10 Eylül 2015 Perşembe

SOHBETLER I / ENGİN NOYAN

Eğer alemlerin Rabbi, insan soyuna son mesajını miladi yedinci yüzyılda değil de 1990'lı yılların başında, Hicaz çölünde değil de Manhattan adasında, dolayısıyla Arap değil, Amerikalı, ümmi değil, Harvard mezunu bir peygambere, Arapça değil de İngilizce vahyetmeyi murat etse uygun görseydi, hepiniz bayıla bayıla Müslüman olurdunuz öyle değil mi?

Ana babası tarafından Kur'an kursuna gönderilen çocuklardan kaçta kaçı mübarek Kur'an sevgisiyle, mübarek Kur'an'la tanışma heyecanıyla dopdolu döner evine, hatta icazetini alır? Kur'an öğretme metodunun kurbanlarından bana bir tanesini gösterebilir misin ki, Kur'an dersinden kaçmamış yada en azından kaçmayı denememiş, hiç olmazsa aklından geçirmemiş olsun?

Üniversite diploması dediğin, dünyanın her yerinde, her sıradan insanın, eğer öyle bir gayesi, niyeti varsa basit bir çabayla elde edebileceği sıradan bir etiketten ibarettir. O her şeyine hele hele de eğitim düzeyine, sosyal düzenine ve teknolojik başarısına yıllardır pek bir özendirilip 'resmen' hayran bıraktırıldığımız Batı dünyasının hiçbir ülkesinde, üniversite bitirmiş olmakla övünmez ve de övülmez hiç kimse!

Okumayı bırak bir yana, pamuk elimizi cebimize atıp da onları satın almak için para harcamaya bile kıyamıyoruz, anladığımız kadarıyla. Zira ziyaret ettiğim Müslüman evlerinin kitaplıklarında İslama dair her ne varsa hemen hepsinin de gazete kuponu mukabili elde edilmiş yayınlar olduğunu hayret ve dehşet içinde gördüm.

"Beş vakit namazında niyazında!"diye övmeleri, günde beş vakit namaz kılmayı neredeyse bir üstünlük, bir fazilet göstergesi kabul etmeleri...Günde beş vakit namaz kılmak, zaten "elhamdülillah Msülümanım" diyen kişinin olmazsa olmaz görevi değil mi? Sadece üzerimize zaten farz olan belli başlı ibadetleri yerine getirmeyi yeterli bulmakla kalmıyor, üstelik bunu da çok büyük bir marifet addediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder