6 Aralık 2015 Pazar

SEVGİ NEREDEYSE TANRI ORADADIR / L.TOLSTOY

Çünkü insanlar kendi çalıştıklarıyla yaşamayı bıraktılar ve başkalarının emeğine muhtaç duruma geldiler. Eskiden insanlar Tanrı'nın kanunlarına göre yaşıyorlardı. Kendilerinin olanla yetiniyor, başkalarının ürettiklerine göz dikmiyorlardı.

İncil'i tam açıldığı yerden okumaya başladı: "Ben açtım, sen bana et verdin, ben susamıştım, sen bana içecek verdin, ben bir yabancıydım ve sen beni evine aldın.Benim kardeşlerime bu kadarcık bir iyiliği bile yaparsan, ben onu kendime yapılmış sayarım."

Şimdi sabahleyin kocamla ben uyandığımızda birbirimize daima sevgi sözleri söylüyor, sakin ve huzurlu yaşıyoruz. Kavga edecek hiçbir şeyimiz yok. Ve de konuşmak için, ruhlarımızı düşünmek ve dua etmek için zamanımız var. Zenginken ilgilenmemiz gereken o kadar çok şey vardı ki, kocamla ben ne birbirimizle konuşmaya, ne ahiret hayatımızı düşünmeye ne de Allah'a dua etmeye vakit bulabiliyorduk. Misafirlerimiz olurdu, önlerine ne yemek koyalım, onlara ne hediyeler verelim de hakkımızda kötü konuşmasınlar diye düşünmek zorundaydık. Sonra kurtlar bir tayı yada buzağıyı öldürecek yada hırsızlar atlarımızı çalacak diye hep bir korku içinde olurduk.

YÜREK DEVLETİ / MUSTAFA İSLAMOĞLU

Kitap, bazı tipler için  okunup üretilecek bir kaynak değil, okunup tüketilecek bir metadır. Bu anlayışta kişi kaç kitap okumuşsa o kadar insandır. En son ne düşündüğünü bilmek istiyorsanız, son okuduğu kitabın adını sorun, kafi.

Gecesini diriltemeyenin gündüzü de ölmüştür. Gündüzün yiğidi olmak, gecenin abidi olmaktan geçer.

"Din bir vicdan işidir." sloganıyla yola çıkan iman düşmanları kültürleriyle, eğitimleriyle, medyalarıyla, şeytanca oyunlarıyla koca bir devri Alladdin'in lambasına geri sokmayı başarabilmişlerdir.

Gerçek aşkı tanımayanlar ili kişilik divaneliklerin adını aşk koymakta ısrarlıdırlar. Bu durum psiko patolojik bir vakadır. Aslında tutku olan bu tip aşklar çoğunlukla yalnızlığı yüksek dozda yaşayan fertlerde görülür. Bu tipler çektikleri aşırı yalnızlığı hafifleten birini buldukları zaman ilk anda kronik yalnızlıklarını hafifleten o kişiye karşı duydukları minnet hissini aşk zannederler.

Bu toplum dünyayı bir yörüngeye sokabilir, aya ulaşabilir, ama iki insan için birbirini boğazlama isteği duymadan bir hafta süreyle birbirleriyle uyum içinde yaşamanın yolunu henüz bulamadı.

Sevgi sorumluluk ister, onu korumak ve kollamak insana bir takım ek yükümlülükler getirir. Yani engin bir sabır işidir sevgi. Sorumluluk en fazla eşler arasındaki sevginin çimentosudur. O giderse aile binası ikisinin de başına yıkılacaktır. Sevdiğini nesneleştirmekten kaçınabilen çok az insan vardır. Sevilenin nesneleştirilmesinin en etkili tedbiri saygıdır. Çünkü insan bir nesneyi sevebilir, fakat bir nesneye saygı duyamaz.

İMAJ VE TAKVA / FATMA BARBAROSOĞLU

Yerde oturmak ile koltukta oturmak, yerde yemek ile masada yemek karşılaştırıldı, fakat yemeği ontolojik düzeyde ortaya koyan yazılar hiç olmadı.

Kendilerini klişe yargılar içinde değerlendiren gruplara karşı, o klişelere uymadıklarını ispat etmek çabası içinde; başörtülü ama özgür, başörtülü ama pervasız, başörtülü ama elinde sigara ile dolaşan anarşist bir tutum ortaya koyma çabası içine girdiler. Bu çabadan elde edilen en verimli iltifat ise "A sen ne kadar farklısın! Hiç öteki başörtülülere benzemiyorsun"du.

Dün başını sokacak bir eve ve düzenli aylık gelire sahip olduğunda kendisini "huzurlu" hisseden insanların yerini bugün birbiri arkasına ilave edilmiş "ihtiyaçlar" listesi altında ezilmiş insanlar almıştır.

Az emek isteyen işlerin çok para getirmesi, paranın para kazanması insanlardaki hizmet duygusunun giderek zayıflamasına sebep olmaktadır.

...çalışırsınız, bir şey üretirsiniz ve bunun karşılığını alırsınız. Daha sonra bir vakti tüketirsiniz ve bunu yaparken de kazanmış olduğunuz parayı harcarsınız. Böylece harcamak için daha çok çalışır, daha çok kazandığınızı ispat etmek için de daha çok harcarsınız.

Modern öncesi dünyada her şeyin azı makbuldür. Zamanın yavaş ilerleyen ritmine uygun olarak insanlardan az hareket etmeleri, az yemeleri, az uyumaları fakat çok düşünüp çok ibadet etmeleri beklenir. Gösteriş ve ululama "çula çaputa" itibar etme ruhun hastalıklı hallerine delalet eden ipuçları gibi görünür.

Baudrillard "modern dünyada fakirlerin dışında herkesin diyette" olduğuna dikkat çeker.

Vizyon teknikleri uzaktakini yakınlaştırıp yakındakini uzaklaştırırken dünya küçük bir köye haline gelecek kadar küçüldü, fakat kapı komşusunun nasıl yaşadığı bilmeyecek kadar uzağa düştü.

Modern insan kafasının karışmasını bir zenginlik, kendi kendinin farkına varmasının müsebbibi sayıyor. Halbuki modern öncesi insan için kafasının karışık olması ancak hastalık hali olarak kabul edilebilir bir durumdu.

Sahabe helalleri bile "ya haramsa" diye terk etmeye meylederken ahir zaman Müslümanlaarı haramları helal kılacak fetvaların peşinde.

Çalışma zamanının dışında kalan zaman her insanın serbest zamanını kendisini geliştirmek üzere yeniden planlamasından ziyade, insanların birbirleriyle olan rekabetini görünür kılmak üzere gösteriş ve tüketim kültürüyle örgütlenmiştir.

En çok düşünülmesi gereken husus: Başörtü yasakları olmasa dindar kadınlar, genç kızlar ne yapıyor olacaktı? Başörtü yasakları onları ne yapmaya itiyor. "Allah'a emanet olunuz" yerini "kendine iyi bak"a bırakır. "Allah'a ısmarladık" yerine "hoşça kal", "Selamün aleyküm" yerine "iyi günler" ifadesinin kullanılmaya başlanması dinin kamusal hayattan çıkarılmasıyla doğrudan alakalıdır.

Savaş yıllarının psikolojisinin günümüze kadar uzanmasındaki ana etkenlerden biri de modern hayatta bir mit haline gelmiş olan "başarı"dır. Tek başına başarıyı yakalayamayanlar için tüketime sunulmuş olan taraftarlık psikolojisi insanların kendilerine ait bir başarı hissini yaşamalarını temin etmektedir.

4 Aralık 2015 Cuma

DUAYI YAŞAMAK / NECMETTİN ŞAHİNLER

Emin yerdeyim diye övünme. Cennetten emin yer olamaz ve baban Adem'in başına gelenler orada geldi. İbadetim çok diye şımarma! Çünkü İblis, onca ibadetten sonra belasını buldum. (Hatemi Asam)

Yoksullukla, fakirlikle, zayıflıkla imtihan olduk, kazandık. Varlıkla, bolluk ve zenginlikle imtihan olduk kaybettik. (Hz. Ömer)

Dualarınızın kabul edilmeyeceğinden korkmuyorum. Beni asıl korkutan dua etmenizin imkansız hale gelmesi ihtimalidir. (Hasan Basri)

Kimsenin kusurları onu dua etmekten alıkoymasın. Çünkü Allah en kötü mahluk olan şeytanın bile duasını kabul etmiştir.

Kapı geç açılabilir. Ama şuna kesin inanmalıyız ki çaldığımız kapı mutlaka açılacaktır. Allah kabul etmeyeceği duayı kuluna ilham etmez. Çünkü bizi duaya çağıran iç ses, duayı kabul edecek olandan başkası değildir. Eğer gecikme varsa, ya bizden kaynaklanan bir noksanlık, yada anlayamadığımız ilahi bir hikmet sebep olmaktadır.

İstemek nail olmaktır. Allah kabul etmeyeceği duayı kuluna yaptırmaz. (İmam Rabbani)

"Ne ki seni Mevla'dan alıkoyar, o şeydir dünya." (Hz. Ali)

"Ye, iç, eğlen, üret ve tüket." felsefesi insan hayatının bütün safhalarını dolduran yatay bir çizgidir. Ve bu çizginin sorusu "nasıl"dır. Örneğin Batı'da insanların hayatlarının eksenini teşkil eden en önemli üç soru şudur:
Arabamı nereye park edebilirim?
Tatilimi nerede geçirebilirim?
Nasıl zayıflayabilirim?
"Nasıl" sorusu üzerine kurulmuş ve yalnızca "büyümek için büyüme" düşüncesi insanın değil ancak bir kanser hücresinin ideolojisi olabilir.
Her ne kadar insani arayışın eksilmeyen çabası bir dünya cenneti kurma fikriyle maniple edilmişse bile ulaşılan her mükemmellik bir sonraki karşısında eksik kalmaya mahkum olacaktır.

Dua kelime ve ses işi değil, ruh ve samimiyet işidir. Uzun uzun konuşmaya, önceden kaleme alınmış sayfaları dakikalarca okumaya gerek yoktur. Allah ne ölçüde konuşulursa konuşulsun, gönlünüzdeki aşka samimiyetle bakacaktır.

"Eğer bana doğru yürümekten ayaklarınız dizlerinize kadar sürtülse, elleriniz semaya değecek gibi yüksek dağlara tırmansanız ve duadan dilleriniz de yorulsa, kul haklarını ödemedikçe duanıza icabet etmem ve ağladığınızda da acımam." (Süfyan-ı Sevri'den)