8 Eylül 2015 Salı

İNSAN OLMAK / ENGİN GEÇTAN

Gelenekler ve töreler insana koruyucu bir ortam sağlar, ama onun toplum içinde farklılaşmasını ve kişiliğine yeni boyutlar katabilmesini de önemli ölçüde kısıtlar.

Düşüncelerin gerçekleşmesi insanın kendi kendisini ve geleceğini yönlendirmesinde ona yardımcı olmuş ama içgüdülerin zayıflaması diğer insanlara ve geliştirdiği teknolojiye eskisinden daha bağımlı bir duruma gelmesine neden olmuştur.

Geçmiş kuşakların ustası gönlünü vererek yarattığı üründen ötürü gurur duyar, sanatını yakın ilişki içinde bulunduğu çırağına en az birkaç yıllık bir sürede öğretir, bireyselleşmiş olmaktan ötürü kendine saygı duyardı. Günümüz çalışanıysa sistemi oluşturan mozaiğin yalnızca çok küçük bir parçası. Üstelik çoğu zaman sistemin bütününden veya sistem içerisindeki yerini hiçe indirgeyen böylesi bir dünyanın insanda yarattığı kopukluk bazen davranış bozukluklarına neden olmaktadır. Aslında çağdaş toplumların en önemli ruh sağlığı sorunu da budur.

İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Örneğin kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar ama dikenleri birbirlerine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa  soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar.

Tutucu kişi yapmak istediği ama yaparsa suçlanacağı davranışları başkalarında gördüğünde onları eleştirerek yada engelleyerek kendi isteklerini ketlemeye çalışır.

Bazı insanlar gerçekten çok çalıştıkları için yorgundurlar. Ancak bu insanların kendi sorumluluklarından kaçmak için kullandıkları bilinçdışı mekanizma yorgunluk değil, çalışma tutkusudur.

Bir insan ancak kendisine verebildiğinde diğer insanlara da 'gerçek anlamda' verecek şeyi olur.

Bir insanın yalnızlığı, yalnızlığın boşluğuna ve ürkütücülüğüne karşı geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla da anlaşılabilir. Sürekli ve aşırı yemek yeme, anlamsızca ve sürekli bir şeyler satın alma, seçim yapılmaksızın art arda film yada TV seyretme bunlar arasındadır.

Herkes kendi benliğinin ulaştığı olgunluk derecesine eşit olgunlukta birini bulur.

Evliliğin eşlerin kişisel gelişim olanaklarını engellememesi gerekir. Ama toplumumuz evlilik içerisinde eşlerin bireyleşme çabalarını sürdürmelerini evlilik kurumuna karşı bir tehdit olarak algılamakta ve gerçeğin bunun tam karşıtı olduğunu değerlendirememektedir.

İnsan bağımsızlığa doğru attığı her adımı ürkütücü bir tehdit olarak yaşar. Öbür insanlardan farklı davrandığı oranda reddedilme yada sevgiyi yitirme olasılığı artar.

Özerkliği öğrenememiş olmaları, kendi sorumluluklarını üstlenebilmelerini engellediğinden zaman kullanımı kendi dışındaki etmenlere bırakarak sürüklenir, üstelik bundan ötürü çevresel koşulları sorumlu tutarlar. Her yere geç kalma eğiliminde olan insanlar, bunun kendi sorumlulukları olduğunu görmezden gelerek her defasında gecikmelerini haklı gösterecek bir neden bulurlar.

Özellikle katı ve baskıcı bir ortamda yetişmiş insanlar için zaman, içinde bulunulan anın değerlendirileceği bir varoluş boyutu olmaktan farklı bir biçimde tüketilmesi ve bitirilmesi gereken bir nesne gibi kullanılır. Örneğin böyle bir insan arabasıyla bir yere gitmek için yola çıktığında onun için önemli olan şey bir an önce gidilecek yere ulaşmaktır, arada geçen zaman ise sindirilerek yaşanmaz. Dolayısıyla yaşamanın tümü de yerine getirilmesi gereken bir görevler dizisi olarak tüketilir. Gün akşamı etmek için, okul bitirmek için... Böyle bir insan seferberlik durumundadır, kendisine sürekli görev üretir ve bir türlü gevşeyemez.

Para tutkusuna kapılan insanlar sahip oldukları imkanlarla orantılı bir yaşam sürdüremezler. Çünkü onlar için para iyi yaşamak için bir araç olmaktan öte, bir türlü giderilemeyen boşluklarını doldurabilecekleri sanısında oldukları bir nesnedir.

Sahip olma eğilimi insan doğasının kalıtsal bir parçasıdır ama insan sahip olduğu şeylerle birlikte yaşayarak bunu bir sürece dönüştürebilir. Oysa bazı insanlar sahip oldukları şeylerle yada diğer insanlarla birlikte yaşayacakları yerde onları seyrederler.

Geçmişte insanlar geleneklerin sağladığı koruyucu ortam içerisinde, günümüz insanının yaşamakta olduğu yalnızlık, anlamsızlık ve yabancılaşma gibi duyguları pek tanımıyorlardı. Ama geleneklerin koruyuculuğunu özgürlüklerinden vazgeçerek ödemişlerdi ve yaşadıkları toplumsal ortam kendilerini gerçekleştirebilmek için bugüne oranla çok daha az elverişliydi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder