Yakıp yıkarken hayvanlaşan insanlar, ateşle, talanla teskin edemedikleri kötü hırslarını, nihayet hayvanlığın en yüksek bir ifadesi olan cebri temellükle yatıştırırlar.
Asıl mutlu açlardır, zira doyunacaklar. Asıl mutlu çıplaklardır, zira giyinecekler. Asıl mutlu zülüm görenlerdir, zira adalete kavuşacaklardır
Bir insan tasavvur edin ki hangi ırktan, ne cinsten olduğu belli değildir. Kendi vatanı addettiği memleketin dibine doğru ilerledikçe, kendi kökünden uzaklaştığını hissediyor. Hissetmese bile etrafında nasıl olan boşluk, soğuk ve itici hava, ona her an kendi toprağından sökülmüş bir aykırı, bir acayip nebat olduğunu bildiriyor.
Türk "entelektüel" i Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir.
Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvanî duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabanî ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin?...
yerli edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yerli edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Temmuz 2018 Çarşamba
MAHŞER / PEYAMİ SAFA
Sanatkârların çoğu, hüngür hüngür ağlamakta, en uzun kahkahanın tadını duymuşlardır.
Size şunu temin ederim ki âdi hayat mücadelesi, yaşamak için şu hergün yaptığımız kavga, harpten bin kat daha müthiştir.
Memlekette herkes, fazileti saadetin zıttı sandığı için, ya namuslu kalmaya karar vererek bir köşeye çekilip oturuyor, miskin, faidesiz, çekingen yaşıyor; yahut namussuzluğu kabul ederek bir taraftan halka faideli olmaya çalışıyor, öte taraftan çalıp çırpıyor.
Hasta bir ümid, sağlam bir yeisten daha fenadır.
Gençlik, aklın bir sürü kaidelerine harp açan ordunun ismi değil mi?
Hep bize saadet vermek için etrafımızda bekleyen şeylerden çoğunun farkında olmayarak yaşıyoruz. Güneşin vücudumuza verdiği diriliği, suların tatlılığını, sabahların tazeliğini, akşamların rahatlığı ve sükûnunu, iki taze yumurtadan gelen hayatı, samimi dostlar arasında geçirilen tatlı bir sohbet saatini, bir musiki namesindeki vecdi, ev hayatının küçük küçük ama zengin sevinçlerini, başkalarına yardımdaki gönül huzurunu, kitapların zevke ve fikre hizmetlerini, ibadetin saf güzelliğini, memleket, insanlık, aile aşkını… İstihfaf ederiz de, bize bir saniye zevkten sonra, uzun yorgunluklar, ıstıraplar bırakan fani hırsların peşinde koşarız.
Ruhta, haz ve elem gibi birbirlerine zıt iki unsur ayırmaya teşebbüs edilemez, her elem bir hazla, her haz, elemle müterafıktır. Kederli zamanlarımızda, gizli bir sevincimiz vardır, zira bu sevincimiz bitecektir. Elemsiz haz, hazsız elem tasavvuru, pek mücerred ve batıldır.
...her insanın hüviyetinde iki benlik vardır. Her insan iki yüzlüdür. Hodbin, hasbîdir; ister ve verir; doğru ve yalan söyler; aldanır ve aldatır; zulüm yapar ve merhamet eder; kendini ve etrafını düşünür, infiradı ve içtimaîdir; her insan iyi ve fenadır. Her insan tabiata benzer: güneş ve bulut, yağmur ve hararet, gül ve diken, bülbül ve baykuş, fırtınave sükûn, gülistan ve bataklık, iniş ve yokuş, tepe ve yayla, kuzu ve kurt, boğa ve karınca, namütenahi tezatlar ondadır. İnsanın topraktan yaratıldığı doğru bir tesbit: biz tabiata çok benziyoruz. Ruhlarımız, tabiatın ruhu gibi iki büyük tezadla örülür: iyi ve fena, güzel ve çirkin, doğru ve eğri.
Size şunu temin ederim ki âdi hayat mücadelesi, yaşamak için şu hergün yaptığımız kavga, harpten bin kat daha müthiştir.
Memlekette herkes, fazileti saadetin zıttı sandığı için, ya namuslu kalmaya karar vererek bir köşeye çekilip oturuyor, miskin, faidesiz, çekingen yaşıyor; yahut namussuzluğu kabul ederek bir taraftan halka faideli olmaya çalışıyor, öte taraftan çalıp çırpıyor.
Hasta bir ümid, sağlam bir yeisten daha fenadır.
Gençlik, aklın bir sürü kaidelerine harp açan ordunun ismi değil mi?
Hep bize saadet vermek için etrafımızda bekleyen şeylerden çoğunun farkında olmayarak yaşıyoruz. Güneşin vücudumuza verdiği diriliği, suların tatlılığını, sabahların tazeliğini, akşamların rahatlığı ve sükûnunu, iki taze yumurtadan gelen hayatı, samimi dostlar arasında geçirilen tatlı bir sohbet saatini, bir musiki namesindeki vecdi, ev hayatının küçük küçük ama zengin sevinçlerini, başkalarına yardımdaki gönül huzurunu, kitapların zevke ve fikre hizmetlerini, ibadetin saf güzelliğini, memleket, insanlık, aile aşkını… İstihfaf ederiz de, bize bir saniye zevkten sonra, uzun yorgunluklar, ıstıraplar bırakan fani hırsların peşinde koşarız.
Ruhta, haz ve elem gibi birbirlerine zıt iki unsur ayırmaya teşebbüs edilemez, her elem bir hazla, her haz, elemle müterafıktır. Kederli zamanlarımızda, gizli bir sevincimiz vardır, zira bu sevincimiz bitecektir. Elemsiz haz, hazsız elem tasavvuru, pek mücerred ve batıldır.
...her insanın hüviyetinde iki benlik vardır. Her insan iki yüzlüdür. Hodbin, hasbîdir; ister ve verir; doğru ve yalan söyler; aldanır ve aldatır; zulüm yapar ve merhamet eder; kendini ve etrafını düşünür, infiradı ve içtimaîdir; her insan iyi ve fenadır. Her insan tabiata benzer: güneş ve bulut, yağmur ve hararet, gül ve diken, bülbül ve baykuş, fırtınave sükûn, gülistan ve bataklık, iniş ve yokuş, tepe ve yayla, kuzu ve kurt, boğa ve karınca, namütenahi tezatlar ondadır. İnsanın topraktan yaratıldığı doğru bir tesbit: biz tabiata çok benziyoruz. Ruhlarımız, tabiatın ruhu gibi iki büyük tezadla örülür: iyi ve fena, güzel ve çirkin, doğru ve eğri.
4 Nisan 2018 Çarşamba
BİR AKŞAMDI / PEYAMİ SAFA
Her saadette eksik bir şey vardır. Her saadette bir felaket unsuru vardır; bu mahrum olmak korkusudur, o saadetten mahrum olmak korkusu ve sonra, biz biliriz ki saadet bitecektir; bunu bilmek saadetin felaketidir.
Kelebek tutulmuştur, fakat ya kaçarsa?".
"Ağlama, yavrum, her şey geçer..." diyordu. Her şeyin geçeceğini bilmek için onun yaşına gelmek lazımdı. Hem, her şey geçer ama, saçlarının rengini siler, gözlerinin alevini kapar ve derinin üstüne kara kalemle bir sürü çirkin çizgiler çizer...
Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor. Her başın içinde ölüm...
Kimse konuşmaz, hızlı yürümez, bardak masanın üstüne yavaş konur, nefes alırken bile ses çıkarmamaya çalışılır...
Sağların ölüye bu benzeyişleri, insanlarda bir müsavi (eşitlenme) olmak ihtirası bulunduğunu gösterir. Bir nevi adalet...
Yaşamak arzusu, asrın düsturu. Can sıkıntısı, asrın hastalığı. ...Hayatımızın bir safhasında vehimlerle körleşerek, ihtiraslarımızın peşi sıra züğürt bir şuurla yaşamaya başlarız, bir şeyin ve bir şeylerin peşinde koşarız, sonra emelimize az çok kavuşunca, yatışmış hırsımızla duraklar ve korkunç hakikati duyarız: Boşluk ve can sıkıntısı!
Evlenmeye en müsait insanlar Donjuan'lardır ve en az ehememmiyet verdikleri kadınla evlenirler. Bu onlara Donjuan olmakta devam etmek istediklerini gösterir.
Zekamız kelimeleri sevdiği kadar kalbimiz bunlardan nefret eder. Kalbimizin dili suküttur. Çünkü hiçbir duyguya isim verilemez. Kendilerine birer ad taktığımız duygular, şuurumuzda kabuk bağlamış, aklileşmiş ve kalple rabıtasını kesmiş kalb unsurlarıdır. Kelime kalpazanlığı yapmadan konuşmak sırrını kalb bilir.
Her kadın kendine çok hak verildiği zaman kendini haksız bulmaya başlar. Hoş bütün insanlar.
Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi.
Kelebek tutulmuştur, fakat ya kaçarsa?".
"Ağlama, yavrum, her şey geçer..." diyordu. Her şeyin geçeceğini bilmek için onun yaşına gelmek lazımdı. Hem, her şey geçer ama, saçlarının rengini siler, gözlerinin alevini kapar ve derinin üstüne kara kalemle bir sürü çirkin çizgiler çizer...
Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor. Her başın içinde ölüm...
Kimse konuşmaz, hızlı yürümez, bardak masanın üstüne yavaş konur, nefes alırken bile ses çıkarmamaya çalışılır...
Sağların ölüye bu benzeyişleri, insanlarda bir müsavi (eşitlenme) olmak ihtirası bulunduğunu gösterir. Bir nevi adalet...
Yaşamak arzusu, asrın düsturu. Can sıkıntısı, asrın hastalığı. ...Hayatımızın bir safhasında vehimlerle körleşerek, ihtiraslarımızın peşi sıra züğürt bir şuurla yaşamaya başlarız, bir şeyin ve bir şeylerin peşinde koşarız, sonra emelimize az çok kavuşunca, yatışmış hırsımızla duraklar ve korkunç hakikati duyarız: Boşluk ve can sıkıntısı!
Evlenmeye en müsait insanlar Donjuan'lardır ve en az ehememmiyet verdikleri kadınla evlenirler. Bu onlara Donjuan olmakta devam etmek istediklerini gösterir.
Zekamız kelimeleri sevdiği kadar kalbimiz bunlardan nefret eder. Kalbimizin dili suküttur. Çünkü hiçbir duyguya isim verilemez. Kendilerine birer ad taktığımız duygular, şuurumuzda kabuk bağlamış, aklileşmiş ve kalple rabıtasını kesmiş kalb unsurlarıdır. Kelime kalpazanlığı yapmadan konuşmak sırrını kalb bilir.
Her kadın kendine çok hak verildiği zaman kendini haksız bulmaya başlar. Hoş bütün insanlar.
Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi.
KİRPİNİN DEDİKLERİ / REFİK HALİD KARAY
Hürriyet devrinin Avrupa'ya talebe gönderip sonra avdetlerinde onları işsiz bırakmasıya, istibdat devrinin ısmarladığı harp gemilerini Haliç'e çekip şamandıralara bağlaması arasında ben bir fark göremiyorum.
Aç adamları birden doyurmayınız arsız olur. Züğürtlere hazine göstermeyin, millet, hazinesinden olur. Parasızların cebini birden doldurmayınız, kumarbaz olur. Vaktiyle sabah kahvaltısını güç bulanlara şampanya içirmeyiniz, sarhoş olur. Hırkaya alışanlara birden fıkak giydirmeyiniz, gülünç olur.
Aç adamları birden doyurmayınız arsız olur. Züğürtlere hazine göstermeyin, millet, hazinesinden olur. Parasızların cebini birden doldurmayınız, kumarbaz olur. Vaktiyle sabah kahvaltısını güç bulanlara şampanya içirmeyiniz, sarhoş olur. Hırkaya alışanlara birden fıkak giydirmeyiniz, gülünç olur.
25 Mart 2018 Pazar
ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HARİKA / AZİZ NESİN
Bu kitapta hiç yapılamayacak olanı yapmaya çalıştım, kendimi sizin yerinize koymaya uğraştım.
Bu hiç yapılamayacak olan bir şeydir. Çünkü büyümüş insanlarla kendi çocuklukları arasında belki bin, belki ikibin yıllık bir zaman vardır sanki. Onun için biz büyümüşler kendi çocukluğumuzu unuturuz.
Bir davranış fedakarlık olsun, bunu herkes bilsin,
duysun diye yapıldı mı, o davranış fedakarlık olmaktan çıkıyor.
19 Mart 2018 Pazartesi
HAYAT GÜZELDİR / MUSTAFA KUTLU
Bazıları sanatla zenaatı birbirinden ayırır. Beyhude bir ayrım. Daha doğrusu sanatçının kendilerini ötekilerin üstünde tutmak için seçtiği ve gariptir destek bulduğu bir şey. Batı'dan bize gelmiş. Bizde 'dahi' yoktur. Herkes işini yapar. İşini iyi yapmak ahlak gereğidir. Zenaat erbabının yaptığı bir sandalye bir mezar taşı ile ressamın tablosu arasında ne fark var? Efendim ressam tablosuna kendini katıyormuş, yenilik yapıyormuş vesaire. Öteki de yapıyor.
Sanatçının yüce, erişilmez bir mevkiye çıkarılması pagan döneminden kalmadır. İlla bir ayrım yapılması gerekiyorsa onu Cenab-ı Hak kitabında bildirmiş.
Yarabbi hayat ne kadar güzel. Ama bizim gözümüz kör, kulağımız sağır. Ancak dara düştüğümüzde,
paçamız sıkıştığında görüyoruz bu güzellikleri. Bu ne kadar nimet! Bunların hangi birine şükretmeli?
Para senin köpeğin olsun be Yaşar. Cenab-ı Hak seni bana gönderdi. Gönderdi ki bir kalbim olduğunu bileyim. Bundan öte ne var?
Sanatçının yüce, erişilmez bir mevkiye çıkarılması pagan döneminden kalmadır. İlla bir ayrım yapılması gerekiyorsa onu Cenab-ı Hak kitabında bildirmiş.
Yarabbi hayat ne kadar güzel. Ama bizim gözümüz kör, kulağımız sağır. Ancak dara düştüğümüzde,
paçamız sıkıştığında görüyoruz bu güzellikleri. Bu ne kadar nimet! Bunların hangi birine şükretmeli?
Para senin köpeğin olsun be Yaşar. Cenab-ı Hak seni bana gönderdi. Gönderdi ki bir kalbim olduğunu bileyim. Bundan öte ne var?
A'MAK-I HAYAL / FİLİBELİ AHMED HİLMİ
Acaba mutluluk nedir? İşte bunu bilen yok... Belki de yalnızca bu dünyanın gürültü patırtısından uzak olan deliler mutlu sayılabilir.
Sıkıntı, neşeden daha fazla bulaşıcıdır.
Halil (İbrahim) "Mutluluk çalışmak, kazanmak ve kazancını kendi cinsinden birisiyle paylaşmaktır."
Kelim (Musa) "Mutluluk nefisni aşırı isteklerden kurtarmaktır."
Adem "Mutluluk şeytana uymamak, nefsin isteklerine aldanmamaktır."
Konfüçyüs "Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktır."
Zerdüşt "Mutluluk karanlıkta kalmamaktır."
Mesih (İsa) "Mutluluk geçmişi unutmak, yaşanılan zamanı hoş görmek, geleceği düşünmemekle mümkündür."
Hz. Muhammed "Mutluluk hayatı olduğu gibi kabul etmek, ağır yüklerine katlanmak ve bunların düzeltilmesine çalışmaktır."
Mezarlığın önünden hemen her gün geçiyordum. Her geçişimde içimde orayı ziyaret etme isteği doğuyordu.
Bizim gibi gençlerin, kıymetli zamanlarının bir bölümünü geçimini sağlamaya, diğer bölümünü ise eğlenceye ayırmış olanların, mezarlıklarla uğraşmaya zamanı mı olur?
Zevk-i dünyaya firip olmadılar ehl-i kemal
Bildiler hasılı hep zıll u heva lu'b u hayal
Zevke teşbih-i cihanın hele rüyaya misal
Damen-i aşkı tutup buldu kamu kurb-ı visal
(Bilge kişiler bu dünyanın hep hayal, taklit ve oyundan ibaret olduğunu bildikleri için, kendilerini dünya zevklerine kaptırmadılar. Zira bu dünyanın zevkleri ancak bir rüyaya benzetilebilir, insanlar sevgilinin yakınında bulunmayı sevgiliye kavuşma olarak algılıyorlar.)
Şimdiye kadar, kim bilir kaç hayvan yükü kitap okudun?
Ne anladın?
Hiç değil mi?
İnsanların bilgisi nedir?
Bencilliklerimiz ve zevklerimiz ihtiyaç olan sanatlara ait şeylerden ibarettir.
Bu hayatta yok vefa,
Her günü derd ü cefa,
Ey müştak-ı safa,
Ömrünü etme heba,
Dem bu demdir, dem bu dem!
Delileri incelemek, belki de, akıllı olduklarını iddia eden kimselerin yaptığı en akıllıca iştir.
Arkadaşlarım dünyayı hiç umursamıyorlardı. Bunların bir kısmı uzmanlaştığı ilim ve fenle ve vazifesiyle meşgul olup felsefi konulardan olan varlık problemiyle hiç meşgul olmuyordu. Bazıları ise dini duygulardan adeta soyutlanmış, din ve hikmete masalların kalıntısı gözüyle bakıyordu. Garip kanaat! Ben bunlara gıpta ederdim. Gerçekten de garip kanaat!
Bir kısmı ise Ramazan kandillerini gördüğü vakit müslüman olduğunu hatırlayan müslümanlardandı. Kandiller yandı mı? Ellerine tespihlerini alırlar, dinlememek ve hiçbir şey anlamamak şartıyla camileri dolaşarak Kur'an ve vaaz dinlerler ve ikindi vakti kalkmak şartıyla oruç bile tutarlardı.
Oruç tuttuğu halde namaz kılmaya lüzum görmeyenleri de vardı. Uzun bir namaz olan teravihe hiçbiri yanaşmazdı. Ramazan bitti mi, bunların dini hassasiyeti de elveda eder, giderdi. Mevsimlik elbise giymeye benzeyen bu tür dindarlığa ben her sene şaşırırdım.
Sıkıntı, neşeden daha fazla bulaşıcıdır.
Halil (İbrahim) "Mutluluk çalışmak, kazanmak ve kazancını kendi cinsinden birisiyle paylaşmaktır."
Kelim (Musa) "Mutluluk nefisni aşırı isteklerden kurtarmaktır."
Adem "Mutluluk şeytana uymamak, nefsin isteklerine aldanmamaktır."
Konfüçyüs "Bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktır."
Zerdüşt "Mutluluk karanlıkta kalmamaktır."
Mesih (İsa) "Mutluluk geçmişi unutmak, yaşanılan zamanı hoş görmek, geleceği düşünmemekle mümkündür."
Hz. Muhammed "Mutluluk hayatı olduğu gibi kabul etmek, ağır yüklerine katlanmak ve bunların düzeltilmesine çalışmaktır."
Mezarlığın önünden hemen her gün geçiyordum. Her geçişimde içimde orayı ziyaret etme isteği doğuyordu.
Bizim gibi gençlerin, kıymetli zamanlarının bir bölümünü geçimini sağlamaya, diğer bölümünü ise eğlenceye ayırmış olanların, mezarlıklarla uğraşmaya zamanı mı olur?
Zevk-i dünyaya firip olmadılar ehl-i kemal
Bildiler hasılı hep zıll u heva lu'b u hayal
Zevke teşbih-i cihanın hele rüyaya misal
Damen-i aşkı tutup buldu kamu kurb-ı visal
(Bilge kişiler bu dünyanın hep hayal, taklit ve oyundan ibaret olduğunu bildikleri için, kendilerini dünya zevklerine kaptırmadılar. Zira bu dünyanın zevkleri ancak bir rüyaya benzetilebilir, insanlar sevgilinin yakınında bulunmayı sevgiliye kavuşma olarak algılıyorlar.)
Şimdiye kadar, kim bilir kaç hayvan yükü kitap okudun?
Ne anladın?
Hiç değil mi?
İnsanların bilgisi nedir?
Bencilliklerimiz ve zevklerimiz ihtiyaç olan sanatlara ait şeylerden ibarettir.
Bu hayatta yok vefa,
Her günü derd ü cefa,
Ey müştak-ı safa,
Ömrünü etme heba,
Dem bu demdir, dem bu dem!
Delileri incelemek, belki de, akıllı olduklarını iddia eden kimselerin yaptığı en akıllıca iştir.
Arkadaşlarım dünyayı hiç umursamıyorlardı. Bunların bir kısmı uzmanlaştığı ilim ve fenle ve vazifesiyle meşgul olup felsefi konulardan olan varlık problemiyle hiç meşgul olmuyordu. Bazıları ise dini duygulardan adeta soyutlanmış, din ve hikmete masalların kalıntısı gözüyle bakıyordu. Garip kanaat! Ben bunlara gıpta ederdim. Gerçekten de garip kanaat!
Bir kısmı ise Ramazan kandillerini gördüğü vakit müslüman olduğunu hatırlayan müslümanlardandı. Kandiller yandı mı? Ellerine tespihlerini alırlar, dinlememek ve hiçbir şey anlamamak şartıyla camileri dolaşarak Kur'an ve vaaz dinlerler ve ikindi vakti kalkmak şartıyla oruç bile tutarlardı.
Oruç tuttuğu halde namaz kılmaya lüzum görmeyenleri de vardı. Uzun bir namaz olan teravihe hiçbiri yanaşmazdı. Ramazan bitti mi, bunların dini hassasiyeti de elveda eder, giderdi. Mevsimlik elbise giymeye benzeyen bu tür dindarlığa ben her sene şaşırırdım.
23 Kasım 2017 Perşembe
YER ALTINDA DÜNYA VAR / REFİK HALİD KARAY
Marivaux'un bir sözünü hatırlıyorum; aşk en fazla şüphe edilmesi gereken şeye bile insanı inandırır.
Çoğu bir fedakarlığı göze alıp evlendiği, bir kısmı da kocalarına gerçekten sevgi yahut saygı duyduğu için yaşlıların taze zevceleri ile normal yaşta evliler arasında bir istatistik yapılabilse birincilerin daha sadık çıkmaları mümkündür. Bunda tecrübeli kocasının idare meziyeti de rol oynar. O noksanını bilgi ve akıl ile gidermesini bilir.
Cemiyet suçu hazırlar, suçlu adam onu işler, derler. Kanaatimce günahı da kadın hazırlar, kadın hazırlamadıkça erkeğin günaha girmesi güçtür ve nadir vakalardandır.
Çoğu bir fedakarlığı göze alıp evlendiği, bir kısmı da kocalarına gerçekten sevgi yahut saygı duyduğu için yaşlıların taze zevceleri ile normal yaşta evliler arasında bir istatistik yapılabilse birincilerin daha sadık çıkmaları mümkündür. Bunda tecrübeli kocasının idare meziyeti de rol oynar. O noksanını bilgi ve akıl ile gidermesini bilir.
Cemiyet suçu hazırlar, suçlu adam onu işler, derler. Kanaatimce günahı da kadın hazırlar, kadın hazırlamadıkça erkeğin günaha girmesi güçtür ve nadir vakalardandır.
30 Haziran 2016 Perşembe
HUZURSUZ BACAK / MUSTAFA KUTLU
Biz böyleyiz işte, ikinci el bir hayata evet demişiz. Varoluşçuluk, sürrealizm, bugün için postmodernizm hep öyle. Çıkara çıkara Türk Einstein'ini, Sivaslı Sindi'yi çıkarıyoruz. gelişen bir şehrimizi "Doğu'nun Paris'i" ilan ediyoruz.
İçimdeki şeytan derhal harekete geçti. Diyelim ki kitabı yazdın. Ortaya işe yarar bir fikir attın. Bunu yapan çok. Önemli olan bu fikir nasıl temayüz edecek, buna kim sahip çıkacak, kim benimseyecek? Hadi benimsendi diyelim kim uygulayacak? Uygulamaya konulmamış fikri ne yapayım ben.Kitap rafta kalacak sen boşa kürek çekeceksin. Bir süre sonra kitap da unutulur gider.
Hepimizin içinde böyle bir şeytan yaşar. Bizi hayra hizmetten alıkoymaya çalışır. Ona aldırmayın, bildiğinizden şaşmayın, gevşemeyin. ...Bu kitabı Allah'ın izniyle yazacağım, sonra götürüp denize atacağım.
20 Haziran 2016 Pazartesi
HER GECE BODRUM / SELİM İLERİ
Yükseköğretimde bir yığın gereksiz, yararsız şey okutuluyordu. İnsan asıl öğrenmek istediklerini başka kitaplarda üniversitede okutulmayan ve okunması ters karşılanan yapıtlarda bulabiliyordu.
İnsanın gündelik aldanışlara ihtiyacı vardı. Ama Cem umarsızlığıyla, her anı bilinçle yaşama tutkusuyla bu ihtiyacı tüketirdi.
Keynes'in zırvalarını okumaktan usanmıştı. Bu adamın işsizliği önlemek adına ileri sürdüğü her şey gizli, ilk bakışta belirmeyen bir sömürücülüğe dayanıyordu.
...bir daha gidilmeyen bir ülkeydi çocukluk.
İnsan neden yaz tatillerinde yalnız karşı cinsi ve kendi yalnızlığını düşünür?
İnsanın gündelik aldanışlara ihtiyacı vardı. Ama Cem umarsızlığıyla, her anı bilinçle yaşama tutkusuyla bu ihtiyacı tüketirdi.
Keynes'in zırvalarını okumaktan usanmıştı. Bu adamın işsizliği önlemek adına ileri sürdüğü her şey gizli, ilk bakışta belirmeyen bir sömürücülüğe dayanıyordu.
...bir daha gidilmeyen bir ülkeydi çocukluk.
İnsan neden yaz tatillerinde yalnız karşı cinsi ve kendi yalnızlığını düşünür?
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ / HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
Hayat hesapsız can düşmanlarına durmadan karşı koymakla devam ettirilen pek nazik bir geçittir. Hayat hayatı yiyerek, yok ederek kalıcı oluyor. Biz yaşamak için diğer hayatları öldürüp yiyerek onları hazmederek kendimize benzetiyoruz. Diğer hayatlar da aynı gayrette bizi yutmaya uğraşıyorlar. Etten kemikten yaratılmış şu zavallı vücutlarımızın ne kadar zararlı tehlikeli mikroplara yiyinti olmak eğilimi taşıdığını vücut makinesi dediğimiz ve bir saat gibi tıkır tıkır işleyen iç aletlerimizin ne kadar ufak arızalarla işlemez olması tehlikesinde olduğunu bilsek belki bir an ferah ferah nefes almaya bile korkardık.
Kuvvetli olan haklı oluyor. O derece ki zavallılara zayıflara hakkı en kuvvetli olan kimse o dağıtıyor. Kuvvetlinin fikri hak oluyor.
Ben mektuplarımda çirkin bir kız olduğumu ısrarla iddia edip durduğum halde mümkün değil siz bu iddiama inanmıyordunuz. Çünkü cidden çirkin olanlar yaradılışlarındaki bu kusuru değil başkalarına, kendilerine bile itiraf etmezler.
Her günah için bir kefaret koymuşlar. Bu kefareti ciddi bir pişmanlık takip ederse suçlu doğruya yönlenebilir. Toplum dürüst bir fert kazanmış olur. Bu sebeple dinler büyük küçük günahlar için tövbe kapılarını açık bırakmışlardır. Fakat kitlede tövbeyi, yemini tutmak kabiliyetine ermiş on binde kaç kişi bulunur.
Kuvvetli olan haklı oluyor. O derece ki zavallılara zayıflara hakkı en kuvvetli olan kimse o dağıtıyor. Kuvvetlinin fikri hak oluyor.
Ben mektuplarımda çirkin bir kız olduğumu ısrarla iddia edip durduğum halde mümkün değil siz bu iddiama inanmıyordunuz. Çünkü cidden çirkin olanlar yaradılışlarındaki bu kusuru değil başkalarına, kendilerine bile itiraf etmezler.
Her günah için bir kefaret koymuşlar. Bu kefareti ciddi bir pişmanlık takip ederse suçlu doğruya yönlenebilir. Toplum dürüst bir fert kazanmış olur. Bu sebeple dinler büyük küçük günahlar için tövbe kapılarını açık bırakmışlardır. Fakat kitlede tövbeyi, yemini tutmak kabiliyetine ermiş on binde kaç kişi bulunur.
ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR
Kendi hareketlerimizin
garabetinden gaflet ederek başkalarının yaptıklarında daima mantık aramak
adetinden korunmalı ve kurtulmalıyız. hayatı daima makul bir şey sanmak
göreneği o kadar kuvvetlidir ki kanunların tatbikiyle adaleti tevzi edenler
bile, zanlıların daima mantıki hareket ettiklerini sanarak ve yaptıklarını ona
göre muhakeme ederek, bazan hataya düşerler. ....Her geçirdiğimiz zaman biraz
sonra kendimize delilik haberi olan bizler, bir türlü tatmin edilemeyen
mantığımızla, adeta rahatsız, hasta olan insanlarız.
Filhakika insanlar yalnız akıllarıyla yaşamadıkları gibi aklıselim denilen şey de umumi değil, gayet nıspidir. Fakat bütün bu hakikatlerden gaflet ederek zavallı insanların birbirleirni, herkesin herkesi ve cemiyeti olduğundan fazla makul ve mantıki bulmağa insiyaki bir meyli ve tehlikeli bir alışkanlığı vardır. Böylece bize kalsa yanlış olarak kendimizin büsbütün makul bir alemde yaşadığımızı sanırız. ...Halbuki deliler bizi bu gafletimizden kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. İnsan bir deliyle konuşurken, daha bir çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı başına gelir.
Zira biz de mahkemeler gibi insanları çok kere adam yerine koyarız. Sanırız ki düşünürsek düşüncemizi takdir edecekler, söylersek sözümüzü anlayacaklar, bilirsek ilmimize inanacaklar, doğru hareket edersek lehimize şahadet edeceklerdir. Aldanırız! Hemen daima bunun aksi sabit olur. Hayatımızın her alanında yapayalnız kalırız.
Nerede zeka umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız. Nerede sadakat beklersek orada orada ihanete uğrarız. Nerede kibarlık ararsak orada bayalığıa rastlarız. Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz.
Esasen merhamet, şefkat ve ciddiyet noksanı hep bu sıhhatleri ve işleri yolunda gidenlerin aşkalarına akıl erdirememeleri yüzünden doğuyor.
Herkesin cehaleti bilmediği şeyler kadar da bildiğini sandığı şeylerden doğar.
Zira daima böyle alınacak dersleri almak için ekseriyetle biz kendimiz hazır değilizdir. Yaşımız yahut bilgimiz, muhakememiz yahut vaktimiz kafi gelmeyerek edebileceğimiz her türlü istifadelere mani olur ve gözlerimiz önünde geçen hadiseler böylece gözlerimizi açmadan geçer. Daaima tecrübeden bahseder, dururuz. Unuturuz ki tecrübe sahibi olmak için en acı dersler hiçbir zaman eksik olmaz. Fakat biz ne fert olarak insanlar ne de topluluğumuz olan milletler bunlardan istifade edemeyiz. Çünkü bizlerde de eksik olan bunlardan ders almak kabiliyetidir. Bu imkansızlıktan dolayıdır ki bütün zamanlarda tekerrür eden bunca tecrübeler hep nafile geçer, hep ziyan olur ve fertler, nesiller ve milletler uslanmadan hep aynı hataları tekrar ederler.
Bir insanın dini kanaatleri ve felsefi fikirleri kendisinde ikinci bir tabiat yaratır. Bu ikinci adam da içindeki ilk insiyaki mahluk kadar tabii ve hakikidir. Ve bu ikinci tabiat olmasa o sadece nefsani bir hayvandan ibaret kalırdı.
Akıl ve izan nadide birer kıymettir. Fakat bundan dolayı meydana çıktıkları her yerde makbul olduklarını sanmamalıdır. Bilakis bunlar, alışık olmayanları yadırgatabilir. İzanı ve muhakemesi üstün olduğu için hakikati sezip söyleyen gibi, duyunca anlayan da azdır. ...Keyfiyetin ekseriyet tarafından mutlaka takdir olunduğunu sanmak yanlış olur. Çokluğun seviyesini aşanlar çok kere anlaşılmamaya mahkumdurlar. Ekseriyet hep kendi seviyesinde bir sözcü arar. ....Güzeli ve iyiyi tefrik etmek için yetişmiş bir zevk ister. İyi bir terzinin dikişini mutlaka herkes beğenmez. Müşterilerin çoğu mutlaka en iyi ve en temiz dükkana gelmez.
Felaket veya saadetimize sebep olan, hep duygularımızın ince birtakım nüktelerinden ibarettir. Hepimizi öldüren çok kere, hayatın, yabancıların, ekseriyetin ve talihin mümessilleri gibi telakki ettiğimiz birtakım unutkanlıklar, ihmaller ve tekasüllerdir. İnsanları öldüren başkalarının gözleirne görünemeyecek kadar küçük bir takım nezaketsizliklerdir.
Yavaş yavaş, parça parça ölen bizler, ölülerin birdenbire ne kadar ölmüş olduklarına bir türlü akıl erdiremiyoruz. Onlar artık kendilerinden bize geçmiş, biraz da bizde kalmış zerreleriyle, ancak biraz bizim içimizde yaşayabilirler. Onları ancak biz, biraz hatırlamakla, içimizde, kendimize karıştırarak belki bir gölge, belki bir rüya halinde, biraz daha yaşatmış oluruz!
YA TAHAMMÜL YA SEFER / MUSTAFA KUTLU
Gençlikte idealist olunuyor. Hepimiz öyle yetiştik. Etrafı toz pembe görüyorduk. Oğlum bak, ben de gençken dünyaya nizam vermeye kalkmıştım, ne delilik, arkadaşlarla bir dernek kurmaya kalkmıştık. Güzeldi, asil duygulardı ama akla dayanmıyordu, gerçekçi değildi.
Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları...
Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları...
KÜÇÜĞE BİR DONDURMA / TUNA KİREMİTÇİ
Çingelerin unutma sanatı dedikleri şey... Başımıza gelenlere katlanabilmek, başımıza daha önce gelmiş şeyleri unutmanın çareleri. Bunları keşfetmeye çalışarak geçen hayat...
Bir sanat olarak unutmak...
Hayata devam edebilmek için başlarına gelen felaketleri unutmayı öğrenen Çingelerin kaderi.
İhanetleri unutmak, yara izlerini unutmak, yaptığımız bri hatayı, tutamadığımız sözleri, basit çözümsüzlükleri, eski bir adresi, bazı telefon numaralarını, vaktiyle bakmaya doyamadığımız bir yüzü, yediğimiz bir kazığı, çenemizi kıran bir yumruğu, tatlı bir okşayışı, çocuğumuzun plastik kovaya kum dolduran parmaklarını...
Yaşlı bir adamın günün birinde bütün zamanını ve enerjisini unutmaya harcamış olduğunu fark etmesi.
Hafızanın ihtiyardan intikamı: Bir sanat olmaktan çıkıp gerçeğin ta kendisi haline gelen unutuş....
Çünkü aklın yada mantığın yeri yoktu aralarında. Varlıklarını doğuştan gelen içgüdülerine "baba" ve "oğul" olma hallerine borçluydular. Gereğinden fazla bilinçli yaklaşıldığında solan her şey gibi, sevgileri de gücünü doğadan alıyordu.
İnsanın kendi içine sık bakması iyi bir şey değil. Kapıları aklımıza her estiğinde açarsak, karşımıza ne çıkacağını bilemeyiz. Bazı şeylerin unutulmasında, birkaç kapının kapalı kalmasında fayda var.
Yaşamak babamın çok vaktini alıyordu....Zorla oynatıldığı bir mahalle maçında geride durup gelen toplara isteksizce vuran bir çocuğa benziyordu.
Bir sanat olarak unutmak...
Hayata devam edebilmek için başlarına gelen felaketleri unutmayı öğrenen Çingelerin kaderi.
İhanetleri unutmak, yara izlerini unutmak, yaptığımız bri hatayı, tutamadığımız sözleri, basit çözümsüzlükleri, eski bir adresi, bazı telefon numaralarını, vaktiyle bakmaya doyamadığımız bir yüzü, yediğimiz bir kazığı, çenemizi kıran bir yumruğu, tatlı bir okşayışı, çocuğumuzun plastik kovaya kum dolduran parmaklarını...
Yaşlı bir adamın günün birinde bütün zamanını ve enerjisini unutmaya harcamış olduğunu fark etmesi.
Hafızanın ihtiyardan intikamı: Bir sanat olmaktan çıkıp gerçeğin ta kendisi haline gelen unutuş....
Çünkü aklın yada mantığın yeri yoktu aralarında. Varlıklarını doğuştan gelen içgüdülerine "baba" ve "oğul" olma hallerine borçluydular. Gereğinden fazla bilinçli yaklaşıldığında solan her şey gibi, sevgileri de gücünü doğadan alıyordu.
İnsanın kendi içine sık bakması iyi bir şey değil. Kapıları aklımıza her estiğinde açarsak, karşımıza ne çıkacağını bilemeyiz. Bazı şeylerin unutulmasında, birkaç kapının kapalı kalmasında fayda var.
Yaşamak babamın çok vaktini alıyordu....Zorla oynatıldığı bir mahalle maçında geride durup gelen toplara isteksizce vuran bir çocuğa benziyordu.
MATMAZEL NORALİYA'NIN KOLTUĞU / PEYAMİ SAFA
Ekmekleri, şerefleri ve yerleşmiş inançlardan gelen düşünce konforları birer üniversite kışlasına bağlı bulunan profesörlerde bu korkunun derecesini düşününüz.
Çağımızın ilmi kilisenin dışında doğduğu gibi, yarının hakikati de üniversitenin dışında geçecektir. Belki daha serbest olduğum gün, daha serbest düşüneceğim.
Rahmetli derdi ki: "Dinlerin hepsi iyiliğie, doğruluğa çıkar. Allah'a çıkar. Müslümanlık en kısa yoldur."
Delilik çok fena şey. Velakin akıllılar için böyledir. Mecnunlar için bu bir rahatlıktır. Yoksa tecennün ederler miydi? Akıllı sevmediği dünyadan kaçıyor. Anın abese tahammülü yoktur. Ve Allah'ın hikmetini bilmeyenler için her felaket abestir.
İnsanlar çocukları numunei imtisal ittihaz edip kalplerini tasfiye edecekleri yerde onlara da kendi ihtiraslarını telkin ile saffe-i ahlakiyelerini bozarlar. Fıtratın elinde lekesiz doğan bu vicdanı kirletirler.
Ne arzu eyledimse aksi oldu. Bunda bir hikmet vardır. Ve bundaki hikmet bendeki arzuyu öldürmek değilse nedir?
Tarih-i beşeri dolduran bütün muharebeler, benliğini öldürmesini bilmeyen insanın bir gaye uğrunda öğrenmesi için Cenabı Hakk'ın ona verdiği kanlı derslere benzer.
Orta Çağ'ın bozumundan sonra, şiddetli bir ferdiyetçilik haline, ben'in hortladığını görüyoruz. Zamanımızın büyük işaretlerinden biri de bu ben kuduzudur. Fakat onun karşısına bu sefer de sosyalizm ve nasyonalizm çıkmıştır. Liberalizmin onu azdırmasına karşı bunlar daha üst planlardaki zaruretlerin tepkileridir. Düşününüz: Hürriyet mesuliyeti gerektirdiği halde, liberalizmin fikir hürriyetinde de kazanç hürriyetinde de sorun yoktur. İstediğiniz kadar yanlış düşünebilir, fakiri sömürerek istediğiniz kadar kazanabilirsiniz. Liberalizm gafletinizi, sömürücülüğünüzü ve kibrinizi hudustzu planına naklederek beninizi şahlandırmıştır. Buna rağmen fert hiç değilse "fenafil'aile" merhalesine erişebilmiş görünüyor. Bu feragatin kahramanı da anadır. İnsanın ancak evladı lehine devamlı fedakarlığına şahit oluyoruz.
Aşkın gıdası mesafe. Realite iğrenç. Samimiliğin tabancası ikisini de yaraladı.
Tıpta doktor, felsefede hasta olursun.
Ruhun işemesinden başka bir şey olmayan ağlamak...
Kendinizi hasta farz etmeyiniz. Hastalık çok defa bu zandır.
Çağımızın ilmi kilisenin dışında doğduğu gibi, yarının hakikati de üniversitenin dışında geçecektir. Belki daha serbest olduğum gün, daha serbest düşüneceğim.
Rahmetli derdi ki: "Dinlerin hepsi iyiliğie, doğruluğa çıkar. Allah'a çıkar. Müslümanlık en kısa yoldur."
Delilik çok fena şey. Velakin akıllılar için böyledir. Mecnunlar için bu bir rahatlıktır. Yoksa tecennün ederler miydi? Akıllı sevmediği dünyadan kaçıyor. Anın abese tahammülü yoktur. Ve Allah'ın hikmetini bilmeyenler için her felaket abestir.
İnsanlar çocukları numunei imtisal ittihaz edip kalplerini tasfiye edecekleri yerde onlara da kendi ihtiraslarını telkin ile saffe-i ahlakiyelerini bozarlar. Fıtratın elinde lekesiz doğan bu vicdanı kirletirler.
Ne arzu eyledimse aksi oldu. Bunda bir hikmet vardır. Ve bundaki hikmet bendeki arzuyu öldürmek değilse nedir?
Tarih-i beşeri dolduran bütün muharebeler, benliğini öldürmesini bilmeyen insanın bir gaye uğrunda öğrenmesi için Cenabı Hakk'ın ona verdiği kanlı derslere benzer.
Orta Çağ'ın bozumundan sonra, şiddetli bir ferdiyetçilik haline, ben'in hortladığını görüyoruz. Zamanımızın büyük işaretlerinden biri de bu ben kuduzudur. Fakat onun karşısına bu sefer de sosyalizm ve nasyonalizm çıkmıştır. Liberalizmin onu azdırmasına karşı bunlar daha üst planlardaki zaruretlerin tepkileridir. Düşününüz: Hürriyet mesuliyeti gerektirdiği halde, liberalizmin fikir hürriyetinde de kazanç hürriyetinde de sorun yoktur. İstediğiniz kadar yanlış düşünebilir, fakiri sömürerek istediğiniz kadar kazanabilirsiniz. Liberalizm gafletinizi, sömürücülüğünüzü ve kibrinizi hudustzu planına naklederek beninizi şahlandırmıştır. Buna rağmen fert hiç değilse "fenafil'aile" merhalesine erişebilmiş görünüyor. Bu feragatin kahramanı da anadır. İnsanın ancak evladı lehine devamlı fedakarlığına şahit oluyoruz.
Aşkın gıdası mesafe. Realite iğrenç. Samimiliğin tabancası ikisini de yaraladı.
Tıpta doktor, felsefede hasta olursun.
Ruhun işemesinden başka bir şey olmayan ağlamak...
Kendinizi hasta farz etmeyiniz. Hastalık çok defa bu zandır.
18 Haziran 2016 Cumartesi
YALNIZIZ / PEYAMİ SAFA
Tahsil denen şey, hayatımızda on beş seneden fazla süren bir hastalıktır ve mektepten kaçmaktan başka ilacı yoktur.(Besim)
İş hayatından daha büyük mektep, tecrübeden daha büyük ders, ihtiyaçtan daha büyük mürebbi, tecessüsten daha büyük öğretmen, muvaffakiyetten daha büyük diploma olur mu?(Besim)
Bence bütün mesele, insanın umumi kültürünü ve meslek bilgilerini ihtiyaçlarına ve istidadına göre hazırlamasının yolunu kendisine göstermek ve vasıtalarını vermektir. Müfredat programlarının ezici yükü altında bunalan şimdiki mekteplerde her çocuğun ayrı ihtiyaç ve istidadı hesaba katılmaz. Talebe ders çalışmaktan ve imtihana hazırlanmaktan şahsi araştırmalara da vakit ve enerji bulamıyor. Halis kültürü de meslek bilgisini de bu şahsi araştırmalar verir.(Samim)
Bizim gibi mirasyediler için, geceleri kitap okumak,gündüzleri gevezelik etmek için lazımdır. Fakat züğürtlerin bütün felaketleri alfabeden başlar.(Besim)
Çocuk zekasının programlardaki suni tasniflere ve bölümlere zıt bir gelişme seyri takip ettiği bilindikten sonra, bugünkü okulların birer zeka mezbahası oldukları anlaşılmıştır. (Samim)
Fakat az yemenin vücuda verdiği hafifliğin, zekaya verdiği çeviklik ve derinliğin....
Septisemi, verem, kanser, bunlar hep boş lakırdıdır. İnsanı yalnız bir illet öldürür: Sıkıntı. Öteki hastalıklar bunun vücuttaki çeşitli görünüşleridir.
Birçok hastalıkların sebebini hastanın vücudundan evvel hayatında aramak lazımdır. Yani hastalık çok defa kaderin aksiliklerine kaşrı ruhun ve onun peşinden vücudun isyanıdır. (Tournier'in nazariyesi)
İşsiz kalmak çok defa tembelliğin, ahlaksızlığın, beceriksizliğin cezası değil midir? Sendikalar veya sosyalist devlet bu cezayı mükafaata çeviriyor ve işsizi besliyor. (Besim)
Çırpınmak ve çabalamak batmaktır, haykırmak boğulmak. Sakin ol, kendini bırak. Emin ol. Batmayacağına selamete çıkacağına emin ol. (Besim)
İnsana kendi kendisinin üstüne çıkmak zevkini veren sevgi yalnız analık aşkından ibaret değildir. Hürriyet ve menfaatlerimizi başka ruhlarla kaynaşmak için de feda ederiz. Bunda nesli devam ettirmek gibi hayvanca bir gaye de yoktur.
İnsanın içi rahat olmazsa hayatın zevki yoktur.
İnsan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşaması yahut da inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakarlık yapmalı. En çirkin şey ikisine birden sahip çıkan mürailiktir.
Unutmak için en iyi çare unutmaya çalışmamaktır.
Namussuzluk müstesna imiş ki, namussuzluk dile düşüyor. Herkes böyle deme, küçük hanım. Herkes böyle olsaydı, namusluların hikayesi dilden dile gezerdi. Onlar müstesna olurdu.
...başında oturuyorum hep. Benimle çok konuşmuyor ama memnun oluyor. Çünkü bir hasta kendisiyle beraber ıstırap çekilmesini ister, değil mi? Tabii bir egoizm bu. Istırabı bölünüyor ve azalıyormuş gibi...
Herkes hafızasındna şikayet eder, muhakemesinden şikayet eden yoktur. (La Rochefoucald)
İntiharından evvel yazdığı mektupta sükun ihtiyacının insana mezarın bütün dehşetini nasıl unutturduğunu yazmıştı kızcağız.
İkincilerimize hakim olduğumuz nispette insanız. Hepimizin ruhunda en az bir katil, birkaç hırsız bir sürü yalancı, iftiracı ve sayısız can, mal, ırz düşmanı var. Bunları hapsediyoruz. Yoksa kim adam öldürmez, çalmaz, iftira atmaz, ev bark yıkmaz?
Simerenya...Öyle bir dünyanın hasreti imkanının delili değil miydi?
İş hayatından daha büyük mektep, tecrübeden daha büyük ders, ihtiyaçtan daha büyük mürebbi, tecessüsten daha büyük öğretmen, muvaffakiyetten daha büyük diploma olur mu?(Besim)
Bence bütün mesele, insanın umumi kültürünü ve meslek bilgilerini ihtiyaçlarına ve istidadına göre hazırlamasının yolunu kendisine göstermek ve vasıtalarını vermektir. Müfredat programlarının ezici yükü altında bunalan şimdiki mekteplerde her çocuğun ayrı ihtiyaç ve istidadı hesaba katılmaz. Talebe ders çalışmaktan ve imtihana hazırlanmaktan şahsi araştırmalara da vakit ve enerji bulamıyor. Halis kültürü de meslek bilgisini de bu şahsi araştırmalar verir.(Samim)
Bizim gibi mirasyediler için, geceleri kitap okumak,gündüzleri gevezelik etmek için lazımdır. Fakat züğürtlerin bütün felaketleri alfabeden başlar.(Besim)
Çocuk zekasının programlardaki suni tasniflere ve bölümlere zıt bir gelişme seyri takip ettiği bilindikten sonra, bugünkü okulların birer zeka mezbahası oldukları anlaşılmıştır. (Samim)
Fakat az yemenin vücuda verdiği hafifliğin, zekaya verdiği çeviklik ve derinliğin....
Septisemi, verem, kanser, bunlar hep boş lakırdıdır. İnsanı yalnız bir illet öldürür: Sıkıntı. Öteki hastalıklar bunun vücuttaki çeşitli görünüşleridir.
Birçok hastalıkların sebebini hastanın vücudundan evvel hayatında aramak lazımdır. Yani hastalık çok defa kaderin aksiliklerine kaşrı ruhun ve onun peşinden vücudun isyanıdır. (Tournier'in nazariyesi)
İşsiz kalmak çok defa tembelliğin, ahlaksızlığın, beceriksizliğin cezası değil midir? Sendikalar veya sosyalist devlet bu cezayı mükafaata çeviriyor ve işsizi besliyor. (Besim)
Çırpınmak ve çabalamak batmaktır, haykırmak boğulmak. Sakin ol, kendini bırak. Emin ol. Batmayacağına selamete çıkacağına emin ol. (Besim)
İnsana kendi kendisinin üstüne çıkmak zevkini veren sevgi yalnız analık aşkından ibaret değildir. Hürriyet ve menfaatlerimizi başka ruhlarla kaynaşmak için de feda ederiz. Bunda nesli devam ettirmek gibi hayvanca bir gaye de yoktur.
İnsanın içi rahat olmazsa hayatın zevki yoktur.
İnsan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşaması yahut da inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakarlık yapmalı. En çirkin şey ikisine birden sahip çıkan mürailiktir.
Unutmak için en iyi çare unutmaya çalışmamaktır.
Namussuzluk müstesna imiş ki, namussuzluk dile düşüyor. Herkes böyle deme, küçük hanım. Herkes böyle olsaydı, namusluların hikayesi dilden dile gezerdi. Onlar müstesna olurdu.
...başında oturuyorum hep. Benimle çok konuşmuyor ama memnun oluyor. Çünkü bir hasta kendisiyle beraber ıstırap çekilmesini ister, değil mi? Tabii bir egoizm bu. Istırabı bölünüyor ve azalıyormuş gibi...
Herkes hafızasındna şikayet eder, muhakemesinden şikayet eden yoktur. (La Rochefoucald)
İntiharından evvel yazdığı mektupta sükun ihtiyacının insana mezarın bütün dehşetini nasıl unutturduğunu yazmıştı kızcağız.
İkincilerimize hakim olduğumuz nispette insanız. Hepimizin ruhunda en az bir katil, birkaç hırsız bir sürü yalancı, iftiracı ve sayısız can, mal, ırz düşmanı var. Bunları hapsediyoruz. Yoksa kim adam öldürmez, çalmaz, iftira atmaz, ev bark yıkmaz?
Simerenya...Öyle bir dünyanın hasreti imkanının delili değil miydi?
ANADOLU YAKASI / MUSTAFA KUTLU
Yirminci yüzyılda hayat tarzını tayin eden, insanları yöneten üç önemli alet var. Otomobil, bilgisayar, televizyon. Bilgimiz ve eylemimiz bunlara bağlı. Zamanımız ve kararlarımız bunlara bağlı. Hız ile hazza dayanan hayat tarzını bunlar idare ediyor ve bizi tüketim toplumunun bir neferi haline getiriyor.
...kumandayı sana veriyor ama bir şartla. İktidara geliyorsun lakin muktedir olamıyorsun.
Fabrikalarda birer robot olan insanı nasıl görmezden gelebiliriz. Sonra izin zamanı bir turizm şirketi bu robotları toplayıp, paketleyip, güneş deniz kum ve aşk diyerek bir beldeye postalıyor. Orada sabahtan akşama kadar içip, çiftleşip, kurtlarını döküyorlar. Bol fotoğraf çekip yıl boyu birbirlerine gösteriyorlar. Sonra yine inlerine paydos zillerine, seküler saate bağlı esaret günlerine geri dönüyorlar. Refah bu mu?
Gazeteci dediğin televizyoncu sinemacı dediğin memleket insanımızı tanımalı. Ama biz gavuru Müslümandan daha çok tanıyoruz.
Hayat deyince elimizi uzatabileceğimiz, dokunabileceğimiz, içimize çekebileceğimiz sadece o, yegane gerçek!
Biz onu sımsıkı yaşamak yerine, her anına en berrak dikkatlerimizle eğilmek, her ayrıntısının farkına varmak her kıvrımını tanımak, sevmek yerine, hayatımızın kıyısından akıp geçen, bizde kalmayan, benliğimizde konaklamayan, bizim hiç olmayan bu illüzyonun bu durduraksız,çılgın akıntının seyirciliğiyle harcıyoruz bütün zamanımızı. (kaynağını not almadığım bir alıntıdır)
...kumandayı sana veriyor ama bir şartla. İktidara geliyorsun lakin muktedir olamıyorsun.
Fabrikalarda birer robot olan insanı nasıl görmezden gelebiliriz. Sonra izin zamanı bir turizm şirketi bu robotları toplayıp, paketleyip, güneş deniz kum ve aşk diyerek bir beldeye postalıyor. Orada sabahtan akşama kadar içip, çiftleşip, kurtlarını döküyorlar. Bol fotoğraf çekip yıl boyu birbirlerine gösteriyorlar. Sonra yine inlerine paydos zillerine, seküler saate bağlı esaret günlerine geri dönüyorlar. Refah bu mu?
Gazeteci dediğin televizyoncu sinemacı dediğin memleket insanımızı tanımalı. Ama biz gavuru Müslümandan daha çok tanıyoruz.
Hayat deyince elimizi uzatabileceğimiz, dokunabileceğimiz, içimize çekebileceğimiz sadece o, yegane gerçek!
Biz onu sımsıkı yaşamak yerine, her anına en berrak dikkatlerimizle eğilmek, her ayrıntısının farkına varmak her kıvrımını tanımak, sevmek yerine, hayatımızın kıyısından akıp geçen, bizde kalmayan, benliğimizde konaklamayan, bizim hiç olmayan bu illüzyonun bu durduraksız,çılgın akıntının seyirciliğiyle harcıyoruz bütün zamanımızı. (kaynağını not almadığım bir alıntıdır)
2 Haziran 2016 Perşembe
HİÇ SESLER /NURDAL DURMUŞ
İnsan mutsuzluğunun yegane kaynağı aslında olması gerektiğinden daha fazla şeye sahip olması yada kazanmış olmasıdır.
Teknolojinin imkanlarını sözcük tüketmek, duygu azaltmak adına kullanan insanlık, çekingen ve ürkek bakışlarını gelenek ve inanç değerlerinin öngördüğü ahlak ve kazanımları modern hayatın çarklarında öğütünce doğrusu geriye arsız bir aşk kırıntısı bırakmış oluyor.
Kar yağınca hayat duracakmış, dursun! Sanki durmayan işleyen bir hayatın bize mutluluk getirdiği mi var?
Ramazan her şeyiniz varken nasıl bir hiçliğe teslim olduğunuzun en net göstergesidir.
Kızılderililer, "Eğer çok hızlı giderseniz, ruhunuz geride kalır. Ruh olmadan yapılan yolculuklardan bir hayır gelmez" der.
Okuma ve öğrenme erdemine bile yeni rütbeler ekleme hırsı bulaştırdığımız izahı olmayan soyut bir dünya...
...sıra dışı olmak için sıradanlaştırdığımız bir dünya...
Teknolojinin imkanlarını sözcük tüketmek, duygu azaltmak adına kullanan insanlık, çekingen ve ürkek bakışlarını gelenek ve inanç değerlerinin öngördüğü ahlak ve kazanımları modern hayatın çarklarında öğütünce doğrusu geriye arsız bir aşk kırıntısı bırakmış oluyor.
Kar yağınca hayat duracakmış, dursun! Sanki durmayan işleyen bir hayatın bize mutluluk getirdiği mi var?
Ramazan her şeyiniz varken nasıl bir hiçliğe teslim olduğunuzun en net göstergesidir.
Kızılderililer, "Eğer çok hızlı giderseniz, ruhunuz geride kalır. Ruh olmadan yapılan yolculuklardan bir hayır gelmez" der.
Okuma ve öğrenme erdemine bile yeni rütbeler ekleme hırsı bulaştırdığımız izahı olmayan soyut bir dünya...
...sıra dışı olmak için sıradanlaştırdığımız bir dünya...
26 Mayıs 2016 Perşembe
FAHİM BEY VE BİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR
İnsanlar birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususui boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır. Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz. Herkes ancak biraz kendi komşusuyla meşgul olur. Herkes ancak bir iki düşman için kin, ancak üç dört dost veya akraba için haset veya muhabbet ve ancak beş altı vücut ve ruh için bir zaaf, bir temayül veya bir aşk duyar ve beşeriyetin üst tarafı bize tamamen yabancı gibi karanlık kalır.
Biz saffetimizle sanırız ki bütün tanıdıklarımız her zaman kendimizi olduğumuz gibi görecekler, masum isek mücrim saymayacaklardır. Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir. Zalim size zulüm etmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek ısırılmaya müstahak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır.
Biliriz ki, bütün kanımızı emdikleri halde, ziyadan korkan yarasalar gibi, mantığın ve zekanın aydınlığından kaçınan birçok hülyalarımız, emellerimiz vardır. Bunlar ibhamın ve hayalin karanlıklarında bütün kanımızı emerler ve biz onların bu huylarıyla ünsiyet peyda ederiz.
Hakikatin mahbesinde kalmaya sanki kim razı olur? Herkes muhayyilesindeki bir İspanya şatosunda yaşar. Herkes atinin ziyafetinde mest olur. Herkes ömrünün serabında ezeli bir vuslat sezer. Her muhayyilenin içinde mevcut bir cennet vardır.
Her neslin yaptığı heykeller yıkılır ve bahçesi viran bir mezarlığa döner. İnsanların kafası taşları devrilmiş ve ancka birkaçının üstündeki isimler okunabilen bir mezarlığa benzer. İnsanların muhakemeleri zayıf, ahlakları zayıf, fakat hafızaları bunlardan daha zayıftır. Kalplerden evvel beyinler işlemez olur. Gönüllerden evvel hafızalar bozulur. Bundan dolayıdır ki insanlar kısacık ömürlerinde muhabbetlerini de, kinlerini de nice defalar değiştirirler.
İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır. Ölüm onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar.
Dünyamız bize göre olduğu gibi hayatımız da kısmen tabiatımızın yarattığı bir şeydir ve hilkatimiz neyi istiyorsa odur. Yaşadıkça kendi kabuğunu yetiştiren sümüklüböcek gibi talihimizi biz kendimiz öreriz.
Asıl sevgilerimiz gönlümüzde yaşayan hülyalarımız ve asıl sevgilerimiz hayat çölünde ufuklarımızı her an süsleyen kendi ruhumuz ve kendi gözlerimizle yaratılmış seraplarımızdır.
Biz saffetimizle sanırız ki bütün tanıdıklarımız her zaman kendimizi olduğumuz gibi görecekler, masum isek mücrim saymayacaklardır. Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir. Zalim size zulüm etmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek ısırılmaya müstahak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır.
Biliriz ki, bütün kanımızı emdikleri halde, ziyadan korkan yarasalar gibi, mantığın ve zekanın aydınlığından kaçınan birçok hülyalarımız, emellerimiz vardır. Bunlar ibhamın ve hayalin karanlıklarında bütün kanımızı emerler ve biz onların bu huylarıyla ünsiyet peyda ederiz.
Hakikatin mahbesinde kalmaya sanki kim razı olur? Herkes muhayyilesindeki bir İspanya şatosunda yaşar. Herkes atinin ziyafetinde mest olur. Herkes ömrünün serabında ezeli bir vuslat sezer. Her muhayyilenin içinde mevcut bir cennet vardır.
Her neslin yaptığı heykeller yıkılır ve bahçesi viran bir mezarlığa döner. İnsanların kafası taşları devrilmiş ve ancka birkaçının üstündeki isimler okunabilen bir mezarlığa benzer. İnsanların muhakemeleri zayıf, ahlakları zayıf, fakat hafızaları bunlardan daha zayıftır. Kalplerden evvel beyinler işlemez olur. Gönüllerden evvel hafızalar bozulur. Bundan dolayıdır ki insanlar kısacık ömürlerinde muhabbetlerini de, kinlerini de nice defalar değiştirirler.
İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır. Ölüm onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar.
Dünyamız bize göre olduğu gibi hayatımız da kısmen tabiatımızın yarattığı bir şeydir ve hilkatimiz neyi istiyorsa odur. Yaşadıkça kendi kabuğunu yetiştiren sümüklüböcek gibi talihimizi biz kendimiz öreriz.
Asıl sevgilerimiz gönlümüzde yaşayan hülyalarımız ve asıl sevgilerimiz hayat çölünde ufuklarımızı her an süsleyen kendi ruhumuz ve kendi gözlerimizle yaratılmış seraplarımızdır.
17 Mayıs 2016 Salı
KENDİMLE KONUŞMALAR / SALAH BİRSEL
Yüksek sesle okumak insanı okunan parçanın yapısına daha bir yakınlaştırır, onu düşüncelerin girintisi çıkıntısı sözlerin dizimiyle burun buruna getirir.
Okur dediğimiz cezvesi karışık kişiler yazarların kitaplarını kıytırık raflara istif etmekten başka bir şey bilmiyorlar.
Düşünmek için geniş ve boş zaman gerekir. Boş zaman 20. yüzyıl insanlarının çok güçlükle ulaşabildikleri bir mutluluktur. 20. yüzyıl insanları işlerini, eğlencelerini, sevgi ve kinlerini öylesine girintili çıkıntılı bir dişliye kaptırmışlar ki, kendileirni hiç mi hiç ondan kurtaramıyorlar. Sinema, tv, dans, futbol, sanat, bilim ve teknik adını taşıyan alacalı bulacalı üfürükçü musluklarından birtakım bayıltıcı gülyağları akıtan bu dişli, insanların zaman çanaklarını doldurmaya yarıyor. Denilebilir ki şimdilerin insanı zamanını boş geçirmeme sıtması içinde şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklenmektedir.
Okur dediğimiz cezvesi karışık kişiler yazarların kitaplarını kıytırık raflara istif etmekten başka bir şey bilmiyorlar.
Düşünmek için geniş ve boş zaman gerekir. Boş zaman 20. yüzyıl insanlarının çok güçlükle ulaşabildikleri bir mutluluktur. 20. yüzyıl insanları işlerini, eğlencelerini, sevgi ve kinlerini öylesine girintili çıkıntılı bir dişliye kaptırmışlar ki, kendileirni hiç mi hiç ondan kurtaramıyorlar. Sinema, tv, dans, futbol, sanat, bilim ve teknik adını taşıyan alacalı bulacalı üfürükçü musluklarından birtakım bayıltıcı gülyağları akıtan bu dişli, insanların zaman çanaklarını doldurmaya yarıyor. Denilebilir ki şimdilerin insanı zamanını boş geçirmeme sıtması içinde şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklenmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)