3 Eylül 2015 Perşembe

TESELLİLER KİTABI / YUSUF ÖZKAN ÖZBURUN

Felsefenin bilgelik damarından uzak kısmının insanı anlamsızlığın kuyularına fırlatarak, kabuk bağlayan yarayı iyileştirmek yerine iyiden iyiye deşmek yoluyla huzursuzluğu ve tedirginliği artırmasını bir erdem, bir üstünlük gibi pazarlamasını tiksinç buldum.

İnsan dünyada ne kadar maddi zevk tadarsa o kadar ölüm tatmış demektir.

Sahip olduğumuzu sandıklarımız bize sahip olmaktan başka ne işe yarıyor?

"Hayat teselli olmaktır. Kişi teselli bulduğu şeyle yaşar, onunla hayattadır. Herkesin tesellisi ve huzuru farklı şekilde ve farklı şeyledir. Hayatın en alt mertebesi ve en aşağı derecesi dünyanın fani yüzüyle teselli olup oyalanmaktır. Bu hayvanların hayatına benzer. İnsan dünya malı toplamaktan kaçınmalı, kanaatkar olmalıdır. Allah'ın rızası için gayret etmeli, nefsiyle savaşmalıdır. Maddi hayatta yeteri kadar yetinmek, insanı Hakk'a yönelişe hazırlayan sebeplerdendir, ilk adım budur. Dünyanın oyuncaklarıyla teselli olan kişi "dünya ile yaşayan" Rabb'inin zikri ve meşguliyeti ile teselli olan kişi ise "Mevla ile yaşayan" insandır." (Hace Yusuf Hamedani / Rutbetul Hayat)

Bir şeye, bir olaya, küçücük bir varlığa Allah'ın bakmamı istediği gibi bakmayı azıcık yakaladığımda, içim anlamın ışığıyla dolduğunda, Allahsız bakışın pençesine her düştüğümde, her şeyin bir düşmana, her yerin azgın bir zindana dönüştüğünü gördüm.

Popüler psikiyatri kültürü tahammül kozasını erken yırttığı için içerideki kelebek güçsüz düşüyor.

Rivayet odur ki, eski zamanların birinde bir arif kişiye göklerden "Ne istersin?" diye bir soru geldi. Cevabı şu oldu: "İstememeyi isterim. Çünkü bütün elem ve kederler bir şey isteyip onu elde edememekten kaynaklanır. İstemezsen keder de ortadan kaybolur."

Eski kitaplarda anlatıldığına göre Hz. İsa çokça güler, Hz. Yahya fazlaca ağlardı. Hz. Yahya bir gün Hz. İsa'ya "Galiba sen Allah'ın ince oyunlarından gereğince eminsin ki gülüyorsun."dedi. Hz. İsa da "Sen de Rabb'in ince acayip gizli olan inayet ve yardımlarından fazlasıyla ümidi kesmişsin ki bunca ağlıyorsun." diye cevapladı.

Belki de Yaradan, zavallı varlığımızı diğer yaratıklardan bir ayrılık çizgisiyle daima ayrı tutarak kendi yüzüne yönlendirmeyi murat etmiştir bizleri.
Ayrılık gözümüzü gönlümüzü gelgeç olandan ebedi olana çevirir aziz dostum.

Bunama uzun bir tatile çıkmış zihinlerin ölüm ilanıdır ey dost.

Ne kadar uzun yaşanırsa yaşansın, sınırlı ve sonlu bir ömür asla uzun sayılmaz.  Öyleyse bu ömrün ötesine göre yaşamak hayatını boş yaşamak değildir.

Tutku, tutuklar. Aşk azat eder, hür kılar. Aşk hep karşılık bekleyen, karşılıksız iş görmeyen bir kimyaya sahip olduğu için onu şefkate dönüştürmek gerekmektedir.

Çocuk eğitimi diye bir şey yoktur dostum...Sadece nefsimizin terbiyesi vardır. Onlar bize kendimizi artımayı, sabrı, kararı, ilmi, irfanı, fedakarlığı, hayatın sözsüz bilgeliğini edinelim, daha çok insan olalım diye birer vesile olarak verilmiştir.
Kendimizi şekillendirmenin bir yolu olarak çocuklarımızın terbiyesi ile meşgul olmak...

Sebeplerin sonuçları kesinkes doğurmadığının bariz delili çocuk yetiştirmektir. Senin vazifen çocuk ezanına anne babalık ibadetiyle icabet etmek, sütüne düşenleri yapmak ama sonuca karışmamaktır. Sonuç odaklılık hüsranın en büyük sebeplerinden biridir.

Kuşakların eğitimle enerjilerini kontrol altında tut, medya ile gövdelerini gıdıkla, tüketime yönlendir, politika ile oyala, kültür ve sanatı yüzeyselleştir, üretken zekayı öldür, kitlesel sporlarla heyecanlarını çim sahalara göm: işte sana ucuz iş gücü.

"Gittiğiniz yerlerin yükseğine çıkınız" hitabını hep içimde duyarım da ihtiyarlığın bizi gençlik arızalarının çer çöpünden gereksiz ıvır zıvırının girdabından çekip çıkarıp daha büyük hakikatlerin zirvesine bakmaya mecbur etmesini düşünürüm.

Cehennem, tozlu yollardan gelen bir yolcunun padişahın huzuruna alınmadan önce götürülüp kirliliği oranında içeride kalarak temizlenip paklandığı ilahi bir hamam gibidir.

İyi ki varsın ey ölüm. Senin olmadığın bir dünyada yaşamak istemezdim. Zaten böyle bir dünya yaşanacak bir dünya da olmazdı. Ne olurdu şu yalan dünyanın hali? Kim tutardı insanoğlunu? Ne frenlerdi insanoğlunun ihtirasını? Azgınları, sapkınları, zalimleri, kafirleri, hainleri, gafilleri kim zapt ederdi? (Mustafa İslamoğlu)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder