21 Eylül 2016 Çarşamba

EMANETTEN MÜLKE / NAZİFE ŞİŞMAN

Hıristiyan ilahiyatında bedene iki yönlü bir yaklaşım mevcuttur. Beden bir taraftan günahın kaynağı iken, diğer taraftan da kutsal bir yönü vardır. Bu nedenle beden çarmıha gerilmeli, incitilmeli, fakat şerefli kabul edilmeli, yönetilmeli, sınırlanmalı, fakat kutsanmalıdır. Beden bir düşmandır, fakat aynı zamanda bir tapınaktır.

Rönesans'la birlikte güzellik, ilahi tefekküre bir vesile olması için değil, sadece güzellik olarak, yani seküler bir amaç için değer kazanır.

Bedenin 'mülk' olarak algılanmasının bir diğer göstergesi de intihar ve ötenazi konusundaki modern yaklaşımdır. 

Ölümü hayatından uzaklaştıran modern insanın, yaşlıların yaşamasını anlamlı kılması mümkün değildir. 

Diyet, fiziksel görünüşün, özkimliğin ve cinselliğin nasıl birbiriyle bağlantılı ve bağımlı hale geldiğini gösteren bir örnektir. Sıska gövdeler, artık kendinden geçerek tanrı yoluna adanmış olmaya değil, bu dünyevi savaşın yoğunluğuna tanıklık etmektedirler. (Antony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü)

Aslında zahitlik ve ruhbanlık hala yaşamaktadır dense şaşırtıcı olmaz. Zira mankenler, dansçılar ve sprocuların bu ölesiye çalışma temposu, neredeyse seküler bir zühdü ifade etmektedir. Aradaki fark şu: Hıristiyanlar, Müslümanlar veya seküler olmayan diğer zahitler, ruhlarını yüceltmeye çalışıyorlardı, şimdikiler ise bedenlerini mükemmelleştirmeye çalışıyorlar.

Bütün dinler nihai hedefleri ruhani yada uhrevi alanla ilgili de olsa, bu hedeflerini ancak bedenlerini disipline ederek, belirli bedensel pratikler aracılığıyla gerçekleştirebilirler. Diğer taraftan hiçbir uhrevi kaygısı olmayan siyasal sistemlerin de amacı, bedenler üzerindeki sultayı ele geçirmektir.

Sombart'a göre "gayrı meşru aşkın meşru çocuğu olan lüks, kapitalizmi varetmiştir".

Toplumumuzda saadet ve huzur yerine mutluluğun kullanılmaya başlanması, kendini gerçekleştirmekle mutluluğun, neredeyse eş anlamlı kelimeler haline gelmesi ve daha önce olmayan bir şeyin, özgürlüğün temel değer kabul edilmesi gibi birtakım değişikliklerin, evlilikle ilgili değerlere yansımaması tabii ki sözkonusu olamaz. 

Bağlanmak ideal tavır olarak görülmüyor popüler kültürde. Oysa bağlanmak bir sorumluluk belirtisidir. Bağlandığınız varlığa karşı sorumlu olursunuz. Yani bağlanmak bizatihi sorumlulukla alakalı bir kavramdır.

Kişisel özgürlük adeta bir put haline geldiği için herkes hakkı için yaygara koparıyor ve fakat görevler es geçiliyor.

İki cihan saadetine giden yolda 'dünya evi'ndeki huzura mı talibiz, yoksa bu dünyanın 'bir ağaç altı' olduğunu unutup, mümkün olduğunca fazla haz toplamak üzere özgür olmak mı gayemiz?

Leila Ahmed'e göre feminizm, Orta Doğu'da kolonyalizmin, antropoljiden sonra ikinci yardımcısı olarak işlev görmüştür. (Women and Gender in Islam)

-Türkiye'de yaşayan başörtülü kadınların genç kızların yaşadığı en önemli sorun nedir sizce?
-Başörtülü kadınlar ve genç kızlar bir fanusta yaşamıyorlar. O nedenle toplumun genelinin muhatap olduğu pek çok sorunla yüz yüzeler. Akranları, eğitim grupları, hemşehrileriyle ortak sorunları paylaşıyorlar. Bunu neden belirtiyorum? Çünkü sadece başörtüsü sorununa odaklandıkları başka hiçbir toplumsal, siyasal yada ahlaki meseleleri olmadığı düşünülebiliyor başörtülülerin. 
...Kamusal alanda tanınmama, ciddi bir sosyal psikolojik durum ortaya çıkarıyor. Ve kimliklerini hep bu tanınmama üzerinden inşa etmeye başörtülü genç kızlar. Çoğu zaman sarkaç iki uca şiddetle savruluyor. Ya 'ben o sizin bildiğiniz başörtülülerden değilim' mesajı vermek adına kuruyor kimliğini, yahut da 'benim sizden bir farkım yok' mesajı ön plana çıkıyor.

-Çocuk kadınları kısıtlıyor mu?
-Nereden baktığınıza bağlı. Hayatı kariyer elde etmek olarak algılıyorsanız, çocuk elbette sizi engelliyor, olmanız gereken yerde olamıyorsunuz. Ama hayatı bir imtihan olarak algıladığınızda çocuk size verilmiş bir hediye. Hakim kültürde ise çocuk kişinin kendi elde ettiği bir varlıkmış gibi algılanıyor. Bu sebeple onun yaptığı her şeyden siz sorumlu oluyorsunuz. Çocuğu Allah'ın emaneti olarak algılaıdğınızda, çocuk kadını kısıtlayan değil zenginleştiren bir varlığa dönüşüyor. Çocukla birlikte kadınlar da büyüyor. Almadan vermeyi öğreniyorsunuz, çocuk büyütürken, bu da az bir şey değil. 





24 Ağustos 2016 Çarşamba

ALGI YÖNETİMİ VE MANİPÜLASYON / MÜCAHİT GÜLTEKİN

1990'lı yıllardan itibaren Türkiye halkı olarak çocuk eğitimi konusunda bilinçlenmemiz için etkileyici bir çaba gösteriliyor. Bu konuda yüzlerce kitap yazıldı. Yüzlerce psikolog ve pedagog televizyon kanallarından anne babalara çocuk eğitimi konusunda yaptıkları yanlışları (bunlardan bazıları gerçekten yanlıştı) anlattılar. Pısırık, çekingen, kendi hakkını savunamayan, derslerde bildiği soruları bile parmak kaldırıp cevaplamaya utanan çocuklar örneklerle anlatıldı. Dahası 1970'li 1980'li yılların otoriter anne babaların çocukları olan yeni nesil anne babalar için anlatılan her örnek kendi hayatlarından bir parça gibiydi. Uzmanlar çok haklıydı. Eğer bugün asgari ücrete talim bir işte çalışıyorsak, iyi bir üniversite okuyamamışsak, iki lafı bir araya getirip insanların önünde konuşmaya çekiniyorsak, yada olabileceğimizden daha iyi bir yerde olamamışsak bunun sebebi bu olmalıydı. Anne babamız bize değer vermemiş, cezayla korkuyla bizi büyütmüştü.

Sadece alacağımız peynir değil, ne zaman ve nasıl uyumamız gerektiğini, haftanın hangi günü hangi rengi giymemiz gerektiğini, nasıl yürüyeceğimizi, nasıl oturmamız gerektiğini, konuşurken elimizi ayağımızı nereye koymamız gerektiğini anlatan her biri kendi alanında uzman pek çok otorite hayatımıza şekil vermeye çalışıyor. Herhalde Ortaçağ'daki kilise rahipleri bile insanın hayatına bu kadar karışmıyorlardı.

Uzman etkisi bizi normalde yapmayacağımız şeyleri yapmaya yöneltebilir.

Kolestrol eşiğinin nasıl tanımlanacağı bu açıdan çok önemli. Kolestrol eşiğinin bir tık düşürülmesi milyonlarca kişinin daha hasta olarak tanımlanmasına yol açıyor. Bu da tabi ki, milyonlarca kutu ilaç satışı demek.

Üniversiteye girerken bazı bölümlerin fiyatı(puanı) daha fazla. Bu puanı kim belirliyor? Piyasa. Arz talep dengesi. Talep gören bölümlerin puanı fırlıyor. Peki taleplerimizi kim yönlendiriyor. ...Sayısal  bölümlerin değerli olması büyük oranda Batı'nın materyalist,kapitalist felsefesinin hakim olduğu bir dünyada yaşıyor olmamızdan kaynaklanır.

Cami (Türkiye gibi dini İslam olan ülkelerde) algı yönetmenleri ve manipülatörler açısından denetlenmesi gereken en kritik ve sıkıntılı kurumdur. Çünkü okulda pişirilip, medyada sundukları yemeğe camide su katılma riski vardır.
Uzun yıllar boyunca ülkemizde şu argümanlar bir önsatış olarak sıklıkla işlendi:
Ahlaktan bahsedenden korkacaksın.
Hacıdan hocadan ve bir de karanlık geceden korkacaksın!
Yere bakan, yürek yakan.

Ey mucitlerin piri, icat yapmak ayrı şey, icadın onu kullananlara fayda mı yoksa zarar mı getireceğini kestirmek ayrı şey. Harflerin babası olan sen, kendilerine duyduğun sevgi dolayısıyla onlardan verecekleri neticenin tam aksi bir neticeyi bekliyorsun. Yazıyı kullanmaya başlayanlar hafızalarını kullanmaktan vazgeçecekler ve unutkanlaşacaklar. Bir şeyleri hatırlamak için iç kaynaklarını kullanmak yerine harici bir takım işaretlere bel bağlayacaklar. Sen hafıza için değil, hatırlama için bir reçete keşfettin. Bilgeliğe gelince, öğrencilerin hakikati olmayan bilgelikleri sayesinde şöhrete ulaşacaklar fakat aslında bir yol göstericiden yoksun öğrencilerin sadece malumat sahibi olacaklar. Sonuçta belki bilgili sayılacaklar ama birçok şeyin cahili olacaklar. Gerçek birer bilge olmak yerine bilgeliğin gururuyla yetinen bu insanlar toplum için de birer yük haline gelecekler. (Kral Thamus Theuth)

Maalesef Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın bile kullandığı "aile içi şiddet" kavramı da bir algı yönetimine hizmet etmektedir. "Aile içinde şiddetin kol gezdiği tehlikeli bir mekandır" algısını besleyen bu kavram o kadar sık kullanılmaktadır ki, aile, şiddeti çağrıştıran bir kurum olarak anlaşılmaya başlamıştır. Halbuki "fabrika içi şiddet" diye bir kavramla karşılaşmıyoruz.

American Psychologist dergisinde 1996 yılında yayınlanan bir amakel, İsrail'İn en çok psikolog yetiştiren ülkelerden biri olduğunu ifade ediyordu. İsrail psikolog yetiştirmeye niçin bu denli önem veriyordu. Bunun olaıs bir cevabı, basında yer alan İsrail'in dünya liderlerinin kişlik haritalarını çıkardığı haberlerinde bulunabilir.

Sosyal medya bize en yakınlarımızı bulma özgürlüğü verirken, başkalarına da bizim en yakınlarımızın kimler olduğunu bilme özgürlüğü veriyor.

Dünyanın en özgür ülkesi çocuklarını kapılarının önüne salamayack kadar korku dolu bir toplumsal yapı inşa etmiştir. Bu güvenlik kaygısı müfrit bir özgürlük anlayışının sonucudur.

Araştırmalar cinsel içerikli mesaj taşıyan şarkı sözlerine sıklıkla maruz kalan gençlerin iki kat daha fazla gayrı meşru ilişki yaşadıklarını belirtiyor.

O dönemlerde zekanın kalıtsallığının kanıtlanması öjenik felsefenin doğruluğu anlamına gelecekti.

Algı yönetmenleri ve manipülatörler kitleler için mikro dünyalar var etmekte, onları gerçek dünyanın bütüncüllüğünden koparmaktadır. Bu kimi zaman bir müzik türü, kimi zaman motorsiklet tutukusu, kimi zaman da at yarışı gibi oyunlar olabilmektedir.

Eğer bir kişi günü birlik yaşıyor, yarın ne yapacağını bilmiyorsa manipülatörlerin elinden kurtulamayacaktır. Eğer sizin kendiniz için planladığınız bir gelecek yoksa sizin için planlanmış bir geleceği yaşayacaksınız demektir.

30 Haziran 2016 Perşembe

HUZURSUZ BACAK / MUSTAFA KUTLU


Biz böyleyiz işte, ikinci el bir hayata evet demişiz. Varoluşçuluk, sürrealizm, bugün için postmodernizm hep öyle. Çıkara çıkara Türk Einstein'ini, Sivaslı Sindi'yi çıkarıyoruz. gelişen bir şehrimizi "Doğu'nun Paris'i" ilan ediyoruz.

İçimdeki şeytan derhal harekete geçti. Diyelim ki kitabı yazdın. Ortaya işe yarar bir fikir attın. Bunu yapan çok. Önemli olan bu fikir nasıl temayüz edecek, buna kim sahip çıkacak, kim benimseyecek? Hadi benimsendi diyelim kim uygulayacak? Uygulamaya konulmamış fikri ne yapayım ben.Kitap rafta kalacak sen boşa kürek çekeceksin. Bir süre sonra kitap da unutulur gider.

Hepimizin içinde böyle bir şeytan yaşar. Bizi hayra hizmetten alıkoymaya çalışır. Ona aldırmayın, bildiğinizden şaşmayın, gevşemeyin. ...Bu kitabı Allah'ın izniyle yazacağım, sonra götürüp denize atacağım.

VAR OLMAK / NURETTİN TOPÇU

İnsan öyle bir ağaçtır ki, meyve vermezse kuruyor.

İnsan ruhu aleme yayılırken aynı zamanda kendi içinde derinleşmelidir. Başka varlıkların kendinde metafizik tecrübesine yer bırakmak için, bizzat kendi kendisinden boşalmalıdır.

İtikad haline gelmeyen afaki bilgi, bize bir yabancıdır ve sürekli hayata sahip değildir. Benim tarafımdan yaşanmamış, kelimenin tam manasıyle benim olmamıştır. 

Paliard diyor ki: "Güzelliğin aşıkları var, zenginliğin aşıkları var, bir de aşkın aşıkları var. Ve hepsinde görülen varlığına tahakküm eden hayalden başka her şeye karşı bir ilgisizlik, bir anlayışsızlık, bir asabiyet."

Yaşarken cesaretle ölümün koluna girebilenler görüyorlar ki, o bir düşman değildir. Belki bu dünyadaki zindan hayatının yarattığı düşmanlıklardan ve korkulardan en başta yaşama korkusundan temizleyerek kurtarıcı dosttur. 

Yeryüzü günahkarların vatanıdır. Günahsız olanlar, dünyaya hiç gelmeyenlerdir. Rabb'in huzuruna aslında günahsızlıkla değil, günahlarımızdan temizlene temizlene gidiyoruz. Fazilet dünyaya günahsız gelip, buradan günahsız gitmek değil, günahlardan temizlenmesini bilmektir.

Allah bizi günah işlemek için yarattı demektense, Allah bizi affedilmek için yarattı demek ilahi niyyet ve iradeyi daha doğru anlatmak olacaktır.

Yeis günah, ümit ibadettir. Daima ileri götüren yolları tanımak ve tanıtmak en büyük sevap sayılır, ilim bu sebepten tüm ibadetlerin başında bulunur. 

Gerçek saadet yolundaki insanın her adımı, yeni bir ülke kazanma hareketi değildir, belki kendi ülkelerinden bir kısmını daha terkedip çekilme hareketidir. Bunda zafer, elinde kendinin olan ne varsa hepsini terkedebilmektir. Bir makaradan çekilen iplik gibi bütün dünya emellerini, aleme ait bütün istekleri kendinden ayırıp kopararak terkedebilen insan mesuttur. 

Kin zaafın ve esaretin mahsulüdür. Muhabbet, bolluk ve rahmet dağarcığıdır. Zayıf beddua eder, kavi duanın sevgilisidir.

Fazilette ulaşılamayanın bütün perişan vicdanlar garazkarıdır. Duygusuz, aşıkın garazkarı, dinsiz, dindarın garazcısıdır.  Aşıka ve dindara bunun için iftira eder, yalan söylerler. 

Hayatın manasını hakkıyla ilenler, onu bol kazanma ve hoş vakit geçirme vehimlerinde telef etmezler, belki dost arama yolunda bir cihad devri sayarlar.

Musset'in dediği gibi "insan bir çıraktır, ıztırab onun üstadıdır ve hiç kimse ıztırab çekmedikçe kendini tanıyamaz. 

Çile bizi bizden ayıran ne varsa hepsini ayıklıyor. benliğimizde barınan binlerce yabancıyı bizden dışarı atıyor, bizi bize bırakıyor. Çile çeken ne eşyayı, ne dünyayı, ne de dıştan gelen halleri yaşamaktadır. O durmadan yanıp yakan bir kandil gibi kendini yaşıyor ve kendi kendini telef ediyor. 

Bu gördüklerin seni şaşırtmak için, seni sapıtmak için değildir. Seni acılarla uyandırmak içindir. Çok derin uykudakiler iğne batırılmadan uyanmazlar. 

Bize bir lütuf gibi saadet bağışlayan değil, bizde mesuliyet şuuru yaratan insan lazımdır. 

Dünya üç şeyle cennet olur: 
Elden, dilden ve gönülden vermekle, Allah kullarını ta'n etmeyip affetmekle, zalime zulmetmeyip hidayet yolunu göstermekle. 

Üç türlü insan Allah'dan uzaktır:
Rahatlarını hesaplayarak hizmetten kaçanlar(hizmet ehli olmayanlar), duygulu olduklarını ileri sürüp de sefalet sahnelerinden uzak duranlar, sefil ruhlarda feyz arayanlar.

Zevk dediğin, an içinde senin üzerinden geçip giden bir tutam yosun değil de nedir? Deryanın tadını tatmaya çalış. Damla, deryanın lezzetini tattığı anda deryaya kavuşmuştur, derya olmuş demektir.

20 Haziran 2016 Pazartesi

HER GECE BODRUM / SELİM İLERİ

Yükseköğretimde bir yığın gereksiz, yararsız şey okutuluyordu. İnsan asıl öğrenmek istediklerini başka kitaplarda üniversitede okutulmayan ve okunması ters karşılanan yapıtlarda bulabiliyordu.

İnsanın gündelik aldanışlara ihtiyacı vardı. Ama Cem umarsızlığıyla, her anı bilinçle yaşama tutkusuyla bu ihtiyacı tüketirdi.

Keynes'in zırvalarını okumaktan usanmıştı. Bu adamın işsizliği önlemek adına ileri sürdüğü her şey gizli, ilk bakışta belirmeyen bir sömürücülüğe dayanıyordu.

...bir daha gidilmeyen bir ülkeydi çocukluk.

İnsan neden yaz tatillerinde yalnız karşı cinsi ve kendi yalnızlığını düşünür?


KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ / HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

Hayat hesapsız can düşmanlarına durmadan karşı koymakla devam ettirilen pek nazik bir geçittir. Hayat hayatı yiyerek, yok ederek kalıcı oluyor. Biz yaşamak için diğer hayatları öldürüp yiyerek onları hazmederek kendimize benzetiyoruz. Diğer hayatlar da aynı gayrette bizi yutmaya uğraşıyorlar. Etten kemikten yaratılmış şu zavallı vücutlarımızın ne kadar zararlı tehlikeli mikroplara yiyinti olmak eğilimi taşıdığını vücut makinesi dediğimiz ve bir saat gibi tıkır tıkır işleyen iç aletlerimizin ne kadar ufak arızalarla işlemez olması tehlikesinde olduğunu bilsek belki bir an ferah ferah nefes almaya bile korkardık.

Kuvvetli olan haklı oluyor. O derece ki zavallılara zayıflara hakkı en kuvvetli olan kimse o dağıtıyor. Kuvvetlinin fikri hak oluyor. 

Ben mektuplarımda çirkin bir kız olduğumu ısrarla iddia edip durduğum halde mümkün değil siz bu iddiama inanmıyordunuz. Çünkü cidden çirkin olanlar yaradılışlarındaki bu kusuru değil başkalarına, kendilerine bile itiraf etmezler.

Her günah için bir kefaret koymuşlar. Bu kefareti ciddi bir pişmanlık takip ederse suçlu doğruya yönlenebilir. Toplum dürüst bir fert kazanmış olur. Bu sebeple dinler büyük küçük günahlar için tövbe kapılarını açık bırakmışlardır. Fakat kitlede tövbeyi, yemini tutmak kabiliyetine ermiş on binde kaç kişi bulunur.

ÇAMLICA'DAKİ ENİŞTEMİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

Kendi hareketlerimizin garabetinden gaflet ederek başkalarının yaptıklarında daima mantık aramak adetinden korunmalı ve kurtulmalıyız. hayatı daima makul bir şey sanmak göreneği o kadar kuvvetlidir ki kanunların tatbikiyle adaleti tevzi edenler bile, zanlıların daima mantıki hareket ettiklerini sanarak ve yaptıklarını ona göre muhakeme ederek, bazan hataya düşerler. ....Her geçirdiğimiz zaman biraz sonra kendimize delilik haberi olan bizler, bir türlü tatmin edilemeyen mantığımızla, adeta rahatsız, hasta olan insanlarız. 

Filhakika insanlar yalnız akıllarıyla yaşamadıkları gibi aklıselim denilen şey de umumi değil, gayet nıspidir. Fakat bütün bu hakikatlerden gaflet ederek zavallı insanların birbirleirni, herkesin herkesi ve cemiyeti olduğundan fazla makul ve mantıki bulmağa insiyaki bir meyli ve tehlikeli bir alışkanlığı vardır. Böylece bize kalsa yanlış olarak kendimizin büsbütün makul bir alemde yaşadığımızı sanırız.  ...Halbuki deliler bizi bu gafletimizden kurtararak hakikati bize olduğu gibi gösterirler. İnsan bir deliyle konuşurken, daha bir çeyrek saat geçmeden, gözleri açılır ve aklı başına gelir. 

Zira biz de mahkemeler gibi insanları çok kere adam yerine koyarız. Sanırız ki düşünürsek düşüncemizi takdir edecekler, söylersek sözümüzü anlayacaklar, bilirsek ilmimize inanacaklar, doğru hareket edersek lehimize şahadet edeceklerdir. Aldanırız! Hemen daima bunun aksi sabit olur. Hayatımızın her alanında yapayalnız kalırız.

Nerede zeka umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız. Nerede sadakat beklersek orada orada ihanete uğrarız. Nerede kibarlık ararsak orada bayalığıa rastlarız. Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz. 

Esasen merhamet, şefkat ve ciddiyet noksanı hep bu sıhhatleri ve işleri yolunda gidenlerin aşkalarına akıl erdirememeleri yüzünden doğuyor. 

Herkesin cehaleti bilmediği şeyler kadar da bildiğini sandığı şeylerden doğar. 

Zira daima böyle alınacak dersleri almak için ekseriyetle biz kendimiz hazır değilizdir. Yaşımız yahut bilgimiz, muhakememiz yahut vaktimiz kafi gelmeyerek edebileceğimiz her türlü istifadelere mani olur ve gözlerimiz önünde geçen hadiseler böylece gözlerimizi açmadan geçer. Daaima tecrübeden bahseder, dururuz. Unuturuz ki tecrübe sahibi olmak için en acı dersler hiçbir zaman eksik olmaz. Fakat biz ne fert olarak insanlar ne de topluluğumuz olan milletler bunlardan istifade edemeyiz. Çünkü bizlerde de eksik olan bunlardan ders almak kabiliyetidir. Bu imkansızlıktan dolayıdır ki bütün zamanlarda tekerrür eden bunca tecrübeler hep nafile geçer, hep ziyan olur ve fertler, nesiller ve milletler uslanmadan hep aynı hataları tekrar ederler. 

Bir insanın dini kanaatleri ve felsefi fikirleri kendisinde ikinci bir tabiat yaratır. Bu ikinci adam da içindeki ilk insiyaki mahluk kadar tabii ve hakikidir. Ve bu ikinci tabiat olmasa o sadece nefsani bir hayvandan ibaret kalırdı. 

Akıl ve izan nadide birer kıymettir. Fakat bundan dolayı meydana çıktıkları her yerde makbul olduklarını sanmamalıdır. Bilakis bunlar, alışık olmayanları yadırgatabilir. İzanı ve muhakemesi üstün olduğu için hakikati sezip söyleyen gibi, duyunca anlayan da azdır. ...Keyfiyetin ekseriyet tarafından mutlaka takdir olunduğunu sanmak yanlış olur. Çokluğun seviyesini aşanlar çok kere anlaşılmamaya mahkumdurlar. Ekseriyet hep kendi seviyesinde bir sözcü arar. ....Güzeli ve iyiyi tefrik etmek için yetişmiş bir zevk ister. İyi bir terzinin dikişini mutlaka herkes beğenmez. Müşterilerin çoğu mutlaka en iyi ve en temiz dükkana gelmez. 

Felaket veya saadetimize sebep olan, hep duygularımızın ince birtakım nüktelerinden ibarettir. Hepimizi öldüren çok kere, hayatın, yabancıların, ekseriyetin ve talihin mümessilleri gibi telakki ettiğimiz birtakım unutkanlıklar, ihmaller ve tekasüllerdir. İnsanları öldüren başkalarının gözleirne görünemeyecek kadar küçük bir takım nezaketsizliklerdir. 

Yavaş yavaş, parça parça ölen bizler, ölülerin birdenbire ne kadar ölmüş olduklarına bir türlü akıl erdiremiyoruz. Onlar artık kendilerinden bize geçmiş, biraz da bizde kalmış zerreleriyle, ancak biraz bizim içimizde yaşayabilirler. Onları ancak biz, biraz hatırlamakla, içimizde, kendimize karıştırarak belki bir gölge, belki bir rüya halinde, biraz daha yaşatmış oluruz!


İSTANBUL / ORHAN PAMUK

Allah'ın yalnız yoksullarla değil, apartmandaki bütün kalabalıkla ilgili olduğunu, en azından durumun kuramsal olarak böyle olması gerektiğini hissederdim biraz, ama bizler ona ihtiyaç duymayacak kadar talihliydik. O canı yananların, çocuklarını okutamayacak kadar yoksul olanların, onun adını ağızlarından hiç eksik etmeyen sokaktaki dilencilerin ve başı darda olan saf ve iyilerin yardımcısıydı. Annem bu yüzden radyo kar fırtınasında yollları kesilmiş uzak köylerden yada bir depremde yersiz yurtsuz kalan yoksullardan söz ederken "Allah onlara yardım etsin!" derdi. Bu söz bu dileğin karşılanmasından çok, halimiz vaktimiz yerinde olduğu için o an hissettiğimiz geçici suçluluk duygusuyla, zorda olanlara pek bir şey yapamamanın verdiği boşluk duygusunu geçiştirmek için kullanılırdı.

Bir çeşit ilkesizlik, siniklik yada imansızlık gibi gözükebilecek bu inanç boşluğuna Atatürkçü Cumhuriyet'in laik heyecanı, tam tersi bir hareketle bir modernlik ve Batılılaşma heyecanı görüntüsü verdiği için, bu manevi tembellik gerekli zamanlarda gururla öne çıkarılan bir idealizm aleviyle şöyle bir parıldayıp sönerdi.

...Bizler yalnız mal mülk sahibi olduğumuz için değil, Batılılaşmış ve "pozitivist" olduğumuz için de hükmetme hakkına sahip olduğumuz bu "cahil" insanların tuhaf itikatlarına fazla bağlanmalarına yalnız kendi çıkarlarımız için değil, memleket çıkarları için de şiddetle karşı çıkmalıydık.

...Sonraki yıllarda beni şaşırtan şey ise, laik ve yarı inançsız Batılılaşmış pek çok İstanbullunun konumlarından dolayı bir suçluluk duymamalarıydı. Dinin hiçbir gereğini yerine getiremedikleri gibi, dinlerine bağlı olanları da -tıpkı aşağı sınıfın sanat ve kültür alışkanlıklarını küçümseyen sözüm ona "modernist" züppeler gibi- sınıfsal nedenlerle küçümseyen bu insanların hepsinin hayatlarının bir döneminde, mesela bir trafik kazası anında yada hastanede yatarlarken Allah'la gizli bir anlaşmaya giriştikleirni hayal etmişimdir hep.

(İstanbul'a olan ilginin iyice azalmaya başladığı dönem) Bu ilgisizliğin nedeni, Batılılaşma ve Atatürk devrimlerinin yasaklamaları sonucu harem, derviş tekkeleri, padişah gibi pek çok turistik unsurun ahşap evlerle birlikte yok olması ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini Batı'yı taklit eden küçük Türkiye Cumhuriyeti'nin almasıydı.

YA TAHAMMÜL YA SEFER / MUSTAFA KUTLU

Gençlikte idealist olunuyor. Hepimiz öyle yetiştik. Etrafı toz pembe görüyorduk. Oğlum bak, ben de gençken dünyaya nizam vermeye kalkmıştım, ne delilik, arkadaşlarla bir dernek kurmaya kalkmıştık. Güzeldi, asil duygulardı ama akla dayanmıyordu, gerçekçi değildi. 

Durduğumuz noktada inançlarımızın eskidiğini, yabancılaştığını hiç tecrübe etmediniz mi? En acı kayıp budur: Gerilemiş ruhların mütemadiyen tavizler vererek hayatla, zaruretle uyuşmaları...


KÜÇÜĞE BİR DONDURMA / TUNA KİREMİTÇİ

Çingelerin unutma sanatı dedikleri şey... Başımıza gelenlere katlanabilmek, başımıza daha önce gelmiş şeyleri unutmanın çareleri. Bunları keşfetmeye çalışarak geçen hayat...

Bir sanat olarak unutmak...

Hayata devam edebilmek için başlarına gelen felaketleri unutmayı öğrenen Çingelerin kaderi.

İhanetleri unutmak, yara izlerini unutmak, yaptığımız bri hatayı, tutamadığımız sözleri, basit çözümsüzlükleri, eski bir adresi, bazı telefon numaralarını, vaktiyle bakmaya doyamadığımız bir yüzü, yediğimiz bir kazığı, çenemizi kıran bir yumruğu, tatlı bir okşayışı, çocuğumuzun plastik kovaya kum dolduran parmaklarını...


Yaşlı bir adamın günün birinde bütün zamanını ve enerjisini unutmaya harcamış olduğunu fark etmesi.


Hafızanın ihtiyardan intikamı: Bir sanat olmaktan çıkıp gerçeğin ta kendisi haline gelen unutuş....


Çünkü aklın yada mantığın yeri yoktu aralarında. Varlıklarını doğuştan gelen içgüdülerine "baba" ve "oğul" olma hallerine borçluydular. Gereğinden fazla bilinçli yaklaşıldığında solan her şey gibi, sevgileri de gücünü doğadan alıyordu. 


İnsanın kendi içine sık bakması iyi bir şey değil. Kapıları aklımıza her estiğinde açarsak, karşımıza ne çıkacağını bilemeyiz. Bazı şeylerin unutulmasında, birkaç kapının kapalı kalmasında fayda var.


Yaşamak babamın çok vaktini alıyordu....Zorla oynatıldığı bir mahalle maçında geride durup gelen toplara isteksizce vuran bir çocuğa benziyordu.

GAZABA UĞRAMIŞ ŞİİRLER / NİZAR KABBANİ

Horlanırken sürekli barışa inanır mı insan?

***
Dostlarım
Başkaldırmıyorsa nedir ki şiir?
Azgınları ve azışları devirmiyorsa nedir ki şiir?
Zamanda ve mekanda
Sarsıntı yapmıyorsa nedir ki şiir?
Kisra Nuşirevan'ın başındaki tacı
Yere çalmıyorsa nedir ki şiir?

***
Ey dostlarım
Bıçağın saltanatı hep reddeden
Bir yarayım ben...

****
Petrol bu ölümcül sıvı...Ulusun değil
Arabın değil
Halkın değil
Tüm savaşlarda yenilen bu tavşan
Eyyamcı kodamanların içkisi petrol
Halkların içkisi değil...

***
Yatağımın kenarında oturuyor oğlum
Bir şiir okumamı istiyor benden
Gözümden bir damla yaş düşüyor yastığa
Korkuyla izliyor oğlum ve
"Ama baba diyor, bu gözyaşı, şiir değil!"
Ona diyorum ki:
Arap şiir kitaplarını okuyunca
Sözcükle gözyaşının kardeş olduğunu göreceksin
Ve Arap şiirinin yalnızca
Parmaklar arasından çıkan
Bir damla gözyaşı olduğunu

***
Kadınlarımız
Filistin hüzünlerini çizerler ağacın gözyaşına
Gömerler Filistin çocuklarını insanlığın vicdanına
Kadınlarımız
Taşırlar Filistin taşlarını
ayın toprağına

Bir vatan çaldınız siz
Çılgınca alkışladı dünya
Binlercesine el koydunuz evlerimizin
Sattınız çocuklarımızdan binlercesini
Simsarca alkışladı dünya
Kiliselerden yağı çaldınız
Mesih'i çaldınız Nasıra'daki evinden
Çılgınca alkışladı dünya
Sonra yas ilan ediyorsunuz
biz bir uçak kaçırınca

****

MATMAZEL NORALİYA'NIN KOLTUĞU / PEYAMİ SAFA

Ekmekleri, şerefleri ve yerleşmiş inançlardan gelen düşünce konforları birer üniversite kışlasına bağlı bulunan profesörlerde bu korkunun derecesini düşününüz.

Çağımızın ilmi kilisenin dışında doğduğu gibi, yarının hakikati de üniversitenin dışında geçecektir. Belki daha serbest olduğum gün, daha serbest düşüneceğim.

Rahmetli derdi ki: "Dinlerin hepsi iyiliğie, doğruluğa çıkar. Allah'a çıkar. Müslümanlık en kısa yoldur."

Delilik çok fena şey. Velakin akıllılar için böyledir. Mecnunlar için bu bir rahatlıktır. Yoksa tecennün ederler miydi? Akıllı sevmediği dünyadan kaçıyor. Anın abese tahammülü yoktur. Ve Allah'ın hikmetini bilmeyenler için her felaket abestir.

İnsanlar çocukları numunei imtisal ittihaz edip kalplerini tasfiye edecekleri yerde onlara da kendi ihtiraslarını telkin ile saffe-i ahlakiyelerini bozarlar. Fıtratın elinde lekesiz doğan bu vicdanı kirletirler. 

Ne arzu eyledimse aksi oldu. Bunda bir hikmet vardır. Ve bundaki hikmet bendeki arzuyu öldürmek değilse nedir?

Tarih-i beşeri dolduran bütün muharebeler, benliğini öldürmesini bilmeyen insanın bir gaye uğrunda öğrenmesi için Cenabı Hakk'ın ona verdiği kanlı derslere benzer.

Orta Çağ'ın bozumundan sonra, şiddetli bir ferdiyetçilik haline, ben'in hortladığını görüyoruz. Zamanımızın büyük işaretlerinden biri de bu ben kuduzudur. Fakat onun karşısına bu sefer de sosyalizm ve nasyonalizm çıkmıştır. Liberalizmin onu azdırmasına karşı bunlar daha üst planlardaki zaruretlerin tepkileridir. Düşününüz: Hürriyet mesuliyeti gerektirdiği halde, liberalizmin fikir hürriyetinde de kazanç hürriyetinde de sorun yoktur. İstediğiniz kadar yanlış düşünebilir, fakiri sömürerek istediğiniz kadar kazanabilirsiniz. Liberalizm gafletinizi, sömürücülüğünüzü ve kibrinizi hudustzu planına naklederek beninizi şahlandırmıştır. Buna rağmen fert hiç değilse "fenafil'aile" merhalesine erişebilmiş görünüyor. Bu feragatin kahramanı da anadır. İnsanın ancak evladı lehine devamlı fedakarlığına şahit oluyoruz.

Aşkın gıdası mesafe. Realite iğrenç. Samimiliğin tabancası ikisini de yaraladı.

Tıpta doktor, felsefede hasta olursun.

Ruhun işemesinden başka bir şey olmayan ağlamak...

Kendinizi hasta farz etmeyiniz. Hastalık çok defa bu zandır.

18 Haziran 2016 Cumartesi

KÖLE OLMAYACAĞIZ / ALİYA İZZETBEGOVİÇ

Tarihte işler niyete göre yargılanmaz, sonuçlarına göre yargılanır.

Boşnak bilgeliği bize sınavların kaçınılmaz olduğunu ve onlara karşı en iyi şekilde tavır almamızı öğretir. Eğer sıkıntılardan daha iyi ve daha güçlü çıkmıyorsak, o zaman bizim sıkıntılarımız boşuna olmuş demektir. Eğer iyilik ve memnuniyetten hayat için daha yetenekli olarak çıkmıyorsak o zaman bu boşuna geçirilmiş bir vakittir.

Benim için demokrasi, azınlığın bütün haklarına sahip olduğu zaman demokrasidir.

...dürüst ama daha az yetenekli ve çok yetenekli ama açıkça dürüst olmayan insanlar arasındaki seçimde dürüstlerden yana tavır koymanızı tavsiye ederim.

Gerçekte tarih, tahmin edilemez hadiselerin gerçekleşmesi hakkında bir hikayedir. Hiç kimse öngörmeyi başaramadı. Bizler tarih içinde gömülmüşüz. Bizler bu tarih içinde en iyi yapmayı bildiğimiz şeyi yapmaya gayret etmeliyiz, onun ise ne tarafa gideceği hususu bizim elimizde olmayan bir şeydir. Ayrıca elimizde olmaması iyidir.

Eğer bir facianın iyi bir tarafı varsa o zaman bizim faciamızın iyi tarafı da bu dünyayı aynı mesele etrafında birleştirmeyi başarmasıdır.

Çok dar bir alanda ve birbirine engel olmayan Begova Camii, Katolik Katedrali ve eski Ortodoks Kilisesi ile havranın bulunduğu o kareden bahsediyorum. Genelde hoşgörü yeni çağın bir ürünü olarak görülmekte ve Fransız Devrimi ile başladığı sanılmaktadır. İşte bakınız çok daha önce başlamış.

Dışarıdan gelen özgürlük yoktur. Hiç kimse hiçbir zaman kimseye özgürlüğünü hediye etmemiştir. Böyle bir özgürlüğe bizim ihtiyacımız da yoktur. Her halk özgürlüğünü kendisi kazanmak zorundadır, aksi takdirde yok olacaktır.

Savaş öncesi 10-15 sene evvelki zamanı hatırlıyor musunuz? O zaman burada hepsini sayamayacağım, Ahmet, Muhammed, Salih isimleri değil, suni plastik, yabancı isimler veriliyordu. Bizler kendimize ait güzel isimlerden vazgeçiyor ve çocuklarımıza acayip isimler koyarak, kökenimizin kaçmak ve bu iismler arkasında saklanmak istiyormuş gibi yapıyoruz. ...birilerinin hoşuna gitse de gitmese de biz olduğumuz gibi olmalıyız. 

Biz başka türlü düşünen ve hisseden insanlarla beraber yaşamayı öğrendik ve bize göre bu bizim üstünlüğümüzdür.

II. Dünya Savaşı esnasında İngiliz kadınların üretim ve savunma için faydalı diğer alanlardaki sayıları hakkında bir şey okumuştum. Bu muazzam bir rakamdı. Kocaları iş yerlerini bırakıp cepheye giderken onların yerini kadınlar almasaydı savaşın neticesinin ne olacağı sorusu sorulmaktadır.

Bir din olarak İslam, tabiata dönük, Kur'an ise gözlem ruhuyla dolu bir kitaptır. Dini bir kitap için biraz alışılmış dışında olan ve bakınız, gözlemleyiniz, yolculuk yapınız gibi Kur'an'ın çağrılarını hatırlatırım. Bu çağrılarına başkaları uydu biz ise uymadık.

YALNIZIZ / PEYAMİ SAFA

Tahsil denen şey, hayatımızda on beş seneden fazla süren bir hastalıktır ve mektepten kaçmaktan başka ilacı yoktur.(Besim)

İş hayatından daha büyük mektep, tecrübeden daha büyük ders, ihtiyaçtan daha büyük mürebbi, tecessüsten daha büyük öğretmen, muvaffakiyetten daha büyük diploma olur mu?(Besim)

Bence bütün mesele, insanın umumi kültürünü ve meslek bilgilerini ihtiyaçlarına ve istidadına göre hazırlamasının yolunu kendisine göstermek ve vasıtalarını vermektir. Müfredat programlarının ezici yükü altında bunalan şimdiki mekteplerde her çocuğun ayrı ihtiyaç ve istidadı hesaba katılmaz. Talebe ders çalışmaktan ve imtihana hazırlanmaktan şahsi araştırmalara da vakit ve enerji bulamıyor. Halis kültürü de meslek bilgisini de bu şahsi araştırmalar verir.(Samim)

Bizim gibi mirasyediler için, geceleri kitap okumak,gündüzleri gevezelik etmek için lazımdır. Fakat züğürtlerin bütün felaketleri alfabeden başlar.(Besim)

Çocuk zekasının programlardaki suni tasniflere ve bölümlere zıt bir gelişme seyri takip ettiği bilindikten sonra, bugünkü okulların birer zeka mezbahası oldukları anlaşılmıştır. (Samim)

Fakat az yemenin vücuda verdiği hafifliğin, zekaya verdiği çeviklik ve derinliğin....

Septisemi, verem, kanser, bunlar hep boş lakırdıdır. İnsanı yalnız bir illet öldürür: Sıkıntı. Öteki hastalıklar bunun vücuttaki çeşitli görünüşleridir.

Birçok hastalıkların sebebini hastanın vücudundan evvel hayatında aramak lazımdır. Yani hastalık çok defa kaderin aksiliklerine kaşrı ruhun ve onun peşinden vücudun isyanıdır. (Tournier'in nazariyesi)

İşsiz kalmak çok defa tembelliğin, ahlaksızlığın, beceriksizliğin cezası değil midir? Sendikalar veya sosyalist devlet bu cezayı mükafaata çeviriyor ve işsizi besliyor. (Besim)

Çırpınmak ve çabalamak batmaktır, haykırmak boğulmak. Sakin ol, kendini bırak. Emin ol. Batmayacağına selamete çıkacağına emin ol. (Besim)

İnsana kendi kendisinin üstüne çıkmak zevkini veren sevgi yalnız analık aşkından ibaret değildir. Hürriyet ve menfaatlerimizi başka ruhlarla kaynaşmak için de feda ederiz. Bunda nesli devam ettirmek gibi hayvanca bir gaye de yoktur.

İnsanın içi rahat olmazsa hayatın zevki yoktur.

İnsan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşaması yahut da inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakarlık yapmalı. En çirkin şey ikisine birden sahip çıkan mürailiktir. 

Unutmak için en iyi çare unutmaya çalışmamaktır.

Namussuzluk müstesna imiş ki, namussuzluk dile düşüyor. Herkes böyle deme, küçük hanım. Herkes böyle olsaydı, namusluların hikayesi dilden dile gezerdi. Onlar müstesna olurdu. 

...başında oturuyorum hep. Benimle çok konuşmuyor ama memnun oluyor. Çünkü bir hasta kendisiyle beraber ıstırap çekilmesini ister, değil mi? Tabii bir egoizm bu. Istırabı bölünüyor ve azalıyormuş gibi...

Herkes hafızasındna şikayet eder, muhakemesinden şikayet eden yoktur. (La Rochefoucald)

İntiharından evvel yazdığı mektupta sükun ihtiyacının insana mezarın bütün dehşetini nasıl unutturduğunu yazmıştı kızcağız.

İkincilerimize hakim olduğumuz nispette insanız. Hepimizin ruhunda en az bir katil, birkaç hırsız bir sürü yalancı, iftiracı ve sayısız can, mal, ırz düşmanı var. Bunları hapsediyoruz. Yoksa kim adam öldürmez, çalmaz, iftira atmaz, ev bark yıkmaz?

Simerenya...Öyle bir dünyanın hasreti imkanının delili değil miydi? 

ANADOLU YAKASI / MUSTAFA KUTLU

Yirminci yüzyılda hayat tarzını tayin eden, insanları yöneten üç önemli alet var. Otomobil, bilgisayar, televizyon. Bilgimiz ve eylemimiz bunlara bağlı. Zamanımız ve kararlarımız bunlara bağlı. Hız ile hazza dayanan hayat tarzını bunlar idare ediyor ve bizi tüketim toplumunun bir neferi haline getiriyor.
...kumandayı sana veriyor ama bir şartla. İktidara geliyorsun lakin muktedir olamıyorsun.

Fabrikalarda birer robot olan insanı nasıl görmezden gelebiliriz. Sonra izin zamanı bir turizm şirketi bu robotları toplayıp, paketleyip, güneş deniz kum ve aşk diyerek bir beldeye postalıyor. Orada sabahtan akşama kadar içip, çiftleşip, kurtlarını döküyorlar. Bol fotoğraf çekip yıl boyu birbirlerine gösteriyorlar. Sonra yine inlerine paydos zillerine, seküler saate bağlı esaret günlerine geri dönüyorlar. Refah bu mu?

Gazeteci dediğin televizyoncu sinemacı dediğin memleket insanımızı tanımalı. Ama biz gavuru Müslümandan daha çok tanıyoruz.

Hayat deyince elimizi uzatabileceğimiz, dokunabileceğimiz, içimize çekebileceğimiz sadece o, yegane gerçek!
Biz onu sımsıkı yaşamak yerine, her anına en berrak dikkatlerimizle eğilmek, her ayrıntısının farkına varmak her kıvrımını tanımak, sevmek yerine, hayatımızın kıyısından akıp geçen, bizde kalmayan, benliğimizde konaklamayan, bizim hiç olmayan bu illüzyonun bu durduraksız,çılgın akıntının seyirciliğiyle harcıyoruz bütün zamanımızı. (kaynağını not almadığım bir alıntıdır)

9 Haziran 2016 Perşembe

BEATRICE'DEN SONRA BİRİNCİ YÜZYIL / AMIN MAAOLUF

Bana ne zaman bir kitap verse, bir sonraki buluşmamızda önce onu "yavaş yavaş" sindire sindire okuyacağımı varsayardı ve yanında kalem de bulundurmaz çünkü "insan büyük çoğunlukla okunaksız, kargacık burgacık bir yazıyla düşüncesini dışavurur, oysa asıl burada durmalıdır" deyip işaret parmağıyla alnına bastırırdı. 

Meslektaşlarımdan biri iş yaşantısının yirmi yılını daha ağır elmalar üretmeye harcadı, hep daha ağır ama tatsız, besin değeri genelde tükettiklerimizden çok daha düşük elmalar üretti durdu ve bunlar sadece en vicdansız üreticilerin daha çok para kazanmasına yaradı.
Venedikli başka bir meslektaşım, otuz yıl süren denemelerden sonra bir pirinç türünün hacmini, ondaki vitamin oranını düşürmemeye özen göstererek ikiye katlamayı başardı. Bugün onun sayesinde iki yüz milyon insanın beslenme şekli iyi anlamda değişti.
Bu iki araştırmacı da aynı kitapları okudulari aynı temel buluşlardan, aynı tekniklerden yararlandılar. Yalnızca bildiklerini aynı şekilde kullanmadılar.

Bu kadar çok gazete, radyo ve televizyon varken insan sonsuz sayıda farklı düşünce duyacağını sanıyor. Sonra tam tersi olduğunu fark ediyor. Bu sözcüklerin gücü, o an egemen olan düşünceyi, başka sesleri duyulmaz hale getirecek kadar abartmaktan başka işe yaramıyor.

Bazıları yığılmadan mı söz ediyor? Eğer dünyada bir yığılma varsa, bizim doymazlığımız, bencilliklerimiz, dışlamalarımız, sözde yaşama alanlarımız, etki alanlarımız yada güvenlik alanlarımız ve de uyduruk bağımsızlıklarımız yüzündendir.

Kin söz konusu olduğunda, bellek zamanın içinden geçerek her şeyle beslenir, bazen aşktan bile güç alır.

Işık nasıl gölgeyi büyütürse, iletişim araçları da bilinçsizliği öyle yaygınlaştırıyor, ışıldak ne kadar güçlüyse gölge de o kadar koyu oluyor.

Otoriter bir rejime karşı çıkan bir Avrupalı'ya "başkaldıran" deniyordu ama Clarence bir yazısında "başkaldıran bir Afrikalı" yazdığında yayın yönetmeni deyimi yerinde bulmayıp, bir biçim yada imla yanlışı düzeltir gibi danışmaya bile gerek duymadan onu "karşı çıkan" diye değiştirmişti.

Türleri incelemiş biri olarak, aşkın yaşamı sürdürmek için başvurulan bir hile olduğunu biliyorum, yine de insanın gözlerini kapatması pek hoş.

...kadın dülmanlığı öncelikle anadan kıza geçer. Benim gibi Akdeniz kıyılarında büyümüşse insan, bunu aklından kolay kolay çıkaramaz.

MARTIN GUERRE DÖNDÜ MÜ / M.Z.DAVIS, J.C CARIIERE

Köyde saat ve mevsim ne olursa olsun her zaman yapacak bir şey vardır. Zayıf ve hasta olmak bahane değidlri. Onları unuttuğunuzda hayvanlar size varlıklarını hatırlatırlar. Bitkiler ise sararır ve hemen kurur.

Papazlara göre her şey her zaman Tanrı'nın lütfudur veya tam tersi olarak Tanrı'nın gazabıdır. Bizimle ilgilenmekten başka bir işi yok muydu Tanrı'nın?

İSLAM'IN GÜLERYÜZÜ / EVA DE VITRAY MEYEROVITCH

Bir kitabın hayatınızı alt üst edebilmesi için önceden hazır olmak gerekir.

Mevlana, bizdeki yani her insandaki gizli Ben, tereyağı olarak ayrışabilsin veya daha doğrusu tereyağının tadı kesmikten ayrılabilsin diye yayıktaki ayranı çalkalayan hizmetçi gibidir der.

İslam dünyasında insanlar inançlarından dolayı hiçbir zaman odun yığınları üzerinde yakılarak öldürülmemişlerdir.

Kahireli bir hukuk doçenti kadın Cezayir'in Kabil köylü kadınından, Milanolu bir hukuk doçenti kadının Sicilya'nın ücra yerindeki bir köylü kadınından farklı olduğu kadar farklıdır. 

Adam: Tevbe edersem Allah bana tecevvüh eder mi?
Rabia: Hayır, eğer Allah sana tecevvüh ederse sen tevbe edersin.

6 Haziran 2016 Pazartesi

OKUMAK YAZMAK VE YAŞAMAK ÜZERİNE / SCHOPENHAUR

Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarını düşünürler, herhangi bir yeteneğe sahip insan zamanını nasıl kullanacağıyla meşgul olur. 

...ve eğer yapılacak başka bir şey yoksa, böyle bir insan ya vakti israf edecek veya şeytanın yat borusu çalacaktır, yahut beynini çalıştırmak için bir sigara bunların yerine iyi bir ikame olabilir. Bu yüzdendir ki, bütün ülkelerde insan topluluklarının temel uğraşı kağıt oyunlarıdır.

Sıradan insan hayatının mutluluğunu kendi dışındaki şeylere, mala mülke, şana şöhrete, kadın ve çocuklara, dostlara, cemiyete ve benzerine bağlar, dolayısıyla bunları kaybettiği zaman mutluluğun temeli çöker. Bir başka deyişle onun çekim merkezi kendi dışındadır.

Zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye zaman yoktur ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse. Eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz, büyük bölümü kaybolur. Gerçekten de bedensel gıdalarımızla zihinsel gıdalarımız arasında durum hemen hemen aynıdır: insanın yedikleirnin beşte biri ancak hazmeidlir, geri kalan buharlaşmayla, terlemeyle ve benzeri şekilde kaybolup gider.

Bir insan ancak üzerinde düşündüğü şeyi bilir.

DAVETÇİ EĞİTİMİ VE AHLAKI / ABDULHAMİD BİLALİ

Bineğini hızlı süren kişi, ne bir mesafe kat eder, ne de sırtına bineceği bir hayvanı kalır.(Arap deyişi)

Davet yolunda yürürken durup nefes almak, dinlenmek, yapıp ettikleirnin değerlendirmesini yapmak, doğrularını tespit edip artırmaya çalışmak, yanlışlarını görüp bunlardan kurtulmaya çalışmak gerekir.

Bir insan vücudunu günde yarım saat geç uyumaya alıştırsa ve bu yarım saatini birkaç rekat namaza veya bazı ilmi kitapları okumaya ayırsa, önemli bir ilmi ve imani seviye elde eder. Yada evinden çıkmadan önce abdest almaya ve iki rekat kuşluk namazı kılmaya alıştırsa, iman hususunda büyük bir dereceye nail olur.

Önemli olan dilde fesahat değil, fikirlerde fesahattir.

İman artar, eksilir. İbadetle artar, günahla azalır.

"Sertlik ve azarlama kesinlikle salih ve yapıcı bir insan meydana getirmez. Olsa olsa hareketlerinde ve duruşlarında eğitilmişliğin izlerini sergileyen eğitimli bir maymun yetiştirilir. Ama biz çocuklarımızın insan olmasını istiyoruz, maymun değil." Hasan Aşmavi

Akıl sahibi bir insan, kendini şu dört vakitten alıkoymamalıdır:
*Rabbine yalvaracağı vakit
*Nefsini sorgulayacağı vakit
*Dini hususunda kendisine nasihatte bulunacak ve beslendiği kaynaklar itibariyle kendisini tasdik edecek kardeşleriyle başbaşa kalacağı vakit
*Nefsiyle ve nefsinin helal ve övülen lezzetleriyle başbaşa kalacağı vakittir. Çübkü bu son vakit, diğer vakitler için yardım ve eşsiz bir fazilet olmanın yanısıra kalpler için de dinlenme vesilesidir. (Vehb b. Münebbih)

OKULSUZ TOPLUM / IVAN ILLICH

Pek çok öğrenme kendiliğinden olmaktadır ve pek çok planlı öğrenme bile programlanmış eğitimin sonucu değildir. 

Pek çok insan sahip oldukları bilgilerin çoğunu okul dışında edinmektedir.

Nasıl ki yetenek öğretiminin müfredat sınırlamalarından bağımsız olması gerekiyorsa, özgür eğitim de devam mecburiyetinden bağımsız olmalıdır.

Latin Amerikalı bir öğrenci kendi halkının ortalama gelirinin 350 katı kadar paranın kendi eğitimine harcanması suretiyle bu seçkin topluluğa katılmaktadır. 

Okul öğrenimi konulara ayırmakta ve böylece çocukları bu önceden hazırlanmış müfredat içine gömmeye ve uluslararası skala üzerinde  sonuçları değerlendirmeye kalkışmaktadır. Kendi gelişmelerinin değerlendirilmesi için diğerlerinin standartlarına boyun eğen insanlar bir süre aynı kuralı kendilerine de tatbik etmeye başlamaktadırlar.

(Sivil kurumlar için) Memnuniyet yaratmaktan ziyade hızlı bir şekilde ihtiyaçlar yaratmaktadırlar. İhtiyaçlarını karşılamaya çlaıştıkları bu süreçte yeryüzünü kullanmakta ve tüketmektedirler. Modern tarım toprağı zehirlemektedir. "Yeşil devrim" yeni tohumlar aracılığıyla bir hektardan üç kat ürünü alma imkanı sağlamaktadır. Fakat bunu gerçekleştirmek için daha çk gübre, böcek ilacı, su ve güç harcanmaktadır. Doktorlar, ebelerin yerini almaktadır ve insanoğlunun dönüştürüleceği yönünde söz vermektedir. Genetik olarak planlanmış, tamamen hikyenik bir dünya...

Yani dünya kilisesi olan okul, hem uyuşturucunun temin edilmesine, hem de insanın yaşam süresince işinde hizmet eden bir bilgi endüstrisidir.

Okul gelişimlerinin sorumluluğunu kendilerine vermemekle bu insanların çoğunu bir çeşit ruhsal intihara sürüklemektedir.

Okullaşmanın gizli müfredatı halkı her yerde bilimsle bilginin kılavuzluğundaki bürokrasilerin etkili ve yardımsever oldukları yolundaki mite inandırmaktadır. Aynı müfredat üretim ne kadar artarsa aynı oranda iyi bir yaşam standartına ulaşılacağı yolundaki miti öğrencilerin kafasına yavaş yavaş yerleştirmektedir.

Kaliteli bir eğitim sistemi şu üç amacı gerçekleştirmeye çalışmalıdır: Yaşamın herhangi bir anında mevcut kaynaklara ulaşmak suretiyle bir öğrenim gerçekleştirmek isteyen herkese imkan sağlamalıdır. Bilgi sahibi olanların bu bilgilerini paylaşmaları konusunda kendilerinden bir şeyler öğrenmek isteyenleri bulmalarına yetki tanımalıdır. Halka yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek bir imkan olarak bir konuyu onlara sunmak isteyenler için gereken her türlü olanağı sağlamalıdır.

DÜŞÜNCENİN OKULLAŞMASI / KÜRŞAD ATALAR

İnsanlar kalpleri mutmain olmadıkça bir dava uğrunda bütün varlıklarını ortaya koyamazlar. 

Batı insanı artık bir ideal ve dava uğruna hayatını feda etmeyi 'anlamsız' bulmaktadır. Batı insanı artık yeni bir şey üretmemekte sadece üretilmiş olanı tüketmektedir.

Müslüman emre itaat ederken 'kar-zarar' hesabı yapmaz. O sırf hakka tabi olmak için emre uyar.

Postmodern insan ne ulus için ne Tanrı için ne de bir başka değer uğruna fedakarlıkta bulunur. 

İslam'ı kullarına razı olduğu din olarak gönderene teslim olmak değil midir? Bu teslimiyet bir annenin sıcak kollarına teslim olmaktan çok farklı değildir.

Kölelik Batı'ya özgü ekonomik ve sosyal şartların değişmesiyle birlikte ortadan kalkmıştır. Yoksa modern dönemde insan tabiatına aykırı bir kurum olduğu için kaldırılmamıştır.

İNSAN ÖTESİ GELECEĞİMİZ /FRANCIS FUKUYAMA

Birçok sosyalist rejim özel mülkiyeti yasakladı, aile bağlarını zayıflattı ve insanların dar bir arkadaş ve aile çemberini değil tüm insanlığı düşünmelerini istedi.

Evrim genç insanları özellikle de genç oğlanları sıralarında saatlerce oturup öğretmeni dikkatle izleyecek biçimde değil, daha çok koşup oynayacak ve fiziksel etkinlik içeren diğer şeyleri yapacak biçimde tasarlamıştır. Sınıflarında kıpırdamadan oturmalarını daha çok istemeye başlamamız veya anne babaların ve öğretmenlerin bu çocuklarla birlikte ilginç şeyler yapmaya daha az zaman ayırıyor olmaları, gittikçe artan bir hastalıkla karşı karşıya olduğumuz izlenimini yaratmıştır.(dikkat eksikliği hastalığı)

Kalori kısıtlaması maya hücrelerinin ömrünü uzatıyor. Düşük kalori esasına göre beslenen farelerin ömrü yüzde kırk uzuyor.

Nicholas Eberstadt: 2050 yılı geldiğinde İtalya'daki çocukların yalnızca %5'inin aynı soydan gelen akrabaları olacak. Böylece temelleir bu denli kırılgan olan bir kuşağın savaşma ve savaşta ölme konusundaki isteksizliği de büyük olasılıkla daha fazla olacaktır.

...insanların barış içinde yaşamalarını elbette dileriz ama eğer denge saldırgan ve şiddetli davranışlardan çok uzağa kayarsa işbirliğini destekleyen seçici baskılar da zayıflar. rekabet veya saldırganlığın hiçbir şekilde bulunmadığı toplumlar durgunlaşır ve atılım yapamazlar.

Kimse acı ve ıstırabı savunacak bir açıklamada bulunmayı başaramaz ama işin aslı şu ki, hem kendimiz hem de diğer insanlar açısından en ulu ve en övgüye değer insani nitelikler olduğunu düşündüğümüz şeyler genellikle acı, ıstırap ve ölüme karşı nasıl tepkiler gösterdiğimiz, bunlarla nasıl yüzleştiğimiz, bunları nasıl yendiğimiz ve bunlara sık sık yenik düştüğümüzle ilgilidir.

Tıbbi amaçlarla embriyo kopyalama düşüncesine gereğinden fazla alışırsak nerede durmamız gerektiğini bilecek miyiz?

Toplama kamplarında kurbanlara bulaşıcı madde şırınga eden yada tutukluları ölme noktasına gelinceye kadar dondurarak veya yakarak işkence eden Nazi doktorların çoğu aslında yararlı amaçlarla kullanılabilecek gerçek verileri toplayan meşru bilimcilerdi.

Gerçek özgürlük, politik toplumların kendileri için en değerli saydıkları değerleri koruma özgürlüğünü ve günümüzün biyoteknoloji devrimi söz konusu olduğunda kullanmamız gereken özgürlük işte budur.


ÖLÜMÜN DÖRT RENGİ / DÜCANE CÜNDİOĞLU

Masumiyet senin karın değil.
Sen insansın!

Sanatta sanatçıyı görmekten hiç vazgeçmemek. Yaratıcıyı. İnsanı. Eylemde eylemcinin kendisini. Sanatın ihtişamı arkasında saklanan sanatçıyı.

Halkın arasına girmek, halkın içinde yaşamak, halkın ızdırabını yüklenmek demek siyah ölüm.
İnsanın dertleriyle hemhal olmak da nefsi öldürmenin diğer bir adı. 
Kendinden, derviş kibrinden, yalnızlığın keyfinden uzak durmak. Kitlenin içinde bir karınca haline gelmek. Ezilmek. Çiğnenmek. Gürültünün arasında. Hizmet uğruna. Nefsin rağmına. Hira'yı terk etmenin diğer adıdır siyah ölüm. Hakikate ermiş olanın. Ferdin değil, ferdiyetin ölümü.

Şah-ı Nakşibendi'ye sormuşlar, "Efendim, nesebiniz nereye varır?"diye, o da "evladım, kimse neseb ile bir yere varamaz!"demiş.

Kudret sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı.

Korkmak bir sevme tarzıdır, kişi sevdikçe korkar. Kaybetmekten. Onsuz kalmaktan. Terk edilmekten.

İsteklerinin gerçekleşmesi kişiyi kendinden uzaklaştırır. Başarılı her adımında kendisine ihtimamı azalır ademin ve tabi ki etrafına, dostlarına...insana...

Bayezid-i Bestami "Yolun başındayken dört şeyi yanlış biliyordum, sonunda doğrusunu öğrendim"der:
1. Yolun başında ben Hakk'a talibim zannederdim, sonunda anladım ki Hakk bana talib imiş.
2. Yolun başında ben Hakk'ı zikrediyorum zannederdim, sonunda anladım ki Hakk beni zikrediyormuş.
3. Yolun başında benim için iyi olanı seçen yine benim zannederdim, sonunda anladım ki ben hep kötü olanı seçmişim, her defasında benim için iyi olanı seçen O'ymuş.
4. Yolun başında Hakk'a vasıl olmayı isterdim, sonunda anladım ki daha yolun başındayken ben Hakk'a vasıl imişim.

3 Haziran 2016 Cuma

BİR DEĞİRMENDİR BU DÜNYA / CAHİT ZARİFOĞLU

Televizyon bir şamardır. Hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar. Bize neler yasak, şunlar bunlar. İşte bu yasakları bu haramları televizyon bizim hanemizin içine  getirir, her çeşidini, barını, umuhanesini, meyhanesini ve biz oturur Müslümanlığımızla, karımız kızımızla onu seyrederiz. Ve sonra da deriz ki, nasıl oluyor da mukadderatımız elden giderken, bize vururlarken ses etmez vurana vurmayız.

Biz kendimizi hep doğru yoldan ayrılmamış kabul eder ve dünyanın bir imtihanhane olduğunu hep başkaları için düşünürüz.

"Oku" emri, anlamını bilmeden okumak olmamalıydı. Anlamı kavranmadan okunacak bir şey hayata uygulanmaz, yaşanamazdı.

Hayalperest olmayın. Fakat hayaliniz geniş olsun.

Müslümanın bir tek saniye boş zaman geçirmeye hakkı bulunmadığı bir zamanda kendinize nasıl bir değer biçiyor, maddi ve manevi gücünüzle nasıl bir hedefe bakıyorsunuz?

Modern toplumlarda insan, hasta olmaya, doktor kontrolüne, ilaç kullanmaya istekli kılınmaktadır. Gazetelerin magazin sayfalarında tıp, şarlatanlıklarda ortaya serilip durmakta, bu sayfaların tiryakisi haline gelen insanlar her gün kendilerinde yeni yeni hastalıklar keşfetmektedirler.

Derler ki bir zamanlar bütün hayatını vakfedercesine Yahudi aleyhine, siyonizm aleyhine kitaplar yazan biri Yahudinin adamıyıd. Öyle bir hale getiriyordu ki Yahudiyi, senin kafanda şöyle bir imaj doğuyordu: Yahudi ile asla baş edilmez.

Her şeyi anlayıp anlamadıklarını hiç düşünmeden çocukların yanlarında konuşmaktadırlar. Çocuklar da ana ve babaları gibi, var oluş hikmetini ve yaratıcısını düşünüp bilmedikleri için vitrinlerin anonsuna muhtaçlıkla teslim olmaktadırlar.

Şeytanın şekaveti beş şeyden geldi, bunlardan biri de Rahmet-i İlahi'den umudu kesmektir. (Duriyoğlu Muhammed)

YETER! GENETİK MÜHENDİSLİĞİ VE İNSAN DOĞASININ SONU / BILL MCKIBBEN

Marcy Darnovsky'ye göre tüketim kültürümüzle teknoeugenic vizyon arasında rahatsız edici bir uyum vardır ve insanların söz konusu teknolojilere olan içgüdüsel kuşkularının kolaylıkla giderileceği bir atmosfer oluşturulmaktadır. Örneğin amacın gerçekleşmesine yönelik koşul ve ortamların yaratılması marifetiyle, ilk zamanlar tepkiyle karşılansa da kısa zamand aherkes bir cep telefonu edinmiştir.

Televizyonu kaldırıp atabilirisniz fakat yine de bir TV toplumunda yaşama devam edeceksiniz.

Genetik anlamda gelişmeniz yaptığınız eylemden duyduğunuz keyfi artırmayacaktır. Tam tersine alacağınız hazzı tümden yok edebilir, çünkü esrimek ve kendinden geçmek akışın püf noktasıdır.

Eğer kendi gözlerine odaklanırsan etrafındaki her şey bulanık görünür, fakat çevrene odaklandığında her şey berraklaşır.

Cihazlar hayatlarımızı istila ettiğinde, insanlar yalnızca bu cihazların başıboş tüketicileri haline gelirler. (David String)

Albert Borgmann'a göre, bütün yoğunlumuzla odaklanacağımız bir meşguliyet (focal practice) edinerek ve zamanımızı ona hasrederek teknolojinin bizi esir etmesine karşı koyabiliriz.

Hiçbir şey yapmamak bir tür cehennemdir. ...tembellikten ötürü içine düştüğümüz cehennem hayatını daha kötüleştirmekten başka bir şeye yaramıyor.

Batı dünyasındaki insanların çoğunluğu artık geçimlerini alın teriyle ve zahmetle kazanmıyorlar. Oysa ki, daha az tercih ettiğimiz o zahmetli işlerde gösterdiğimiz çabayla elde ettiğimiz neşe, ödül ve gurur arasında garip ve kuvvetli bir ilişki vardır.

Ağır ve sıkıcı işlerden azat olan bizler, kendimizi daha doyurucu ve anlamlı işlere adamak için çok fazla boş vakte sahip olacağız. Fakat bu doğru olsa bile -şimdiye dek makineler bizi daha fazla Seinfield izlemeye yöneltti- o noktadan sonra bütün işler gözümüze anlamsız ve küçük görünürse ne olacak?

Bilim adamlarının pek çoğu artık "Olacak mı?" sorusunu sormuyor, onun yerine "Ne zaman?" diye soruyorlar.

Ölümsüzlük kişisel özgürlüğümüzün son kozu olacak ve çocuklarımızın bakımıyla ilgilenmek ve yaşlılarımıza ihtimam göstermek borçlu olduğumuz dünyamızı, hiç kimsenin hiç kimseye ve hiçbir şeye özen göstermediği bir dünyaya çevirecektir.

Amishlerin hayatları elbette mükemmel değil fakat en azından teknoloji olmaksızın da yaşanabileceğini ve teknolojik aletlerin yer almadığı bir hayatın durgun ve anlamsız olmadığını kanıtlıyorlar.

Bizi benzersiz yapan şey kendimizi dizginleyebilmemizdir. İnsanoğlu bazen yapabileceği bir şeyi yapmamak üzere karar verebilir ve isteklerine sınır koyabilir. İnsanoğlu "yeter" diyebilir.

Sebt günü kendimizi evrenin merkezine koymak yerine haddimizi bilmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır.

Gelişimi durduramazsın. Oysa ki bu doğru değil. Biz olgunlaşmayı tercih edebiliriz. Bu diğer insanlarla da paylaşacağımız ateş kadar devrimci nitelikte bir şey olacaktır.

Olgunlaşma bir durgunlaşma değildir...insanı her şeyi yapabileceğini düşündüğü ergenlik döneminin fantezilerini terk etmeye zorlar.

Teknolojinin sınırsız büyümesi ve ekonomik gelişme gibi alanlar yerine enerjimizi başka sahalarda yoğunlaştırmayı tercih edebiliriz: insanlara hizmet etmek, sanat, aşk.

2 Haziran 2016 Perşembe

DÜŞÜNMEK FARZDIR / METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU

Tevbe elbette akıllılıktır. Aklın yeniden kalbe devşirilmesidir.

O, aklımızla ortaya koyabileceğimiz bir doktrini vahiy yoluyla yeniden bize niçin göndersin ki? Vahyin bize ulaştırdığı, öyle inanırız ki, aklımızın üstesinden gelemeyeceği alanlara ait haber, bilgi ve tekliflerdir.

Değil mi ki vahyin taşıdığı haberler, bireysel ve toplumsal yaşamımızı düzenlememiz, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmemiz için rehberdir. O zaman akil ve baliğ olur olmaz, ypmaya başlayacağımız ilk iş, vahiy üzerinde düşünmektir.

Müslümanlar için doğru, meşru kullanımıyla her ilim dinidir, her bilim İslami'dir. Matematik de İslami ve insanidir, fizik de. 

İnsan bağımlılıklarını bildikçe, ihtiyaçlarını iyi tespit ettikçe kaynakları daha sağlıklı kullandıkça var olandan yararlanıp destek aldıkça, daha doğru düşünür.

İnanıyorum, çünkü saçmadır. (Kirkegaard)
Her halde Müslümanlar "hiç olmazsa inanıyor" diye yöneldiler bu ve benzeri filozoflara. Bizim anlayışımza göre "inanmıyorum çünkü makul değil" diyebilen her insan, saçmaya itikat edenden bize ve vahyin öğretisine daha yaklaşmış demektir. 

Batı'nın dindarlaşması bizim için tehlikelidir. Zira onlar dindarken bizim dinimizdeki insanlara karşı daha zalim olmuşlardır.

Sevgi ile korku birbirinin zıddı değildir. Allah'a korku ve ümit arasında bir yönelimle, dengeli bir yönelimle sağlıklı bir kulluk gösterebiliriz.

İnsan için en ciddi tehlike adet edinmek yani alışkanlıktır. Kötüye alışmak...Alışkının sarhoştan pek bir farkı yoktur.

Şer yönünde kendini koyvermek yeterken, hayr yönünde ilave bir çabaya ihtiyaç vardır.

Organlarını ve melekelerini yaratıldığı fıtrat doğrultusunda kullanan insan hayra yönelir. Zira yaratılış hayr üzerinedir.

İnsan aklı fıtraten Allah'ın varlığını problem etmeyecek  bir hazırlıkta ve olgunlukta yaratılmıştır.

Batı, aklı sonsuz, sınırsız sandı, yanıldı, Doğu ise küçümseyerek.

Müslüman insanları teslim almanın en genel geçer yolu, onların eline pratik akide kitapları tutuşturmaktır.

Sırf açıklama amacı ile şerh yazma alışkanlığı ve özgün fikir üretme çabalarının istikrarlı bir şekilde yavaşlaması ile İslam dünyası tam anlamıyla ansiklopedik bilgi sahibi olan fakat bir meselede söyleyeceği yeni hiçbir şeyi olmayan bir alim tipiyle karşı karşıya gelmiştir. 

Bir öğrenci doğrusunu öğreninceye, olayı sindirinceye kadar öğretmeni taklit etmek yerine takip etmeyi seçmelidir. Çünkü taklit hiçbir biçimiyle insani bir davranış değildir. Zaten mezhep hatta sünnet kavramları, bir bakıma iz takibi anlamına geliyor. 

İslam yalnız Allah'a ibadetten ibarettir.

Düşünen insan hatırlar, hatırlayan insan düşünür.

İSTANBUL KRİTERLERİ / İBRAHİM PAŞALI

Bugün türküleri dinlerken bile "çok derin sözler" duymamızın nedeni, tekkeler vasıtasıyla halka irfan taşınmış olmasındna başka bir şey değildir.

Bizim Hızır'ımız vardı, onların Supermani. Bizim Hızırlarımız çok geniş bir coğrafyada darda kalanlara yardım edip sır olurlarken, herkes Hızır gibi "isimsiz kahraman" olmaya çalışırken, Supermanler ise sadece kamera karşısında yardım ediyordu.

Büyük kentlerin rasyonel insanları, Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi gibi hurafeleri izlemek için akın akın sinema salonlarına gidiyor, hurafenin "değeri" rekor hasılatlarla ispatlanıyor.

İNSANIN DÖRT ZİNDANI / ALİ ŞERİATİ

Bilimin insani gayesinin bulunmayışı, bilimi şu örtülü "teknik bakımdan mümkün olan her şey ister istemez temenni edilen şeydir" postulatına dayanan hakiki bir "araçlar dini"ne dönüştürdü ve bu müthiş gücün tabiat ve insanlar üzerindeki yıkıcı etkileri karşısında tamamiyle bir kayıtsız kalmaya götürdü.

Tasavvuf görüşü, Tanrı'ya erişebilmeyi kabul ettiğine göre Tanrı'ya durağan bir yer tanımış olur. İnsan da oraya erişince Tanrı varlığında durmuş demektir. Buna karşılık "ileyhi", "O'na doğru","O'na yönelik" demektir. "O'nda" değil, "O'na" değil, "O'na doğru".

Tanrı sonsuzluktur, ebediyettir, mutlaktır. İnsanın Tanrı'ya yönelik yolculuğu, ebedi ve sürekli duruşu olmayan sonsuz tekamüle ve sonsuz Aşkın'a yolculuktur.

Doğal gereksinimlerinden farklı gereksinimlerinin onu uğraş, çaba ve eyleme yönelttiğini ve gereksindiği şeyi doğada bulamadığını gördüğü noktada, gelişim çizgisinde kendisindne önce gelen hayvandan ayrılmış demektir.

Kim insan gelişiminin ve olgunlaşmasının bir sınırda durduğunu kabul ederse insanlık kavramına karşı büyük bir suç işlemiş olur.

İnsan bilim ile doğanın zindanından, tarihin zindanından, toplumsal kurallara egemen düzenin zindanından kurtulabilir. Fakat yazık ki kendi zindanındna bilim ile kurtulamaz. Çünkü bilginin kendisi de tutsaktır.

Aşk her şeyi bir amaç uğruna vermek ve karşılığında hiçbir şey istememektir.

HİÇ SESLER /NURDAL DURMUŞ

İnsan mutsuzluğunun yegane kaynağı aslında olması gerektiğinden daha fazla şeye sahip olması yada kazanmış olmasıdır.

Teknolojinin imkanlarını sözcük tüketmek, duygu azaltmak adına kullanan insanlık, çekingen ve ürkek bakışlarını gelenek ve inanç değerlerinin öngördüğü ahlak ve kazanımları modern hayatın çarklarında öğütünce doğrusu geriye arsız bir aşk kırıntısı bırakmış oluyor.

Kar yağınca hayat duracakmış, dursun! Sanki durmayan işleyen bir hayatın bize mutluluk getirdiği mi var?

Ramazan her şeyiniz varken nasıl bir hiçliğe teslim olduğunuzun en net göstergesidir. 

Kızılderililer, "Eğer çok hızlı giderseniz, ruhunuz geride kalır. Ruh olmadan yapılan yolculuklardan bir hayır gelmez" der.

Okuma ve öğrenme erdemine bile yeni rütbeler ekleme hırsı bulaştırdığımız izahı olmayan soyut bir dünya...

...sıra dışı olmak için sıradanlaştırdığımız bir dünya...


İNSANLIĞIN MEDENİYET DESTANI / ROGER GARAUDY

Batı her şeyden önce Avrupa'dır, dünyanın içinde hiçbir zaman büyük bir dinin doğmadığı tek yeri, tek parçasıdır.

Batı'nın tercihi, hesap ve ölçüye dayanarak dünyayı zaptetmek ve tabiata karşı bir fatih edasıyla davranmak şeklinde gelişti. Onuntemel ve kendine has tecrübesi artık "ben tabiata aitim" değil, aksine "tabiat bana aittir" oldu.

Rönesans, bir kültür hadisesi olmaktan daha çok kapitalizmle sömürgeciliğin eş zamanda doğmaları hadisesidir. İkisi de kültür planında git gide Allah'a karşı kayıtsız bir tavır takınan ferdin güç gösterisinin övülüp yüceltilmesini esas alır. İkisi de hikmetten kopraılan bilimi tabiat ve insanlar üzerinde hakimiyet kurma ihtirasının kölesi yapar.

Rönesansla ilahi olanın insanileştirilmesinin yerini artık insanın ilahlaştırılmas alır.

Hristiyanlık Roma boyunduruğu altında belleri bükülmüş halkları bir yangın misali sarıp  kavradığında ve böylece zayıflar bir güç haline geldiklerinde, Roma İmparatoru Konstantin bu güçten yararlanmak maksadıyla Hristiyanlığa girdiğini ilan etti, gerçekte ise ölünceye kadar güneşe tapan ve çok tanrıcılığın tek ruhani lideri olarak kaldı.

Zihnen gelişmiş, bilimsel bilgileri tabiata hakimiyeti bakımından güçlü, fakat gönül ve ruhça gelişmemiş insan, bir hayvanın arzularını tatmin etmek için bir yarı ilahın gücünü kullanan bir çeşit aşağılık şeytandan başkası değildir. (Hint Alim Shri Aurobindo)

Allah'ın bizde bütün yeri işgal etmesi için kendimizde mutlak boşluğu meydana getirmemiz gerekir. (Aziz Jean de la Croix)

Resim, romanla birlikte Rönesans'tan beri Batı'nın ferdiyetçi sanatının en karakteristik ifadesidir. Tablo bir ferdin fertlere yönelik eseridir. Katedral, vitray veya ikonadan farklıdır. Bunlar katılımda bulunan ve ayin yapan bir halka seslenen anonim bir topluluğun eseridir. Bir bireyin eseri olup bireylere hitap eden roman da aynen tablo gibidir. Oysa Gılgamış'tan Ramayana'ya ve Odise'ye kadar destan, içlerinden belki de sadece efsanevi, kolektif bir isimden ibaret olan biri tarafından yazıya geçirilmezden önce anlatıcı kuşakların sözlü geleneğinin eseridir ve bir topluluğa yöneliktir.

Goethe'nin Faust'u "İnsan, bütün yüceliğini aralıksız iş görmekle gösterir"der. Bütün burjuva devrimleri Faustçudur. İngiliz Püritenlerin veya Fransız Jakobenlerin dini "iş" (çalışma) olmuştur.

Batı medeniyeti, insanı üretim ve tüketime, ruhu akla, sonsuzu kemiyete indirger.

YÜZLEŞME / ABDULAZİZ TANTİK

Düşünmeyi yük sayan bir anlayışın yok edilme planlarına olan desteklerimizi yürekten sunmalıyız.

İnandığı değerleri bir ahlaki misyon ile desteklemeden başkaları için bir örneklik teşkil edilemeyeceğini bilincimizin derinliklerinde kavramalıyız. Kişi kendisi ne kadar inandığı değerleri canlı yaşayan biri haline dönüşürse o kadar başka kişiler için örneklik düzeyi oluşturur.

İslam coğrafyasında meydana gelen krizi sadece Batı'nın "emperyal rövanşı"na bağlamak, kendi hatasını örtbas etmek için suçu Adem'in topraktan yaratılmasını neden göstererek üzerinden atmaya çalışan şeytandan farkımız kalmaz.

İnsan olmanın en önemli tarafı kavram sahibi olmaktır.

Farkında olmak, bilgiye talip olmak, düşünmek, tefekkür etmek, eylemlilik sahibi olmak, korkuyu öldürmek ve sevgiye yönelmek, Allah'ın sevgisinin tüm benliği doldurması, hayatın tümünün bir imtihan vesilesi olduğunu hatırdan çıkarmamak ve Kur'an'i deyimle ahirete kesin bir güvenle iman etmek, Müslümanlarla birlikte olmayı bir iman vecibesi kabul ederek bundan sonraki hayatını buna göre düzenlemek bize çözüm yollarını açacaktır.

Peygamberliğin dışındaki temsiliyetin mutlaktığından bahsetmek mümkün olmadığı gibi, ahlaki açıdan müminlerin bir temsiliyet mükellefiyeti olduğunu teslim etmek doğru bir davranış olur.

Batı'da akıl hayatın kaynağıdır
Doğu'da aşk hayatın temeli
Akıl hakikati aşk ile tanır
Ve akıl, aşkın işlerine istikrar kazandırır
Yüksel ve yeni bir dünyanın temellerini at
Aklı ve aşkı birleştir (Muhammed İkbal)

Eğer İslamcılık bir değerlenişe sahip olmak istiyorsa öncelikle bir eğitim sistemine ve anlayışına, algısına dair bakış açısına sahip olmalıdır.

...okumayı bir zül addedenlerin ve bilgi ile uğraşanları "entel" diyerek küçümseyenlerin ortaya koyabilecekleri hiçbir şey yoktur.

Bilgide derinlik, kitap okuyarak değil, bir bilenin önünde diz çökerek işin usülünü, temelini ve püf noktalarını öğrenmek ve geliştirerek sürdürmek eğilimini toplumsal bir kabule dönüştürmenin yollarını bulmak gerekir.

Zamanı olmayanın bilgisi de olmaz.

Gerçek değişir, toplum değişir. Herhangi bir zamanda hiçbir şey artarda değildir. Her şey, hatta geçmiş olan bile şimdinin olgusudur. Ve şimdi ki zamanda her birimiz ister istemez kendi arka planımızın, aldığımız eğitimin, kişiliğimi ve sosyal rolümüzün ve içinde hareket ettiğimiz sosyal baskı unsurlarının ürünüyüz. (Wallerstein)

Amacımızın gerçek anlamda Allah'ın razı olacağı bir hayatı yaşamak olan müminler olarak can vermek olduğunu hatırlamak/hatırlatmak gerekir.

Başkalarının Müslümanlığının bekçiliğinden kendi Müslümanlığımızı unutmuş durumdayız.

Duruş ahlaki olursa, tavır anlam kazanır.

Nefsine yenik düşme insani durumdur. Bu yenik düşmeyi engelleme için kardeşlerin kendi aralarında yardımlaşmalarından daha doğal bir şey yoktur.

CESUR YENİ DÜNYA / ALDOUX HUXLEY

Toplumculuk
Sadece devlete hizmet etmek için yaşamalıydılar. Kendilerini farklı kılacak çabalardan kaçınmalıydılar, aldıkları eğitim ve öğretimden sonra (yani "şartlandırma" sonucunda) farklılaşmayı yaratacak güçleri de kalmayacaktı.

Dengecilik
Vatandaşlar herhangi bir yolla toplumu değiştirmeye kalkışmamalıydılar.

Çocuklarımızı ve bebeklerimizi gelecekte terk edemeyecekleri bir toplumu sevmeleri için şartlandırırız.

İnsanlar kırsal bölgeleri ziyaret ederken başkaca hiçbir şey tüketmez hale geliyorlardı. Yaban çiçekleri ve hoş manzaralar! Bunlar hep masrafsız. Esas olarak tabiat aşkı fabrikaların işlememesini sağlar, bu yüzden bu tabakada yer alan gruplarda doğa aşkını silmek daha iyi olacaktı.

Aile yaşamı duyguların güçlenmesine yol açtı. Böylece çok duygusal davranarak dengeli fikirler üretmeleri mümkün müydü?

İnsanoğlu iyi bir üretim yapmayı ve aynı zamanda tüketici bir toplum oluşturmayı seçti.

...yalnız kalıp düşüncelere dalmasınlar diye boş bırakılmadıklarından...devamlı bir aradaydılar.

Mevcut toplum yapısı  bizi düşünmeye teşvik etmiyor. Zeki insanlar aptala oyunlar oynayarak boşa zaman harcıyorlar. Kitap ve gazetelerimizde yeni fikirler yazılmıyor. Bu nedenle toplumumuz, düşünce sahibi insanın temel ihtiyaçlarını karşılamıyor.

Bütün eğitim sisteminde onun "ruh" diye canlandırdığı şey unutulmuştu.

Toplumumuzun standardına göre çok zeki olanlar, er yada geç bir adaya gönderilir. Özgün fikirleri olanlar, yani yersiz soru soranlar ancak bir adada tek başlarına kalırlarsa kendilerine gelebilirler. Biz toplumu olduğu gibi kabul etmeyenleri, kötülük yapamayacakları bir yere koyarız.

Genç ve zengin kişiler, kendi yaşamlarının kendileri tarafından kontrol edildiğini düşünebilirler. Fakat yaşlandıklarında, insanoğlunun bağımsız olmadığını fark edeceklerdir. O zaman ibadetin gerekli olduğunu anlayacaklar.

(Tanrı ile ilgili) "Bence var olması muhtemeldir. Ama uygarlığımızın O'na ihtiyacı yok. Biz mutluluğu, ilaçları ve makinaları seçtik. Tanrı'yı unuttuk. O'nun bize yapabileceği pek bir şey kalmamıştır. Tanrı'nın insanlar için üstesinden geldiği sorunları, biz kendi çabamızla hallettik.

"Eğer Tanrı'yı düşünmeleri için onlara yardım etseydiniz, eğlenceye pek fazla bağlı olmayacaklardı. Bazı şeyleri cesaretle yapmaları ve sabırla bazı olaylara katlanmaları için ellerinde bir neden olacaktı bu. 

Eğer bir Tanrınız olsaydı, kendi nefsinizden feragat edecek bir sebebiniz olacaktı. O zaman insanlar şu an kendi nefisleri için arzu ettikleri şeyleri hiç istemeyecklerdi.

Ama sanayi uygarlığı ancak nefsinden feragat olmadığı zaman gerçekleşebilir. Eğer insanlarımız kendi mallarından vazgeçselerdi, fabrika çarkları duracaktı.

Cesur Yeni Dünya'nız insanlara en uygun yaşam tarzını öğretmiyor. Siz insanları her zaman için rahatlığa özendiriyorsunuz.

Çalışmak Yabani'ye büyük bir mutluluk veriyordu. Londra'da geçen onca tembel haftalardan sonra, ustalık ve sabır isteyen bazı şeyler üretmeye çalışmak saf bir neşe kaynağıydı.




1 Haziran 2016 Çarşamba

SON ELÇİ / GÜNAY BAYBURTLU KESLER

Medeniyetle gelen sinir bozuklukları, tabiattan uzaklaşmak ve teknolojiye boğulmaktan kaynaklanmaktadır. (M. Gazali Fıkhu's 
Siyre)

Kişinin erdemli olması, kötü arzuları yok etmesiyle yada taşımamasıyla ölçülmez. Aksine iffetinin, arzularını kamçılayan dürtülerden kuvvetli olmasıyla ölçülür. Bu arzuları terbiye etmesiyle, iradesiyle kontrol altına almasıyla ölçülür.

İkram muhabbet dolu bir iletişim için en etkili yoldur. Çünkü insan ihsanın kölesidir. İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.

Çoğu insan İslam hakkındaki problemi fikir bazında değildir. Alışkanlıklardan, alışılmış bir hayattan vazgeçilemeyişidir.

(Hak ile batılın mücadelesi)Amaç insanları gerçeğin bilgisinden uzak tutmak, suni konularla tartışma yaratıp gündem oluşturmak yada gündemi saptırmak, doğruya çağıranlar hakkında kafaları bulandırıp, şüphe uyandırmak, kaos ortamı oluşturup bunalan insanların dikkatini ve ilgisini her türlü eğlence, fuhuş, konforlu bir yaşam ile yönlendirmek ve böylece insanları düşünmekten alıkoymak/uzaklaştırmak.

Peygamber'in(s.a.v.) davetinin kitleler tarafından kabulünü önlemek ve halkın gündemini zevkli şeylerle meşgul etmek amacıyla eğlenceler düzenlenirdi. Buralara hikayeciler, kahinler, sihirbazlar ve komedyenler getirirlerdi.

Hiç kimseye kin ve nefret duymamak, şahsa değil onda ortaya çıkan kötü fiil ve sıfatlara düşman olmaktır aslolan "Kardeşine değil, günahına darılmaktır."

Bilindiği gibi o günün şartlarında şiir ve edebiyat kitleler üzerinde bugünün medyasının yaptığı psikolojik etkiyi icra ediyordu. Resulullah bu sebeple şiire ve şaire önem vermiş, şarileri teşvik etmiştir.

Aralarında Resulullah'ın olmaıs bazı insanları münafık olmaktan kurtaramamıştır. Her toplum bünyesinde böyle hastalıklı tipleri barındırır. Bunların zararı sağlam bir bünyede bertaraf edilir, ancak savunma sisteminin zayıfladığı bünyelerde hastalık bütün bedeni sarar.

Özellikle Hudeybiye andlaşmasıyla sağlanan barış ortamı insanların düşünmelerini ve iletişim kurmalarını kolaylaştırdığı için antlaşmanın yürürlükte olduğu iki yıl boyunca İslam'a girenlerin sayısı o güne kadar ki Müslümanların sayısından daha fazla olmuştur.

"Maddenin cinsi, doğuştan getirilen benlik, maddenin işlenmiş hali kimlik, onun bir mücevhere dönüşmesi ise kişilik ve şahsiyeti gösterir." (Şükrü Ünalan / Şahsiyet Tekamülü)

Dini sanki ilmi delillere muhtaçmış gibi göstermek yerine hakikatleri olduğu gibi anlatmlı, hikmetleri ise arayana bırakmalıdır.

Hicret...Bir kaçış değildir, hakların geri alınması için şartların oluşmasını beklemektir. Güç toplamak için geri çekilmektir. Tıpkı okun yaydan geri çekilirken alacağı mesefanin hızı ne kadar gerilirse o kadar fazla olacağı gibi.

Müslümanlara yaptıkları eziyet ve işkenceye karşılık vermeyişleri, zamanla onların kalplerinde yumuşamaya sebebiyet vermiş, düşmanlıklarını sorgulatmaya, gerçeği düşünmeye sevk etmişti.

Mekanlara özellik kazandıran ve değer verdiren faktör Allah'ın onları seçmesidir. Yönelişin mekana değil, Allah'a olması gerektiği bu uygulama ile öğretilmiş oldu. (Kıblenin değiştirilmesi)

İslam insanın kurtuluşu için gelmiştir. İnsanı ortadan kaldırarak kurtuluşu sağlanamaz. Savaş belirli insani ve ahlaki sınırlar içinde yürütülecek istenmeyen bir zorunluluktur.

"Dil hüner sahibinin anahtarıdır. Onunla gönül kapılarını açar." (Şeyh Sadi)

Şüphesiz insanı canlandıran ümit, öldüren ise ye'sdir. Ümitlerini yitirenler, karamsarlığa kapılanlar enerjilerini kullanmadan tüketirler. Çünkü ümitsizlik kayıtsız kalma, tembellik, keder, hor  görme gibi hastalıkları tetikler. Ümitvar olmak ise kişiyi Allah'ın razı olacağı en uygun biçimde davranmaya götürür ki, zaten beşer gücünün son sınırında da Allah'ın yardımı yetişir.

"Mücadeleleri sanıldığının aksine iyi taviz koparanlar değil, ustaca iyi taviz vermesini bilenler kazanırlar."(Sururi Seçmen, el Aziz Gazetesi)

İnsanoğlunun en derin açlığı sevgi ve takdir açlığıdır. Bu açlığı onda olduğunu bildiğimiz vasıfları fark ederek, riyakarlık ve aşırılığa düşmemek kaydıyla överek, ona değerli olduğu hissini vererek gidermekle en güzel iletişimi sağlamış oluruz.

İmanın zayıf olduğu, ahiretin unutulduğu toplumlarda ölümü temenni etmek bir hastalıktır. Çünkü böyle bir temennide kadere itiraz vardır.

Zor imtihan kudretlinin imtihanıdır. Şükür sabırdan zordur. Çünkü şükür kendi benini aşmayı ve nimeti sahibine teslim etmeyi gerektirir.

İslam'ın insanın düşünce, söz ve davranışlarına aksetmesi, onu özümsemesi, onu tabiatına mal etmesi ve onda derinleşmesi bir süreç ister.

"Bil ki, gerçek saadet fani vücudun desiselerinden kurtulup ilahi vuslata talib olmaktır." Hasan Basri

Kainatta olup biten her şeyin görünenin dışında görünmeyen bir başka yönü vardır ki, onu da ancak gönül gözü gören, aklın labirentlerinde kaybolmayanlar görebilir.

Eğer bir insanın cihadı bütünüyle dışa karşı yapılan davranışlara(hizmete, çalışmalara) bağlıyor ve iç dünyasını ihmal ediyorsa o insan, tehlike sınırları içinde dolaşıyor demektir.

Altın asitle saflaşır. Madenlerin saf ve som olabilmesi için içlerindeki cürufun atılması gerekiyordu. Allah ve Resulünün razı olacağı kıvama ulaşmak için cezanın eritici ve erdirici potasına girmek lazımdı.