak ve yüzü kararmak (kavrulmak), parça parşa edilmek (öğütülmek) ve suda boğulmak (pişirilmek) vardır: "Hem yanıp hem rusiyeh hem hurd ola hem gark-ı ab."

"Nihayet anladı ki, kahve işsizlikten ve aile dirliksizliğinden doğan ıstıraplara karşı sığınılacak tek kaledir. O da olmasa, mütekaitler için ölmekten başka yapılacak iş kalmayacaktı." Reşat Nuri Güntekin/Yaprak Dökümü

II. Abdulhamid'e karşı Selanik'teki Kuledibi kahvelerinde örgütlenen İttihatçılar da kahvehaneleri zararlı kurumlar olarak görüyor olmalılar ki, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra kahvehane ismini yasaklayarak kıraathane ismini yaygınlaştırmak istemişlerdi.