18 Eylül 2015 Cuma

GLOBALLEŞME BİR ALDATMACA MI? / EDİSYON

Günümüzde "Batılı" diye tanımlanan şey, eski medeniyetlerin özellikle Yahudi, Yunan ve Roma medeniyetlerinin etkin bir sentezidir.

Amerikanlaşmanın etkisi, dünya üzerindeki dini değerler üzerinde yıkıcı etki yapmıştır. Amerikanlaşmış Hindu gençlik Amerikanlaşmış Budist gençler veya Müslüman gençler, Amerikanlaşmamış kuşaklardan çok daha az dinlerine kendilerini adamışlardır.

Güya global bir kurum olan Birleşmiş Milletler üye devletleri ve bölgeleri temsil ediyor ama medeniyetleri temsil etmek için bir çaba göstermiyor.

Piyasa bize mal temin eder ama ihtiyacımız olan hayatı veremez. Globalleşme çeşitlilik getirmiyor, bilakis aynı Madonna resimleri ve heykelleri, aynı ekonomi, aynı tüketim, bilgi ve iletişim araçları üzerinde birleşilmiş ve aynı pazarlama reklam mantığı ile üretilmiş ve satılıyor.

ÇAĞIMIZDA KADIN SORUNU / MUSTAFA YAĞMURLU

Toplumumuzun erkeği, karısını ve kızını uçuverecek bir kuş sanır, kafese kapatmakla ancak onun iffetini koruyabileceği inancındadır.

Oysa Kur'an'ın Adem'in hemen yanısıra Havva'yı zikrettiğini... Hz. Ömer'in Müslüman olmasına neden olanın kız kardeşi Fatma olduğunu...Hadis kitaplarındaki hadislerden pek çoğunun Hz. Aişe'den geldiğine bakmazlar.

Kadınımıza iffetin dört duvar arasından çıkmayıp çocuklarına bakmak olduğu, kocasından önce kalkıp ona abdest alacağı suyu ve leğeni getirmek olduğu anlatıldı. Oysa örnek alındığı ileri sürülen Peygamberin kendi işlerini kendisinin gördüğü unutuldu.

İÇİMİZDE BİR YER / AHMET ALTAN

İşlediğimiz günahlar değil mi, bizi başkalarının günahkarlığına inandıran? Kendimizi affetmemizdeki bu korkunç hoşgörü değil mi başkalarını affetmemizi bu kadar zorlaştıran?

En güzel zamanlarda bile daha güzeli olup olmadığını merak edeceğiz, yetinmeyeceğiz, arayacağız "tekdüzelik" bizim için büyük bir lanet olacak, tabiata hayran olacağız ama parçası olduğumuz o tabiata benzemeyi şiddetle reddedeceğiz.

Kendi yarattığı kadınları örtülere ve evlere hapseden tanrılarla pek ilgim yok. "Bak çocuğum şu benim yarattığım bacaklara, kalçalara, bak şu salıntılı yürüyüşlere, bak evladım"diyen bir tanrıyla dostum ben.

Bir kadın "Ben üşüyorum" dediğinde bunun cevabının "üstüne bir şey al", "istersen taksiye binelim","eve geldik zaten" türünden bir söz olmadığını "üşüyorum" dediğinde kadının "bana sarılsana" demek istediğini ve ona sarılmak gerektiğini öğrenmek epey zamanımı aldı.

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK / DUYGU ASENA

Beş yıl aynı kadınla veya erkekle bir arada olmak yerine her gün ayrı biriyle bir arada olmak da insana monotonluk duyguları verebilir.

Evlilikte sevgi...Nasıl korunur bilemiyor. Ama en azından fazla iç içe olmadan, ayrı dünyalar edinerek, birbirinin çok gizli taraflarını öğrenmeyerek, laubali olmadan, bir saygı çerçevesi içinde biraz korunabilir.

Önce hemcinsleriniz pencerelerden gözetleyerek "kötü kadın" damgası vurular. Gelen sevgiliniz de olabilir, yeğeniniz de, doktora çalıştığınız doçent arkadaşınız da. Hiç önemi yoktur, erkektir ya. Hafiflik damganız hazırdır.

Kadın sevgilisi uğruna kendini başka dünyalardan soyutlamasa, erkek sevgilisi uğruna biraz başka şeyleri ikinci plana atabilse, belki buluşacak bir orta nokta bulunurdu.

Gözümüzün önünden geçen kadınlara bakıyorum. Yaşamlarını tümüyle kocalarına bağlamışlar ve konuşmayı öğrendikleri andan itibaren, kocalarına karşı özverili olmak gereğini öğrenmişler. Hayatları boyunca kocaları ve çocukları için yaşamışlar bunun sonucu da hiçbir zaman "kendileri" olamamlışlardır.

VE AŞK EVLİLİĞİN ELLERİNDEN TUTTU / SENAİ DEMİRCİ

Evlilik bir başkasından mutluluk umanların değil, bir başkasını da mutlu edebilecek kadar mutlu olan kişilerin birlikteliğidir. Mutluluğu bir başkasından aşırmak için değil, bir başkasına taşırmak için bir aradasınız.

Evlilikleri güzel seyreden eşlerin aralarında fikir ayrılıkları oluşsa bile, bunu tartışırken gülüşebildiklerini, şakalaşabildiklerini kaydediyor araştırmacılar... Kendilerini ancak anlaşmayla mutlu olabileceklerine inandırmıyorlar.

Sadece sorunu tartışın. Her konuda anlaşmak zorunda değilsiniz, anlaşmayı da beklemeyin. Tartışmayı konusundan uzaklaştırıp kişiliklerin tartışması haline getirmeyin. Konu tabaklarsa bırakın tabaklarda kalsın.

Onu evlenmeye ikna ederken yaptığınız iltifatları daha çok yapmalısınız. Eşinizi önemsizleştirdiğiniz ölçüde siz de kaybedersiniz.

Kötü olan siz değilsiniz, kötü olan ilişkiniz. Yani iyi insanlar olsanız da kötü bir ilişki kurabilirsiniz.

Kadınların en çok istediği şey sözdür. Konuşulsun isterler kendileriyle. Buna göre ilk yapacağınız iş televizyonu kapatmak olsun. Koltuklarınızı birbirinize çevirin. sık sık eşinize onunla birlikte olmaktan memnun olduğunuzu söyleyin.

Kadınlar konuşurlar çünkü ne söylemek istediklerini konuşarak bulurlar. Yani sesli düşünürler. Erkekler ise söylemek istediklerini bulmak için susmayı yeğlerler.

Kimi aileler sırf nişanlılar günaha girmesin diye evliliğin resmi işlemlerini geciktirirler ama dini nikah yaptırırlar. Bir bakıma el ele tutuşma nikahıdır bu. Hem sonra el ele tutuşmaya izin verenler dini nikahın sınırlarını kendilerine göre belirleme yetkisi mi görüyorlar?

17 Eylül 2015 Perşembe

YENİ HAÇLILAR / RAHUL MAHAJAN

ABD hükumeti bizi aldatacağı zaman bizi övmektedir maalesef bizi kolaylıkla tekrar tekrar aldatabilmektedir.

Bir yetkili "Bu insanlar biz onların ölmesini istediğimiz için öldüler" diyordu.

Albert Einstein insanlığı farklı sonuçlar bekleyerek aynı şeyi tekrar tekrar yapan varlıklar olarak tanımlamaktadır.

Uzun yıllardır çok sayıda insan demokrasinin yalnızca kişinin kendi amaçlarıyla meşgul olmada yalnız bırakılması hakkı ve her iki yılda bir oy vermek için yapılacak kısa bir seyahatten ibaret olduğunu sanıyorlardı.

Verilen zarara, aşağılamayı da ilave etmek için, bombalama nedeniyle doktorlar ve diğer eğitimli kimseler Pakistan'a kaçarken, büyük çoğunluğu kendi dillerinde bile okuma yazma bilmeyen halka gönderilen yiyecek paketlerinde bulunan antibiyotiklerin prospektüsleri İngilizce idi.

Öfke ile beslenmeksizin aşağılanma içinde bir gün bile yaşanmaz. Haydi öfkelenelim. Gereksinimimiz olan tek şey birleşik birleştirici, Amerikan öfkesini azdıracak bir Pearl Harbour'dur. (Lance Morrow)

Birçok insan içinde bulunulan durumu açıklamak için bir manyağın evinize girip aile üyelerinden birini zaten öldürmesi analojisini kullanmaktadır. Böyle bir insanla müzakere mi yaparsınız yoksa onu vurur musunuz? Bu önermenin bariz içerimi, savaş karşıtı hareketin yalnızca acil meşru müdafaanın anlam ifade ettiği bir durumda müzakere yoluna gidecek kadar aptal olduğu idi. ABD'nin eylemine daha çok uyan analoji, manyağın saldırıda ölmesi ve buna sizin verdiğiniz karşılığın, daha sonraki saldırıları gözetlemek için sürekli olarak görevde bir polis gücünüz bulunmasına rağmen o manyağın daha önce yaşamakta olduğu mahalleyi bombalayarak o şahsın varlığından bile habersiz olan birçok insanı öldürmektir.

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ / MAHİR KAYNAK, EMİN GÜRSES

Amerika kendi ülkesinde tarım ürünleri fazla olduğu zaman çiftçiye şu kadar para al, ekme diyor. Ama burada onu yapamaz. Ne yapar? Bu bölgede bir iç savaş çıkarır ve arada bir müdahale yapar. O alan kullanılamaz.

Amerika'nın Irak müdahalesinden kazanacağı hiçbir şey yok. Ama Irak pazarını Avrupa'ya kapattı. Çünkü Irak bir pazar olmaktan çıktı. Yani diyor ki, ya benim pazarım, ya hiç kimsenin pazarı değil.

Onlar için iyi din Protestanlıktır. Yani para kazan ve ne kadar kazanırsan o kadar iyisin. Hristiyanlık inancın da bir kenarda dursun. Çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir.

Birincisi Avrupa bu bölgeye girerse bana ihtiyacı kalmaz. Benimle ticarete ihtiyacı kalmaz. Ben artık dışarıdan elde ettiğim  ki senede 500 milyar doları bulan kaynakları elde edemem. İkincisi bu bölgede hakim olmamla gelişecek ekonomik yararların da hiç birisinden istifade edemem, gerilerim, önemsizleşirim. Ve halkımın hayat seviyesi radikal, köklü bir biçimde düşer. Onun için ABD açısından söylenenlerin hiç birisi doğru değildir. Sadece ekonomik bir hadisedir.

Müslüman İsrail kurmaya çalışıyorlar. Müslüman İsrail, İsrail'in yükünü hafifletecek, bölge ülkeleriyle kavgalı olacak, o görevi verenlere ise zorunlu olarak bağımlı olacak.

HER ŞEY SENİNLE BAŞLAR / MÜMİN SEKMAN

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkar. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, dolu dolu yaşamadığı için. (Shakespeare)

Bir sorun onun üretildiği andaki zihin düzeyinde kalınarak çözülemez. (Einstein)

Hayatı olduğu gibi kabul etmeliyiz ama kabul edilebilir hale gelmesi için de çaba göstermeliyiz. (Alman Atasözü)

Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi: Biri oturmak, diğeri düşünmek için. Başarınız hangisini daha fazla kullanacağınıza bağlı. (Ann Landers)

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın. (Uğur Mumcu)

Birini işaret ederek suçlarken dikkat edin, diğer üç parmağınız sizi gösteriyor. (Çin Atasözü)

Bazı yenilgiler başarının taksitleridir. (Jacop Riss)

İnsanın hayatı aklında olana doğru genişler. Kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız.

Başarınca geçmişiniz yeniden yazılır. Tabi hatalarınızdan arındırılmış halde! Hatta başarılı olunca insanlar hatalarınızda bile hikmet aramaya başlarlar.

Doğu kültüründe bir insan başarısız ise kısmetinde olmadığı içindir. Bu yüzden yadırganamaz, hatta gariban diye kutsanır. Batı kültüründe ise başarısızlık o kişinin beceriksiz olduğu anlamına gelir ve o kişinin yetersiz olduğunu düşündürür.

Batı kültürü yaşam çevresini kontrol etmek için aletler üretmeye çalışır. Mesela klima cihazını icat ederek yazın kışın havasını, kışın yazın havasını yaşamak ister. Doğru insanı ise doğayı olduğu gibi kabul eder. Batılılar doğayı kontrol etmeye, Doğulular ona uyum sağlamaya çalışır.

Genç çekirge yaşlı karate hocasına sorar:
-Ne kadar sürede sizin seviyenize gelirim?
-10 yılda.
-İki katı çalışırsam?
-20 yıl.
-Üç katı çalışırsam?
-30 yıl.
-Ne kadar çok çalışırsam, süre o kadar uzuyor, bu nasıl iş hocam?
-Sen gözünü sonuca dikmişsin. İnsanın gözü bu kadar sonuçta olunca, önünü görmesi için tek gözü kalıyor.

KÜRK MANTOLU MADONNA / SABAHATTİN ALİ

İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar. Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi bir takım yabancılıklar beslemektir.

Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkan var mıydı?

Bütün tessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?

Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?

Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim.

Mühimce mevkilere geçen adamların esaslı adetlerinden biri de galiba eski ve kendilerinden geri kalmış arkadaşlarına karşı gösterdikleri bu biraz da şuurlu dalgınlıktı. Sonra o zamana kadar "siz" diye hitap ettikleri dostlarına birdenbire ahbapça "sen"  diyecek kadar alçakgönüllü ve babacan oluvermek, karşısındakinin sözünü yarıda kesip rastgele manasız bir şey sormak ve bunu gayet tabii olarak hatta çok kere şefkat ve merhamet dolu bir tebessümle birlikte yapmak...

MUTLULUK PSİKOLOJİSİ / NEVZAT TARHAN

Amerikalı muzip bir balıkçı, bir gün bir şaka yapıyor. Avlanan balıkçıların balıkları depoladığı su tankına bir gece Baracuda isimli canavar balığı atıyor. Normal şartlarda gece su tankına konulan balıkların %90'ı ertesi sabah ölürken, Baracudanın atıldığı tankta balıkların %90'ının yaşadığı görülüyor. Canavar balık su tankında dolaşıp, balıkların yaşama gücünü arttırmıştı.

World Future Society IQ ile ilgili ilginç görüşler öne sürüyor:
-Depolanmış bilgi kaynakları genç kuşağın daha kolay ulaşacağı hale gelecek, daha çok bilgi sahibi olmak yerine daha az bilecek ancak bilgiye istediği anda ulaşacak.
-Yeni yaşa türü antisosyalleşecek.
-Evler çok çekici olacak, dışarı çıkmak istemeyen insan yeni bir yalnız yaşam türü oluşturacaktır.

Bilge bir zatın talebesi sürekli her şeyden yakınıyor, bilge bir gün bir avuç tuz alıp, bir bardak su ile karştırdı, içmesini istedi. Öğrencisi "çok acı" dedi. Hocası onu aldı, gölün kenarına götürdü, aynı miktarda tuzu göle attı. Gölden bir bardak su alıp, öğrencisine içirdi, "nasıl" diye sordu. "Çok nefis" diye cevap aldı. Bilge kişinin yorumu şöyle oldu: "Oğlum, hayattaki zorluklar bir tutam tuz gibidir, onu duygularınla geniş karşılarsan sana zarar vermez. Sarayda kederli, zindanda mutlu olmak insanın elindedir."

Herkes aynasının gösterdiklerine tabiidir. Her şey incelikten, insan kabalıktan kırılır.

Okul başarısı için klasik zeka yetebilir, hayat başarısı için duygusal zeka şarttır.

Geri zekalılar suyun derinliğini iki ayağıyla ölçer. (Afrika atasözü)

Gurur zayıf adamın güçlü taklidi yapmasıdır. (Erich Holfer)

16 Eylül 2015 Çarşamba

HİÇBİR ŞEYE KATILMIYORUM / MEHMET EFE

Okumuş efendilerin bürolarını temizleyen, askere gidip sınırlarında ölen, kuyruklarda inim inim inleyerek aldıkları ekmeğin dörtte üçü vergi olan bu tadından yenmez halk, dilini ve tarihini yok ederek tepesinde amansız bir yağma rejimi kuranlara yabancılaşıp okullara göndermediği çocukları okutmaya, onların karşılarına dikmeye başlayınca, oldu gerici, aşırı tehlikeli, dini siyasete alet edici.

Duvarlarını yükselttiğiniz size verilen ücretlerden geri ödediğiniz vergilerle donatılan ve ülkenizin tüm hayati konularına hakim olan alanların hiçbirinde kendi kimliğinizle var olmazsınız. kapıcı, odacı, temizlikçi olmaktan başka var olamazsınız. Ücret alırsınız fakat hisse alamazsınız. Oy verirsiniz, iktidar olamazsınız.

Vatan neresidir?
PKK sempatizanı: "Ataların yattığı yerdir."
İhtiyar: "Vatan, ezanın okunduğu yerdir."
Sizce neresi?: "İnsanın korkmadan ve onuruyla yaşayabildiği yerdir."

250 milyonluk ülkede, nüfusun neredeyse yüzde 60'ı, sefaletin sınırında yaşıyor ama yine de herkes Amerika'da yaşamak istiyor, neden? Çünkü tüm dünyaya büyük başarıyla ihraç ettikleri imajları, Amerika'yı yaşanabilir ülkelerin birinci sırasına oturttu.

Bütün bu soylu ırkların içinde hırs ve kibirli ganimet ve zafer arayan hayvan, sarışın hayvan mutlaka pusudadır. ( Nietzsche)

Beyaz adam bize ışık getirdiğini söylüyor. Elinde mum varmış. Beyaz adam, elinde mum tutup kendisi karanlıkta olan bir insandır. Mumu gösteriyor fakat maksadı bizi kendi karanlığına çekmek. (Samoa yerlileri)

KUR'AN IŞIĞINDA DÜŞÜNMEK / EBU HAŞİM HİCAZİ

Düşünmek suda yüzmeye benzer. Su olmadan yüzülmesi mümkün değildir. Üzerinde düşünülecek şey hakkında eğer önceden yeterli bilgiye sahip olunmazsa, o zaman düşünmek de mümkün olmaz. Düşünmenin temeli ilimdir.

Son devirde Müslümanların arasında ilme değil, alime kıymet verildi. Böylece alimler putlaştırıldı ve putlaştırılma ölçüsünce ilimden uzaklaşıldı.

Eğer doğruluk olmasaydı, hiç kimse yalanın peşinden gitmezdi. Eğer yalanı, yalan bilirse asla peşinden gitmez, ona inanmaz. Eğer dünyada adalet bulunmazsa zulmün olmasının da imkanı yoktur.

Herhangi bir şey bir yerde hidayet vesilesi olduğu halde, aynı şey başka bir yerde saptırma vesilesi olabilir. Mesela bir ihtiyar kadını imana doğru götüren mantık, fakülte bitirmiş bir gence karşı kullanılırsa onu imana götürmediği gibi, isyana götürür.

Filozofların sattıkları tek bir mal var ve alıcıları da belli bir kesimdir. Yunan filozofu Eflatun, akademisinin kapısına  "Buraya matematik bilmeyen giremez" levhasını asmıştı. Halbuki evrensel bir mektep olan dinler, özellikle İslamiyet bütün insanlığı kendi talebesi kabul eder ve akademisine çağırır.

İslam kanunlarının yeni asır için yetersiz olduğu iddia edildi. Acaba Pisagor'un tablosu 2000 sene önce hazırlandığı için eskiyip uygulanamaz duruma mı gelmiştir? Acaba adalet, yiğitlik, vefa, iyilik binlerce sene önceden beri söylendiği ve istendiği için demode mi olmuştur?

DİRİLİŞ NESLİNİN AMENTÜSÜ / SEZAİ KARAKOÇ

Her İslam insanı, gücü ve yeteneği ölçüsünde adeta bütün imanı bir anda elinden alınmış da yeniden ona kavuşmak için olağanüstü araştırma ve girişimlere dalmış kişidir.

Dünyaya, eşyaya yeniden anlamını getireceksin. O zaman Allah da sana, senin kendi öz anlamını bağışlayacaktır.

Müslümanlar ilkin İslamın zaman ve tarih sorumluluğunu yitirdiler, saha sonra da toplum borçlarına olan duyarlılıkları zayıfladı.

TAŞLARI YEMEK YASAK / İSMET ÖZEL

"Eğer sosyal adalet ve sosyalizm istiyorsanız asıl sosyal adalet ve sosyalist ilkeler İslam'dadır."denildiği zaman artık İslam'dan vazgeçilmiş ve başka bir hedefe bel bağlanmış olur.

"Temizlik imandandır." Böyle bir ibareyi yazıp asma emrini veren yetkilinin meselesinin hiç de iman olmadığı sadece bu sözü geçen alanda temizliğe riayeti temin gayretinde olduğu besbellidir. Bu küçük örneğin gösterdiği İslami bir mazeret ve gayri İslami bir yapı arasındaki ilişki bütün insan faaliyet alanlarında kendini göstermektedir.

Bize uyanmamızı söyleyenler zımnen uyduğumuzu da dile getirdikleri için bizim için pek sevimli olmazlar.  Ama bize düşüncelerimizin uyanık, kendimizin de aydınlanmış bulunduğunu ima eden veya açıkça söyleyen herkes hoşumuza gider. Çünkü önümüzde girişmemiz gereken bir zahmet, çekmemiz gereken bir sıkıntı yoktur.

Bütün insanlığın sorumluluğu neden benim omuzlarımda olsun diyeceksiniz, ben de sizi Müslüman olarak hesaba katmamız nasıl mümkün olacak diyeceğim.

Batının üstünlüğü ile İslam'ın üstünlüğü birbirleriyle karşılaştırılabilir aynı türden üstünlükler değildir. Batı bütün üstünlüğünü kaba kuvvete borçludur. Buna çağımızda teknoloji adı da verilebilir. İslam toplumları güçlerini yalnızca hayata verdikleri anlamdan ve bu anlamın uzantısı sayılan insan ilişkilerinden almışlardı.

Avrupa'da özü bozulmuş bir Hristiyanlık hüküm sürmekteyken Orta ve Güney Amerika yerlilerini, zenci köleleri ve Afrikalıları Hristiyanlaştırmak bir inancı yaymak amacını gütmeksizin yalnızca Beyaz Batının boyunduruğunu sağlamlaştırmak için bir mazeret ve bahane olarak kullanıldı.

Aklı başında olmak...baş kelimesi, öz varlık, insanın zatı anlamındadır. Yani aklı başında sözü, aklı ile özü aynı titreşimlerle işlemektedir demeye gelir. Aklımızın başımızda olması insanın nihai iyinin, nihai doğrunun ne olduğu hususunda yeterli bilgilere sahip olmasıyla mümkündür.

Ahaliden kişiler sadece kendi başlarına bir bela gelince düşünürler. Bütün insanların bir milletin başına gelen belayı düşünmek, insanlığın, toplumun kanayan yarasını görmek, insanlar için insanlardan önce yola çıkmak sadece bilginlerin, sanatçıların, düşünce ve aksiyon erlerinin payına düşmüştür.

Özgürlük kelimesi bize "öz"ün "gür"lüğünden söz ediyor. Halis olana, cevhere öz deriz. Bir şeyin gür olması demek, onunla bollukla ve güçlü olarak çıkıp fışkırması demektir. Yani özgürlük insan olarak aslımızda bizim halis cevherimizde, fıtratımızda bulunan şeyin fışkırması, serpilip hayat bulmasıdır.

15 Eylül 2015 Salı

DEĞİŞİM RÜZGARLARI / CEVDET SAİD

Cahil olmadan hiçbir insan ne suçlu ne de uyuşturucu bağımlısı olabilir. Nefislerimizi ilimle arındırır, cehaletle kirletiriz. "Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de kaybetmiştir." (Şems 9-10)

Bizler camileri kullanmamız gereken şekliyle kullanmıyoruz. Bilakis onları fitnenin çıkış merkezi ve illegal kimselerin sığınağı haline dönüştürmüşüz. Oysa camiler yoluyla insanların kalplerine girebilir, onlara dinlerini ve dünya işlerini anlatabilirdik.

Sultan Abdulhamit'in Cemaleddin Afgani'ye bir gün "İslam'ı, İslam ülkeleri yerine niçin Japonya veya başka ülkelerde yaymıyorsun?" sorusuna Cemaleddin Afgani "Eğer onlar bana 'Senin milletin bu fikirlere bizden daha fazla muhtaçtır.' derse ben diyebilirim?" diye cevap verir.

Tesbihin gerçek anlamına ulaşmak için, tesbih lafzını anlamsız tekrarlardan soyutlamamız gerekir. Çünkü tesbih yaşanılan ve canlılığı artıran bir durumdur.

Rabbimiz bilginlerin anlamaktan aciz kaldığı şeyleri çocuklara kavrattığın için hamd-u senalar olsun. ( Hz. İsa)

İyi işlerde israf, israfta da iyilik olmaz.

KALIN TÜRK / İSMET ÖZEL

Özellikle Türkiye'deki Müslümanlığımızı 'Russel Paradoksu'na benzetiyorum. Yani bir şey ne ise o değildir, ne değilse odur. Gerçi evet Müslümanız diyoruz ama bizi Müslüman olarak ortaya çıkaran şeyler, genellikle Müslüman olmamaklığımız suretiyle edindiğimiz özellikler.

Doğu Bloku bir efsaneydi ve o efsaneyi üretenler tarafından bertaraf edildi. Bizden böyle efsanelere inanmamızı istiyorlar. Birileri diyor ki "Bundan sonra Batı'nın düşmanları olacaktır. Bu düşmanlar medeniyetlerdir. Bu medeniyetlerden biri belki de başlıcası İslam medeniyeti olacaktır."

XIX. asırdan itibaren dünyadaki bütün kültürler Batı medeniyeti tarafından darbeye maruz bırakılmış, güdükleştirilmiş, üreme organları kesilmiş kültürlerdir. Kültürler arasındaki farklar ne gerçektir, ne de Huntington'ın dediği gibi temellidir.

Polonyalıların ' Sosyalizm' tarifi: "Sosyalizm, kapitalizmden kapitalizme gitmek için aşılan uzun, zahmetli ve eziyetli bir yoldur."

Sovyet Bloku'nun yıkılmasıyla birlikte Türkiye'nin Türki Cumhuriyetlerle bağlantı kurması meselesi. Bu bence doğrudan doğruya Türkiye'nin kendi kaynaklarını heba etmesi için Batı'nın bizi sürüklediği bir tezdi.

İHLAS ÇAĞRISI / RAMAZAN KAYAN

Seher vakti, şafak sökerken odamızın ışığı yanıyor, seccademiz serili, Kitabımız elimizde sayfalar açık ve ayetler biri kendine çekiyorsa bu bir samimiyet ifadesidir.

Resulullah'a sadakat babında söylenebilecek nelere sahibiz? Hırka-i Şerif ziyareti için tur düzenlememiz mi? Sakal-ı Şerif'i öpmek için kandil gecelerini gözlemek mi? Ezanı Muhammedi'ye ne kadar samimiyiz? Ezana icabetiniz oranında cevap veriniz, tabi dinlemekte olduğunuz müzik, seyrettiğiniz TV ezan sesini bastırmamışsa.

İnsanlar görür diye ameli terk etmek riyadır. İnsanlar görür diye amel etmek ise şirktir. İhlas da Allıh'ın seni bunlardan korumasıdır. (İmam Gazali)

Nemrutlarla uyum içinde İbrahimi öğretiyi taşırken sergilenen paradoksu nereye oturtacağız? 

Ashabı Kehf'ten geriye bize kalan sadece uyku mu?

Eğer birçok şey birinci tekil şahıs zamiri üzerine bina ediliyorsa kulluk ciddi bir sapma ile karşı karşıya demektir. Artık orada ihlas aranmaz.

Samimiyetin tükendiği yerde kozmetik ve parfümeri tüketim masraflarının yıllık yekününü unutan ile birkaç kapı ötede hasta çocuğunun reçetesine baka kalan bir ilaç alamayan komşuyu aynı dünyanın insanları sayabilir miyiz?

Mazlumların yediği joplar mı, yoksa tuttuğumuz takımın yediği goller mi bizi daha fazla üzüyor?

Radyo istek programlarında sıradaki parçayı tüm dünya Müslümanlarına ve özellikle Çeçen kardeşlerimize hediye etmekle onlara karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluyor muyuz?

VAHİYLE DOĞRULMAK / RAMAZAN KAYAN

Hayat ufku SGK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı mevzuatı ile dondurulmuş ve sosyal hakları, hayatın mutlak garantisi gören zihni yapının yarınlarından ne beklenir?

Tefekkür dünyasından tatil ideolojisine nasıl terfi ettik? Düne kadar zemzem hasreti ile yanıp tutuşan gönüller, bugün nasıl oldu da cennetten bir köşe Caprice'lerde stres atmak modasına tutuldu?

Ertelenen yükümlülüklerimiz...Mesai sonrası, evlilik sonrası, emeklilik sonrası mücadele tasarımlarımız...Zamanı çalan bizler, günlerimizi Rabbimize tahsis etmemekle bencil davranmıyor muyuz? Zaman aşımına uğrayan sorumluluklarımız, hesaptan düştü mü sanıyoruz?

"Bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki "Cehennem ateşi daha sıcaktır" (Tevbe 81) İsteniyordu ki, mücadele tatil edilsin. Sezonluk sorumluluklar, oyalama taktikleri art arda sıralanıyordu. Eylemsizliğin ve sefersizliğin gerekçeleri, şartların oluşmadığı, alt yapı yetersizliği, kadroların olgunlaşmadığı...

Hayatın baharında gencecik kız Sena Haydaili...Beline bombaları kuşanıp İsrail konvoyuna dalıp düşmanın bağrında parçalanırken "Kadının yeri evidir" mazeretine takılmıyordu. O kadınlığı ile mazur olmuyordu.

İşte dünden bugüne şeytan ve hizbinin Hududullah'ı ihlal için başvurduğu yöntem...Şeytani sıfatların tutmadığı yerde Rahmani kisveye bürünmek. İblis'in söylemini İslamileştirerek içindekini öylece kusması.

Büyük devletlerin hükumetleri, insanlarını kendine bağlamak, onları korkutmak ve diledikleri işe sürmek için iki yola başvururlar. Biri kaba bir yol:Ordu. Öteki daha zekice bir yol:Okul! (Nietzsche)

Raflarımızdan indirdiğimiz kitaplar hangi kitaplar? İslami temel kaynaklar, İslam klasikleri? O yazarları çoktan aştık değil mi? Yerlerine hangilerini koyduk? Hangi çok satanları? Hangi oryantalistlerin yapıtını? Hangi gelişim setleri, kişisel başarı ve kazanç yollarını gösteren kitap takımları? Artık evlerimizde koklayacağımız çiçeklerin yanında seyirlik kitaplarımız da var.

VAHİYLE VAROLMAK / RAMAZAN KAYAN

Sahi bu kitap bize nerede lazım? Akademik araştırmalarda kariyer için mi? Kültürel birikim için mi? Bilimsel tetkik veya tartışma platformlarında haklı çıkmak için mi? Ölüm döşeğindekiler daha rahat can versinler, ölenlerimizin de ruhları şad olsun diye mi?

Yeni kuşakların beslenme kaynakları bulanıklaştı. Grek felsefesi ve mantığı Pers efsaneleri ve düşünce biçimi. Ehli Kitap israiliyatı, Hristiyan mistisizmi, Batı rasyonalizmi...

Evlerimizde acil ihtiyaçlarımızın ekonomik olduğunu düşünmüyorum. Temel ihtiyaç; ahlak, adalet, şefkat, ihsan ve ülfettir. Tam da bu süreçte, kimimiz evden koptuk, kimimiz de eve kapandık.

Odalarımızdaki samimi, sıcak sohbet ortamlarını dışarı kaydırdık...Konferans salonlarına, kültür merkezlerine, derneklere, STKlara...Evde önceki iklim yok. Misafirleri eve almadan ağırlamanın tekniklerini keşfettik. Ama yine de evlerimizde ağırlananlar yok mu? TV starları, sanat yıldızları...Evde yüzümü ekrana mı dönük, Kur'an'a mı?

Namaza durduğumuzda basan sıkıntı. Bir an evvel bitirmek için başlayan telaş ve acele. Ne anlama geliyor? Secde "kulun Allah'a en yakın olduğu an" değil miydi? Secdelerimizde nerelerde geziniyoruz?

Takvanın yerini başarı aldı. İnsan "takva libas"ını çıkarıp "başarı forması"nı giydiği günden beri doyumsuz ve mutsuz. İnsanın ünsiyet bağı koptu.

İslami gayretlerimizin dünyevi sonuçlarını kazanımlarını fazlaca önemsedik. Somut başarılara kendimizi bağladık.

"Allah katındaki konumunu bilmek isteyen kişi, Allah Tealanın kendi yanındaki mevkisine baksın. Zira "Allah'u Teala kulunu, kulunun kendisini indirdiği makama indirir."(Hakim) Allah'ı siz ne kadar önemsiyorsanız, sizin de o kadar öneminiz olur.

Okumak bir hobi midir, boş zaman meşgalesi midir, yoksa bilgi ve hikmet arayışımız mıdır? Amacımız kitap koleksiyonu mu, kitap kurdu olmak mı, yoksa kitaplar üzerinden kurtuluşa yol bulmak mı? Gerçekten kitap okuru muyuz, kitap tüketicisi mi? Birbirimizi yeniden bulmak için okuyabiliyor muyuz?

10 Eylül 2015 Perşembe

MODERNİZMİN EVSİZLİĞİ VE AİLENİN GEREKLİLİĞİ / CİHAN AKTAŞ

Şükretmeyi bilmeyen insanlar için şikayet edilecek bir yüz veya vücut kusuru hep vardır. Çünkü asıl problem güzel olmamaktan çok insana hep bir eksiği kaldığını duyurtan propagandaya teslim olmuşluktur.

Atılan ilk bombalarla yada üzerinde çok yazılan çizilen terörle değil, faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar der İngeborg Bachman.

Birbirini tekrarlayan günler, boşluğa savrulur gibi olan emekler, yarını düşünmekten duyulan korku ve bugünü dünden farklı olarak nasıl geçirilebileceğini bilemeyiş sıkıntısı...Çoğu kadın olan nevrozlu hastaların ortak yönü, onları kuşatan amaçsızlık ve tanımsızlık duygusudur.

İdeal Müslüman bir şeyler yapmak için en ideal şartların gerçekleşmesini beklemekle kalmayan, kendini değiştirirken dünyayı da değiştirmeye uğraşan, dünyayı değiştirmeye çalışırken de kendini değiştirmekten vazgeçmeyen, her durumda aşkınlık peşinde olan bir kişiliktir.

Ev merkezli faaliyette bulunmak ayrı şeydir, evle sınırlandırılmak ayrı şeydir. Her hangi bir yerde ev kadını diye tanıtılmak asalak, işe yaramaz, beceriksiz biri gibi tanıtılmakla eşdeğer olmuş çıkmıştır. Bir lokantada garsonluk veya kreşte çocuk bakıcılığı yapan kadın 'çalışıyor' diye övülürken, belki kalabalık bir evin yemek pişirme, temizlik, çamaşır gibi işler de içinde olmak üzere uzmanlık gerektiren birçok işini üstlenmiş kadın, işsiz güçsüz sayılarak küçümsenmektedir.

Şüphesiz Müslüman kadnın ihmal ettiği, boş bıraktığı ve önem vermediği her kayda değer toplumsal sorumluluğu bir başkası farklı hedefler için ivedilikle sahiplenecektir.

Kadınların en hayırlı amelinin erkeğin rızasını kazanmak olduğu söylenir. Ancak bu söylenirken genellikle, rızası kazanılacak olan erkeğin niteliklerine değinmek ve gerçekte bütün müminlerin karşılıklı olarak birbirlerinden razı olması ideali gözardı edilir.

Bir şeyi satın almada ihtiyaç değil, o şeyin alınması gerektiği inancını duyurtan propagandaya bağımlılık esastır.

Üretici firmalar medya aracılığıyla ve modanın ustalıklı yöntemlerini kullanarak tüketiciye neye ihtiyacı olduğunu duyurttukları gibi, neyin güzel olduğunu da öğretirler.

Modanın açıklamalarından sonra alabildiğine geniş vatkaların çirkinliği güzelleşir, gericilik sayılan başörtüsü cazip bir aksesuar haline gelir, Müslümanların giysisinde çirkin olan siyah, gizemlilik ve soyluluk simgesi olarak nitelenir, köylü giysisi diye küçümsenen üçetekler vitrinde hayranlıkla izlenir.

Çiftler için bile birlikteliğin güzelliğini korumak adına ayrı ayrı evlerde yaşarken zaman zaman bir araya gelmeyi savunan bir anlayış, modern insanın insana tahammülsüzlüğünün ifadesi olmaktadır.

İnsanlar yaşayamadıkları ve yaşayacaklarına da ihtimal vermedikleri hayatlara duydukları özlemle hayata küsüyor ve böylece arada yitip gidiyorlar.

Batılı için sevgi duyulan insan cismi olmayan bir varlıktır. Biraz daha somut olarak da o, yardıma ve bakıma ihtiyacı olmayan, üretime katılan, rasyonel düşünen ve Batıya hayranlığını ve bağlılığını ilan eden biridir.

Bugünün en büyük günahı soyut insan sevgisi, uzaklarda bir yerlerde bulunanlara beslenen, kişilikten yoksun sevgi... Tanımadığımız hiçbir zaman karşılaşamayacağımız insanları sevmek o kadar kolay ki! Hiçbir şeyi feda etmemiz gerekmez, aynı zamanda da alabildiğine hoşnut oluruz kendimizden. Hayır! Benzerimizi sevmeliyiz, ama kendisiyle birlikte yaşadığımızı, biri rahatsız edeni. (Tolstoy)

Müslümanlarda da uzaktaki Müslümanları sevmek, yakında bulunanlara reformist, modernist, mezhepsiz, radikal, devrimci...
Oysa İslam peygamberi "Gerçekten iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız."buyuruyor.

Kapitalist sistemin parayla bağlantılı maddi değerleriyle sınırlanan ve bunun dışındaki olgu ve problemlere ilgisiz kalan insan da aslında bir çeşit otistik değil midir? Diğer insanların sorunlarıyla da sadece kendini ilgilendirdiği kadarıyla ilgilidir, o insanların ihtiyaç hissettiği kadar değil.

Son yıllarda kentleşmenin getirdiği problemlere karşı çevre psikologları, gergin ve sinirli modern insanı yapay ve doğal çevrenin desteğiyle rahatlatmayı amaçlayan projeler gerçekleştiriyorlar. Örneğin Almanya'nın Berlin gibi kentlerinde psikologların önerisiyle yaya yolları, kimi yerlerde, insanlar yürürken birbirlerine değsinler, dokunsunlar diye bilinçli olarak daraltılmıştır.

SOKAKTAKİ İNSANIN İMPARATORLUK REHBERİ / ARUNDHATI ROY

İnsan psikolojisinde paranoyak saldırganlık genellikle sinirsel olarak kendine güven duymamanın bir göstergesidir. Bu durumun ülkelerin psikolojisi söz konusu olduğunda da değişmediği söylenebilir. İmparatorluk paranoyaktır, çünkü onun bel altı yumuşaktır.

Ölen kuşlar, hayvanlar, karaya vuran balıklar, zehirlenen su kaynakları, tarih olan bitkiler, hiçbir zaman savaşın bedeli olarak sayılmadı. Bütün bunlar pazarlar ve ideolojiler uğruna yapılan savaşlar sırasında unutulur. Oysa bu yıkım, insan soyunun gelecekte muhtemelen tamamen mahvolmasına yol açacak.

Dünyanın en özgür ülkesinin hapishanelerinde, dünya üzerindeki en fazla sayıda mahkum yatıyor.

Demokrasi "Hür Dünya"nın giyinip süslenmeye, azarlanmaya gönüllü her türden farklı zevki tatmin etmeye meyilli, istenildiğinde kullanılmaya ve taciz edilmeye hazır orospusudur.

İnsanlar yapmak istedikleri şeyler için gerekli varlık ve güce sahip değillerse, o zaman bunu gizlilik içinde ve stratejiyle yaparlar.

90 yılının Ağustos ayında Saddam, Kuveyt'i işgal etti. İşlediği asıl günah bir savaşa girişmiş olması değil, fakat efendisinin emri olmadan başına buyruk hareket etmesiydi. Bu nedenle Hüseyin'in sahibinin gösterdiği sevgiden daha uzun yaşamış bir evcil hayvan gibi yok edilmesine karar verildi.

Madem ki 11 Eylül'den söz ediyoruz, o zaman belki de bugünün sadece geçen yıl Amerika'da sevdiklerini yitirmiş olanlar için değil, fakat dünyanın geri kalanındaki bu tarih kendileri için uzun yıllardır önem taşımakta olan insanlar  için de ne anlama geldiğini hatırlatmak uygun olacaktır. Amerikan yurttaşlarına en nazik en insani yolla şöyle demek: Dünyaya Hoşgeldiniz!

Savaşlar ancak askerler savaşmayı reddettiklerinde, işçiler gemilere ve uçaklara silah yüklemeyi reddettiklerinde insanlar imparatorluğun dünyanın dört bir yanına yayılmış ekonomik ileri karakollarını boykot  ettiklerinde durdurulabilir.

Sovyet tarzı komünizm çok az sayıda insanın elinde çok fazla gücü gasp etmesine izin verdi. Amerikan tarzı kapitalizm de aynı sebeplerle başarısızlığa uğrayacak. Her ikisi de insan aklı tarafından inşa edilmiş, insan doğası tarafından yıkılmış büyük yapılar.

Ancak, Amerikan hayat tarzı tek kelimeyle sürdürülemez. Çünkü bu hayat tarzı, Amerika'nın ötesinde bir dünyanın bulunduğunu kabul etmiyor. Bereket versin ki, gücün bir raf ömrü var. Zamanı gelince, belki bu güçlü imparatorluk da kendisinden öncekiler gibi altından kalkamayacağı kadar çok misyon üstlenecek ve bunların altında ezilip kalacak.


SOHBETLER I / ENGİN NOYAN

Eğer alemlerin Rabbi, insan soyuna son mesajını miladi yedinci yüzyılda değil de 1990'lı yılların başında, Hicaz çölünde değil de Manhattan adasında, dolayısıyla Arap değil, Amerikalı, ümmi değil, Harvard mezunu bir peygambere, Arapça değil de İngilizce vahyetmeyi murat etse uygun görseydi, hepiniz bayıla bayıla Müslüman olurdunuz öyle değil mi?

Ana babası tarafından Kur'an kursuna gönderilen çocuklardan kaçta kaçı mübarek Kur'an sevgisiyle, mübarek Kur'an'la tanışma heyecanıyla dopdolu döner evine, hatta icazetini alır? Kur'an öğretme metodunun kurbanlarından bana bir tanesini gösterebilir misin ki, Kur'an dersinden kaçmamış yada en azından kaçmayı denememiş, hiç olmazsa aklından geçirmemiş olsun?

Üniversite diploması dediğin, dünyanın her yerinde, her sıradan insanın, eğer öyle bir gayesi, niyeti varsa basit bir çabayla elde edebileceği sıradan bir etiketten ibarettir. O her şeyine hele hele de eğitim düzeyine, sosyal düzenine ve teknolojik başarısına yıllardır pek bir özendirilip 'resmen' hayran bıraktırıldığımız Batı dünyasının hiçbir ülkesinde, üniversite bitirmiş olmakla övünmez ve de övülmez hiç kimse!

Okumayı bırak bir yana, pamuk elimizi cebimize atıp da onları satın almak için para harcamaya bile kıyamıyoruz, anladığımız kadarıyla. Zira ziyaret ettiğim Müslüman evlerinin kitaplıklarında İslama dair her ne varsa hemen hepsinin de gazete kuponu mukabili elde edilmiş yayınlar olduğunu hayret ve dehşet içinde gördüm.

"Beş vakit namazında niyazında!"diye övmeleri, günde beş vakit namaz kılmayı neredeyse bir üstünlük, bir fazilet göstergesi kabul etmeleri...Günde beş vakit namaz kılmak, zaten "elhamdülillah Msülümanım" diyen kişinin olmazsa olmaz görevi değil mi? Sadece üzerimize zaten farz olan belli başlı ibadetleri yerine getirmeyi yeterli bulmakla kalmıyor, üstelik bunu da çok büyük bir marifet addediyoruz.

8 Eylül 2015 Salı

İNSAN OLMAK / ENGİN GEÇTAN

Gelenekler ve töreler insana koruyucu bir ortam sağlar, ama onun toplum içinde farklılaşmasını ve kişiliğine yeni boyutlar katabilmesini de önemli ölçüde kısıtlar.

Düşüncelerin gerçekleşmesi insanın kendi kendisini ve geleceğini yönlendirmesinde ona yardımcı olmuş ama içgüdülerin zayıflaması diğer insanlara ve geliştirdiği teknolojiye eskisinden daha bağımlı bir duruma gelmesine neden olmuştur.

Geçmiş kuşakların ustası gönlünü vererek yarattığı üründen ötürü gurur duyar, sanatını yakın ilişki içinde bulunduğu çırağına en az birkaç yıllık bir sürede öğretir, bireyselleşmiş olmaktan ötürü kendine saygı duyardı. Günümüz çalışanıysa sistemi oluşturan mozaiğin yalnızca çok küçük bir parçası. Üstelik çoğu zaman sistemin bütününden veya sistem içerisindeki yerini hiçe indirgeyen böylesi bir dünyanın insanda yarattığı kopukluk bazen davranış bozukluklarına neden olmaktadır. Aslında çağdaş toplumların en önemli ruh sağlığı sorunu da budur.

İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Örneğin kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirlerine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa  soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar.

Tutucu kişi yapmak istediği ama yaparsa suçlanacağı davranışları başkalarında gördüğünde onları eleştirerek yada engelleyerek kendi isteklerini ketlemeye çalışır.

Bazı insanlar gerçekten çok çalıştıkları için yorgundurlar. Ancak bu insanların kendi sorumluluklarından kaçmak için kullandıkları bilinçdışı mekanizma yorgunluk değil, çalışma tutkusudur.

Bir insan ancak kendisine verebildiğinde diğer insanlara da 'gerçek anlamda' verecek şeyi olur.

Bir insanın yalnızlığı, yalnızlığın boşluğuna ve ürkütücülüğüne karşı geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla da anlaşılabilir. Sürekli ve aşırı yemek yeme, anlamsızca ve sürekli bir şeyler satın alma, seçim yapılmaksızın art arda film yada TV seyretme bunlar arasındadır.

Herkes kendi benliğinin ulaştığı olgunluk derecesine eşit olgunlukta birini bulur.

Evliliğin eşlerin kişisel gelişim olanaklarını engellememesi gerekir. Ama toplumumuz evlilik içerisinde eşlerin bireyleşme çabalarını sürdürmelerini evlilik kurumuna karşı bir tehdit olarak algılamakta ve gerçeğin bunun tam karşıtı olduğunu değerlendirememektedir.

İnsan bağımsızlığa doğru attığı her adımı ürkütücü bir tehdit olarak yaşar. Öbür insanlardan farklı davrandığı oranda reddedilme yada sevgiyi yitirme olasılığı artar.

Özerkliği öğrenememiş olmaları, kendi sorumluluklarını üstlenebilmelerini engellediğinden zaman kullanımı kendi dışındaki etmenlere bırakarak sürüklenir, üstelik bundan ötürü çevresel koşulları sorumlu tutarlar. Her yere geç kalma eğiliminde olan insanlar, bunun kendi sorumlulukları olduğunu görmezden gelerek her defasında gecikmelerini haklı gösterecek bir neden bulurlar.

Özellikle katı ve baskıcı bir ortamda yetişmiş insanlar için zaman, içinde bulunulan anın değerlendirileceği bir varoluş boyutu olmaktan farklı bir biçimde tüketilmesi ve bitirilmesi gereken bir nesne gibi kullanılır. Örneğin böyle bir insan arabasıyla bir yere gitmek için yola çıktığında onun için önemli olan şey bir an önce gidilecek yere ulaşmaktır, arada geçen zaman ise sindirilerek yaşanmaz. Dolayısıyla yaşamanın tümü de yerine getirilmesi gereken bir görevler dizisi olarak tüketilir. Gün akşamı etmek için, okul bitirmek için... Böyle bir insan seferberlik durumundadır, kendisine sürekli görev üretir ve bir türlü gevşeyemez.

Para tutkusuna kapılan insanlar sahip oldukları imkanlarla orantılı bir yaşam sürdüremezler. Çünkü onlar için para iyi yaşamak için bir araç olmaktan öte, bir türlü giderilemeyen boşluklarını doldurabilecekleri sanısında oldukları bir nesnedir.

Sahip olma eğilimi insan doğasının kalıtsal bir parçasıdır ama insan sahip olduğu şeylerle birlikte yaşayarak bunu bir sürece dönüştürebilir. Oysa bazı insanlar sahip oldukları şeylerle yada diğer insanlarla birlikte yaşayacakları yerde onları seyrederler.

Geçmişte insanlar geleneklerin sağladığı koruyucu ortam içerisinde, günümüz insanının yaşamakta olduğu yalnızlık, anlamsızlık ve yabancılaşma gibi duyguları pek tanımıyorlardı. Ama geleneklerin koruyuculuğunu özgürlüklerinden vazgeçerek ödemişlerdi ve yaşadıkları toplumsal ortam kendilerini gerçekleştirebilmek için bugüne oranla çok daha az elverişliydi.



BİLİM VE YANILGI / TAHA AKYOL

Bilim 'kantiteler' yani ölçülüp sayılabilir, sınanabilir şeyler alemiyle ilgili. Bilgi ise gözlem, deney ve ölçüm yapılamayan, ancak sezilen, hissedilen, idrak edilen, inanılan 'kalitatif' alemle ilgili. İki farklı alan 'gerçek' ile 'hakikat' alanları. Biri diğerinin reddini gerektirmez.

Bilgi ile ideolojiyi ayırmanın bir ölçütü vardır: Test edersiniz, deneyden geçirirsiniz, önyargınızı sınarsınız. ...Fanatizmin bütün türlerindeki bu ideolojik körleşmenin temel zihni mekanizması, ideolojinin "bilgi" sanılmasıdır. Böylece ideolojiye 'yanılmazlık' atfedilmesidir. Halbuki bilim, bilginin yanlışlanabilmesi metodudur.

Hiçbir ideolojik şema öngörüldüğü gibi uygulanamaz. Bilimsel bilgi insanoğlunun çok yüksek bir zihni faaliyetlerinin eseri olduğu için, bu düzeye ulaşmamış zihinlerin ideolojiye müptela olması, her şeyi izah eden sahte bilimlere kapılması, yarı aydınlar için çok cazip geliyor. Zaten insanoğlunun astrolojiyi icat etmesi, astronomiyi keşfetmesinden öncedir.

Komplo teorileri özellikle kriz ortamlarında insan ruhuna uygun düşmektedir. Olayların son derece karmaşık çözümleri üzerinde kafa patlatmak yerine bir düşmana bağlamak ve sebepleri ruhlarımızı ateşleyebilmektedir.

Anlamak başlı başına önemli bir meseledir, çünkü anlamamız zihniyetimize göre değişir. Yıldızlardan astronomların ve astrologların anladıkları çok farklı değil midir?

Bilim zihniyetinden yoksun bütün 'her şey'ci yaklaşımların hatası şudur: Bilimsel düşünmenin temeli olan karmaşık sebepler sonuçlar ilişkisinin (illiyet, nedensellik bağının) var olup olmaıdğına bakılmadan bir alandaki teori ilgisiz ve ilişkisiz başka alanlara da yaygınlaştırılıyor, 'her şey'i kapsayacak şekilde aşırı genelleme yapılıyor.

Hindistan Tamil-Nadu bölgesi üzerine yapılan araştırma "Burada Hindular ile Müslümanların birlikte yaşadıkları çok sayıda köy var. Aralarında yoğun bir interaction var, symboisis halinde yaşıyorlar. Köyün ortak günleri, ortak merasimleri var. Şehre geldiklerinde evvela köyün ortak gün ve merasimleri kalkıyor! Bireyin yardımlaşma, dayanışma ihtiyacı artık aynı köyün mensupları olarak değil, etnisiteye göre oluşmuş semtlerde etnik bir biz duygusuyla karşılanıyor. Böylece biz ve ötekiler hissi doğuyor, güçleniyor. Ve etnisite sertleşiyor. (Şerif Mardin)

Medresede 'ilim' kutsaldı, ulvi idi. Onun için hayatın ihtiyaçlarını karşılama gayreti yerine hayatı kendine uydurma beklentisi anlamında medrese bilimi normatifti.

Siyasi ve ideolojik sorunların tartışılmasına boğulmuş "özgür" bir üniversite kesinlikle bilim üretemez, hatta bilimi boğar. Siyasi ve ideolojik tartışma olarak algılanan bir özgürlük anlayışı bilimin ve bilimsel düşüncenin düşmanıdır.

Japon ekonomisindeki aşarının sırrı, tek amaçlılıkta yatıyor. Grup her şey demek. Birey kendi isteklerinden daha yüce bir yarar uğruna vazgeçiyor. Kişisel başarısızlık topluma ihanet olarak görülüyor. Bu nedenle çok daha ağır bir biçimde hissediliyor ve intiharla cezalandırılıyor. (Cem Kozlu)

Hem iyi üniversite ve araştırma kurumları olacak hem bu kurumların bilimi kullanacak olan piyasayla ve sosyal organizasyonlarla dinamik ilişkileri olacak.

Sosyalizm 'bilimsel' olduğu için iflas etti. Çünkü Marksizmde bilim "her şey"in doğrusunu gösteren külli bir hakikat bir yanılmazlık olarak algılandı. O yüzden farklı olana şiddetle kapalıydı. Sosyalizmin bilim anlayışı Popper'in söylediği gibi yanlışlanabilir değildi, mutlak doğru idi. O zaman başka doğrulara da ihtiyaç olmaz! Artık zihinler dışarıya kapalıdır, dışarıdan öğreneceği, alacağı hiçbir şey yoktur, aksine dışarıda alçak namussuz burjuvazi vardır.

İmam Fahreddin Razi, geometri öğrenmek Müslümanlar için farzdır derken, 250 yıl sonra İmam Rabbani geometrinin faydasız olduğunu söyler. Bu dönemde Osmanlı akli ilimleri terk edip, fıkhi konularla meşgul olmuştur.

Maurice Lombard'ın aktardığına göre X. yüzyılda Müslüman tüccarlar hep eğitimli insanlardı. Şairler, yazarlar ve alimler de çoğunlukla tüccardı.

İslamiyet ve bilgi noktasında Akdeniz'in kaybı ve Moğol istilaları, bilime darbe indirmiştir. Daha çok medresede tutuculuk, içtihatın kapanması, fıkhın donması, bilginler arası irtibatın kesilmesi, ormanların azlığı...

Ortadoğuda masa sandalye geleneğinin bulunmama sebebi tahta kıtlığıdır. Tahta ve bilim arasında süper bir bağlantı vardır.

Osmanlıya felsefe ve bilimi getirenler Endülüs'ten tehcir edilip Osmanlı'ya iltica eden Yahudi alimler.

Resmi profesör unvanı, bilimin gerektirdiği profesörce düşünmeye sahip olmak için yetmiyor. Şerif Mardin hoca en yetkili olduğu konulardaki sorularımıza bile "şu şöyledir, şöyle olmalıdır" tarzında "kesin inançlı" cevaplar vermekten kaçınıyordu.

Osmanlı'ya matbaanın geç gelme nedeni, binlerce hattat, ciltçi, mürekkep-kağıt vs yapanları işsiz bırakmama endişesi olmuştur. Şeyhülislam matbaaya fetva vermiştir ama ayaklanmalar olmuştur. Lonca sistemi sınırlamaları matbaaya engel olmuştur.



BİR SEVGİLİ GİBİ YAŞAMAK / LEYLA İPEKÇİ

Bugünün eğitim modeliyle dinden uzaklaşılabilir. Ama resmi dayatmaları bol, ezberciliği ve kazanmayı yücelten, geçmiş kültürlerine neredeyse bir atıf bile yapmayan bu eğitim biçimini dünya uygarlıklarındaki 'nihai doğru' olarak okumak isabetli midir?

Edinilmiş bilginin gücüne baş döndüren saltanatına çoğu zaman yenik düştüğümüz için kibirleniyoruz. Bilgi sahibi oldukça haddimizi bilmez hale geliyoruz. Çünkü her bilginin bir başka bilgiye muhtaç olduğunu ve 'ilk neden'e böylece varacağımızı unutuveriyoruz.

Sistemi değiştiren uyanışlar ille de kalın kitaplarla olmadı bugüne dek. Öncelikle insanın kendi içindeki değerlerin gücüyle oldu.

Her baktığımızı ilk kez görebilmek ve edinilmiş bilgilerin bağlayıcılığından, sınırlamalarından kurtulmak için bazen entelektüellerin bile yeniden ümmi olmayı öğrenmesi gerek belki de. Saf niyetle bakabilmek için. Herkesten bir şey öğrenilebileceğini hiç unutmamak için.

Dünyanın dörtte üçünü balçığa gömdüğümüz halde temiz hava soluma, iki yeşillik görme hevesiyle yıl boyunca para biriktiriyor, toksik yiyecekler tüketip toksinden arınma diyetlerine paralar bayılıyoruz.  Sonra da iki alışveriş arası katliam filmlerini izlemeye gidiyoruz.

İhtiyaç fazlası olarak tükettiğimiz her ürünün yalnızca bizi nefsimize daha bağımlı hale getirip köleleştirmediğini, aynı zamanda başkalarının insanca yaşama hakkını da elinden aldığını unutmamalıyız.
Sadece kayıtsız, suskun ve duyarsız kalmakla değil, satın almaya, haz duymaya ve şiddete olan düşkünlüğümüzle de küresel adaletsizliğin artmasına katkıda bulunuyoruz.

Medeni anne ve babalar, Batı'da bu yıl da çocuklarını dövmediler. Ne var ki, Batı'nın dövülmeden büyütülmüş çocukları uçaklarına binip kentlerin, köylerin üzerine misket bombalarını yağdırıverdiler. Birebir temas etmeden steril. Kimseyi dövmeden, kırmadan. Onlar medeni. Barbarlar ise direnmek için kendilerini patlattılar bomba diye.

Çocuklarının öğrenme, keşfetme, merak etme ve ilgi duyma gibi becerilerini geliştireceklerine sınavlarda kazanmaya odaklı, kazanır kazanmaz unutulmaya şartlanmış ezberci bilgiler edinmek üzerine kurulu eğitim sistemini sorgulamak akıllarına gelecek mi?

Vatanınıza dil uzatanları temizledikten ve hainlerinizden intikam aldıktan sonra, öldürecek, idam edecek, hapse tıkacak kimse kalmadığında sevmeyen herkes terkettiğinde nasıl kanıtlayacaksınız sevginizi?

Ne yazık ki, vahşi kapitalizmde önlenemeyen globalizmde iş bulamayan Fransız gençlerinin bir göçmen kızın hangi koşullar nedeniyle ülkesini terk ettiğini öğrenmek, bu terk edişte kendi dahilleri olup olmadığını merak etmek, eski sömürgelerinde yaşayan insanların bugünkü yoksulluklarıyla kendi refahları arasında bir bağlantı olup olmadığını araştırmak gibi lüksleri kalmamış. Tek düşmanları, kendi iş olanaklarını kapan, devletlerinin bütçesini sömüren göçmenler.

Kendini ifade etme fırsatı tanınmayanlar dillerini gitgide unuturlar, yitirirler. Dilin yitirilişi de düşüncesi geriletir, indirger, kültürleri asimile eder.

Batıya her fırsatta karşı çıkıp düşmanlık etmek de Batılı değerler tarafından esir alınmışlığın en çarpıcı örneklerinden biridir.

Tecavüzü bilmekle ne elde ediyoruz? Başkalarının acılarına odaklanmamız hedeflenmediği sürece bu bilgi bizim insanlığımıza nasıl hizmet edebilir?

ZİHNİ KARIŞIKLAR İÇİN ALIŞKANLIK REÇETESİ / METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU

Müslümanları kuşatan ve çoğu kez boyunduruğuna alan iki tehlikeyi hatırlayalım: batı ve töre. Düşünüyorum da Batının değerleri, çağdaş değerler, evrensel değerler diyerek insan hakları, demokrasi, laisizm, eşitlik gibi kavramlara itibar eden Müslümanlara şaşıyorum. Vahyin diline aşina bir mümin böylesine içi boş yahut pagan ilkelliklerle dolu söylemlerin sarhoşluğuyla uysallaşır ve uyuklar mı hiç?

Neredeyse düşünür sayılabilmek için birkaç noktada vahye ters düşmek gerekiyor sanki. Ve sanki düşünürlük sıfatı başkaldırıyla başlıyor.

Liberallere yaklaşan, solculara hoş görünmeye çalışan Müslüman, onlara yaklaşırken kimlerden uzaklaştığını yeniden düşün!

Tesbihatlarınızı evinize saklasanız? Orada dilediğiniz kadar yapsanız? Ama mescitlerde, kardeşlerinizle omuz omuza iken birbirinizin dertlerini dinleseniz, bunlara ortaklaşa çareler arasanız, bilgi alışverişi yaparak aydınlanmanızı hızlandırsanız, bugünkünden daha sevaplı bir iş yapmış olmaz mısınız? (Resulullah salatı eda ettikten sonra cemaate dönüyordu, işte onun assl öğretisi o zaman başlıyordu.)

"Tanrıya akıl ile değil ancak gönül veya aşk yolu ile varılabilir." Akıl ile gönlü birbirinden ayıran, kopartan bu düalist mantığın İslami bir yönü yoktur.

Dindar insanlar evvela dedelerine ninelerine uyarlar.  ...domuzun bizzat kendisinden nefret etmeyi öğrenirler her şeyden önce.

Siz siz olun amelle başlayıp zihniyet teşekkülünü sonraya atmayın. Çünkü amel bir mükellefiyettir. Bütün ameller bir niyet ve vakit ile mukayyettir. İbadete alıştırmak yerine muhakeme mekanizmasını işletmeyi öğretmek, fikir imalatı etütleri yaptırmak ve ahlaki olgunluğu geliştirmek daha sağlıklıdır.

Amelleri sırf alışkanlık olduğu için yerine getirmek bir fayda vermez.

Tarafsız olamayız. Çünkü biz her vakit Hakk'a taraftarız.

Müminler en müttakisi bile çabalarıyla cenneti hak edemeyeceğini bildiğinden Rabbinin kendisini adaletini de aşan rahmetiyle yarlığamasını diler.

7 Eylül 2015 Pazartesi

BİR KİTAP BİR BALTA / ÖMER FARUK DÖNMEZ

-Yolcuya yol lazım.
-Bu yolda galibiyet de var, mağlubiyet de. Hepsi imtihan. Rabbim galibiyet verir, gevşeyecek miyiz, şımaracak mıyız, ona bakar. Mağlubiyet verir, çözülecek miyiz, yıkılacak mıyız, ona bakar. Yol odur ki doğru vara. Has yolcu  zaferde de yürür, bozgunda da. Yolcunun en kavi yoldaşı yolun kendisidir ki ona istikamet derler.

Devlet denilen şey, insana kim olduğunu anlamasına yaramayan, fakat çalıştığı yeri bulmasını sağlayan bir kimlik vermeyi uygun buluyorsa ontolojik anlamda birçok ayrıntıyı gözardı etmeye yatkın bir mekanizma demektir. Hayatı var oluş sırrına uygun olarak düzenlemeyen bir mekanizma, eninde sonunda insanı nesneleştirmeye kalkacaktır.

Bu dünyada belli bir yaşam standardına (yani Tanrının istediği kurallara) uymanın neticesi olarak, öbür dünyada cennete gidilebilir. Bu bir sebep değil sonuçtur. Cennete gitmek için yaşayanların, bu dünyada yaşamak için yaşayanlardan bir farkı yoktur aslında. Cennetten daha üstün bir şey için yaşandığı hissi kemale erdirebilir insanı.

Bir edebi metinde bulunması gereken unsurlar! Şaibeli ve tarafgir kurulların düzenlediği ödül törenlerinde sanata dair entelektüel herzeler yumurtlamaktan başka bir şey bilmeyen aptal edebiyatçılar ve piyasanın muteber köşelerini işgal etmiş yazarcıklar uğraşsın bunlarla bayım. Anlatmak istediğimi anlatabilmiş miyim, siz ona bakın!

Tanrı kartlarını çoktan açmıştır. Ve Tanrının en büyük kozlarından biridir ölüm. Bu yüzden de şeytanın en büyük numarası ölümü unutturmaktır. Tanrı için yaşamayan, şeytan için yaşamıştır.

Biz neden hayattan kaçıp kitaplara sığınırız? Çünkü dünya sahtekarlarla doludur azizim, insanlar samimi değildir, herkes birbirini kırar, incitir. Bizim o koca koca kitapları devirmemiz iki satır samimiyet bulabilmek içindir arkadaşlar.

Nereye taşındılar? Hoşgörü mahallesi diyalog apartmanı kat iki Ilımlı /İstanbul.
Abi hangi otobüsle gidebilirim Ilımlı'ya? Olum orası yeni yerleşim, otobüs gitmiyor, dolmuşa binmen lazım.
Peki hangi dairede oturuyor bu arkadaşlar? Valla hesapta helal dairesinde fakat doğrusu şaibeler var, çünkü helal dairesi o kadar geniş değil, onca malı mülkü nasıl sığdırırlar. ...park sorunu falan yoktur, hassasiyetlerini dilediğin yere park et örneğin...

GÖĞÜ DELEN ADAM / ERİCH SCHEURMANN

Papalagiye göre iki şey vardır. Birincisi Büyük Ruh'un bizlere hiç göstermeden yaptığı ve bize hiçbir emeğe mal olmayan hindistancevizi, midye, muz gibi şeyler. İkincisi ise insanların emek ve çaba harcayarak yaptıkları yüzük, yemek kabı, sineklik gibi şeyler. beyaz efendi şey dediğinde kendi eliyle yaptıklarını kasteder.

Daha çok ve daha yeni 'şey'ler tasarlar. Ve hemen ardından bu yeni 'şey'i elde etmeye çalışır.

Bir sürü 'şey' yaptığı için de kendisinin Büyük Ruh olduğunu sanır.

Eğer insan çok fazla 'şey'e gereksinim duyuyorsa bu büyük yoksulluğun göstergesidir.

Eğitim kafanın son sınırına kadar doldurulması demektir. eğitilmiş beyaz adam palmiyenin boyunu hindistancevizinin ağırlığını, bütün büyük şeflerinin adlarını, savaşlarının zamanlarını bilir. Çoğu kafasında koca bir yük taşır oradan oraya, bedenini yorgun düşüren, zamanla güçten kuvvetten kesen bir yük.

Gazete bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye çalışır. Kafamızı bol besinle doldurur ama güçlendirmez.

Aklı başında bir insan sıcacık gerçek yaşam dururken karanlık bir odaya hapsolmuş yalancı yaşamı ne yapsın? ...artık bu yalancı yaşamı gerçek yaşamdan ayırt edemez duruma gelir. Gerçek yaşamlarında yapmayı akılların ucundan geçiremeyecekleri rezillikleri yaparlar. (Sinema hakkında)

Papalaginin elleri 'şey' yapmaktan dinlenmeye fırsat bulamaz. Yüzleri yorgun ve acılıdır. Çoğu Büyük Ruh'un şeylerini görmekten acizdir.

Teki bile yeterli olan bir 'şey'den, bir sürü şey yapmayı becerir. Tek bir kulübede o kadar çok şey vardır ki, beyaz şeflerin çoğu yalnızca o şeyleri yerli yerine yerleştirmekten ve kumlarını temizlemekten başka işleri olmayan sürüyle erkek ve kadın çalıştırmak zorunda kalır. ...zamanın büyük bölümünü 'şey'leirni saymaya, yerini değiştirmeye ve temizlemeye ayırır.

Saçlarını düzeltmek için kaplumbağa kabuğundan bir alet yapsa, o alet için bir de kılıf yapar, sonra o kılıf için küçük bir kutu, küçük kutu için de büyük bir kutu. Her şeyi kılıfların ve kutuların içine yerleştirir.

İSLAM / İSMAİL FARUKİ

İslami görüşe göre insanoğlu günah işlemekten çok kurtuluşa ermeye ve felah bulmaya eğimli bir yapıdadır.

İslam insanoğlunun sadece iman etmesiyle hiçbir amelde bulunmadan dinin hedef ittihaz ettiği huzur ve mutluluğa ulaşabildiğini kabul etmez. Kişi imanın gereklerini amelleriyle göstermelidir. İman kişiyi salih ameller işlemeye itebilir de itmeyebilir de.

Müslüman tüm hayatını Allah yolunda harcamalıdır. Bu ölçü, bir kimsenin kendi kendini disipline etmesi, tabiat kanunlarını keşfedip anlaması, hayatın nimetlerinden Allah'ın rızası dairesinde ilahi örneğe uygun biçimde daha kolay ve yeterli şekilde istifade etmesini sağlar.  ...İslami bir hayatı yaşamak aynı zamanda birçok riski ve tehlikeyi de göze almak anlamına gelmektedir.

Zekatın iki yönlü hedefi vardır. Birincisi, servet sahiplerini bu zenginliklerinin ancak fakir olan kişilerin geçimlerini ve hayatlarını temin etmekle tadil edileceğini salık vererek onları ikna eder. İkincisi, hemcinslerinin ihtiyaçlarını temin etmek suretiyle onların, kendi kendilerini talihsiz ve bedbaht olarak addetmelerine engel olmuş olur.

Bile bile kendini yemek ve seks arzusundan alıkoymak, kişi ve gruplarda kaçınılmaz olan ölüm düşüncesini harekete geçirir. Ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunun şuurunda olmak ise, kişi ve gruplara bu konudaki düşünce ve şuurlarını harekete geçirmek için daha geniş imkanlar verdiği gibi, onları yaşam direnişi uğrunda yeni bir mücadeleye sürükler.

İslam'ın din görüşü, vahyin ve dolayısıyla Kur'an'ın bizzat kendisinden oluşuyordu. İşte bu İslam'ın neden ayrıca bir din tarihine sahip olmadığını, onun bir din olarak kendi tarihinin bir formasyonu olduğunu ortaya koymaktadır.

ORUÇ RİSALESİ / EDİSYON

Kur'an insanoğluna kendini tutmayı öğretmek için gelmiş ilahi kitaptır. Hakim (bilge) kelimesinin 'ata gem vurmak' kökünden geldiğini hatırlarsak bunun ne manaya geldiği daha iyi anlaşılır. Bu durumda Kur'an'ı Hakim "insanoğluna kendisine gem vurmayı öğreten kitap" demek olur. (İhsan Eliaçık)

İbadetleri bir hedefe erişmenin yolu olarak görebilenler için bu kulluk görevleri artık sırtta taşınan ve bir an önce indirilmeye çalışılan bir yük olmaktan çıkar ve adeta üzerinde yükseklere ulaşılan bir araç haline gelir.

Oruç insana ibadet için yaratıldığını hatırlatır, her dakikanın Allah'ın emir ve yasaklarına uygun olması için gayreti artırır, ruhu olgunlaştırır. Oruçlu insan Rabbini daha çok düşünür ve huzura kavuşur.

Günümüzün manzarası 'oruç kafası' diye nitelenen sinirlilik, acelecilik, iftar öncesi telaş ve özellikle trafikteki keşmekeşlik ve kaza yoğunluğu. Tek kelimeyle sabırsızlık ve stres. sebep olarak gösterilen iftira da hazırdır. 'Oruç kafası!' Oruç insanda sabır kapılarını sonuna kadar açar, açlık da insanı olgunlaştırırken, insanımız bırakın oruç tutmanın hakkını vermeyi, aç bile kalamamış, akşam tıka basa yedikten sonra, sahurda da gün boyu hazmedilemeyecek yağlı ve hamur işleriyle kilo artırmaya çalışmıştır. Buna rağmen sinirlenmenin ve sabırsızlanmanın suçu da oruca yüklenir, bir ibadete hiç bağdaşmayacak kadar çirkin ve yalan şekilde iftira atılır.

İnsanımızı yönlendiren düzen ve kurumlar, belediyeler ve özellikle medya Ramazan'ı 'ibadet ve maneviyat ayı' olmaktan çıkarıp eğlence ayı olarak değerlendirmektedir. (Ahmet Kalkan)

RAMAZAN'LA DİRİLMEK / EDİSYON

Yaşadığımız yoksulluğumuzun, açlığımızın bir ibadete dönüşebileceğini, zenginliklerimizin, imkanlarımızın, mal ve mülklerimizin Allah'ın rızasını kazanmanın aracı olabileceğini hatırlatan yoksulluk ve sıkıntılarımızı, çaresizlik ve sabırlarımızı eksiklik ve güçsüzlüklerimizi "bedenimizin zekatı"(İbn'i Mace) kılan tüm bunları Rabbimizin hoşnutluğuna vesile kılan Ramazan...(A. Cemil Ertunç)

Kur'an'ı okumak, onu yaşayıp anlatmak zaman ayırmayı ve sorumluluğu gerektirir, yani fedakarlık ister. Kur'an bir müminin sadece Kur'an'ı okuyup onunla iman etmesini beklemez. Ya neyi bekler? Bu birikimi diğer insanlara aktarmayı onlarla paylaşmayı ve bu uğurda karşılaşılan sıkıntılara da göğüs germeyi ister. Bu uğurda uykusundan feragat edip çalışan, iş meşgalesinden vakit ayırıp bildiğini paylaşan bir insan arzular, ki bunlar tamamen her bir müminin kendisi için yaptığı yatırımlardır ve elde edeceği cennet içindir. (Şemsettin Özdemir)

Günah insanın kendi dışındaki bir olguya(işlenmesi yasak bir olguya) onu ihlal etme niyeti taşıyarak yönelmesidir.

Yemekten içmekten nefsini mahrum bırakan insan, yiyip içerken kendi bedeninin olduğunu, o bedenin ihtiyaçları bulunduğunu ve en ilginci o ihtiyaçlar giderilmediği takdirde bir zavallıdan başka bir şey olmadığını kavrıyor. ...kavrarken bir yandan da iradesini kullanmak suretiyle böylesi bir aczin üstüne çıkabileceğini yüceleceğini de hissetmeye ve kavramaya başlıyor. (Rasim Özdenören)

3 Eylül 2015 Perşembe

TESELLİLER KİTABI / YUSUF ÖZKAN ÖZBURUN

Felsefenin bilgelik damarından uzak kısmının insanı anlamsızlığın kuyularına fırlatarak, kabuk bağlayan yarayı iyileştirmek yerine iyiden iyiye deşmek yoluyla huzursuzluğu ve tedirginliği artırmasını bir erdem, bir üstünlük gibi pazarlamasını tiksinç buldum.

İnsan dünyada ne kadar maddi zevk tadarsa o kadar ölüm tatmış demektir.

Sahip olduğumuzu sandıklarımız bize sahip olmaktan başka ne işe yarıyor?

"Hayat teselli olmaktır. Kişi teselli bulduğu şeyle yaşar, onunla hayattadır. Herkesin tesellisi ve huzuru farklı şekilde ve farklı şeyledir. Hayatın en alt mertebesi ve en aşağı derecesi dünyanın fani yüzüyle teselli olup oyalanmaktır. Bu hayvanların hayatına benzer. İnsan dünya malı toplamaktan kaçınmalı, kanaatkar olmalıdır. Allah'ın rızası için gayret etmeli, nefsiyle savaşmalıdır. Maddi hayatta yeteri kadar yetinmek, insanı Hakk'a yönelişe hazırlayan sebeplerdendir, ilk adım budur. Dünyanın oyuncaklarıyla teselli olan kişi "dünya ile yaşayan" Rabb'inin zikri ve meşguliyeti ile teselli olan kişi ise "Mevla ile yaşayan" insandır." (Hace Yusuf Hamedani / Rutbetul Hayat)

Bir şeye, bir olaya, küçücük bir varlığa Allah'ın bakmamı istediği gibi bakmayı azıcık yakaladığımda, içim anlamın ışığıyla dolduğunda, Allahsız bakışın pençesine her düştüğümde, her şeyin bir düşmana, her yerin azgın bir zindana dönüştüğünü gördüm.

Popüler psikiyatri kültürü tahammül kozasını erken yırttığı için içerideki kelebek güçsüz düşüyor.

Rivayet odur ki, eski zamanların birinde bir arif kişiye göklerden "Ne istersin?" diye bir soru geldi. Cevabı şu oldu: "İstememeyi isterim. Çünkü bütün elem ve kederler bir şey isteyip onu elde edememekten kaynaklanır. İstemezsen keder de ortadan kaybolur."

Eski kitaplarda anlatıldığına göre Hz. İsa çokça güler, Hz. Yahya fazlaca ağlardı. Hz. Yahya bir gün Hz. İsa'ya "Galiba sen Allah'ın ince oyunlarından gereğince eminsin ki gülüyorsun."dedi. Hz. İsa da "Sen de Rabb'in ince acayip gizli olan inayet ve yardımlarından fazlasıyla ümidi kesmişsin ki bunca ağlıyorsun." diye cevapladı.

Belki de Yaradan, zavallı varlığımızı diğer yaratıklardan bir ayrılık çizgisiyle daima ayrı tutarak kendi yüzüne yönlendirmeyi murat etmiştir bizleri.
Ayrılık gözümüzü gönlümüzü gelgeç olandan ebedi olana çevirir aziz dostum.

Bunama uzun bir tatile çıkmış zihinlerin ölüm ilanıdır ey dost.

Ne kadar uzun yaşanırsa yaşansın, sınırlı ve sonlu bir ömür asla uzun sayılmaz.  Öyleyse bu ömrün ötesine göre yaşamak hayatını boş yaşamak değildir.

Tutku, tutuklar. Aşk azat eder, hür kılar. Aşk hep karşılık bekleyen, karşılıksız iş görmeyen bir kimyaya sahip olduğu için onu şefkate dönüştürmek gerekmektedir.

Çocuk eğitimi diye bir şey yoktur dostum...Sadece nefsimizin terbiyesi vardır. Onlar bize kendimizi artımayı, sabrı, kararı, ilmi, irfanı, fedakarlığı, hayatın sözsüz bilgeliğini edinelim, daha çok insan olalım diye birer vesile olarak verilmiştir.
Kendimizi şekillendirmenin bir yolu olarak çocuklarımızın terbiyesi ile meşgul olmak...

Sebeplerin sonuçları kesinkes doğurmadığının bariz delili çocuk yetiştirmektir. Senin vazifen çocuk ezanına anne babalık ibadetiyle icabet etmek, sütüne düşenleri yapmak ama sonuca karışmamaktır. Sonuç odaklılık hüsranın en büyük sebeplerinden biridir.

Kuşakların eğitimle enerjilerini kontrol altında tut, medya ile gövdelerini gıdıkla, tüketime yönlendir, politika ile oyala, kültür ve sanatı yüzeyselleştir, üretken zekayı öldür, kitlesel sporlarla heyecanlarını çim sahalara göm: işte sana ucuz iş gücü.

"Gittiğiniz yerlerin yükseğine çıkınız" hitabını hep içimde duyarım da ihtiyarlığın bizi gençlik arızalarının çer çöpünden gereksiz ıvır zıvırının girdabından çekip çıkarıp daha büyük hakikatlerin zirvesine bakmaya mecbur etmesini düşünürüm.

Cehennem, tozlu yollardan gelen bir yolcunun padişahın huzuruna alınmadan önce götürülüp kirliliği oranında içeride kalarak temizlenip paklandığı ilahi bir hamam gibidir.

İyi ki varsın ey ölüm. Senin olmadığın bir dünyada yaşamak istemezdim. Zaten böyle bir dünya yaşanacak bir dünya da olmazdı. Ne olurdu şu yalan dünyanın hali? Kim tutardı insanoğlunu? Ne frenlerdi insanoğlunun ihtirasını? Azgınları, sapkınları, zalimleri, kafirleri, hainleri, gafilleri kim zapt ederdi? (Mustafa İslamoğlu)




DİNE KARŞI DİN / ALİ ŞERİATİ

Allah'ın inayetiyle öyle bir yola koyuldum ki, ömrümün bir anını bile kişisel mutluluğum için harcayamam. Madem ki Allah'ın yardımı benim zayıflıklarımı telafi ediyor ve madem bu ömür nasıl olsa bir gün bitecektir, öyleyse ömrümü bu uğurda harcamamdan daha büyük mutluluk ne olabilir?

Tarih, din ile dinsizliğin, Allah'a inanıp birlemekle Allahsızlığın savaş sahnesi değildir. Geçmişte dinsiz veya dine karşı olan toplumlar, egemen güç ve sistemler olmamışlardır. İnsanların büyük ve hak peygamberleri, müşrikler ve kafirlerle savaşmışlardır. Şunu unutmayalım ki, müşrikler ve kafirler bütünüyle dinlidirler. Müşriklerin bütün peygamberlerden daha çok ilahları olmuştur.

Tarih boyunca dünyada hüküm süren şirk dini cehaletten ve insanların doğa olaylarından kaynaklanan korkularından doğduğu düşüncesi doğrudur.  Halbuki İbrahimi dinler aşktan, insanın tek hedefe ve kainattaki tek Rabbe kendisini adamasından, varlıktaki tek kıbleye yönelmesinden ruhi, fikri ve sosyal her tür ihtiyacına cevap veren mutlak cemal, kemal ve celal sahibine olan bağlılığından doğmuştur.

Alimlerin görevi, tarihte hayata hakim olmamış olan dini, hayata geçirmek ve yerleştirmek için mücadele etmektir.

Kur'an her zaman, toplum üzerinde baskı kuran, insanların iradelerine ipotek koyan ve onların bedensel ve zihinsel güçlerini zorbaların menfaati için kullanan kimseleri, fakirliği, açlığı ve hastalığı zühdün gereği olarak göstermek suretiyle dini istismar eden zihniyeti ve ahiret adına insanları dünya hayatından ve toplumsal sorumluluktan alıkoyup münzevi bir hayat yaşamaya iten ve daha sonra da onların her şeyini temellik eden dini düşünce sahiplerini eleştirmektedir.

2 Eylül 2015 Çarşamba

AMERİKAN GÜCÜNÜN PARADOKSU / JOSEPH NYE

Kişisel düzeyde zeki ebeveynler çocuklarını doğru inanç ve değerlerle yetiştirirlerse, güçlerinin sadece onların kıçlarına şaplak atarak cep harçlıklarını keserek veya arabanın anahtarlarını alarak elde edecekleri güçten daha fazla ve daha uzun ömürlü olacağını bilirler. Eğer istediğim şeyi istemeni sağlarsam o zaman yapmak istemediğin şeyi yapmaya seni zorlamama gerek kalmaz. (Yumuşak gücün tanımı)

Ne yazık ki soykırım anlaşması o kadar gevşek yazılmıştır ve soykırım terimi siyasi amaçlar yüzünden o kadar suistimal edilmiştir ki, terim nefret amaçlı her türlü suça uygulanarak sıradanlaştırma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Yapılan anketler Amerikan halkının iç meseleler üzerine yoğunlaştığını ve dünyanın geri kalanına pek ilgi duymadığını gösteriyordu. televizyon yöneticileri gençlerin farklı bölgelerin yemek tariflerine Ortadoğu diplomasisinden daha fazla ilgi gösterdikleriini bulgulamışlardı.

ERBAİN / İSMET ÖZEL

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere
Tanrı uludur, tanrı uludur
polistir babam
cumhuriyetin kuludur (AMENTÜ)

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim
Yazar: mıydım
Hiç: şiir

YAVAŞLA / KEMAL SAYAR

Zenginler otoyollardan arabalarıyla, gökyüzünden uçaklarla geçer, fukara televizyonda onların yaşadıkları göz kamaştırıcı hayatları izler. Oysa zenginler için fukara görünmezdir, seyrettikleri hız ve yükseklik, dünyayı daha düşük çözünürlükte görmelerine yol açar.

İçinde bulunduğumuz çağ 'şimdi'yi yaşamamıza fırsat vermiyor, her şey gelecek için yapılıyor.

Çok hızlı giderseniz içinizde olup bitenleri özümseyecek ve onu kendi duyarlılığınızın bir parçası kılacak kadar vaktiniz olmaz.

Hayat, çözülmesi gereken bir sorun değildir.

İçinde yaşadığımız kültür, bize cinnet anında suç işlemenin mümkün olduğunu öğretiyor.

Her şeyin ruhunu kaybettiği bir çağda romanı eğlencelik bir tv dizisinden ayıran özellik kayboluyor ve edebiyat, ruhu ve meselesi olmayan edebi metni oyuncağa çeviren, egoperest oyunbozanların elinde can çekişiyor.

Hayatın her alanında gittikçe daha çok seçim fırsatına sahip olmak, aslında fark ettiğimizden daha çok kaygı yaratıyor. Seçmek zorunda kalmak bazen iradeleri felç ediyor. Bolluk, seçmeye harcanan mesaiyle yakın insan ilişkilerinden çalıyor. Böylece özgürlüğün köleliğine yakalanmış oluyor insan.

Doğunun kadim bilgeliğini iğdiş edip yalapşap reçetelere dönüştüren yüzeysel kitaplar, hayatı anlamakta bize kılavuzluk etmeye kalıyor. Mutlu olmak artık bir yükümlülük.

Çok konuşmak beraberinde sağırlığı getiriyor.

İnternetin insanı dost sıcağından yüz yüze yarenlikten alıkoyan ve yalnızlaştıran bir doğası var. Siberalem televizyondan farklı olarak, bir imgeyi izlediğimiz duygusu yerine bir dünyanın içinde bulunduğumuz yanılsamasına yol açıyor.

Kendimize daha fazla önem verme ihtiyacı duyduğumuzda işlerimizi abartırız.

Hayatta rotamızı şaşırmamak için her zaman belli bir miktar endişe, keder ve yokluğa ihtiyaç duyarız. ( Schopenhauer)

Aşk ortalıkta gösterildiği an, solmaya ve ölmeye yüz tutar. (Hannah Arendt)

Bir insan dini inancı çok kuvvetli olduğu halde hoşgörülü politikalar izleyebilir. 12. yüzyılda Haçlılarla İslam için cansiperane savaşan Selahaddin Avrupa'daki tahammülsüzlükten kaçan Yahudi bilgin İbn Meymun'a sarayında onurlu bir yer bahşetmekte hiç tereddüt etmemişti. 16. yüzyıl başında Roma'da sapkın Giordano Bruno yakılırken, Müslüman olarak doğup Müslüman olarak ölen büyük Moğol hükümdarı Ekber, Agra'da azınlık haklarının yasal statüsü için büyük bir proje yürütüyordu. (Amartya Sen)

Hayat siz planlar yaparken başınıza gelen şeydir. ( John Lennon)

İSLAM MÜESSESELERİNE GİRİŞ / MUHAMMED HAMİDULLAH

Yedi sayısı sonsuzluğu temsil eder. Sembolik olarak Allah ve O'nun sahip olduğu şeyler Kabe'dedir. Ve biz onları korumakla mükellefiz. Bu muhafazayı devamlı olarak yapmalıyız ama bu imkansız olduğu için yedi tur tavafla bunun ebedi olarak yapıldığı ifade edilmiştir.


NE YAPMALI / ALİ ŞERİATİ

Sömürgecilik bir topluma özellikle ilk girişlerinde tutuculuğa hücum adıyla dine, gericiliğe mahkum etme adıyla tarihe, hurafeleri ve irticayı ezme adıyla geleneklere karşı durarak insanları, seçme ve ayırt edebilme yeteneğinden yoksun, tarihsiz, geleneksiz, kültürsüz, dinsiz ve her şeysiz bırakarak sömürünün maddi ve manevi egemenliğine karşı, onu savunmasız bırakarak, maymunca bir taklit ile yegane övünç kaynağı modernleşme adıyla yeni harcamalar ve tüketim olan insanlar haline dönüştürmüştür. 

Bu dinin kitabı, ölüm ve fizik ötesinden önce, doğadan, dünyadan, hayattan, toplumların sosyal tarihinden söz eder.

İslam izlediği yolla izleyicilerine tarihte yollarını kaybettikleri çağların karanlığında bozuk yollar yüzünden fırka fırka oldukları, birbirlerinden kaçtıkları, düşünce çöllerinde ümitsiz ve korkak oldukları, bozuk yollarını sürdüremedikleri, ayrılık ve ihtilaflara katlanamadıkları, güç ve fırsatlarını boşu boşuna yetmiş iki fırkanın savaşında tükettikleri ve verimsiz laf kargaşalığı arasında yazgılarını unuttukları zaman, onlara bir tek şey öğretmiştir: YENİDEN KUR'AN'A DÖNÜN!

İnsanı sorumlu kılan şey onun 'insan' oluşudur.

Sartre'nin deyimiyle Avrupalının yediğini kusmamak için onun düşünce ve tecrübelerini kendimize ve öz benliğimize uydurmayalım.

Shandel'in deyimiyle; Sokrat felsefeyi gökten yere indirmiştir. Muhammed (s.a.v.) ise dini ahiretten dünyaya getirmiştir. 

İçtihat ruhumuzun kapısını açmalı ve gecikmeksizin bu gerçek ve sürekli İslami mekanizmayı harekete geçirmeliyiz. 

DİN VE ALLAH İNANCI / ABDULLAH DRAZ

Birisi bana "İslam aleminin en önemli ve en yaygın problemi nedir?" diye sorduğu zaman düşünmeden ve tereddüt etmeden cevap verdim: "Problem yönetici ve halk problemidir. Yönetilen ve yöneten arasında korkunç bir uçurum vardır."

Batı kızarmış bir meyvedir, ne zaman yere düşeceği belli olmaz.

Gerçekten akıl, düşünce, kalp Batı fabrikasında yapılır. Fabrika çalışmasını Doğuda sürdürür.

Felsefenin gayesi bilmektir, dinin gayesi ise inanmaktır. Felsefenin hedefi katı bir düşüncedir, donuk halde gözler önünde canlanır. Dinin hedefi ise hareket dolu bir güç ve atılım dolu bir ruhtur.

Din, az veya çok aklın verilerine tam olarak bağlanmaz, buna kalbin desteğini de ekler.

Bilgi alanımızın genişlemesiyle bilgisizlik alanımız da genişliyor. Zira her yeni dairenin çemberi bir diğer dairenin çemberini hem içten hem de dıştan keser. İnsan aklı gözleyebildiği her noktanın ötesinde göremediği birçok noktaların bulunduğunu kabullenmekten başka bir şey yapamaz.

Çağımızda toplumun değişik kesimlerinde din ruhunu geliştirme zaruretine inanmayan, kalkınmasını din dışı unsurlara bağlayıp da kalkınmış, köklü bir devlet düzeni kurmuş bir devlet yaşayabilir mi?

Psikolojik haller bir çelişkiden doğmakta ve bir çelişkide son bulmaktadır. Mesela ilim arzusu cehli itirafla nihayete ermektedir. Eğlence isteği kasılmayla son bulmaktadır. Sanki her şey kendi özünde kendisini yok eden mikrobu da taşımaktadır. Mutluluk yolunda aşırı ihtiras insandaki huzur ve hoşntluğu giderir, elemin daha çok artmasına sebep olur. (Auguste Sabatien)

İnsanın başlangıçta barınak olarak mağaralarla yetinmesi, örtü olarak hayvan derileriyle örtünmesi onun meşgalelerinin azlığını ve maddi arzularının gelişmemiş olduğunu, binaenaleyh dini duygusunu geliştirmek için geniş bir düşünce zamanına sahip bulunduğu ve böylece ruhi değerlerini geliştirebileceğine delil olmaz mı? Bunun tersi olarak günümüzde insanların medeni hayat içerisinde fazlasıyla haşrüneşir olması sonucunda manevi duygular gittikçe azalıp zayıflamakta mıdır?


İYİ NİYET ANLAYIŞIMIZ / SAİD ÇEKMEGİL

Ademoğlu eğer niyetinin iyiliğinden hayır bekliyorsa davranışlarını iyinin, doğrunun, güzelin ölçüleriyle daima kontrol etmelidir.

Ankara'da üç yıl görev yapan Amerikan diplomat Robert Fresco şöyle diyor: "Türk aydını dinsizdir. Bu zümre, Rusya ve Çin dışında dünyanın en ateist elitidir."

...hesap vereceğiz, herkes kendisine verilen güç ve imkanını hangi mefkure  için kullandığının veya kullanmadığının cevabını hazırlıyor mu?

Asıl kötü cehalet kendini olmuş zanneden ve böyle zannettiği için de arama ihtiyacı hissetmeyen zavallı fikir fukaralarında görülendir.

Müslüman bir hadiseyi değerlendirirken ona iyi veya kötü, doğru veya yanlış derken kriteri, miyarı 'vahiy' olandır.


VAHİYLE DÜŞÜNMEK / RAMAZAN KAYAN

Sabır, başa gelen musibet ve belalar karşısında yılgınlık göstermemek... Engelleri ve sorunları aşma azmi. Olumsuzlukları yenme iradesi. Kısa vadeli sonuçlara takılmadan, uzun soluklu mücadele ruhu. Hak üzerinde direnme bilincidir.

Bireyselleşmenin önüne geçmenin yolu aidiyet bilincini canlı tutmaktan geçer...

Kendimizi sanal dünyaya salmadan, birebir sohbet ortamlarını canlandırmalıyız. Göz göze gelerek, gönül gönüle vererek sıcak sohbetlerle sorumluluk bilinci, kulluk direnci gelişecektir.

Vahiy, 'ben'lerimizi 'biz' yapmaya gelmiştir. Birey sadece kendisi içindir. Ötekisi ile sürekli çatışma halindedir. Birey asıl olunca hiçbir şey uğrunda kendini feda etmeye değmeyecektir. İslam bu anlayışı yıkmaya gelmiştir.

Batıdaki sanayi devriminden sonra başlayan tatil anlayışı, hayatı bütünüyle maddi hırsların tatminine tahsis eden, çılgınca bir tüketim arzusunu kışkırtan vahşi kapitalizmin yorduğu ve yıprattığı insanı sürekli dinlenme nöbetlerine tabi tutmasıdır.

 İnsanı makineleştiren beşeri ideolojiler, tatil uygulamaları ile yılda bir kez bireyi bakıma gönderiyor. Makinelerin ömrünü uzatmak, üretimi artırmak için.

Firavunlar uzun iktidar dönemlerini neye borçlular? Köle ruhlu, tepkisiz ve dirençsiz toplumun uysallık ve kadercilik anlayışından beslenmiyor mu?

Modern kentin mahpeslerine yani fabrikalara, atölyelere, resmi kurumlara, okullara, stadyumlara, cafelere, varoşlara gömdüğümüz insanlara ulaşmamız lazım.

Tarihte İslam toplumlarında zaman zaman kıtlık vardı ama açlık yoktu. Çünkü paylaşım vardı. Önce biz az ile yetinmesini öğreneceğiz.

Müslümanlarla birlikte olmanın sıkıntılarına katlanmadan yalnızlığın rahat ve rehaveti tercih etme anlayışı hızla yaygınlaşıyor. Sonuçta yalnızlaşan, zamanla yabancılaşan bireysel Müslümanlık kabul görüyor.

Hayat anlamını kaybetmişse insan sadece yeryüzünde bir yüktür. Tüm beklentilerini dünyaya bağlayanlar için ölüm felakettir. Bunun içindir ki, sekülerizm ölümü hayatın dışına itti.

Zamanla talepler tutkuya, tutkular tutsaklığa dönüşüyor.

Şu çağdakonfor kadar tehdit edici, tahrip edici bir illet bilmiyorum.


YOLDAKİ İŞARETLER / SEYYİD KUTUB

Tek eksiğimiz Allah elçisinin kişi olarak aramızda olmayışı. Bütün giz burada mı saklı acaba? Bu davetin fonksiyonel ve üretken kılınması için Allah elçisinin kişisel varlığı kesin bir zorunluluk olsaydı, Cenab-ı Hakk onu sonsuza dek yeryüzünde yaşayan insanlar için son mesaj kılmazdı, insanların bütün işlerini onun üzerine yüklemezdi.

Bu neslin ardından gelen kuşakların beslenme kaynaklarına Grek felsefesi ve mantığı, Pers efsaneleri ve düşünce biçimleri, Yahudi israiliyatı ve Hristiyanlık mistisizmi, bunların dışında kalan diğer kültür ve medeniyetlerin tortuları karıştı.

İlk dönemin eşsiz nesli Kur'an'ı bilgilerini, görgülerini, kültürlerini arttırmak, müzikal bir zevk almak yada dünyasal bir çıkar sağlamak amacıyla okumuyorlardı. Kur'an'ı kendisiyle kültür edinilen, ilmi ve fıkhi konularda dağarcık doldurulan bir kaynak olarak algılamıyorlardı. Onlar kendilerinin ve içinde yaşadıkları toplumun yaşamlarının her boyutunu düzenleyen Allah buyruğu olarak algılıyorlardı Kur'an'ı.

...sanki günümüzde İslam şeriatını icra etmek için insanların tek eksiği İslam fıkhını araştırmak ve fıkhi hükümler çıkarmakmış gibi.

Sözle mesaj ulaştırma ve lisanen tebliğ, ancak İslami akide ile fertler arasındaki manaların tamamen ortadan kaldırılıp, insanlar kendi özgür iradeleri ile o akide ile baş başa kalabildiği söz konusu manaların etkilerinden tamamen kurtuldukları zaman ve mekanlarda mümkündür. Söz konusu engellerin bulunması halinde, öncelikle bunların güç kullanma yöntemi ile ortadan kaldırılması gereklidir.

...kadının maddi üretime yapacağı katkı, insan üretmesinden daha kazançlı, daha önemli, daha saygın kabul edilerek, kadının gücü insan yetiştirilmesinde değerlendirilmeyip maddi üretim veya eşya üretim alanlarında harcanırsa bu koşullar altında insani kıyaslama ile böyle bir toplum geri kalmış, ilkel bir toplum yada İslami tanımıyla "Cahiliyye Toplumu"dur.

İnsan benliği bir yaşama biçiminden bir başka yaşama biçimine tamamen geçebilme yeteneğine sahiptir. Böyle yapmak insana çoğu zaman hayatının kısmi yönlerinde restorasyona girmekten çok daha kolay gelir. İslami nizam cahiliyye nizamından küçük değişikliklerden fazla bir değişiklik arz etmemesi durumunda cahiliyye nizamından vazgeçip İslam nizamına girmenin ne anlamı var?

Dinimizde bizi utandıracak, yüzümüzü kızartacak bizi kendisini savunmak zorunda bırakacak hiçbir eksiklik, hiçbir utanılacak şey yoktur, insanlara şirin görünmek veya İslamı onlara hoş göstermek derdine düşmemizin gereği yok, İslamın hakikatini açıkça söylemek için kekelememize tereddütlü davranmamıza neden olacak hiçbir öğe yoktur.


ÇÖL VE DENİZ / SİBEL ERASLAN

Bir kadının konuşmasından değil, susmasından korkulur. Çünkü susan her kadının içinde dikkatle çalışan bir kum saati işler. Elindeki kum saatini her alt üst edişinde o kadın, gelmiş geçmiş hayatını sabırla gözden geçirir. Her bir kum tanesi, nice acılı dakikanın bilge bir öğretmeni gibi o kadına yoldaşlık eder. Susan kadın, içindeki kum saatiyle konuşur. Orada kendinden önceki nice kadının hayat öğretileri durur. Susmak, kadın için eylemsizlik değil, tam tersine bir sivil itaatsizlik eylemidir.

Kadınlar sustuklarında, hayatın işi kolaylaşır. kadınlar içlerini ele vermediklerinde tarih daha kolay işler. Kadınların ciddiyeti, sorunsuz olduğu varsayılan erkeklerin dünyasına kabullerini kolaylaştırır. Kadın kadınlığından ne kadar çok şeyi azaltabilirse o kadar çok saygıya değer ve sorunsuz addedilir.

DÜŞÜNCELER DÜŞLEDİM / SAİD ÇEKMEGİL

Batıda doktora yapan musalli bir parlamenter özel bir radyoda bakınız nelerden şikayetçi: "Okumamış bir adamla, okumuş kendisi gibi bir akademisyenlerin aynı gelir düzeylerinde olma tasavvurunu" bir türlü hazmedemiyor. Sanki işçinin midesi kendilerinkinden küçükmüş gibi, sanki işçi dediklerinin çocuk çocukları kendilerininkinden daha çok değilmiş gibi!

"En fena şey, kötülüğün mevcudiyeti değil, fakat onun iyilikten ayırt edilmemeye başlanmasıdır." Prof. M. Duverger

Geleneği olmayan toplumlar da, geleneği din edinen kalabalıklar da gerçekleri yakalamakta elbette zorlanacaktır.

Bir yerde yangın ve ölçüsüzlük varsa, yangını bırakın ölçüsüzlüğü söndürün. (Protageras)

Fikirkolik olacaktım neredeyse, bu hale düşmekten korunmuşsam, beş vakit namaz oldu sebebim.

İslamın dışındakilerle irtibatı kesmek insanı geriletiyor. ben bu hayatta bu hususu gördüm.

Rızık için değil, rızkı helal yoldan temin etmek için çalışmak ibadetti hani?

Tefekkür insanoğlunun en haysiyetli meşgalesi ve uslu insanın şeref taşıyan yükümlülüğüdür düşünce. Düşünce durunca insan ya kuzulaşır ya da kurtlaşır.

Fikrin yolunu yine fikir maskesiyle tıkayan feylozoflara bakınız, bir de düşüncenin akışına vahyin ışığında yol veren büyük mütefekkirlerin örnekliğine bakınız.

NASIL BİR KÜLTÜR / YUSUF EL KARDAVİ

Sakınılması gereken hususlardan biri ibadetleri dünyevi işlerle izah etmek ve onları, ibadetlerin sebepleriymiş gibi göstermek. İbadetlerin gaye ve maksatları olduğunu, neticesinde doğan sebepler için yapılmadıkları hakikatinden gafil kalınmamalıdır. Onlar yerine getirildiğinde sadece ibadet niyetiyle yerine getirilirler. Bundan doğacak menfaatler ve meyvelerine aldırış etmeden yapılırlar.

Allah Tealanın bazı emirlerinin sır ve hikmetlerini gizli tutmasında apaçık bir hikmet vardır. Ta ki, imtihan tam olsun ve Yaratıcı'ya kulluk etmenin hakikati ortaya çıksın.

William James: Ruhi bunalımın en etkili ilacı hiç şüphesiz imandır.

dale Carniege, Dr. A Brill'den şu sözü nakleder: "Gerçek dindar hiçbir zaman ruhi bunalıma düşmez." Carniege bu sözü yorumlar: "Bana göre psikologlar, yeni bir çeşit vaizden başka bir şey değillerdir. Onlar sadece öbür dünyada cehennem azabından sakındırmak için dine teşvik etmiyorlar. Bir de bu dünya hayatında karşılaşacağımız cehennem azabından, mide hastalıklarından, sinirsel hastalıklardan ve delirmekten sakındırmak için dine teşvik ediyorlar. (Kitap ismi: İman ve Hayat)

Yüce Allah'ın "De ki... sonra düşünesiniz diye.." sözü bizi şu sonuca ulaştırır ki, kişiyi gerçeğe ulaştıran faydalı ve gerekli düşünme onun ya bir arkadaşıyla yada çoğu zaman insanı doğru yoldan ve ölçülülükten uzaklaştıran toplu halde düşünmenin etkilerinden uzak, yalnız başına düşünmedir ki, psikolojinin vardığı sonuç da budur.

ÇAĞDAŞ TEMEL KONULAR / MALİK BİN NEBİ

Bazı anlarda dünyamızda hadiselerin akışı o kadar acımasızdır ki üstün bir zeka ölümünden sonra şerefini devam ettirecek bir şey bırakmayınca, anlamsızlığını paylaştığı ölümlülerin çoğunluğundan hiç ayırt edilemez.

Son elli yıl boyunca Müslüman rönesansı, bir üretim değil üretilen malları yığma hadisesi olarak ortaya çıktı. Her yerde kökünden kazınması ve sarsılması gereken bir yığma ve nesneleşme ruhu mevcuttur. Bu anlayış İslam dünyasında dolaşarak bir servis şefinin masasının üzerinde beş telefon görülünce gülünç bir şekilde kendini gösterir. (Nebi: nesnecilik, J.Ortega y Gasset: yığın insan Toynbee: zelot)

Ve bu nesneleri yığma, şahısların yığılmasıyla iki katına çıkıyor. İşleri olmadığı halde bir kısım memurların bulunup yerleştirilmesinden  doğan özel bir işsizlikle, normal işsizlik, problemi iki katına çıkarıyor.

Japonya az gelişmişliğin bütün problemlerini ahlaki temeller üzerine dayalı bir toplum organizasyonu sayesinde halletmiştir.

Az gelişmişlik  ferdi etkisizliklerin sonucunda çıkan şey veya sonuçtur. Bu da bir toplumun seviyesine göre bir etkisizliktir.

Etkisizlik sadece ve sadece okul çerçevesinde tasarlanmış bir formasyonla ortadan kaldırılamaz. Davranış meselesi, kültürle alakalıdır ama yalnız belli bir sosyal kesimde değil, bütün toplumu kapsayan sosyal çevrede tasarlanmış ve hazırlanmış bir kültürle olacaktır.

Okul bir kültür görevlisidir. Fakat problemini tek başına çözebileceğine inanıldığı zaman onun fonksiyonu üzerinde yanılgıya düşmüş oluruz. Kültür bir okul fenomeni olmadan önce bir çevre fenomenidir.

Az gelişmiş bir ülke her şeyden önce, insanın yetişmesinin patates ekilmesinden daha önemli olduğuna inanmış olmalıdır.

Çalışma halkın önemli bir tehlikeyi aşmak için ortaklaşa yapılan faaliyetinde bir araya toplanmış bütün enerjisidir. Bu anlarda yaşamak için değil, yaşatmak için çalışmak söz konusudur.

Ammar bin Yasir Medine'de ilk İslam camiinin inşası için bir taş yerine iki taş taşıdığı zaman ruhunun derinliğinde bu coşkuyu duyan kahramandır.

Dogmatizm, bizzat kendisinde genel bir tarzda İslama düşman bir tutum yaratır.

Halk ve okul eğitimimizin görevi, bize şunu göstermektedir: Dünyada hiçbir şeyin "ne kolay, ne de imkansız" olduğunu her gerçek problemin bir çözüm yolunun bulunduğunu ve bu çözümü de gerekli gayretle uygulamak söz konusu olduğunu.

Müslüman dünyası iki yönlü bir etkiyle Batı kültürünün çetin darbesine maruz kaldı: Bir yandan aşağılık kompleksi, diğer yandan da bir telafi etme gayreti.

Mazisinin parlaklıkları anlatılarak bir cemiyetin sefaletleri tedavi edilemez. Muvahhid sonrası asırların Müslüman nesillere "Binbir Gece Masalları"ndan harikalar anlatan masalcılar, şüphesi bu masallarda dinleyicilerin ruhuna biraz su serptiler. Bu dinleyiciler şaşaalı bir mazinin büyüleyici hayaliyle gözlerini kapatarak uyuyorlardı. fakat ertesi sabah bu dinleyiciler pek iç açıcı olmayan hali hazır durumun katı gerçekleriyle karşılaştılar.

Baasçılık, Berbericilik, Afrikacılık hatta komünizm...sömürgeciliğin sıcak pençesinde himaye edilen uydurma ve derleme komünizm-apolojik edilen tür ile sadece aldatmaca vasıtasıdır. Bilgili uzmanların ellerinde bunlar, Müslüman dünyasını temel meselesinden yani bir medeniyet meselesinden uzaklaştırmak ve onun dikkatini uydurma meselelere, uydurma hal çarelerine çekmek için birer vasıtadırlar.

(Zihni tecavüz) Kendi düşüncelerimiz tarafından doldurulmayan her ideolojik boşluk bize ters düşünceler tarafından doldurulur.

İslami Demokrasi anlayışı, insanda Allah'ın varlığını diğer görüşler ise onda insanlığın ve cemiyetin varlığını görürler.

1 Eylül 2015 Salı

HANGİ BATI / ATTİLA İLHAN

Türk köylüsünü adam gibi yaşatmanın yolu, ona jandarma zoruyla okuma yazma öğretmeye kalkışmak değil, adam gibi yaşatacak endüstri koşullarını yaratmaktır. Okuma yazma zaten ardından gelir.

Lisede Sophokles okuduk, Klasik Türk Sanat Musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo'dan önemsiz, Mevlana Dante'den küçüktü, Itri ise Bach'ın eline su dökemezdi.

Sömürgeci bu, sömürdüğü ülkeyi uygarlaştırıyorum der, bunu o ülkeye kendi kültürünü ve teknolojisini aşılayarak yapar, öyle ki sen bağımsızlığını elde ettiğin anda birdenbire ekonomik ve kültürel olarak kıyamete kadar ona bağlanmış olduğunu fark edersin. (Senegalli Diplomat)

Her şey ama her şey Doğuda kötü, Batıda iyi. Onlar nasıl yapıyorsa biz de öyle yapmalıyız ki adam olalım. Oysa elin Japon'u çıkmış, hiçbir şeyini değiştirmeden, sadece ekonomik ve teknolojik gelişme sürecini kendi yapısında yaratarak Batı düzeyini yakalamış, dibini kurcalayan yok. Biz ha babam Batı müziği dinliyor, çeviri roman okuyor Batılı gibi giyiniyor bir türlü Batılı olamıyoruz. Adamlar Japon gibi yazıyor, Japon gibi yaşıyor, ölüyor ama Batıyı geçiyorlar. Japon'un yaptığını biz yapamamışız, bizim yaptığımızı Afrika'daki eski Fransız ve İngiliz sömürgeleri de yapmışlar ama onlar da Batılı olamamış.

Ahmak hayran olur, bağlanır, çünkü anlamaz, zeki kuşkulanır, dibini karıştırır, çünkü anlar.

VAHİY KÜLTÜRÜ / RUHİ ÖZCAN

İnsan için ibadet, cansız varlıklar için servis ihtiyacı gibidir.

...bu eşkiyaları insanlığa insanlık dersi verecek medenilik dersinde sunuculuk yapacak kıvam ve yapıya getiren neydi? KUR'AN KÜLTÜRÜ, VAHİY KÜLTÜRÜ.

O peygamber diyeceksiniz. Fakat imkanlarımız neyse o nispette ona yaklaşmaya, onu yakalamaya çalışacağız. Ne hazindir ki peygamber nesli sahabe "o peygamberdir, geçmiş ve gelecek günahları affedildiği halde bu kadar ibadet ediyor" deyip daha fazla ibadet etmeye çalışırken bugünün Müslümanları olan bizler "O peygamberdi, elbette çok ibadet edecek" deyip kendimizi avutuyoruz.

İslamın getirdiği espri fikirde, düşüncede, anlayışta, değerlendirmede ve inançta ortak noktalar tespit edilmektedir. Ortak noktalar tespit etmezseniz daima kopuksunuz. İşte ibadet dediğimiz şey bu ortak noktaları tespit eden mekanizmadır. O halde toplum dediğimiz bu içtimai sosyal yapının Müslüman için o kadar avantajı vardır ki, ibadet dediğimiz bu mekanizmayla bütün sosyal dertlerin köküne kibrit suyu ekecek bir yapıya ve norma sahiptir.

İnsanlar aynı kaabiliyette ve aynı fıtratta yaratılmadıkları için, ilahi mesajdan alacağınız aynı oranda değildir.

Allah bize "yalnız sana kulluk ederiz" dedirtiyor, "kulluk ederim" dedirtmiyor. Çünkü Allah'ın istediği bir kaç kişinin kendisine hakkıyla kul olması değil, kulların topluluk olarak kendisine kul olmalarıdır.

Biz başkasının inançlarına ancak müsamaha gözüyle bakabiliriz, fakat saygı gösteremeyiz. saygı: ihtiram, müsamaha:tolerans, hoşgörü, anlayış

Sırf telaffuz etmek ve çabuk bitirmek için Kur'an bize gelmedi. Kur'an bize öğretmek, belletmek ve hatırlatmak için geldi.

RUHUM BİR KADINDIR / ANNEMARIE SCHIMMEL

Eğer Kur'an erkeğe "kadınlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz" diyorsa, bu ifade din fenomolojisinde birinin diğerinin alter egosu (öbür ben) olduğu manasına gelir, çünkü bilinmektedir ki, elbise adeta şahsiyeti temsil eder.

Aşık, ilerledikçe maşuk geriler, ancak aşık sadece aşkı ile kifayet ederse, işte o zaman maşuk da ona takarrüb eder.

Arayışın esas sırrı, ruhu en mükerrem gayelere cezbeden umut ve itimattır.

Cesed Meryem gibidir. Her birimizin bir İsa'sı vardır, ama içimizde bir ızdırap kendini göstermediği müddetçe o bize ait İsa tevellüt etmeyecektir. Bu ızdırap hiç gelmediğinde İsa, o esrarengiz tarik vasıtasıyla geldiği gibi, kendi menşeine rücu eder, bizi kendisinden mahrum ve na müstefid geride bırakarak...(Rumi)


YANSIMALAR / MUHAMMED İKBAL

Eğlence arzusu bir kere yerine getirildi mi, derhal tatmin edilmesi imkansız bir alışkanlık haline gelir.

Istırap insanın tüm yaşamı müşahede edebilmesi için verilen ilahi bir hediyedir.

Sağlıklı siyasi hayat, halkların talep edilmesi ile değil, sorumlulukların yerine getirilmesiyle başlar.

Tanrı ve Şeytan, insana yalnızca fırsatlar sunarlar ve kendisi için uygun kabul ettiği yolda yürüyerek bu fırsatlardan yararlanması için onu özgür bırakırlar.

Ben çoğunlukla bilgi ile körebe oynadım. Onu her zaman azmin kayalıklarının arkasında saklanmış halde buldum.

Zayıflar kendilerini Tanrı'nın varlığında kaybederler, güçlüler ise kendi varlıklarında O'nu keşfederler.


FATIMA FATIMADIR / ALİ ŞERİATİ

İslam peygamberi dördüncü bir yolu(3 belirgin ıslah metodundan) tercih etmiştir. Toplumun nesilden nesile aktararak alışkanlık haline getirdiği, koruduğu, doğal olarak yapageldiği alışkanlıkların zahirine dokunmaksızın muhtevalarını, ruhunu, felsefesini, mantığını devrimci bir tarzda değiştirme yoluna gitmiştir.

İdealistler gerçekleri görmeyen, görmek istemeyen çocuk gibidir. Olmasını istemedikleri ve sevmedikleri şeylere gözlerini kapatırlar ve sanırlar ki görmedikleri şeyler artık mevcut değildir.

Realistler ise mevcut olan ve harici bir varlığı bulunan her şeyi (çirkin veya kötü olsa bile) kabul eder. Gördükleri şeylere iman ederler.

Bir kere toplumun fikri seviyesi ve bakış açısı geriledi mi, artık dindarı dinsizi, aydını gericisi, alimi cahili arasında fark kalmaz.

"Ezelde, payları taksim edenler arasında biz yoktuk. Öyleyse payın biraz umduğundan az diye eleştirme." (Hafız)

Birey artık özgür olmuş, bencilleşmiş, diğerlerine bir ihtiyacı kalmamıştır. Ardından "yalnızlaşmıştır". Toplumun diğer fertleri de aynı durumda olduğundan ona ihtiyaçları kalmadığı anda ondan kopmaya başlamıştır.

Batının toplumumuza yeni tüketim maddesi olarak sunduğu her ürün başka bir ürünü zaruri hale getiriyor.

...İslam'ın kendisine tanıdığı imkanlar bizzat İslam adına elinden alınmaktadır. Kadının toplumsal rolü "çamaşır makinesi", insani değeri de "çocukların annesi" seviyesine indirgenmiştir.

Kadını her şeyden mahrum ettiler, hatta İslam'dan ve dinden bile. Okuma yazması olmadığı için dedikodu yapmalıydı, yaptı da nitekim. ...Bu durum tıpkı şuna benzer: Önce bir kişinin elini felç edersiniz, ardından eli felç diye onu her şeyden mahrum edersiniz.

İffet adına, namus adına ve "Kadın çocuklarının eğitiminden sorumludur" bahanelerine sığınılarak yapılmıştır tüm bunlar... Tek işi evde perde arkasında oturmak olan, fikir yoksunu, kültürsüz, eğitimsiz bir kimse, hassas ve karmaşık bir ruh ve düşünce yapısına sahip olan çocuğun oldukça zor olan terbiye ve gelişimi konusunda ne yapabilir ki?

İslam'da şefaat 'kurtulmaya layık hale gelme' olayıdır, hak etmeden kurtuluşa erme değil. Kişinin kendisi şefaati şefaatçiden alarak yazgısını kendi değiştirmelidir. Yani tabiatını, mizacını öyle bir dönüştürmelidir ki alın yazısı da kendiliğinden değişsin.

Zulüm takva elbisesine büründüğü vakit tarihteki en büyük facia gelir.

Bir ruh kendi döneminin seviyesinin çok üzerinde ise eğer, halk tarafından anlaşılamadığı için yalnız kalır. Onun karakterinin yüceliği, zarafeti ve güzelliği, diğerlerinin karakter zayıflığını, çirkinliğini ve kofluğunu çıkarır ve onları aşağılar.

İSLAMİ YÖNELİŞ / RAŞİD el GANNUŞİ

Felsefe dersleri çoğunlukla Batı toplumlarının psikolojik ve sosyolojik sorunlarını Batı toplumlarının geçirdiği toplumsal ve dini devrimleri ve getirilen çözümleri sunmakla yetinmektedir.

Bugünkü sorunlarımızla uzaktan yakından alakası olmayan bir yığın ölü sorunu öğrencilerimize sunan sözde İslam felsefesi dersinden alacağı bilinç ve anlayışın ne olduğunu düşünebiliyor musunuz? Öğrencilerin Muhammed İkbal, Mevdudi, Ebul Hasan en Nedvi, Hasan el Benna, Seyyid Kutub, Muhammed Kutub ve Malik bin Nebi gibi çağdaş Müslüman düşünürlerden birinin kitaplarına veya en azından bir makalesine vakıf olmadan İslam düşüncesi dersinden anlayacakları fikir ne olabilir?

Bundan sonra Batılı düşünürlerin İslam'ı savunmaları, onu övmeleri yadırganmamalıdır. Çünkü bununla kendilerine yönelen suçlamaları, ithamları yok etmek, İslam'ı ilerici, sosyalist veya demokratik bir din olarak nitelendirmek ve solcu bir İslam'a ve komünist bir Müslüman olmaya çağırmak istemekteler.

Uzun süredir uyuşukluğun barınağı haline gelen cami ve mescitlere canlılıkları tekrar kazandırıldığı takdirde, Allah'ın evleri kültürlü yeni nesiller ve işçiler tarafından imar edilip, camilerdeki hurafe, el ve baş kesmeyi anlatan sözler, yerlerini gerçek İslami bildirilere bırakacak.

Fukaha ve din ulemasının kendilerini sadece ibadet, taharet, necaset ve dua gibi hüküm ve şartlarını açıklamaya bağlaması emperyalist zehirlerin artıklarıdır. İnsanlara İslam gerçeklerini öğretiniz ki, genç nesil Necef zaviyelerindeki alimlerin dini siyasetten ayrı gördüklerini, sadece hayız ve nifas konularını araştırdıklarını ve siyasetle işlerinin olmadıklarını sanmasınlar. (İmam Humeyni)

Bu çağın azgın, zalim firavunun elindeki kitle haberleşme imkanlarının gücü, dünkü firavunun yanındaki sihirbazların gücünden daha büyük ve etkindir.

Ümmetin varlığı, ümmet kültürünü koruduğu müddetçe devleti yıkılsa da bir suskunluk içinde devam edebilir. (Yahudilerin binlerce yıl değerlerini korumakla varlıklarını sürdürmeleri gibi)

Batı uygarlığına yön veren fikirlerin en önemlisi bilim aracılığıyla doğaya egemen olma düşüncesidir. Teknoloji aracılığıyla insana, iktisadi ve askeri güç aracılığıyla da mustazaf halklara egemen olma fikridir. Sömürgecilik, gücü, zevki, refahı putlaştıran ve her türlü insani değeri inkar eden bir uygarlığın zorunlu bir davranışıdır.