31 Ağustos 2015 Pazartesi

KADININ TARİHİ DÖNÜŞÜMÜ / EDİSYON

Kadınlarla ilgili konulardaki sıralama önceliğini şaire hanımlar yada kadınların okuma-yazma oranı değil, kadın terbiyesi almalıdır. Kadınlarda kusur aranacaksa hedef eğitimsizlikten ziyade ahlaki konumları olmalıdır.

Tanzimat döneminde...tesettürün lüzumu yada lüzümsuzluğunu tartışmaktan ziyade toplumsal hayatta kadının örtüsü ile beraber nasıl olabileceğinin şartları araştırılmıştır.(Ayşenur Kurtoğlu)

Modernleşme süreciyle yeni yeni sosyal hayatta görülmeye başlayan aile fertlerinin akşam sofralarındaki birliktelikleri, yemek sofrasında konuşmak, okumak, müzik dinlemek gibi çeşitli etkinliklerle desteklenir. Bu dönemde aile birlikteliklerinde yapılması tavsiye edilen "aile içi kitap okumaları" uzun süre gündemde kalmış, çok önemsenmiştir. Özellikle kadın ve genç kızların daha fazla roman okuduğu düşünülürse, değişimin gelecek kuşaklara taşınmasının daha da doğrudanlaştığı açıkça görülür. ( Nevin Meriç)

...değişmesi gereken kadınlar değil, erkeklerdir. Kadının fedakarlıktan,uysallıktan vazgeçmesi çözüm değildir. İlişkiler ancak karşılıklı fedakarlıkla, bazı kişisel arzulardan vazgeçebilmekle, karşılıklı uyumla kurulur ve korunur, zaman içinde olgunlaşır, alışır, fazla özveriye de gerek kalmayabilir.

Dava arkadaşları, yoldaşları olan adamların, evlilik içinde onlardan farklı şeyler bekleyen kocalara dönüşmesi, kadın ve erkeğin toplumsal sorgulamalarına neden oldu.(sol kökenli kadınlar)

İbn Arabi, "Bana dünyada üç şey sevdirildi: Kadın, hoş koku, göz aydınlığım namaz"hadisini yorumlarken "sevdirildi" vurgusuna dikkat çekerek, "Allah sevgili peygamberine onu kendisinden uzaklaştıran bir şeyi sevdirir mi? Sadece kendisine daha da yaklaştıran şeyleri sevdirir. O halde kadın insanı Allah'tan uzaklaştırmaz, tersine ona yakınlaştırır." demektir. (Mualla Gülnaz)

Batı, doğuyu doğululaştıran kendini batı diye merkeze koyarken, kendisini bilginin merkezine ve tanımlama konumuna koyar. Ötekileştirmenin yıkıcılığı işte bu noktada başlar. İslamcı kadınlarla ilgili yapılan tüm araştırmalarda meselenin modern/geleneksel, çağdaş/çağ dışı, laik/şeriatçı gibi karşıtlıklar üzerinden ele alındığını görmek mümkündür. (Nazife Şişman)

...müslüman elitler tarafından da kadınlara yönelik "neden prezentabl değilsin?" küçümsemesini getirmiş, çoğu kez de doğrudan başörtüsü yüzünden gizli bir horgörüye muhatap olmuşlardır. Bu zaman zaman ortaya atılan "erkekler için örtünüyorlar" savını da çürüten bir durum. Erkekler için değil, erkeğe rağmen örtünen binlerce kadın var.

Tanımlanmış abartılı annelik pozisyonuyla evde çocukla yalıtılmayı üreten gerekçeler yerine, erkeğin babalığını devreye sokarak anneyi rahatlamak, desteklemek en adil olanı. (Yıldız Ramazanoğlu)

Erkek egemen kültür diyoruz. Böyle bir kültürün kadınların da onayıyla hakim olduğunu unutmayalım.

...ondan yatıştırıcı, uzlaştırıcı bir rol beklenir. Aile ve çocuk için yazsın, metinlerinde görünmesin, görünüyorsa bile görülmek istediği gibi görülsün. (İslamcı kadın yazarlar için) (Cihan Aktaş)

Müslümanlar aslında kadının okumasına değil belki ama, çalışmasına hiç de sıcak bakmazken kadınların kamusal alanda var olmasını savunmanın ötesinde bir söylem geliştiremediler. sorunun başörtüsüyle var olma yada olmama durumuna indirgenmesi ve hep böyle tartışılması biraz da örtünün bu abartık simge değerinden kaynaklandı diye düşünüyorum.

Ahlak deyince her gün yeniden sınana, iç hesaplaşmadan geçirilen hayat değil, kurallar ve ödevler anlaşıldı. Kadın-erkek ilişkileri ve gündelik hayat ilmihal bilgileriyle düzenlemeye kalkışılınca, hayat da konu yada alfabetik fihristli emir-kural ve yasaklardan oluşmuş bir büyük kitaba döndü. Ve kitabına uydurulan her fiil arsız bir haklılık kazandı.

Kadın platformları, dernekler, vakıflar yani kadınları bir araya getiren örgütlenmeler "başörtüsü sorunu" dışında bir gündeme sahip değiller. (Elif H. Toros)

Kamusal alandaki İslamcı erkeklerin tavrı da enteresandır, medyada, tıp dünyasında, hukuk camiasında, memuriyette, hatta sanat dünyasında bile tıpkı siyasi arenada olduğu gibi, İslamcı erkekler, örtülü hanımlara 'kız kardeş' olarak ebedi amatör muamelesi yaparken, örtülü olmayan hanımlara 'takım arkadaşı' şeklinde eşit profesyonel muamelede bulunabilmektedir. (Sibel Eraslan)

30 Ağustos 2015 Pazar

GEZEGENLE SOHBET / TEVFİK EL HAKİM

Dikkat edilirse çocuk, yapmayı öğrenmeden önce yıkmaya eğilim gösterir. İnsanlık da aynı şekilde bilimde ilerleyip atomun korkunç sırlarını keşfettiğinde bu atomdan yıkıcı, yerle bir edici bombaları icat etmeye yönelmiştir.

Dinozorlar belki de bedenleri akıllarından büyük olduğu için yok oldu. Belki insan da aklı yüreğinden daha büyük olduğu için daha hızlı yok olacak.

Dinin keşfedilmesi insanı hayvanlık aşamasına dönmekten korumuştur. Çünkü insan, topluluklar halinde yaşadığı zaman, sürüye benzer. Bu sürüde çıkarlar çatışır, amaçlar çelişir, her çeşit kötülük yaşanır, bu sürü kötüleştiğinde insanlar birbirlerini yer ve insan yok olur. Böyle olunca da iyiliğin kötülükle dengeyi sağlaması ve ona karşı direnmesi zorunludur, işte dinin toplumdaki görevi de budur.

YOLA DÜŞÜNCE / DEMET TEZCAN

Herkes kendi hikayesi ile döner, algısına, bakış açısına, durduğu yere göre anlayabildiği ve anlamlandırabildiğince. Kimi herkes niye kendisi gibi giyinmiyor diye yadırgar, kimi namaz kılma şeklini, yeme içme adabını. Herkes aynı kültür ve medeniyetten gelmişcesine bir tekdüzelik beklentisi vardır. Bunun olmayışı da hep yanlışı karşı tarafta aramaktan kaynaklanır. En doğru bizim doğrumuzdur ne de olsa. Kutsal topraklara ziyaretler tekrarlandıkça ve her seferde yeni yeni insanlar, kültürlerle karşılaştıkça da eleştiri yerini anlayışa bırakır. (Umre notları)

Savaşta alınmayan değerler, barış ortamında daha kolay alınıyor.

Kadınların kesinlikle yüksek öğrenimini yapması gerekliliğini vurguluyorlar. Savaş ortamında eşler, babalar ya savaşta ya zindanda olduğu için aileyi olduğu gibi toplumu da çekip çevirmek kadına düşüyor. ( Filistin notları=

TEVHİDİ VAROLUŞ / RAMAZAN KAYAN

Bu çağın hastalığı sorumsuzluk, umursamazlık ve boş vermişlik... İlkeli bir yaşamdan kopan insanlar ilkelleşiyorlar.

Müslüman canının istediği gibi değil Allah'ın istediği gibi yaşayandır. Mümin her işte Allah'ı hesaba katandır.

Kulluk kalitemizin göstergesi namazdır.

Yeryüzünün efendisi olması gereken insan, maddenin kölesi durumunda.

Biz Müslümanlar İslami yaşantımızı sorgularken genelde 'unutulan sünnetler' daha fazla gündemimizi teşkil eder. Ancak çoktandır hayatımızdan çekilmeye yüz tutmuş farzların farkında bile olmayız.

Dini ne olduğundan kolay, ne de olduğundan zor göstermeye hakkımız yok. Her konu ve kavram İslam'ın bütünlüğü içinde ancak yerli yerine oturur.

Kişinin kendisinin 'iyi bir Müslüman' olması yeterli değil. İyinin aktif ve yetkin olması şarttır.

Akıl emniyetine vurulan en büyük darbe, genç dimağlar üzerindeki ideolojik girişimleri toplum mühendisleri tarafından kesintisiz ve sistematik bir şekilde icra edilmektedir.

Müslüman olmak bir yerde kolay, zor olan Müslüman kalmaktır. Daha da zoru ise Müslüman olarak ölebilmektir.

HZ. SARA VE HZ. HACER / ADEM KARATAŞ

Akla güvenip ruhu göremeyen, ruha bağlanıp aklı bulamayan, zahitliğe dalıp dünyayı sömürgecilere bırakan, dünya hayatını amaç edinip ebediyete boş veren, insanın iradesini ve gücünü tanrılaştırıp Allah'ı insanların işinden ve dünyasından uzaklaştıran, insana hiç güvenmeyip gücünü hiçe sayarak her şeyi oturup Allah'tan bekleyen, idealizm karanlıkları içinde el yordamıyla ilerlemeye çalışan sözde bilim adamlarına, sözde abid ve zahidlere, sözde filozoflara gerçeği asırlar önce öğreten işte bu Habeşli siyah cariyedir.

İmtihan kişiyi teoriden pratiğe geçirerek kemale erdirmektedir. Allah'ın insanları belalar aracılığı ile imtihan etmesi demek, bunların aracılığı ile istediği kimseyi layık olduğu makama eriştirmesi demektir.

Şeytan, yerine göre insan, yerine göre totem, yerine göre saptırıcı bir 'izm', yerine göre batıl bir ideoloji, yerine göre Firavun'un, Nemrud'un çizgisini sürdüren sapık yönetimlerdir.
Şeytan insanla Allah arasına girip, insanı Allah'a doğru yürüyüşünden alıkoyan her şeydir.

GENÇLİĞİN SORUNLARI / RAMAZAN EL BUTİ

Bir genç içinde bulunduğu toplumun halini aksettiren çok hassas bir levha olmaktadır. Toplum iyi ise, o da iyidir, toplum kötüyse o da kötüdür.

İlaç, kendisini kullanacak bir kimse bulamazsa, hastalığın geleceği yeri sağlamlaştırmak ve onu eldeki bütün savunma araçlarıyla donatmaktan başka çare yoktur.

Aydınlar ve eğiticiler onların kötü haline ve durumlarının düzeltilmesiyle meşgul olmanın zaruretine dikkatleri çektiler durdular. Ancak araştırmaları faydasızdı, şifa vermiyordu. Çünkü hasta olan gençliğin kendisi değildi. Gençler sadece bir başka hastalığın görüntüsünü aksettiriyorlardı.

ZÜGÜDAR / MUSTAFA MİYASOĞLU

Polygot çıkmazının en belirgin olduğu alan, özellikle sosyal kültür alanları. Çok dil öğrenmekten, bir dilde derinleşmenin ve kültürel meseleleri derinliğine öğrenmenin önemini bir türlü kavrayamamış bir ortam.

Kültür belki de her şeyden fazla konfor istiyor. Ekmek gibi, su gibi, ev gibi, iş gibi temel ihtiyaçlarını halledememiş bir toplumda, bunca çok ve çeşitli dil neye yarar, anlaşmazlığı artırmaktan başka? Öyle ki bir hademenin,sıradan bir büro memurunun dört dil bilmesinin o dilleri ekmeğe ve suya çeviremedikten sonra ne faydası olur diye sormadan edemiyorsunuz.

...aydın bir yabancı dil bilmeli, ama kendi dilinin inceliklerinden fazla değil.

Maalesef her çevreden insan, yetişme çağındaki çocuklarına dilimizi iyi öğrenme zevkini aşılamak yerine mümkün olduğu kadar erken yaşlarda yabancı dile yöneltiyor artık. Pek çok öğrenci Türkçe kavramları öğrenmeden yabancı dillerdeki karşılığını öğreniyor ve bunun dilimizde olmadığını sanıyor. Bu hal giderek öylesine saçmalama yarışına döndü ki, üniversitede "Türkçe eğitim"i Orta Çağa dönmek gibi algılayanlarla birlikte tam bir gönüllü kültür sömürgesi olduk. Halbuki Orta Çağda yabancı dille medrese veya manastır eğitimi yapılıyordu.

Gazeteciler arasında şöyle bir söz vardır. Bir ülkede bir kalırsanız bir kitap yazarsınız, ama bir yıl kalırsanız hiçbir şey yazamazsınız, çünkü o ülkenin pek çok şeyine alışır, yazmaya değer bir şey bulamazsınız.

Dış işleri görevlilerine eleştirilerin en sertini, eski bir milletvekili olan Ömer Öztürkmen şöyle ortaya koymuştu: "Türkiye'yi tanıtma işini, Türk dış işlerinin bugünkü kadroları yerine yabancı ve hatta çok uluslu şirketlere versek daha iyi sonuç alırız. 

İngiliz Müslüman, Hindli Müslümanların öncülüğünde faaliyet yapan Tebliğ cemaatinin tavırlarına bir türlü intibak edemiyordu. Çünkü bulundukları her bölgeyi sahabe hayatını yaşayacağız diye bir çeşit piknik yerine çeviriyorlardı. Müslüman olmanın bir parçası da her türlü medeni ve sıhhi şartları bir yana bırakmakmış gibi...

Konuştukça ve kareketlerine baktıkça, bu genç İngiliz Müslümanın hidayetten doğan sevincini olduğu kadar, batılı alışkanlıklarıyla belli standartları bulamamanın doğurduğu sıkıntıyı da seziyordum. Anlamadığım tek şey, bu cemaat liderlerinin teknolojik medeniyetin imkanlarından insanları uzaklaştırmak isteyip istemediği idi. Çünkü Batı'da biraz da bu medeniyetten bunalan insanlar ya uyuşturucuya yahut da Katmandu Yollarından Zen Budizmi'ne veya Allah hidayet vermişse mistik tecrübelerle İslam'a yöneliyorlardı. 

KUR'AN VE ÇAĞIMIZ / M.AYDIN,A.YILDIZ,W.CHITTICK, R.GARAUDY

İslam dilinin önündeki engellerden birisi de kelime sığlığıdır. Müslümanlar dili kullanırken Kur'an'da aynı şey için kullanılan pek çok kelimeyi tek sözel kavrama indirgemektedirler. Mesela Kur'an'da inananlar için mümin, muttaki, muhsin, mukarreb, salih gibi düzineyi aşkın niteleyici kelime kullanılmaktadır. ama genel olarak müslümanlara göre inanmayanlara karşılık Allah'a, peygambere ve ahirete inanan bir mümin vardır. Halbuki bir mümin sıfatı olarak salih ve muhsinin farklı ama tamamlayıcı bir tarafı, yönü vardır.

Dini dilin mantıksal ve kurgusallığına karşın din dili sembolik bir dildir. (Mustafa Aydın)

Dışarıdan gözlemleyen biri olarak bana öyle gözüküyor ki Müslüman entelektüellerin birçoğunun düşüncesi İslam'ın prensipleri ve anlayışı tarafından değil, dilin yapısında ve lisede öğrenilip daha sonra üniversite eğitimi ile pekiştirilen düşünme alışkanlıkları tarafından belirlenmektedir. Böyle insanlar bir Müslüman gibi davranmalarına karşın bir doktor, bir mühendis, sosyolog ve siyaset bilimci gibi düşünürler.

Pek çok Müslüman modernitenin tanrılarına inanmakla ve aynı zamanda Kur'an ve Sünnet'in otorite oluşuna inanmak arasında bir çelişki görmemektedir. Bunun için Müslümanların 13 yüzyıllık İslam entelektüel tarihini görmezlikten gelmesi gerekmektedir ve sanki kimsenin Kur'an ve Sünneti anlamak için ve tefsir etmek için geçmişteki büyük düşünürlere ihtiyacı yokmuş gibi davranıyorlar. ...Eğer bir şeyi Einstein söylerse o doğru olmalıdır, fakat Gazali ve Molla sadra söylerse o bilimsel değildir, yani yanlış olandır.

Sonuç olarak, modern İslam'ın en temel probleminin Müslümanların gelenekteki ismiyle birleşik cehalet mürekkeb cehl içinde olmalarıdır. Cehalet bilmemektir. Birleşik cehalet ise bilmediğini bilmemektir. Birçok Müslüman İslami geleneğin ne olduğunu, Müslümanca nasıl düşünüleceğini ve ne bilmediklerini bilmiyorlar. (William C. Chittick)

İnsanlık tarihi hırsın, tüketiciliğin, dünyaya tapınmanın, bozgunculuk ve kan dökücülüğün böylesine sistemli, böylesine organize ve tahripkar boyutlara ulaşmasına, ancak Batı tipi sömürgeciliğin ortaya çıkışıyla tanık olacaktır. Endüstri devrimi ise yeryüzünün en ücra köşelerine kadar etkilerini gösterecek bir kirlenmenin yani evrensel fesadın motoru olacaktı. (Abdullah Yıldız)

Eğer işe cezalarla başlanırsa, en ağır darbeyi yine fakirler alır. Eğer elleri kesilirse çalışma yoluyla toplumla bütünleşmeleri imkansız hale getirilmiş olacaktır. Bu aşağılama ve bu geri alınamaz ceza en yoksul olanları hırpalar ve 111. surenin söz ettiği servet yığıcıları eşitsizlik yoluyla toplumda bölünme yaratma icraatlarıyla baş başa bırakır.

Fransız Televizyonunun eğlence programı yapımcılarından biri  telerama'ya açıklıyor: "Ne kadar seviyesizleşirsek o kadar izleniyoruz, bu iş böyle. Televizyon izleyicisinin karşısına geçip ukalalık mı yapalım? Onların düşünce kabiliyeti yok ki?"

Geriye en hafifi kusuru çarpık bir kültür fikri aşılamak olan oyunlar kalıyor. Kültürün hafızayla, ilk dünya turunun tarihinden, ekvatorun uzunluğuna kadar ne olduğu hiç fark etmeyen bir şeyi hafızada tutmakla özdeşleştirilmesi bu oyunların en hafif kusurudur. (Roger Garaudy)

MAKALELER / CEVDET SAİD

Tarihin felsefenin önüne geçtiğini, felsefenin ve anlama yönteminin yaşanan sıkıntılar ve trajediler sayesinde son derece ağır bir tempo ile tekevvün ettiğini sıradan insanların felsefecilerden önce değişime uğradığını yada felsefecilerin toplumu yönlendirmediklerini, sadece toplumu geriden izleyip ona uyduklarını anlatmak istiyorum.

Sömürgeleşmeye, sömürülmeye müsait olmaktır asıl problem. Sorun başkasından değil,kişinin kendisinden kaynaklanmaktadır. ( Malik bin Nebi)

Demokrasi sömürgecilik yaratmıştır. Zira sömürgecilik medeniyet dağıtıcılığı ve insan hakları savunuculuğu görevi yapmaktadır. Ancak insan haklarını derken o sadece beyaz insanın haklarını savunur. Yani doğuştan malik olan ve ebediyete kadar malik kalacak olan insanın haklarını.

Zulmün nefse nispet edilmesi, çok ilgi çekici bir anlatım biçimiyle, Kur'an'da çok yaygın olarak kullanılmıştır.

Şu yaşadığımız apaçık belalar, felaketler, çekmek zorunda kaldığımız onca ziyanlar ve altında ezildiğimiz işkenceler, bunların hepsi iman cevherinde meydana gelen belirsizlikten, bulanıklıktan, karmaşıklıktan ve şaibeden kaynaklanmaktadır.

Kuşkusuz Arap dünyasına bilgi, bilim ve bilincin artırılması yönünde atılan her adım, modern yada eski savaş uçakları satın almaktan daha çok yararımızadır.

Biz ödevlerimizi gereği gibi yerine getirdiğimiz zaman, mutlaka haklarımızı bulacağız. Eğer bu haklar yeryüzünde bulunmazsa mutlaka gökten indirilecektir. (Malik bin Nebi)

Haklarını isteyip ödevini yerine getirmeyen kimseye kim hakkını verecektir?

peygamberler zengin,fakir, bilgili, bilgisiz her kesimden insana hitap ediyor, onlarla konuşabiliyorlardı. Felsefecilerse yalnızca kendilerine benzeyen az sayıda entelektüel ile iletişim kurabiliyorlardı. (Arnold Toynbee)

İnsanlar uzun süre birlikte yaşamaları ve hayata geçirmeleri durumunda ancak benimsedikleri kavramları içselleştirebilirler, kavramlar benliklerinde kökleşir, sağlamlaşır.


29 Ağustos 2015 Cumartesi

ACI ÇİKOLATA / CAROL OFF

Kutsal Roma İmparatoru Charles subaylarına kendisine nasıl hizmet ediyorlarsa, Yeni Dünya'da karşılaşacakları Kızılderilileri Hristiyanlaştırarak Tanrı'ya da öyle hizmet etmeleri talimatını verdi. Bu emir sayesinde yapılacak olan seferlere daha soylu bir amacın ışıltısı bahşedilmiş oldu. Kuşatmalar ne kadar vahşice olursa olsun, İspanyollar ve kralları Tanrı adına öldürdükleri ve fethettikleri düşüncesiyle  geceleri rahat uyuyabiliyorlardı.

Köle ticaretinin hareketli olduğu dört yüz yıldan fazla bir zaman boyunca tahminen on iki ila on beş milyon arasında Afrikalı çok kazançlı, iyi organize olmuş ve kilisenin onayladığı bu sistemde köle olarak rehin alındılar.

Avrupalıların sömürge halklarını en iyi nasıl idare edecekleri hakkında birçok teorileri vardı. Bu teorilerin hepsi de emperyalizmin bir cins ahlaki haçlı seferi olduğu inancını yansıtıyordu. İngilizler "Beyaz Adamın Üzerindeki Yük", Fransızlar "la mission civilisatrice-uygarlık misyonu" Almanlar "Kultur" diye itiraz kabul etmez biçimde yetkiler taslıyorlardı.

Dünya Bankası'nın ve IMF'nin bekleme odalarında arzı endam eden tüm ülkelere tek bir reçetesi vardı: Liberalizasyonun şok tedavisi! İflas eden ülkeler kendi tarım heyetlerini yok edecekler, endüstriye verdikleri her türlü sübvansiyonu kesecekler ve kendi ekonomik işleriyle ilgili olarak, sadece önemsiz birtakım rollerin haricinde her şeyden ellerini çekeceklerdi. Verilen direktifler tüm hükumet programlarının derhal ortadan kaldırılması, sosyal hizmetlerin dibine kadar kesilmesi, sağlık, eğitim ve kamu yatırımlarının asgariye indirilmesi konusunda ısrarlıydı.

Organik hareket, tarımsal ticareti zorlayan ve dünyanın her yerindeki çiftçileri yoksulluğa götüren (maliyetleri aşağı çekerek, karı yukarı çıkararak) pazarlama güçleriyle neredeyse tamamen bütünleşmiştir.

İSKENDER / ELİF ŞAFAK

Uzun hikaye diye bir şey yok. Bir anlatmak istediğimiz hikayeler var, bir de anlatmak istemediklerimiz.

Zamanında hayat dolu olan topraklar gün gelip terk edildiklerinde bir tür hüzün çöker coğrafyaya, havada dolanıp duran, bulduğu her çatlaktan içeri sızan bir keder bulutu asılı kalır. Belki de bu yüzden metruk mahallelerin sakinleri yaşadıkları yerlere benzer, ketum ve kapalı. Ne var ki bu yüzeyde görünen resimdir ve tıpkı yerküre gibi insanların da dışı nadiren içiyle aynı olur.

Bir oğlan çocuğundan erkek çıkarak iki şey vardır bu dünyada, unutma! Birincisi bir kadının aşkı, ikincisi de başka bir adamın nefreti.

Kadınlar ikiye ayrılır. Bariz biçimde karmaşık olanlar, karmaşık olduğu ilk bakışta anlaşılmayanlar.

Bütün erkeklerin arzuladığı tam da bu değil midir? Karmaşık olmayan bir kadın onları sorgulamayacak, dırdır etmeyecek, zıtlaşmayacak, eleştirmeyecek.

Gerçek dünya içinde gerçek insanlarla, toprağa bulanmış şekere benzermiş. Tadı güzel de olsa yenmeyecek türden.

İnsanlar hoş bir kadın gördüklerinde zamanla saçlarının ağaracağını yada cildinin sarkacağını düşünmüyorlardı, bunların olacağını bildikleri halde. Onun yerine seçili bir anın cazibesini alıp zihinlerinde ebedileştiriyorlardı.

Evli kalmayı başaran, ama gerçekten başaran bu kadar az insan varken, ne diye herkes evleniyordu.

AÇIK KİTAP / NEŞE KUTLUTAŞ

Yalnızlaşan insanın bünyesine yerleşen ilk mikrop bunalım olmaktadır. Bunalım anahtar bir kavramdır. Modernliğin insan teki üzerindeki tesirini mümkün kılmaya yarayan en önemli kavram.

Globalleşen modern dünyanın en belirgin özelliği "hız ve acelecilik"tir. Her şey sanki büyük bir tufan kopacakmış da biz tufandan önce ne yapabilirsek yanımıza kar kalacakmış gibi anlamsız bir hız ve telaş içinde gerçekleşiyor. Hızlı beslenme, hızlı erişim ve iletişim, hızlı ulaşım, hızlı arabalar, hızlı sporcular, hızlı hızlı... Allah'ın resulü mescide giderken dahi insanları hızlı gitmekten men eden hadisini hatırlayın lütfen.

Lütfen artık başörtüsü mağduru söylemini literatürümüzden bir daha girmeyecek şekilde silip atın. Ve içinde her türlü acziyeti barındıran bu hakikaten zavallı tanımlamadan yakanızı kurtarın. Müslüman bir insanın asıl varoluş hali her halükarda Allah'ın emirlerine riayet ederek yaşamak değil midir? Şayet tercihinizi Allah'ın emirlerinden yana yaptıysanız sizi kim ve nelerden mağdur ediyor olabilir?


SİYAH SÜT / ELİF ŞAFAK

Peki ama hayatın genişliğini neden hep evin dışında arıyoruz? Arıyorum? Neden munis ve evcimen olunca hayatın dar, dışa dönük ve kaotik olunca da geniş olduğunu sanıyorum hep?

28 Ağustos 2015 Cuma

LATİN AMERİKA'NIN KESİK DAMARLARI / EDUARDO GALEANO

Bugün bütün dünyanın gözünde Amerika demek ABD demektir. Bizler ne idüğü pek belirli olmayan ikinci sınıf bir Amerika'da oturmaktayız.

Adsız bir kara mizah ustası, Bolivya'nın başkenti La Paz'da bir duvara şu sözleri yazmıştı: "Yoksullukla savaşmak isteyen herkes bir dilenci öldürsün, bu iş tamamdır!" Ne yapmayı mı tasarlıyor Malthus'un mirasçıları? Gayet basit: Müstakbel dilencileri daha doğmadan öldürmeyi!

...yoksulların beyni normal bir beynin ancak dörtte üçü kadar çalışmaktadır.

Kendi sınırları içindeki nüfus patlamasından katiyen endişe duymayan ABD, aile planlamasını dünyanın dört bir bucağında uygulatmak için cansiperane bir şekilde çabalamaktadır. ...Latin Amerika'da gerillaları dağlarda ve sokaklarda değil de rahimlerde öldürmek hem daha temiz, hem de daha kolay oluyor.

Bakışlarını geriye çevirmiş bir peygamberdir tarih. Olmuş olandan hareketle ve olmuş olana karşıt olarak gelecek olanı haber verir.

Aztek Uygarlığının başkenti Tenochtitlan o çağda Madrid'den beş kat daha büyük ve İspanya'nın en önemli kenti olan Sevilla'dan iki kat daha kalabalıktı.

Meksika valisi, yerlilerin "ruhundaki kötülük"le savaşmanın tek yolunun onları madenlerde çalıştırmak olduğuna inanıyordu. Hümanist Juan Gines de Sepulveda ise yerlilerin bu davranışları hak ettiğini, çünkü günahları ve putperestlikleriyle Tanrı'yı öfkelendirdiklerini ileri sürüyordu.

Yerlilerin tipik giysileriyle fotoğrafını çekmeye bayılan turistler bu giysilerin kendilerine 18.yüzyıl sonunda II. Carlos'un zoruyla giydirildiğini bilmezler. İspanyolların yerli kadınları giymeye zorladığı elbiseler, Endülüs, Extremadura ve Bask köylülerinin yerel giysilerinden alınmıştır.

Yerlilerin üzerine helikopterlerden ve uçaklardan ateş açıldığını, çiçek hastalığı virüslerinin kendilerine aşılandığını, köylerinin dinamitlendiğini, tuzlarına arsenik karıştırıldığını biliyoruz.

Mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerekir.

Varlığını tek bir ürüne bağlamak, bir ulusun intiharıdır. (Jose Marti)

Küba hammadde üreten bir fabrika olmaya devam ediyor. Şeker ihraç edip şekerleme ithal ediyor.

Kölelerin bir kısmı topluca intihar ediyordu. Kölelerin efendilerine boyun eğmemek için bulabildikleri tek yoldu. İntihar ederek Afrika'da yeniden dünyaya geleceklerine inanıyorlardı. Efendiler cesetleri kesip biçiyor, dirilenlerin sakat olacağı inancını yayarak intiharları engelliyorlardı.

Kamyon ve el arabası kullanılmaz bu yörede. Kahveyi yerlilerin sırtında taşımak daha ucuza gelir.

Toplumsal trajedinin göstergesi yalnızca işlenen suçlar değildir. İstatistiklere göre Kolombiya'da cinayet oranı ABD'dekinin yedi katı. Ama yine istatistiklere göre, çalışma çağındaki Kolombiyalıların dörtte birinin sabit bir işi yok.

1912'de Başkan William H. Taft "Yıldızlı ve çizgili bayrağımızın birbirinden eşit uzaklıktaki üç noktada Kuzey Kutbu, Panama Kanalı ve Güney Kutbunda dalgalanacağı gün yakındır. Irkımızın üstünlüğü gereği manevi anlamda zaten bizim olan bütün yarım küre gerçekten bizim olacaktır."

Madencilerin hepsi çalışırken koka yaprağı ve kül çiğniyordu. Bu da katliamın bir parçasıydı. Bilindiği gibi koka açlığı ve yorgunluğu unutturarak organizmanın ayakta kalabilmesi için gerekli olan doğal tepkileri yok eder.

Brezilya'dan ve Venezuela'dan aldığı demir, ABD'ye kendi topraklarında çıkarılan demirden daha ucuza gelir. Fakat yabancı ülkelerdeki demir madenlerine ne pahasına olursa olsun el koyma arzusunun temel nedeni bu değildir. Sınırları dışındaki demir madenlerini ele geçirmek, ticaretten çok ulusal güvenlik amacını güder.

Grevleri yasaklanmak, sendika ve partileri feshetmek, tutuklamak, işkence etmek, öldürmek, şiddet yoluyla işçi ücretlerini düşürmek ve böylece yoksulların yoksulluğunu iyice artırarak enflasyonun önüne geçmek gerekliydi.

Fakat en tehlikeli koşullar genellikle anlaşma metinlerinde yer almaz, gizli tutulan ek maddelerde belirtilir.

Latin Amerika üniversiteleri, sayıları az da olsa matematikçiler, mühendisler, programcılar yetiştiriyor. Bunlar da yurt dışına gitmedikleri sürece iş bulamıyorlar zaten. En iyi teknisyenlerimiz, bilim adamlarımız kuzeydeki yüksek ücretlerin ve araştırma olanaklarının çekiciliğine kapılarak göç ediyor ve biz buna göz yumuyoruz.

Venezuela'da savurganlık ekonomisi eskisi gibi işlemekte. Merkezde neonlarla ışıklandırılmış multimilyoner bir sınıf bulunuyor. 1976 yılında ithalat dörtte bir oranında arttı, bunun büyük bir kısmı piyasayı kaplayan lüks mallardı.Güç simgesi olarakmal fetişizmi, rekabet ve tüketim ilişkilerine indirgenmiş insan ilişkileri. Azgelişmişlik deryasının ortasında ayrıcalıklı azınlık, dünya yüzündeki zenginlerin arasında en zenginlerinin yaşama biçimini tavırlarını taklit ediyor. Venezuela milliyetçi hareket lideri Juan Pablo Perez Alfonso "Dikkat edin. Açlıktan ölündüğü gibi hazımsızlıktan da ölünebilir."uyarısında bulunuyor.

Köle taşıyan gemiler artık okyanusu geçmiyor. Şimdi köle tüccarları, işlemlerini Çalışma Bakanlığı aracılığıyla sürdürüyorlar. Ücretler Afrikalı kölelerin ücret düzeyinde fiyatlar ise Avrupalı tüketicinin fiyat düzeyinde.

Uruguay'da yakınını ele vermemek suçtur. Öğrenciler üniversiteye girerken "eğitim dışında herhangi bir etkinlikte bulunanları" ele vereceklerine yazılı olarak yemin ederler. Uruguay'da yüz bin polis ve askerin dışında yüz bin de muhbir bulunmaktadır.

Azgelişmişlik gelişmenin bir aşaması değil, bir sonucudur. Latin Amerika'nın azgelişmişliği başka ülkelerin gelişmesinden kaynaklanmıştır ve L.A. bu ülkelerin gelişmesinin devamını sağlamaktadır.

KİTLELER PSİKOLOJİSİ / GUSTAVE LE BON

Psikolojik kitle bir an için birbiriyle kaynaşmış, ayrı kültüre sahip unsurlardan toplanma geçici bir mahluk gibidir. Tıpkı canlı bir vücudun hücrelerinin bir araya gelerek bu hücrelerden her birinin sahip olduğu özelliklerden çok farklı özellikler kazanmış bir varlık oluşturmaları.

Kimyada olduğu gibi, bazı unsurlar, mesela alkaliler ve asitler yan yana getirilince, bunların ayrı ayrı sahip oldukları kimyevi özelliklerinden bambaşka özelliklere sahip olan yeni bir madde oluşturmak üzere birbirleriyle uyuştukları görülür.

Ferdi vasıfların müşterek vasıflar haline gelmesi keyfiyeti, kalabalıkların yüksek bir zeka isteyen işlerini niçin beceremediklerini bize gösterir. Seçkin ve muhtelif sahalarda ihtisas sahibi kimselerden kurulan bir meclis tarafından alınan genel önemi olan kararlar, bir ahmaklar topluluğunun vereceği kararlardan hissedilir derecede üstün değildir. Zira bu meclisler ancak herkesin sahip olduğu bu orta derece vasıfları birleştirebilir. Kitleler, zekayı değil, vasat şeyleri bir araya toplarlar.

Kitle içinde bulunan fert sadece çokluğun sayı fazlalılığının verdiği bir duyguyla tek başına olduğu vakit frenleyebileceği içgüdülerine kendisini terk etmek suretiyle bir kudret kazanır.

Zira kitlenin kafasındaki düşünceler kadar hiçbir şey alacalı ve değişken değildir. Bir gün önce alkışladığını bir gün sonra lanetlediği görülür.

Bir kitleye mensup olması yüzünden insan, uygarlık merdivenlerinden birçok basamak aşağı iner. Yalnız bulunduğu zaman terbiyeli, aydın biriyken kitle halinde içgüdüleriyle hareket eden bir mahluk, yani bir vahşettir.

İstediklerini çılgınca bir şiddetle elde etmeyi arzu eden kitleler, bunları uzun süre istemezler. Devamlı düşünme yetenekleri olmadığı gibi devamlı bir iradeye de sahip değildirler. Kitle sadece içgüdülerine tabi ve kararsız değildir. Vahşi bir insan gibi arzu ile arzusunun gerçekleşmesi arasında hiçbir engeli kabul etmez ve üstelik sayının çokluğu kendisine karşı konulmaz bir güç hissi verir. Kitle halinde bulunan bir fertte imkansızlık kavramı kaybolur.

Kitleyi teşkil eden fertlerin zihni seviyesinde üstünlük bu prensibi bozmaz. Cahil ve alim, bir kere kitle içinde bulununca olayları objektif olarak gözlemlemek bakımından aynı kabiliyet seviyesine inerler. Zihni bakımdan yüksek seviyede olmanın önemi yoktur.

Kitle kahramanlarının hislerinde de aynı aşırılığı görmek ister. Görünürdeki vasıf ve faziletleri her zaman şişirmeli ve büyütmelidir. ..Onların bir kimseye karşı sevgileri, onu beğenmeleri, az zamanda ona tapacak dereceye gelir ve henüz doğan küçük bir soğukluk bile derin bir kin haline gelebilir.

Birçok meşhur filozof ve bu arada Herbert Spencer öğretimin insanı ne daha ahlaklı, ne de daha bahtiyar kıldığını ve insanın içgüdülerini, ırsi ihtiraslarını değiştirmediğini, fena bir yön verilmesi halinde maarifin faydalı olmaktan ziyade tehlikeli olduğunu göstermiştir. İstatistikçiler maarifin umumileşmesi nispetinde cinayetlerin arttığını, cemiyetin en fena düşmanlarının anarşistlerin çoğunun mekteplerden birincilikle çıkan kimseler arasından toplandığını söyleyerek bu görüşü tasdik etmişlerdir.

Okul gençleri hayatlarını kazanmaya hazırlayacağı yerde, onların başarıya ulaşmak için en ufak bir şahsi gayrete lüzum olmayan devlet memurluklarına hazırlıyor. Sosyal tabakaların aşağısında talihinden memnun olmayan, her zaman isyana hazır proleter kitlelerini ortaya çıkarıyor. Bu tabakanın yukarısında ise avare, aynı zamanda şüpheci, safdil, koruyucu devlet hakkında derin bir itimat besleyen, bununla beraber onu aralıksız taşlayan, kendi hatalarını hükumete yükleyen ve onu suçlayan, hükumetin müdahalesi olmaksızın hiçbir şey yapma kabiliyeti bulunmayan burjuvazimiz vardır. Devlet birinci kısma dahil olanları beslemeye ve ikinci kısımları da kendisine düşman etmeye mecbur oluyor. Pratikte hiçbir işe yaramayan bilgiler kazanmak, insanı asi yapan en vasıtadır.

Kitlelerin cinayetleri genellikle kuvvetli bir telkinden sonra yaşanır ve bu cinayete iştirak etmiş olan fertler bir görevi yerine getirdiklerine inanırlar.

En iyi çikolatanın X marka olduğunu yüzlerce defa okuduğumuz vakit, bunun birçok defa söylendiğini düşünür ve nihayet okuduklarımızın bir gerçek olduğuna kanaat getiririz.

Bugünkü okuyucu için Homeros'un eseri büyük bir can sıkıntısı verir, fakat bunu söylemeye kim cesaret edebilir? Parthenon şimdiki halinde cazibeden oldukça mahrum bir harabedir. Fakat öyle bir nüfuza sahiptir ki, artık o daima tarihi hatıralarının debdebesiyle birlikte görünür. Nüfuzun bir özelliği de her şeyi hakikatte olduğu gibi görmekten insanı alıkoyması ve muhakemeyi felce uğratmasıdır.

Kitleler ve fertler çoğu zaman hazır düşüncelere muhtaçtırlar. Bu düşüncelerin beğenilip kabul edilmesi onlardaki gerçek veya batıl payı ile ilgili değildir. Bu başarı onların nüfuzunda gizlidir.

...bunların onda dokuzu zamanlarını, emeklerini, ömürlerini, en fazla verimli olabilecek, etkili, kararlı senelerini kaybetmişlerdir. Önce imtihanlara girenlerin -sınıftan dönenlerin- demek istiyorum yarısı yahut üçte ikisini hesap ediniz, sonra sınıf geçenleri, diploma alanları ve bunların arasında da yarısı yahut üçte ikisini yani kafaları yorgun olanları hesaplayınız. Filan gün filan sandalye üzerinde yahut bir yazı tahtasının önünde iki saat içinde bir ilim heyeti huzurunda bütün insanlığın bilgilerini ondan istemek ne demek? Bu gençler o gün iki saat esnasında böyle yahut buna yakın bir isteğe cevap vermişlerdir, fakat biraz sonra artık bunlar o gençler değildirler. Ortaya bir yetişmiş insan çıkmıştır, ama bu insan bitmiştir de. Bu insan bir işe yerleşir, evlenir ve bir çember içinde biteviye dönmeye razı olur, vazifesinin başına geçer ve dürüst bir halde çalışır, işte o kadar, işte ortalama hasılat budur, gelir gideri karşılamaz.

Demokrasi, sosyalizm, eşitlik, hürriyet gibi ki manaları ciltlerce kitabın izah edemeyeceği derecede belirsizdir. Bununla beraber bütün meseleleri hallediyorlarmış gibi bu kelimelerin hecelerinde gerçekten sihirli bir güç vardır.




ESİR ŞEHRİN İNSANLARI / KEMAL TAHİR

Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri Sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzelliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk'ün bağlanacağı inanç, Allah korkusundan değil Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Türk'e mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk tasavvufu şamanlıkla İslamlığın karışımıdır.

Dünyada insanoğlu ne kadar rahatlayabilirdi...Çünkü aslında kendimizi acılara gene kendimiz sürüyoruz. Akıl her zaman doğru çalışmıyor, çeşitli hırslar, isteklerde yanılmaları kolaylaştırıyor. En kötüsü kendi kendimizle çoğu zaman çelişmeli yaşadığımız halde başka bir insanla birlik kurmaya, duygularımızı birbiriyle hiç ayrıntısız eşleştirmeye çabalıyoruz. Aslında gerçekten rahatlamaz, avunur ademoğlu. Belki de avunmamız bile kendi sanımızdır. En iyi avuntu da dünyadan vazgeçtiğimize, hırsları zincirlediğimize kendimizi inandırmak.

Affetmenin hiçbir faydası yok mu?
Var, ömründe bir kere suç işlemiş olanlara. Bunlar zaten suçu o anda işlememiş olsalar, hayatlarının sonuna kadar burayı hiç görmeyeceklerdi. Af vermek böylelerini topluma kazandırıyor. Eğer af verilmezse bunların çoğu mahvedilmiş olur.

Bir milletin kadınları, erkeklerle aynı safta dövüşe girerlerse o milleti yenmek hiç mümkün mü? En ilkel insan topluluklarında bu böyle iken, zamanla nasıl unutulmuş? Hep erkek budalalığı! Hangi memlekette, erkekler, kadın yardımını küçük görmüşlerse, o memleket mahvolmuştur.

27 Ağustos 2015 Perşembe

SODOM ve GOMORE / YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

Aşk her şeyden evvel hissi bir alışkanlıktır. Gözlerimiz belli bir güzelin yüzüne alışır, muhayyilemiz belli bir hava içinde sarılı kalır, kalbimiz yalnız bir sesin bir ismin tiryakisi olur ve işte, bunu değiştirmek zorunluğu baş gösterince insan kendisini çırılçıplak soyulup evinden sokağa atılmış, kimsesiz, avare yaşamaya mahkum olmuş hisseder.

...bundan sonra Türklerle iyi geçinmek siyasetine eğilmemizi emrediyor. Lakin bu demek değildir ki, Türklere samimi bir sevgiyle bağlandım. Hayır, aziz anneciğim böyle bir propagandaya hiçbir iyi İngiliz'in kalbi uymaz. Aslan veya kaplan cinsinden bir yırtıcı mahluku kırbaçla, sopayla, demirle zapt edemediğimiz ve yatıştıramadığımız yerde, bilgili okşamalarla büyülememizin imkanı vardır.

Sami Bey, Tanzimat devrinin meydana attığı o biçim alafranga Türklerdendir ki, Türkten başka her milletin gücüne inanırlar ve Türklere ait meselelerin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceği fikrindedirler.

Nişantaşı'nın ve Şişli'nin çoğu şuh ve genç kadınları hanım ninelerin bol ve siyah çarşafları içinde yüzleri kalın peçelerle örtülü sarılmış, bohçalanmış birer gümrükten eşya haline giriverdiler. Bu kadınlar da mukaddes vatan kapısının anahtarlarıyla bir oyuncak gibi oynayan ve namuslarını yok pahasına yabancılara satan birtakım beyinsiz mahluklardır.

BENİM ADIM KIRMIZI / ORHAN PAMUK

Allah alemi önce görülsün diye yarattı. Sonra da gördüğümüzü birbirimizle paylaşalım, konuşalım diye kelimeleri verdi bize ama biz kelimelerden hikayeler yaptık da nakşı bu hikayeler için yapılır sandık. Oysa nakış doğrudan Allah'ın hatıralarını aramak, alemi onun gördüğü gibi görmektir.

Körlük, şeytanın ve suçun giremeyeceği bir mutlu alemdir.

Üstat nakkaş Mirek'e göre, körlük bir bela değil, bütün hayatını onun güzelliğine adayan nakkaşa Allah'ın vereceği son mutluluktur. Çünkü nakış, Allah'ın alemi nasıl gördüğünü nakkaşın aramasıdır ve bu eşsiz görüntü, ancak yoğun bir çalışma hayatından sonra gözler yorulup, nakkaş iyice yıprandığında ulaşılan körlükten sonra hatırlanarak olur. Demek ki, Allah'ın alemi nasıl gördüğü bir tek kör nakkaşların hafızalarından anlaşılır.

Kendi sefil çıkarlarımız, alev alev yanan şehvet duygularımız ve bizi kırık kalpli bir adama çeviren aşkımız için yapmaya hazırlandığımız berbat işleri fırsat çıkarsa daha yüce bir amaç için yapabilmek isteriz ya hep...

Evlenmeden önce alevlenen aşk yangını evlilikle söner ve geriye boş ve kederli bir yangın yeri kalır. Buna rağmen bazı aceleci budalalar evlenmeden önce aşık olup yana yana bütün aşkı tüketirler. Niye? Çünkü hayatta en büyük amacı aşk sanırlar.

Kitaplar insanın mutsuzluğuna teselli sandığımız bir derinlik katar yalnızca.

Aşk mı insanı budala yapıyor, yoksa yalnızca budalalar mı aşık oluyor?Yıllardır, bohçacılık, çöpçatanlık yapıyorum, bunun cevabını bilemiyorum.

Nakış ve sanatta hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan eğer, sakın onu mesleğin olarak görme. Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı başka yerlerde ara ki, hüner ve emeğinin karşılığını alamayınca sanata küsmeyesin.

MED CEZİR / ELİF ŞAFAK

Sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. en sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir, uçar. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran.

Bir kelimenin biri "öz Türkçe" diğeri "Osmanlıca" iki karşılığı varsa, hangi ideolojik  kamptan olduğumuza göre ya birini seviyoruz, ya berikini. "Gerçek" kelimesini seçenler, "hakikat"i tedavülden kaldırma derdinde, "hakikat"çiler ise "gerçek"ten kurtulma peşinde.

Son zamanların yükselen dalgası bu en -kahraman- demokratik -aşure-çeşitlilik söyleminden en çok zarar görecek aidiyetlerden biri de Türklük. Mevcut kategorik yapılanmalar içinde eşikte sıkışmış bir hali var bu kimliğin. Batılıların gözünde yeterince Doğulu değil. Doğuluların gözünde ise asla onlardan değil.

Kimlik dönüşümü hırçın bir usturayla bileyliyor insanları. En keskin fanatikler, değişim geçirenlerden çıkıyor nedense. Sonradan dindar kesilenlerin katılığından, hırçınlığından geçilmiyor, bir dinden diğer bir dine dönenler ise sadece gemilerini değil, o gemide kalanları da yakmaya hazır görünüyor. En çok tövbekarların arınmışlığı ürkütüyor beni. Onlar eski hallerini hatırlatabilecek hiçbir şeye tahammülleri yok.

Evladının hatırına aldatılmaya, emeklilik günlerinde yalnız kalmamanın hatırına evliliğin gidişatına, elbet bir gün muhakkak gelecek olan bir geleceğin hatırına bugünün eziyetlerine katlanmak.

Kimse yeterince ince değil, kilo vermenin nerede duracağı belirsiz. Kadınlar bu dünyadaki değerlerinin dış görünüşlerine bağlı olduğuna inandırılmış bir kere. Mesele artık başkalarının ne düşündüğü dahi değil. Biziz kendimizin en acımasız hasmı.

Protokol: Ne diplomasinin kodları, ne kültürel nezaket ne de sanıldığı gibi adabı muaşeret. Gülmeye getirilen sınırlamadır protokol.

Türkiye'yi çok seven kadınlar bunlar ve Batılıların da sevmesini isteyen. Türkiye'nin tanıtımı uğruna yurt içindeyken her sene 23 Nisan'da çocukları ağırlayan, yurt dışındayken akla ziyan etkinliklere imza atan, kermesler düzenleyen, iyi bir izlenim bırakabilmek uğruna canla başla, katıksız bir samimiyet ve naiflikle karışık bir cehaletle didinen kadınlar bunlar. Türkler ile Araplar arasındaki farklılıkları her fırsatta dile getirmeyi seven, benzerlikleri ise zinhar görmeye tahammül edemeyen, hem Müslüman hem de laik, hem çağdaş hem de yeri gelince folklorik olabilen, Mevlana'yı yere göğe sığdıramayan ve laik, hümanist, ünlü Türk büyüğü olarak algılayan... memleketlerinin imajına zeval gelse üzülen, üzüntülerinde samimi olan kadınlar.

Üç kadim tek tanrılı dinin tarihi, isimlendirmeler tarihi aynı zamanda. Yahudilik, isimlerin tılsımının bilincindeydi hep. Ölüm döşeğinde yatan bir hastanın ismini bu yüzden değiştirdi hahamlar, hastalık öteki isme yapışsın kalsın ve bu yeni isimle (Hayyim) birlikte hasta canlansın. Keza Müslümanlık da bilincindeydi isimlerin tılsımının. Bu yüzden doğan her bebeğin kulağına üfledi ismini. Ve Hristiyanlık...Doğan her gün, bir azizin, daha doğrusu bir azizin isminin günüdür Hristiyan aleminde.

"Her insan başkaları olmak ister, başkaları da o olsun ister." der Ortega y Gasset

ARILAR ÜLKESİ / ALİ NAR

İlk yapılacak değişiklikler, bir yaprak üzerine yılan diliyle yazılmıştı: "arıların dili değiştirilecek, tıpkı tarihçeleri gibi. Ama adına 'arı dili' denilecek yine. Bu arı diline yılan, akrep ve karınca dilinden sözcükler karıştırarak olacak.

Bütün gaye Arılar adasına hakim olmak olduğuna göre, tüm arı törelerinin değiştirilmesi esastır. Mesela kovan biçimleri değişmeli. Yuvarlak kovan yerine köşeli yapılmalı. Arılar da yılan rengine boyanmalı. Ama tabii ilk önce tüm yılanlar eski derilerine arı tüyü yapıştırarak kendilerini 'Grand Arı' diye tanıtmalı. Arıların atası...

Tüm arılarda birbirine endişeli bakışlar başladı: "Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?"gibi. Ama hiç kimse cesaret edip soru bile soramıyordu bir diğerine. Çünkü ya çağdaş ve de devrimsel anlatıma yetememekle itham edilme yada yeni yönetime güvensizlik ve uyumsuzlukla suçlanma kuşkusu vardı.

Yılanlar dillerini bozmuş, 'Arı dil' adını vermiş ama yılan dili konuşuyorlardı genç arılarla. Tecrübeli arılar maksatlarını ve planlarını zor anlatabiliyorlardı. Genç arılar da arı yazısının değişmesi nedeniyle eski notları çözemiyorlardı. Zaten bir plan kuramayışları da bu arı töresinin bozulmasındandı ya...

ASA İLE SOHBETLER / TEVFİK EL HAKİM

Tarihin başka ne işi var? Onun tek görevi hatırlatmaktır. Ben tarihi büyük bir koltukta oturmuş, sigarasını içerek insanları ve olayları tekrar tekrar yanına çağıran genel bir memur gibi düşünüyorum.

Asa dedi ki: Yıllar ay gibi gelip geçiyor. Sanki dünya hızını artırdı. Ben cevap verdim. Ne dünya hızını artırdı, ne de yılın süresi değişti. Asıl hızlanan bizim düşüncelerimiz ve arzularımızdır.

Öyleyse yarının insanlarına yazık! Araçların temel unsurlardan soyutladığı insanın ne değeri olabilir? Böyle giderse insan kendisinin yerine aletlerin gördüğü, işittiği, düşündüğü pasif bir varlık haline gelecek, aletler insan özellikleri taşırken insanlar da alet ruhuna sahip olacaklar.

Asa dedi ki: Dikkat ettin mi bir insan düşüncenin basamaklarına tırmanmaya başladığında olaylar ve diğer insanlar ona basit görünür.
Ben dedim ki: Bu doğru. Sadece fikri sahada değil her türlü gelişme ve yükselmede geçerlidir. Bu bir kimse piramitin zirvesine çıkarsa insanlar ona karınca, evler sanki küçük kulübeler, arabalar ise çocukların oyuncakları gibi görünür.
Asa dedi ki: Altının değerinden sarrafın anlaması gibi, olgun insan değerli şeyin ne olduğunu bilir.

Asa dedi ki: Duydun mu? Kahire'nin en meşhur meydanındaki kütüphane meyhaneye dönüştü. Üstelik sahibi de değişmedi. Ona durum sorulduğunda "İnsanlar zihinlerden süzülenleri değil, limondan ve üzümden süzüleni istiyorlar! karşılığını verdi.

...büyük masraflarla yüksek öğretim kurumları kurar, en seçkin gençlere bir süre sonra unutacakları bilgileri ezberletiriz. Oysa öğrenciler için kazanç, her zaman kendileriyle birlikte olacak olan araştırma melekesini kazanmaktır.

Asa dedi ki: Sence bugünkü Mısır'ın yaptığı görkemli binaların uzun yıllar yaşaması mümkün mü?
Ben dedim ki: Mümkün değil. Mısır'da şu anda hiçbir şey uzun yıllar yaşasın diye yapılmıyor. Çünkü içimizde geleceği biçimlendirme ve geleceğe hükmetme düşünceleri yoktur. Hayatımızda sürekli sabit kalan hiçbir değer yoktur. Dolayısıyla binalarımız da diğer işlerimiz gibi ölümü, yıkımı kolay olsun düşüncesiyle yapılmış gibidir. Fikirler değişken, plan ve programlar günlük, ideal düşünceler bir mevsimden fazla yaşamıyor.

Asa dedi ki: İşçilerin hayat seviyesinin yükselmesi için sadece ücretlerin artırılması  yeterli mi?
Ben dedim ki: Zannetmiyorum, bugünün rakamlarının öncekilerden yüksek olması bunun delilidir. Fakat yaşama seviyeleri bu oranda yükselmedi. Çünkü işçilerin büyük çoğunluğu paralarını sosyal seviyeyi yükseltmek için kullanmadı, günlük zevklerine göre harcadılar.

Ömrünü mal toplamaya hasreden ve sonuçta yığın yığın mallar meydana getiren bir adamın servetine bakalım. Bu servet oluşurken kişi, kendini yiyecek kurdu içinde büyütmeye başlar. Servet yığınları ani depremlerle yok olurlar. Dalında olgunlaşan bir meyveyi toplayan olmazsa bir kurtçuk onu düşürür ve yere düşen meyve de çürür...

BATININ İSLAMLA KAVGASI / ASAF HÜSEYİN

Hırisityanlık, ilk defa olmak üzere doğduğu topraklarda tehdit edildiğini hissetti haklı olarak. ...Müslüman olmak rahiplerin ve resmi kilisenin nüfuzunu tehdit ediyordu, dolayısıyla İslam'ın gelişi hiçbir şekilde dikkate alınmadı.

Haçlı Seferlerine iştirak edenler, sadece krallar, soylular, şövalyeler ve eğitim görmüş askerler değildi. bilakis askere alınan çoğunluk, rivayetlere göre suçlular, bulaşıcı hastalık taşıyanlar, günahkarlar, dinsizler, haydutlar, korsanlar, fahişelerden oluşuyordu. Böylesi bir güruh sadece fazlasıyla tahribat yapmakla kalmadı, Arap tarihçiler yamyamlık örneklerini de kaydetti.

...eğer zayıf noktaları üzerinde nasıl durulacağı bilinirse Arapların kolaylıkla "yönlendirilebileceği" tavsiyesinde bulunuyordu. Burton, eğer İngilizler bu insan sürülerini harekete geçirmeyi gerekli buluyorsa, bundan daha kolay bir şey olmayacağını da not ediyordu. "Onlara düzenli olarak para verin, iyi bir şekilde silahlandırın, sıkı bir şekilde çalıştırın ve hatta adaletle davranın, yapacakları başka bir şey olmayacaktır."

Bir taraftan milliyetçilik duygusunu canlandırmak, diğer taraftan da, değişik Müslüman ırklar arasında dini cemaat düşüncesini zayıflatmak için bu farklılıkları Oryantalistlerin başlıca derdi ya İslam'ın ödünç fikirler aldığını yada İslam öncesi Arap düşünce ve adetlerinden veya Musevilik yada Hristiyanlıktan köken alan bir sahtekarlık olduğunu kanıtlamaktı.

Misyonerlik faaliyetlerinin İslam ülkelerinde iki yönlü bir amacı var olageldi. Birincisi, Müslüman halkı Hristiyanlığa kazandırmaktı. Bu alanda pek fazla bir başarı sağlayamadılar. İkinci amaç eğer Müslümanlar Hıristiyanlaştırılamıyorsa o zaman onları sekülerleştirmek gerekiyordu. Bu yolla, Müslümanlar sömürgeci yayılmaya ve sömürüye yönelik bir tehlike oluşturmayacaklardı. Sekülerleştirmenin gerçekleştirilebilmesi için misyonerler eğitim görevini üstlendiler. Sadece Batı bilgisinin değil, batılaşmanın da ithal edilmesini sağlayacak bir dizi misyoner okulu açtılar. Batı medeniyeti izlenmesi gereken bir model olarak işlendi.

Batılı sosyal bilimciler için mesele "Batılı olmayan dünyanın nereye kadar modernize edildiği veya Batılılaştırılmış" olduğudur.

Asya, Afrika ve Ortadoğu üzerine sayısız çalışmalar yapıldı. Fakat Esad'ın da gözlemleidği gibi "Bunun hiçbir kıymeti yoktur, hakikatte hiçbir Avrupalı antropolog araştırdığı değersiz görülen kültüre şahsen gönül vermemiştir. (T. Asad)

Bazı Müslüman teorisyenler+, Müslüman toplumların sadece yabancı kültürel değer ve normların değil, fakat aynı zamanda komünizm-, sosyalizm, milliyetçilik ve demokrasi gibi pek çok Batılı ideolojinin de etkisi altında kaldığını öne sürmektedirler. Bu genç nesil arasında bir kimlik bunalımına yol açmıştı. Onların zihinlerinde rahatsızlık verici pek çok soru oluşmuştu: "Ben öncelikle bir demokrat veya bir komünist yada bir sosyalist veya bir milliyetçi ve ikinci olarak da bir Müslüman mıyım? Yoksa ben önce bir Müslüman mıyım?"

26 Ağustos 2015 Çarşamba

DİRENİŞ ÖYKÜLERİ / CİHAD ER RECBİ

Kim demiş vatanı sevmek için elle de içinde doğmak gerekir diye? Eğer gurbetin bizde farklı bir kimlik yarattığını zannediyorsan aptalsın sen! Çünkü biz içinde doğacağımız bir vatan bulamazsak içimizde doğururuz onu!

Filistin günleri kaplumbağa gibi yürür, eşyaya derinden bakar, mesafe ne kadar uzarsa uzasın ve zamanın çizgileri ne kadar değişirse değişsin mutlaka hedefine varacağını bilir.

İnan bana. Onların o küçük taşlarının böyle bir güce sahip olduğunu bilmezdim. Fakat asıl güç onların gözlerinde saklı. Tozlar korkutmuyor gözlerini.

Daima taktığı ve sahip olduğu en değerli şey olduğuna inandığı gerdanlığını çıkarıp küçük direnişçinin boynuna astı ve hüzünle baktı ona. Çocuk da Keti'nin gözlerinden kaçırdı. Yere doğru eğildi, küçük bir taş alıp ona verdi. Onun da en değerli hediyesi buydu işte.

Tarihi ancak güçlüler yazabilir, tek başlarına gölgede oturanlar ise o tarihi okurlar sadece.

Eğer vatan herhangi bir şeye benzeseydi, onun için ölmezdik.

Namaz müthiş bir şey! Dertlerini korkusuzca atabilmen, başını koyduğun yeri ıslatacak kadar ağlaman. Allah'ın nimetlerinin başka bir rengi bu. Sabra davet eder seni, gökyüzünü namazına ve niyazına uzantı olsun için, gözlerine gazabı ekmek için.

Bizden başka kim, karşılığında ihanet gördüğü bir sabırla düşmanına karşı koymuştur ki? Kim var ki bizden başka, hakikatin bedeninden çirkin vehimler dokuyarak onu tek başına ve sabırla koruyan?

KARALAMA DEFTERİ / NURULLAH ATAÇ

Roman okumayı sevmeyenlerden bir hayır gelmez demiyorum ama ben hoşlanmam onlardan. Kendilerinden çıkamaz, başlarından geçmemiş şeyleri geçmiş sayamaz, kendilerini başka kimsenin yerine koyamazlar. Bir tek yaşayışları vardır, ömürlerine bin bir kişinin yaşayışını sıkıştıramazlar. Her şeyi anlamaya çalışırlar. Her şeyi anlarlar da, kişioğlunun karşısında bir anlayışsızlıkları vardır.

Her budala, kendine hayran edecek daha bir budalayı bulur. (Boileau)

Yaşamak cömertliktedir: saatler, günler, aylar, yıllar geçiversin ne çıkar? Ölüm korkusu, ölüm düşüncesi bizi cimri ediyor: aman bu saat geçmesin!

Kin öfkenin durulmuşu, sindirilmişi değil midir?

Bir bakıma pinti de bilgedir: alacağı şeylerin geçici olduğunu bilir de almaz onları. Canımı pintinin parası gibi kullanmayalım, türlü tutkulardan esirgemeyelim. Kişiyi kişi eden yaşaması değil, tutkularıdır.

Okurların en çoğunun yüzde belki doksan beşinin aradığı yeni kitaplardır. Çünkü okurların çoğu, okudukları kitaplarda ille kendilerini, kendi zamanlarını görmek isterler.

Benim ölümümle bu dünyada sevdiğim ne varsa benim için ölmüş olacak. Şu güzel ağacı, bütün şu sevdiğim yüzleri bir daha göremeyeceğim.

Yüzlerce alana el uzatıp, yüzlerce konuyu biraz öğreneceğine bir tek alanda çalış, onun konularını derinleştir, daha iyi diyoruz. Birbirinden ayrı değildir o alanlar, birbirine bağlıdır o konular, birini hiç bilmezseniz, birinden hiç anlamazsanız ötekileri de gerektiğince kavrayamazsınız. Yalnız bir şeyi bilmekle yetinen onu da iyice bilemez. Gerçek bilgi birliktedir, bizim birbirinden ayrı konular sandığımız şeyleri birbirine bağlıyan birliği görmektedir.

KİMYA HATUN / SAİDE KUDS

Annem o kadar iyi bir kadındı ki, bana "Sevgili eşime bir kız çocuğu doğurduğum için son derece üzülmüştüm."diyememişti.  Benim o küçük yaşıma rağmen, erkek kardeşimin doğduğu gün annem ve babama gelen o sıcak tebriklerden, kendi varlığımın onun için ne kadar utanç verici olduğundan haberim olduğunu bilmiyordu. Fakat hiç üzülmüyorum. Hiç olmazsa bana yanlarında kalabilme fırsatını vermişlerdi.Zira buralarda zengin-fakir birçok aile, kızlarını büyütmeleri ve büyüttükten sonra da evlendirmeleri için para karşılığında bakıcıya veriyorlar.

Günler geçmek bilmiyordu, işte ilk kez o zaman anladım ki saat, zamanın ölçüsü değildir.

"Eğer doğru sözlü ve cesursan insan-ı kamil olmayı gerçekten arzuluyorsan insanların arasına karışmalısın, vahşi hayvanların arasında sen zaten insan-ı kamilsin! Doğrusu o ki, hakiki imtihan pek çetindir fakat gerçek olan da odur. Hakikat halkın rengine boyanmadan Hakk ile olmaktadır."

Nerede hatırlamıyorum ama bir yerde okumuştum, esir olduklarını bilmeyen insanların herkesi kendileri gibi gördüklerini. Zaten hepimiz tutsak olduğumuzun farkında olmadan tek bir yere tıkılarak esir hayatı yaşamıyor muyuz?

Aramızdaki şey bir mumdan yükselen ışık gibiydi. Hem gerçek, hem yalan! Lakin daha sonra mutluluğun mumda değil de onun yükselen ışıklarında olduğunu anladım. Görebildiğin kadarıyla yetinmen gereken bir şeydi. Mumun ışığını tutmaya çalışacak olursan mum sönecek, ışık gidecek ve elin yanacaktı. Varlık alemindeki mutluluk, mahiyetten daha fazla hissedilen ve hayalden daha çok aynileşen bir olguydu, benim ruhum ise bu iki arasında gidip gelen bir berzahı yaşıyordu.

Ama dünya ve dünya içindeki şeylerin, diğerine kavuşmayı bekleyenlerin değil, dileğine dört elle sarılan cesur ve yaratıcı insanların elinde olduğunu asla anlayamamıştı.


DELİ / REFİK HALİT KARAY

Özdemir: "Koltuklarım kabardı, bütün arkadaşlar gelip elimi sıktılar "kızkardeşinin vücudu enfes" dediler."
Maruf bey: (Hayretle) "Ya? Kızkardeşinin vücudu enfes dediler ha!"
Ayten. "Denizden çıkar çıkmaz İstanbul Müftüsü alnımdan öptü."
Maruf Bey: "Müftü Efendi alnından mı öptü? İyi ki Şeyhülislam Efendi de yanaklarından öpmemiş. Patrik Efendi de öptü mü?"
Ayten: "Amerikan Mektebi Müdürü Mister Tomson göğsüme nişan taktı."

Yeni Türk alfabesi, bu millet ile Avrupa milletleri arasında üç yüz senelik farkı bir nesillik hamlede ortadan kaldıracak mahiyettedir.

Bir inkılap şimşeğinin keskin ışığı altında Anadolu Türkü nihayet medeniyet şifresinin miftahını eline geçirdi, şimdiye kadar bön bön uzaktan bakıp şaştığı, zihnine sığdıramadığı ve kühnüne varamadığı irfan muamması artık bu tılsımlı anahtar sayesinde bütün çetinliğini kaybetmiştir. Medeniyet şimdi açılmaz bir kapı, aşılmaz bir uçurum, uçulmaz bir tepe, varılmaz bir ülke değildir. Eski elifbanın bukağılarından kurtulan ayaklarına taktığı bu kanatlı esatir çarıklarıyla irfan alemini içinden ve üstünden seyretmek, bilip öğrenmek imkanını bulmuştur.

Atılan bu harfler Türk çocuğunun zekasına bir mania oluyor, engel ve çengel gibi aklımız, bu teşekkülümüze zıt harflere takılarak hırpalanıyor, sönüyor, okuma iştahamız kesiliyordu. Eski harfler bir eski devir yadigarıydı.

Bisikler: İlk adı velosipet idi. Latince "velos" çabuk giden manasındadır, ötesi iti bilmiyorum ama İtalyanca ayak manasında kullanılan kelimeden alınmış olsa gerek, velespit, filispit...

Sinema kelimesi Yunanca hareket anlamına gelir. Telefon, Yunanca "tele" uzak demekmiş.

Ölçüsüz sarf edilen hangi nesne muzır olmaz, zehirlenme yapmaz ki? Bir kadeh rakı elbette on kadeh buzlu portakal şerbetinden, on tabak dondurmadan, on saat kumar masasından, on kilometre yaya koşmaktan ve yüz on kilometre üzerinden otomobil sürmekten çok daha az zararlıdır. Haddi zatında ne bir bardak şurup, ne tek tabak dondurma ne iki patlıcan dolması, ne üç parti bezik, ne kısa yürüyüş, ne de hafif sürülen otomobil zararlı olmamakla beraber...

Çocuğun babasına rast gelirisiniz, elinde bir şişe.
-Nedir bu şişe?
-Süt şişesi.
Çocuk biraz büyür, elinde küçük bir şişe.
-Bu ne şişesi?
-Mürekkep şişesi.
Çocuk gençtir. Elinde yine bir şişe.
-Kolonya şişesi.
Çocuk şimdi otuz kırk yaşlarındadır, yine bir şişe ile yoldadır.
-Rakı şişesi.
Çocuk kırkını geçmiştir, elinde bir şişe ile gidiyor.
-İlaç şişesi, maden suyu şişesi.
Çocuk elli atmış yaşlarında, omuzları çökük, karşınızda.
-Evet, idrar şişesi.
Çocuk artık, ak saçlı, başını sonsuz uykusuna varmak için yastığa dayamış, binlerce şişe tükettiği dünyadan çekiliyor. kapıda eli şişeli birine rast gelirsiniz.
-Bu ne şişesi?
-Zemzem şişesi!

MAHUR BESTE / AHMET HAMDİ TANPINAR

İstersek bütün ömrümüzü bir dua haline getirebiliriz. Dua ruhun Allah'la karşılaşmasıdır. Bunun için de kendi kendisini idrak etmesi yeter.

En çetin fıkıh meselesini hazırladığım bir fetva ile hallettiğim bir günün sonunda evimin kapısında yanlış yunluş bir Arapça ile dua eden, abani sarıklı kör dilenciye gıpta ettim. Onu Allah'a daha yakın buldum, medresede öğrendiğim tekkede dinlediğim Allah'a değil, fakat içinde yaşadığım bu hayatın bütün yüksek taraflarını, insanlığını, cevherini kendinde toplayan Allah'a.

Karısını kendine üstün buluyor, ezilmemek için elinden geldiği kadar ondan uzak yaşıyordu. Bazen karısını günün birinde biraz daha çirkin ve ihtiyarlamış bulsa daha mesut olacağını sanırdı.

O gece Molla Bey ilk defa olarak, insani zaafın da bir nevi kuvvet olduğunu öğrenmiş, büyük kartal uçuşlarının alıp götürmediği yerlerde sabrın, küçük bir devamlı çalışmanın kanaat ve tevekkülün birtakım şeyler hatta çok iyi şeyler yapabileceğini samimilikle düşünmüştü.

Siz kainatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin dışına atmış.Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür.

Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur.

25 Ağustos 2015 Salı

YER ALTINDAN NOTLAR / DOSTOYEVSKİ

İnsanın uğrunda denizler aştığı, hayatını tükettiği hedefi, iki kere iki dörttür, ama öte yandan insanın korkusu bu hedefe ulaşmaktır. Çünkü ulaştığı an hedefsiz kalacağının bilincindedir. İnsan hedefe ilerlemeyi sever, ulaşmayı değil.

Her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır, hem de tümüyle gerçek bir hastalık. İnsan için gündelik hayata dair yalınkat bir anlama gücü, şu on dokuzuncu yüzyıl aydının payına düşen anlayışın yarısı hatta dörtte biri bile yeterlidir.

Aklım nereye kadar gidebilir? Akıl ancak öğrenebildiğini bilir. (Bazı şeyleri hiçbir zaman öğrenemeyecektir belki de...)

Tam anlamıyla anlama gücüne sahip bir insan hiç kendine saygı duyabilir mi?

Tembelliğin ve bir şey yapmamanın verdiği can sıkıntısı beni eziyordu. Bunun sonucu da haylazlığa yöneliyordum. Zaten bu haylazlık, bilincin doğal ürünü olan tembellikten başka nedir ki?

İnsanlar yeryüzünde doğa kanunları olduğunu ve bütün hareketlerinin kendi kişisel istekleriyle değil de doğa kanunlarıyla meydana geldiğini anlayacaklardır. Şimdi karşımızdaki tek sorun, bu doğa kanunlarını keşfetmektir. Böylece insan hareketlerinden sorumlu olmayacak ve hayat onun için kolay hale gelecek.

DRİNA KÖPRÜSÜ / İVO ANDRİÇ

Mutsuz insanların felaketi bundan ileri gelir. Parlak ve erişilmez olan şeyler bir an için onlara kolayca erişilecekmiş gibi görünür ve bu istek bir kere içlerine yerleşti mi her şeye rağmen ona el uzatanlara getirecekleri felaketlerle tekrar erişilmez bir hale gelir.

Bugünkü kuşaklar daha da çok hayatla değil de hayat üzerine görüşleriyle meşguldü. Bu anlaşılmaz saçma bir şeydi ama böyle idi. Onun için de hayat değerini kaybediyor...kelimelerle harcanıp gidiyordu.

Teknik ilerlemeler dünyada nispi bir yarış, bir çeşit durgunluk, özel bir atmosfer, gerçek olmayan sahte bir hava yarattı, bundan yararlanan bir sınıf halk da, aydın dediklerimiz de dünyaya ve hayata bakışları ve düşünceleriyle eğlenceli bir tembel oyunu oynamak imkanını buldular. Bu içinde egzotik çiçekler yetişen sahte iklimli bir çeşit kış bahçesine benzer. Ama bir yığın canlının üstünde kımıldadığı gerçek ve sağlam temelle. Yani toprakla hiçbir ilgisi olmayan bir fikir bahçesine, bir yığının alın yazısını ve ona belirttiğiniz amaca ulaşması için atılacağı mücadeledeki davranışını tartıştığınızı sanıyorsunuz. Ama gerçekte kafanızda dönen tekerlerin ne bu yığının yaşantısıyla ne de genel olarak hayatla bir ilgisi var. İşte, oyununuzun tehlikeli olduğu nokta da bu. Hem başkaları hem de sizin için tehlikeli olabilir.

Hayatta hiç çalışmamış, bir iş görmemiş olanların sabrı pek çabuk tükenir. Ve her işi kolayca eleştirerek hataya düşerler.

Birlikte geçirilen bir felaket kadar insanları birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur.


DERVİŞ VE ÖLÜM / MEŞA SELİMOVİÇ

Cinayet, isyandan daha az tehlikelidir. Bir hüküm verilmesine ve tiksinti duyulmasına sebep olan cinayet yeni bir hamle yapmak şevkini vermez insana. Korku ve vicdanın unutulduğu bir anda ansızın meydana gelen bu olay, hatırlanması bile çirkin olan arzular, insanın seviyesiz ataları, kötü akrabaları yüzünden duyduğu utanç gibi, hoşa gitmeyen bir şeydir. Oysa isyan bulaşıcıdır, daima var olan hoşnutsuzluğu kışkırtabilir, yiğitliğe benzer, belki de yiğitliğin ta kendisidir çünkü direnmek ve karşı koymakla kendini gösterir, aynı zamanda göze de hoş görünür. İsyan, güzel sözler uğruna canlarını bile vermeye hazır olan hayalciler tarafından yaratıldığı için çekicidir. Bazen tehlikeli olan her şey insana çekici ve güzel görünür.

Her yıl aldanma ve ümit demektir ilkbahar...Her şeye yeni baştan başlamak iyi olurdu benim için. Oysa başlangıç diye bir şey yoktur artık, üstelik önemsiz bir şeydir bu. Başlangıcı bilemeyiz ki biz, her şey olup bittikten sonra onu tayin eder ve başka türlü de olabileceğini sanırız. İlkbahara yüklenmemiz mevcut olmayan başlangıçla çirkin devamı düşünmemek içindir.

İnsan söylemediklerinden ötürü çok az ama söylediklerinden ötürü bin kez pişmanlık duyabilir.

Okuyacaksan sağ olanlar için Fatiha oku, sağ olanların durumu ölülerinkinden daha kötüdür.

Unutma ki, çevremizde mutsuzluğun nedeni herkesin layık olduğu seviyeye erişememiş olduğunu düşünmesi ve karşısındakini rakip kabul etmesindendir. İnsanlar küçümser, kendilerinden üstün olanları da çekemezler. Huzuru arıyorsan küçük görülmeye, savaşı kabul ediyorsan nefret etmeye alışmalısın.

Davranışlarımızı buradaki basit ölçülere dayandırmaktansa ahiret ölçülerine dayandırmak herhalde daha iyidir. Hiç olmazsa insan başarısızlıklar yüzünden huzursuz olmaz, daima zamanın sonsuzluğunu göz önünde bulundurur ve mazeretleri kendi dışındaki nedenlerde arar. Böyle düşünen insanın kendi kaybı daha az önemli olur.Acı da insan da bugünkü gün de uykulu, parıltılı bir vurdumduymazlık içinde sürüp gider. Tıpkı deniz gib. İçinde durmadan meydana gelen sayısız ölümlere acımaz deniz.

İskender'e bir gün, camdan yapılmış şahane bir yemek takımı hediye etmişler. Fakat o, çok beğendiği halde hediyelerin hepsini kırmış. "Neden kırdınız? Hediyeleri güzel bulmadınız mı?"diye sorulunca "Bilhassa güzel oldukları için onları kırdım" karşılığını vermiş. "O kadar güzeldiler ki, sonradan onları yitirmek bana daha zor gelecekti. Çünkü nasıl olsa zamanla birer birer kırılacak ve ben şimdikinden daha çok üzülecektim."
Başkası yok etmesin diye kendi sevgimizi kendimiz yok etmek zorundayız. Acı çekmek ihtimali olduğu için her türlü bağlılıktan kaçınmalıyız.

Kendilerine gurur vermeyen şeyleri çabucak unutur insanlar.

Doğumda ebe ne kadar gerekliyse, karar verirken de bir dostun yakınlığı o kadar gereklidir.

Herkesin geziye çıkmasını, hatta gereğinden çok aynı yerde kalmamasını sağlamak gerekir. İnsan ağaç değildir. İnsanın mutsuzluğu bağlılıktır. Bağlılık onun cesaretini yok eder, kendine güvenini azaltır. Bir yere bağlanmakla insan, uygun olmayanlar dahil, bütün şartları kabullenmiş ve kendisini bekleyen belirsizlikle kendi kendini korkutmuş olur. değişiklik ona terk etmek, elde ettiklerini yitirmek gibi görünür. İşgal ettiği yere gelip başkasının yerleşeceğini kendisinin de her şeye yeniden başlamak zorunda kalacağını sanır. Gerçek yaşlılığın başlangıcı yerleşmektir. Korkmadığı sürece gençtir insan. Aynı yerde kaldıkça ya katlanır, ya saldırır. Gitmekle özgürlüğünü korumaya, çevreyle birlikte çevreyle birlikte benimsemediği yaşam koşullarını değiştirmeye hazırlıklı olduğunu gösterir.

Dönüş, bir hedefse, o zaman gitmenin ne gereği var? Her şey buna, dönebilmeye bağlı zaten. Dünyanın bir noktasından hasret çekmek, gitmek ve yeniden ulaşmak. Bağlı olduğunuz bu nokta olmasa, ne onu ne de başka bir yeri sevebilirdiniz. Hiçbir yerde olmadığınız için hareket edecek bir yeriniz olmazdı.

Eğer hepimiz onun gibi düşünüp davransaydık, insanların kusurları hakkında açık ve kaba bir şekilde konuşsaydık, hoşlanmadıklarımızın üzerine saldırsaydık, herkesin bizim beğendiğimiz şekilde yaşamasını isteseydik, şimdikinden daha kötü bir tımarhane olurdu dünya.

Öldükten sonra da eşitliklerini koruyabilsinler diye eskiden Müslümanlar müşterek mezarlara gömülürlermiş. Hayatta eşit olmamaya başladıktan sonra, mezarlarını da ayırmaya başlamışlar.

Sönen her günün sonunda acı vermemesi için geçmişi silmiş öldürmüş olsa yeni günü artık mevcut olmayanla kıyaslamaz ona daha kolay tahammül ederdik. Böyle ise hayal ve gerçek birbirine karışıyor, hatıranın da hayatın da temizi kalmıyor.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

YAHUDİNİN KANLI ÇÖREĞİ /NECİP EL KIYLANİ

158. bend "Yahudi olmayan biri kuyuya düşse, bir Yahudi'ye onu oradan çıkarmaya kalkması haramdır. Yine bir Yahudi tabibe İsrailoğlu olmayan birinin ücretli bile olsa ciddi manada tedavi olması helal olmaz. Ancak ya işini bitirmek, yada bütün malını elde etmek imkanı varsa o zaman hoş görülebilir. Bir de bu mesleğe yeni başlamışsa, öbür milletler üzerinde deney yapmış olmak bakımından izin verilebilir. Hatta bu durumlarda parasız tedavi bile caizdir."

Bir Yahudi'ye başka milletlerle yaptığı sözleşmede yeminine ve sözüne bağlı kalması asla yakışmaz. Çünkü bu iş tıpkı hayvana söz vermek gibidir.

Mal konusu da böyledir. Yahudi ile Yahudi olmayan arasında bir mal hakkında tartışmaya bile lüzum yok. Çünkü Hristiyan'ın malı da canı da esasta Yahudi'nin malıdır. Mutlak tasarruf Yahudi'nindir.

Bir Yahudi şehvetine hakim olamadığı takdirde ona teslim olmalıdır. Ama bunu dinine zarar vermeyecek tarzda çok gizli yapmalıdır. Banker Elizayer de böyleydi. O dünyanın kadınlarını sıradan geçirirdi. Bir seferinde bir güzel kadının nefsini teslim için sandık dolusu altını istediğini söyledi. Adam sandığı sırtına alıp yedi ırmak geçerek kadına kavuştu. Haham ölünce Yahova gökten seslendi. Eliyazer ebedi hayata erdi.

Talmut'un emri gereği her Yahudi her Hristiyanı düşman olarak bilmek ondan tiksinmek zorundaydı. Onları putperest saymak malını kanını helal saymak da Yahudiliğin icabındandı.

Padre: "Sevgili yavrum! Sen konuşmadan bile Allah senin dilini anlar. Çünkü O kalpte gizleneni bilir. Avcılar köylüler dilencilere kadar cahil halkın niyet ve dualarına da O cevap verir. Yani bu ezilmişlerden niceleri O'nun sevgili oğluna havariler oluvermişlerdir. Dünya da nur ve hidayetini bunlardan aldı. Öyleyse sen kalbini temizlemeye bak.

Talmut'tan Hristiyan kanıyla yoğrulmuş Kutsal Çörek ifadesini okuyalım.
-Bu Tevrat'ın ifadesi olamaz. Belki bazı mutaassıp hahamlar insanlığa kininden ötürü uydurmuştur bunları.
-Bizde kan dökmenin üç nedeni var: Başta bizim Hristiyanlara nefretimiz ve hayvan derecesinde saymamız. Onları putperest kabul edip öldürülmelerini mubah kabul etmemiz. İkinci olarak bu işlemin bizi Allah'a yaklaştırması inancımız. Üçüncü olarak da Hristiyan kanının bazı gizli konularda sihir etkisinin bulunmasıdır.

Padre: "Talmut'u Allah göndermedi ki. İşte Allah'ın kelamıyla beşerin saçmalaması arasındaki fark böyle çıkar."

22 Ağustos 2015 Cumartesi

MAKAMDA / SEZAİ KARAKOÇ

Her insan, her ruh ilgilendiği zamanla ölçülür. Peygamberler, sahabe, havariler, Ashabı Kehf zamanı. Asıl zaman, onların zamanı. Sen hangi zamanda olursan ol, olduğu zamanı, onların zamanına bitiştir, onların zamanına dönüştür.

Güzellik ilk elde insanı yücelten bir değerler planıdır. ama ruhu tümüyle kaplarsa insan plastiğin köpüğünde boğulabilir.

Umutsuzluk nereden doğuyor, biliyor musun? O karanlık ve bilinmeyen zaman ejderi gibi tahayyül ettiğin heyulanın karşısına kendini çıkarıyorsun, o cılız kollarınla kendini. Oysa gerçekte bir sanrıdan başka bir şey olmayan o heyulanın karşısından kendini çekeceksin, boyuna kendini çekip oradan çıkaracaksın. O zaman heyula karşısında başka birini bulacak...

Kur'an'ı Kerim, anlattığı her tarihi vak'a gibi Hz. Musa'nın Sina Dağı'na çıkışını da sadece bir tarihi olay olarak anlatmamıştır. Kutsal Kitap tarihi vak'ayı öğretirken, aynı şartlarda ne yapmamız gerektiğiniz de açıklamaktadır. Bu tarih gerekliği aynı zamanda bir örgüttür. Yeni şartlarda önder, toplumu geçici olarak bırakır, kendi iç aleminde ateşini ve hararetini tazeler ve topluma yeniden döner.

Yarış, insanın kendini amaca adayışıdır. Amacı hayatın anlamı yapmaktır. Ödül koşunun,yarışın içindedir, koşunun ve yarışın kendisidir. İslamı benimsenmiş insan, bir koşu, bir yarışla özdeş, durmaksızın ilerleyecek tam insan, insan-ı kamil olmaya ilerleyecektir. 

DOST DOST DİYE / EMİNE IŞINSU

Öğrendik, başı çeken İblis olmuş, Adem'i kışkırtmış. Öğrendik ilk suç onun yüzünden işlenmiş. Kabil, Habil'i öldürmüş. Çok çok eski fakat eskimeyen bir duygu. Ve öyle ilkel ki çocukta ve hayvanda var.

Sabretmek, denize kavuşmak için yola çıkan ırmak gibi. Sabretmek, toprağa atılan tohum gibi. Sabretmek, meyvaya duran ağaç gibi...Sessiz, şikayetsiz, derinden derine bir gayret, çalışma ve elbet umutla. Ve neşe ile çünkü sabır, açacak çiçeğin kokusunu önceden duyabilmektir...duymak isteyene. Sabrın içinde olmalı neşe ve umut... Eğer eksikse bunlar benim, senin, onun sabrında o yaşadığımız sabır değil, sadece bir çöküş, bir yıkılıştır.

Tıynetimizde acele varsa, sabrın tohumları da vardır, çünkü tohum atılmadan mahsul beklenmez. Yaratan yarattığından sabır beklemekte.

Nefsin madde arzusu uyanmaya başlamıştır. Derken, alınan yaşlarla beraber, katlanıp büyüyerek çeşitli isteklere yönelir. Tutku olur. Madde caziptir, nasıl olmasın ki, beden maddi, dünya maddi.

Ve açlık devam eder. Hiçbirini elde edemezse açtır, işin tuhafı tümüne kavuşsa yine açtır.

Kur'an'ı Kerim her kişinin içinde bulunduğu akıl ve gönül seviyesine göre açılır, genişler, derinleşir.

Dr. Scot Perk: "Ruhsal tekamülün ayrılmaz bir parçası da eski benliğinden vazgeçmektir."

AKASYA VE MANDOLİN / MUSTAFA KUTLU

Yüksek binaların gelişmişliğin göstergesi olduğu söyleniyor. Psikologlar insanın dört kattan yüksek binada yaşadığında psikolojik rahatsızlıklara uğradığını tespit etmişler. Çünkü insan toprağa aittir.

Bu akıllı binaların içine düşen ise, bir başka gezegende yaşıyor gibi. Dışarıyla irtibatı kesiliyor, çünkü pencere açmak mümkün değil. Böylece insanoğlu bir cam kavanoza hapsederek mevsimlerden, günün, zamanın tabii seyrinden kurtarmış oluyor. Yani ne kış var, ne de yaz. Sürekli bahar havası ama sanal bir hava. İnsanlar karakışta yeşil salatalık yeme uğruna seracılığı geliştirdi. Türlü hormonlar, teknikler ile bizlere kış ortasında domates, kabak sunmaya başladı. Tabii bunların gerçek bir domates ve kabak ile ilgisi yoktu. Şimdi de insanoğlu kendini seraya sokuyor. Bakalım burada yetişen nesillerde insanlıktan neler kalacak? Mesela gerçekten gülüp, gerçekten ağlayabilecekler mi?

Evsize ev yapma faaliyeti. Doğru ama böyle mi olmalıydı? Sanki bütün semt askeriye lojmanları gibi bir örnek ve gri. Anadolu'nun hemen her eski şehrinin bir yanında boy gösteren bütün o 'yenişehir'ler  hep birbirinin aynı değil mi? Fotokopi şehirler...

O taşralı diye küçümsenen insanlar yıllarca şehrin kenarında durdular. Hizmet sektöründen başka bir işe el atmadılar. Kapıcı, hamal, işportacı, kömürcü olarak bodrum katlarında barındılar. Yani bunların barınması, eğitimi, işi, aşı yoluna kondu da, adamlar 'yok istemezük' mü demişti?

İstanbul'un zenginleri artık şehrin oldukça uzağında yeni kurulan steril sitelerde mekan tutuyor. Ülkemizde sınıf ve kültür farklılığı, gelir farklılığı arttıkça insanlar kendilerine yeni yerleşim üniteleri kuruyorlar. Böylece toplumda kesin çizgilerle belirlenen bir ayrım oluşuyor. Bu arada olan İstanbul'a oluyor. Suriçi başta olmak üzere İstanbul'un eski semtleri, birer harabe halinde uzanıp giden fukara mahallelerine dönüşüyor. Tarihi doku korunmayacak biçimde tahrip edilip yok oluyor.

EVLERİNİN ÖNÜ / SEVİNÇ ÇOKUM

Hoca kelimesi bir sopayı hatırlatıyor gayrı. Ak Şemseddin Hoca'yı kafacığı bir türlü kavrayamıyor. Onun değerini bulup çıkaramıyor. Cumhuriyet öğretmeninin çocuğun kulak memesine batan tırnakları o boyalı, uzun, bakımlı tırnakları ne kadar medenidir.

Yeterince Türk vardır orada çokları kırılıp telef oldular. Bu Ruslar onları kendisine bağladı. Şimdi bu Rus milleti daha da genişlemek ister. Petrolü de var, buğdayı da. Çalıştırır oradaki Türkleri. Hababam çalıştırır. Kendi halkını da. Devlet zengin ya, köylü gene açtır. Aklım almadı bir türlü. Çalış çalış ama rahatlığa erme. Ta ihtilallerden beri ulan, ne zamandan beri.

KAHVE MOLASI / İSKENDER PALA

Yıkar bir günde neccar, ettiğin bünyadı bir yılda
Gücü tamir-i dildir, sehldir hatır-şikenlikler Raşid
(Dülgerin bir yılda tamir ettiği binayı bir günde yıkması mümkündür. Öyle ya gönül kırmak da işin kolay olan kısmıdır, asıl zor olan o gönlü tamir edebilmektir.) 

Olmuş o kadar halk-ı cihan mekrde üstad
Kim sabıka-i şöhret-i şeytan unutulmuş Nabi
(İnsanlar hilekarlıkta o kadar usta olmuşlardı ki şeytanın bu husustaki şöhreti unutulup gitmiş.) 

İslam imiş devlete pa-bendi terakki
Evvel yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı
Milliyeti nisyan ederek her işimizde
Efkarı frenge tabiiyet yeni çıktı. Ziya Paşa

Leb zikrinde amma ki gönül fikr-i cihanda
Kaldı arada sübha-i mercan mütereddid  Nabi
(Dudakta Allah adı, gönülde dünya sevdası. Eldeki mercan tespih ise hangisine uyacağını şaşırmış vaziyette.) 

FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ / AHMET MİTHAT EFENDİ

Yozefino: Bir kere Türklerdeki şu misafirperverlik Avrupa'da ulunmaz. Muradım onlar birbirine gitmezler demek değildir. Lakin sofraları, baloları hep resmi şeylerdir. Herkes hanesine geldi mi, yine kendi familyası halkıyla kalır. Aralıkta bir familya içine misafir gelmiş görülmesi veyahut insanın kendisini başka bir familya içinde görmesi bir büyük tereddüt demektir.

Yozefino: Bir kere kış geceleri uzun olduğu zaman alafranga saat on ikiden yani gece yarısından evvel yatılmaz. Bu halde uyandığımız zaman ortalığı yine gündüz olmuş buluruz. Yani demek isterim ki, biz tabiatın yalnız bir akşam letafetinden müstefit oluruz. Sabah, o sabahı ki tabiatın uykudan uyanması demektir, o güzel sabahı temaşadan hemen daimi suretle mahrum kalırız.

Sair kızlar gibi Mihriban Hanım oya yapmasını bilmez. Zira alafrangalarda oya yoktur. Kese, çorap vesaire örmesini dahi bilmez. Çünkü onları modist kızları örer. Nakışı dahi onlar işler. Yapma çiçekler Beyoğlu'nda çok. Bunları yapmak için niye zahmete girsin? Çamaşır yıkamak, ütülemek hizmetkarların ve yemek pişirmek dahi aşçının işidir. Hatta kendi başını taramak bile alafrangada olmayı,p mahsusan perukar karı gelir tarar.

DELİLİK ÜLKESİNDEN NOTLAR / AYŞE ŞASA

Einstein'ın dünyaya dilini çıkaran fotoğrafı hep gözümün önünde. Hiçbir şey bilimin cinnete olan gizli içsel akrabalığını bu kadar iyi anlatamaz.

Yaşadığım anların mutlaklığına ermeliyim. Bir ara eğitim için gittiğim Batı ülkelerinde herkese uymanın telaşı içinde zamana olan bağıntım da bozuldu. zamana, haz ve lezzet yerine aleladelikler ve zorunluğun hakim olması gerektiğine bir süre için kendimi inandırdım.

Gerçekçi olabilmek çok zordur. Çünkü gerçek bir kez elde edilince sürgit kullanılmaz. Her durumda gerçekliği yeniden elde etmek gerekir. (Kemal Tahir)

Son üç yüz yıldır dünyada barışı sürekli ihlal eden bizler değil, Batılılar. Bizler şamar yemiş bir büyük devletin adamlarıyız. Şamar yememiş bir takım büyük devletlerin bizim tecrübelerimize ihtiyaçlar var. (Kemal Tahir)

Hakikat hastalık gibidir, paylaşılmadıkça kurtulunmaz. Hakikat bizde kaldığı sürece hakikat olmaktan çıkar. (J. Baudrillard)

Nefsimizi terbiye ettikçe, egomuzu denetim altına aldıkça, ruhi ve kalbi melekelerimizde açılma olur. Derler ya normal insan kapasitesinin %4'ünü kullanır, sufiler ise zikir ve temrinlerle bu nispeti %40'a, %60'a kadar açabilirler.

O dönemde birçok insanın sola temayül etmesi, şuradan ileri geliyor. İslamla ilgili hiçbir şey bilmemek ama hiçbir şey. İslamiyetle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Gelişme çağında verilmiyor bize bu kültür, yok sayılıyor.Geriye ne kalıyor peki? Tedavülde olan Marksizmin kendine has kavramları, tarifleri ve adalet anlayışı. Ne varsa onu benimsiyorsunuz.

Babama sordum: "Baba, kaderinde dervişlik olan insanların başından niçin çok çile geçer?" O da dedi ki; "Derviş olacak adama hayatın her türlü belası, her türlü çilesi gösterilir ki, neticede bu adam tasavvufta bir noktaya geldiğinde her türlü belaya çarpmış insanlar çıkar karşısına ve onların karşısında ebleh gibi kalmaz, hallerinden anlar ve onlara gerektiği gibi yardımcı olur."

Zaten İslam'da Allah belayı sevdiği kuluna verir diye bir inanç vardır. Bela ile rafine ediyor insanı, böylece ilahi alemle olan rabıtanı kuvvetlendiriyor. Düz yolda yürüdüğü zaman çok fazla düşünmeye kurcalamaya ihtiyaç hissetmez insan. Ancak belaya çattığı zaman, düşüncesi ağırlaşır. Bu açıdan şerlerde bize şer gibi görünen şeylerde bilemeyeceğimiz birçok hayırlar var.

İnsan hiçbir sorunu kendi kendine çözemez. Modern dünya bize sorunlarımızı kendimizin çözmesini telkin eder. Halbuki insanların bir mürşide, bir eğiticiye, bir rehbere ihtiyaç var. Bunu yapabilecek kimse, kişinin geçtiği o yolları geçmiş bir kimsedir ve bunun geleneksel kültürümüzde birikimi vardır. Kendi sorunu kendisi çözmeye kalkan insan tıpkı dolap beygiri gibi devamlı aynı noktada ömür boyu dönebilir.

BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK / ERICH MARIA REMARQUE

Asker için midesi ve sindirim işi, diğer insanlar için olduğundan daha önemli. Sözlüğündeki kelimelerin dörtte üçü elinden alınmıştır. Gerek aşırı sevinç, gerekse derin öfke ifadesi de onda en güçlü biçimini alır. Günün birinde evlerimize dönersek ailelerimiz ve öğretmenlerimiz şaşıp kalacaklar, ama böylesi burada dünya ölçeğinde bir dil şimdi.

Böyle şeyler dünyada var oldukça, yazılan, yapılan her şey ne kadar boş! Hepsi yalan, hepsi sıfır demek... Bin yıllık bir kültür bu kanların dökülmesini önleyemezse bu yüzden yüz binlerce işkence odasının kurulmasına engel olamazsa neye yarar?

Ve kimse bizi anlamayacak.Çünkü bizden önce büyüyen kuşak, bu yılları bizimle geçirdiği halde buraya gelmeden önce bir yaşam tarzına sahipti. Şimdi tekrar o hayata dönüp savaşı unutabilecek. Bizden sonra büyüyen kuşak da bize yabancı, bizden farklı olacak, bizi bir kenara itiverecek. Bizler kendilerimiz için bile fazlalık, bir yük olacağız. Kocadıkça birkaçımız yeni hayata alışacak, kimileri yalnızca boyun eğecek.

Bağışla beni arkadaş! Kim demiş sen benim düşmanımsın diye? Şu tüfekleri, şu asker giysilerini çıkarıp atsak, sen de Kat gibi, Albert gibi benim kardeşim olurdun. Sizin de bizler gibi biçare yaratıklar olduğunuzdan bize neden hiç söz etmezler sanki? Sizin analarınız da bizimkiler gibi acılı. Hepimiz ölümden aynı biçimde korkuyoruz, aynı ölümle ölüyoruz.

YEZİDİN KIZI / REFİK HALİT KARAY

Kadının sihri bu sırrı birden vermemek hususunda göstereceği maharettedir. Ne ret, ne kabul, ne yılışkanlık, ne hiddeti öyle ustaca bir hareket aynı zamanda hem ümide hem endişeye düşürüş, bir kuşku lazım ki bu adeta diplomasi başarısını andırır. Cennette zevki kanıksamanız, cehennemde ezayı benimsemeniz mümkündür, en hoş geçireceğiniz devir sanırım araftadır.

Tavus Melek dedikleri ilah bizim şeytanımızdan başkası değildir. Fakat arada şu fark var. Yezidi Ehrimeni hem iyilik, hem de fenalık yapabilir: İyiliği sağ elinde, fenalığı sol elinde tutar ve bunları istediğine dilediği gibi dağıtır. Şerrinden korunmak için bu tehlikeli mabuda yaranmak lazımdır. Asıl büyük Yaradan'a gelince ondan çekinmeye gerek yoktur, zira O Yezdan yalnız iyidir, iyiliğin simgesidir. İşte bundan dolayıdır ki Yezidi şeytandan ürker, ürktüğü için de onun hoşuna gitmeye çabalar, çabasını tapmak derecesine vardır.

Haksız ve asılsız olarak Yezidilere nispet edilen mum sözdü suçlaması bu haç seferleriyle ilişkilidir. Mum sözdü töreni Şabah adı verilen büsbütün ayrı bir toplumun çirkin bir adetidir.

Milli malların en kıymetlisi hiç şüphesiz dildir, ticaret malının en karlısı ve en çok dayanan, iz bırakıp öze işleyeni...

21 Ağustos 2015 Cuma

SÜRGÜN / REFİK HALİT KARAY

İrfan, kadınları hasta ve çocuk yerine koyup acıyarak daima erkek yardımına muhtaç bilerek seven erkeklerdendi. Halbuki kadınlar bu yaradılıştaki erkeklere uzun süre dayanamazlar, onlara bağlanamazlar, aşık olamazlar. İyi adam kadın için sevilecek uğrunda özveride bulunulacak bir tip değildir, ancak mutlu olmadıkları zaman dert dökülecek bir arkadaştır.

Bir erkeğe mutsuzluktan çok konuşan kadın, çoğu kez kendisini kolaylıkla istekle teslime hazır bir kadın demektir.

İnsan, hapishane ve sürgünde yüreğinin bütün sevgi ve koruma gücünü bir yaratık üzerine yerleştirmediği sürece avunmak, çileye katlanmak olanağı bulamaz, mahpuslardaki kedi, köpek, kuş sevgisi güçsüzü ve ufağı korumak duygusu bundandır. Sürgünlerde de bu duygu nasılsa memleketinden uzak kalmış, şaşırmış ve güçsüz kalmış hemşehriler, özellikle de kadınlar için uyanır.

En güzel, en parlak yerinde tam efendice bitmeyen bir iyilik başlangıç kadar coşkun, vergili de olsa, sonunda duyulan minnettarlığa düşmanlığa benzeyen bir zehir katar. İyilik etmenin güçlüğü devam ettirmekte ve memnuniyet verici şekilde bitirmektedir. Aşklar gibi...

YENİ ORTADOĞU HARİTASI / MAHİR KAYNAK, EMİN GÜRSES

 "Demokrasi için mücadele ediyoruz, çünkü demokrasi havuzu ne kadar geniş olursa bizim güvenliğimiz ve refahımız o kadar büyük olur." (ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Direktörü Anthony Lake)

1948'de Amerika'da George Kennan tarafından bir rapor hazırlandı. Batı Avrupa'da bir federasyona gidilmesi vurgulanıyordu. Bu federasyonun kurulmasındaki amaç Batı Avrupa'da komünizmin yayılmasını engellemekti. Neden komünizmin yayılmasını engeller? Çünkü komünizmin girdiği yerde Amerika'nın pazarı tehlikeye girer. Pazar kapanırsa ticaret biter, Amerika'nın refahı azalır.

89'da Soğuk Savaş bitince Avrupa'da durum değişmeye başladı. 92'nin sonunda Avrupa'da bir ordu kurma düşüncesi ortaya atılmaya başladı. Ordu kurma süreci ne demektir? Avrupa'dan NATO'nun dışlanması demektir, NATO dışlanırsa Amerika dışlanır.

Nijerya'yı dışarıda bırakamazsınız. Neden? Nijerya'da yaklaşık 24 milyar varillik petrol yasakları bulundu Amerikalılar hemen buraya giridler. Burada daha önce kimler vardı? İngilizler ve Fransızlar.

11 Eylül olmasaydı Afganistan'a NATO nasıl girerdi? NATO nerenin örgütü? Kuzey Atlantik nere, Afganistan nere? Amerika buradan başka ne istiyordu? Kazakistan ve Türkmenistan'ın kontrolünü. Birinde petrol, ötekinde doğal gaz var. Doğal gaz sanayide petrolden daha önemli. Çin'de yüzde 9 civarında kalkınma hızı var. Bir ülkede kalkınma hızı yüksekse yatırım var demektir. Yatırım varsa enerji ihtiyacı artıyor demektir.

Komşularıyla kavgalı ve bu nedenle ABD'ye bağımlı politikalar izlemek zorunda olacak bir sorunlu bölge (Müslüman Arap, Türk ve Fars olmayan, Müslüman İsrail: Kürdistan) yaratılma çabası var. Böyle bir yapılanma ABD'nin Ortadoğu politikasının temelini oluşturan İsrail'in güvenliğinin sağlanması ve petrol üretiminin ABD kontrolünde aksama olmadan dış pazarlara taşınabilmesinin hesabına hizmet edecektir.

Kürt devleti kurmaya gerek yok. Tayvan tanınan bir devlet mi? Hayır. ABD Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürdistan kurmadan orada kendi müttefiki olan bir yapılanma oluşturabilir. Bu doğrudan Amerika'ya bağlı olur ve kimse dokunamaz. Ve burası da bağımsız olamayacağı için Amerika'nın her dediğini yapar.

Lübnan'da resmi nüfus sayımı 1932'den kalmadır. Hristiyanlar %52, Müslümanlar %48. Bugün ise Müslümanlar %60'a ulaştı. 4000 yıllık Osmanlı yönetiminin sona ermesiyle 1926'da Lübnan Cumhuriyeti ilan edilmişti. Cumhurbaşkanı Maroni, Başbakan Sünni, Meclis Başkanı ise Şii.
David Ben Gurion 48'deki anılarında şunu yazar "İsrail'in güvenliği için Lübnan'da bir Hristiyan devler kurulmalı."

Emperyalizm kendisine hizmet edeni öncelikli olarak terk eder zorda kalınca. Bakın Şah Batı emperyalizminin en büyük temsilcisiydi. Şah İran'dan kaçtıktan sonra Amerika'ya girmesine bile izin vermediler. Gitti Mısır'da öldü.

İsrail devletinin kurulması için adama ihtiyaçları vardı. Eğer Almanya Yahudilere karşı kampanya başlatmasaydı Yahudiler Filistin'e gider miydi? Zaten zengin sınıfın çoğunluğu Amerika'ya gitti. Orta ve yoksul sınıf Filistin'e gitti.

Harvard Üniversitesinden Profesör Stephan Walt "Israeli Lobby" başlıklı bir makale yazdı. Sonra Profesör Walt zorunlu yıllık izne ayrılmak zorunda kaldı. O kadar örgütlüler ki, ilginçtir bu olayın hemen akabinde Amerika'daki üniversitelerde Yahudi aleyhtarı konuşanların isimlerinin toplanması için kampanya bile başlatılmış.

Kapitalizme hizmet ettiği sürece hangi din olduğu önemli değildir. Müslümanlık bu anlayışa tepki gösteriyor. Protestan Müslüman istiyor Batı kapitalizmi. Katolikler "Bir lokma bir hırka" diyerek Müslümanlar gibi konuşuyorlar. O da tehlikeli. Fakat papalık sayesinde onu da sisteme entegre ediyorlar. Vatikan'daki papazlarla Latin Amerika'da halkla birlikte Washington'dan yönetilen diktatörlüklere karşı duran Katolik rahipler arasında dünyalar kadar fark vardır.

Çekoslovakya Avrupa'nın en gelişmiş sanayi ülkeleri arasındaydı II. Dünya Savaşı öncesi. Bu birikim savaş sonrası kaybolmadı ve hatta daha disiplinli bir şekilde geliştirildi. Çek cumhuriyeti nüfusu 10 milyon civarında fakat kalifikasyonu yüksek bir nüfus. Önemli iki sanayi kuruluşu vardı. Tatra ve Skoda şirketleri.

Amerika İran'ı nasıl bölmeyi düşünüyor? İran nüfusunun yaklaşık 22-23 milyonu Azeri. Amerikalılar Azeriler konusunda çok uğraşıyorlar. CIA Tebriz de muhalefeti örgütlemeye çalışıyor.

Mustafa Kemal'in dediği gibi, dahili teşkilat sağlam oturmazsa harici teşkilatta sizi kimse ciddiye almaz. Türkiye ekonomisini toparlayamıyor. Bütün gelişmiş sanayi ülkeleri geçmişte kendi pazarını koruyarak sanayileşmiştir. İçeride belli sektörleri koruma altına alacaksınız. DTÖ Çin'le 2005'ten sonra ticareti serbestleştirince Çin'den mal gelmeye başladı İngiltere'ye. İngilizler yazın lazım olacak malı bir bahane bulup yazın sonuna kadar gümrükte bekletiyorlar. Yazın sonuna doğru artık giriş izni var satabilirsin diyorlar. O zaman şirket diyor ki, bu mal yaz içindi artık işe yaramaz, başka ülkeye götürüyor.

ABD'nin Ortadoğu ve Irak'ta başarılı olduğu yönünde bir kanaat hasıl olsaydı, o zaman kendisine yönelik bir takım mukavemetler ve girişimler olacaktı. ABD kendisini mağlup gösterip hedeflerine ulaşmış bir halde görünmek istiyor ve bu da işine geliyor.

SOKRATES'İN SAVUNMASI / EFLATUN

Zor olan dostlarım ölümden kurtulmak değil, kötülük yapmaktan kaçmaktır çünkü o, ölümden daha hızlı koşar. Ben yaşlıyım ve ağır hareket ederim ve bu ikisinden yavaş olanı bana yetişti fakat beni suçlayanlar zeki ve hızlı oldukları için hızlı koşan onları yakalayacak: Kötülük.

İnsanları öldürerek yaşadığınız kötü hayatın kınanmasından kurtulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. En kolay ve en asil yol, başkalarını susturmak değil, kendinizi mümkün olduğunca iyileştirmektir.

Jimnastik antrenmanı yapan bir öğrenci herkesin övgülerini ve eleştirilerini hiç yorum yapmadan kabul etmeli mi yoksa sadece uzman birisininkini mi mesela doktor veya antrenörünkini mi kabul etmeli? ...O halde sadece bir uzmandan gelen eleştiriye korkmalı ve övgüye sevinmeli, diğerlerininkine değil.

Eğer senin değerli eşyalarından irisi mesela öküz veya eşek, sen onun ölmesini istediğine dair herhangi bir imada bulunmadığın halde kendisinin yaşamına son vermiş olsa, ona kızmaz mısın, onu cezalandırmaz mısın? Tanrı bizim koruyucumuz, bizim de onun değerli eşyaları olduğumuz inancını, şimdi filozoflara yakıştırdığın sabırla ölümü isteme özelliğiyle nasıl uzlaştırıyorsun?

Ölümün yaklaşmasından yakınan bir adam görürsen onun bu isteksizliği, onun bilgeliğe aşık değil, vücuduna ve muhtemelen aynı zamanda para veya her ikisine aşık birisi olduğuna yeter bir delil değil midir?

Cesur insanlar ölümü daha büyük kötülüklerden korktukları için göze almazlar mı? Böylece filozoflar dışındaki herkes sadece korkudan dolayı ve korktuğu için cesurdur.

İnsanlardan nefret etme duygusu tecrübesizliğin getirdiği başkalarına duyulan çok fazla güvenden ileri gelir. Bir adama güvenirsin ve onun tamamen doğru, sağlam ve güvenilir olduğunu düşünürsün ve sonra kısa bir süre içinde onun yanlış ve hilekar bir alçak olduğunu anlarsın ve bu bir adamın başına defalarca gelince özellikle de kendisinin en güvendiği ve yakın dostları saydığı kişiler arasından böyleleri çıkınca birçok hayal kırıklıkları neticesinde herkesten nefret eder ve hiç kimsede hiçbir iyi yanın bulunmadığına kanaat getirir.

RUH BAKIMI / METİN KARABAŞOĞLU

Amerika, en büyük satışların Şükran Günüyle Noel arasında sözüm ona dini bir kutlama adına yapıldığı yerdi. Bugün bu ülke insanlarının çok iyi 'worshopping' yani 'worship' görüntüsü altında 'shopping' yaptıkları pekala söylenebilirdi.

Bizim çocukluğumuzda bir mahalle dolusu çocuğun gördüğü oyuncak toplamından fazlasını şimdi tek bir çocuk görüyor değil miydi? Bizim bütün bir çocukluk dönemimizde gördüğümüz reklamlardan daha fazlasına şimdinin çocukları değil bir sene, belki bir ayda, belki de bir haftada maruz kalıyor değil miydi?
Çok şey istiyordu çocuklarımız evet. Ama bir açıdan ellerinde değildi bu. Onlar kahrolası kapitalizmin onları tüketim makinesi yapmaya azimli reklam adlı tuzağının bir numaralı kurbanlarıydı.

İlkelerimiz koşullu bizim. İnsanlığımızın sınırları var. Bir 'ama' bağlacıyla rahatlıkla tezimizin tersini savunabiliriz. Savaşa karşı olacak ama bunun için bir bedel ödemeye razı olmayacaktık. Özellikle de vicdanımızla cüzdanımız arasında sıkıştığımızda, fazla zorlanmadan 'ne yapalım, mecburen' deyip savaştan yana direksiyon kırıyorduk.

Kur'an'daki iki farklı hitabı sayıyordum şimdi. 'Ey insanlar!' hitabı mı daha çok 'Ey iman edenler!' hitabı mı, onu sayıyordum. 16'ya 89!

Artık 'özel'liğin de bir özelliğinin kalmadığını düşündüren günlerdi. 'Özel'lik 'genel'leşmiş gibiydi neredeyse. Her taraf 'bize özel' mallarla doluydu söz gelimi. Daha da çok insana satmak için kullanılan slogan 'size özel' idi. ...Herkes her zaman 'özel' olmak istiyordu kısacası. Kendisini 'özel' hissetmek istiyordu. 'Özel' olmak istemeyen bir Allah'ın kulu yoktu. Herkes 'özel' olmak istediği için de herkes birbirine benziyor, 'özel'liğin bir özelliği kalmıyordu.

Futbol asla sadece futbol olmadığı gibi, havuz, jakuzi, sauna veya masaj salonu asla sadece jakuzi, sauna, masaj salonu değildir. Bütün bunlar ardı sıra bir ruh hali, bir dünya görüşü, bir yaşama biçimi taşıyan birer simge ve birer göstergedir. Kendinizi bu göstergelerle ifadeye başladığınız anda, birilerinin koyduğu standartların yönetimi altına girmişsiniz demektir. Bugün şu standartlı tutturdum derken, yarın daha üst bir standart, o eşiği de yakaladım derken bir yenisi diye diye girdiğiniz yarış, sizi gerçekte ait olmanız gereken sevad-ı azamın uzağına düşürecek, ama hayalinizdeki kızıl elmada bir türlü devşirilmeyecektir.

20 Ağustos 2015 Perşembe

SON MENZİL / SAMİHA AYVERDİ

Biz insanlar büyüklükleri esrarlarını örten kimseleri de kendimiz gibi küçük farzettiğimiz için dünya karanlığını aydınlatacak meş'aleyi göremiyoruz. Biz bilgimizin, hünerimizin, sanatımızın, hasılı bütün varlığımızın sahibi olan kudreti göremediğimiz için aklımızın uzayabildiği hadde kadar hilkati tanıyoruz.

Seninle yükseldim, zira bana aşkı öğrettin, sana takıldım ve ilerleyemedim, zira aşkı bir vücuda muhayyet bildim. Halbuki insanın hilkati kendi gibi bir insanın sevgisinde oyalanıp kalmak için düzülmemiş Haşim. Meğer aşk yolunda insan bir menzilmiş. Fakat durulması değil, atlanması lazım gelen bir menzil, hakikate ulaştıran aşkta dur, son menzil budur, onda karar et.

Küfrü iman, imanı küfür yerine koymayan tam Müslüman olamaz. Yani ben demekle kendimize vücut veriyoruz, halbuki bu vücut hakikatte mevhum olduğu için onu var zannetmekle küfretmiş oluyoruz. Mevhum varlığımızı atar, asli hüviyetimizi görürsek, o zaman küfrü iman yerine koymuş oluruz.

Dünya, ıstırabı, velvelesi, kederi, zevki, sevinci ve kahkahasıyla bir küldür. Eğer bütünü ile insanlık alemi çok derin çok yüksek bir görüşe sahip olsaydı, dünyanın manası kalmazdı. Hilkat, cehaleti ve ahmaklığı o kadar gönül alıcı süsler ve zevklerle bezemiştir ki, insanlar bu ziynetli varlıklara gösterdikleri düşkünlükle dünyayı dünya yaparlar.

Beşeriyeti bunaltan en büyük felaketler, iradesizliğin doğurduğu facialardır.

Hiç şüphe etme ki, her ziyanın altında ne kadar menfaatler vardır, her zahmetin sonunda ne kadar ferahlıklar gizlidir. Bu böyle olduğu gibi, ölüm ve yokluk dahi hayat ve bekaya bitişiktir. Çünkü zıt, zıddıyla meydana çıkar. Fakat sana bunları göstermeyen perde dünya çamuruna bulaşmış olan aklındır, eğer o karanlık aklı bırakıp aşk hudutsuzluğuna varırsan o sana gizlilik dünyasının rehberi olur ve meçhuller bir bir karşına gelip örtülerini yırtar. O zaman söylenen, söyleyen ve söyletenin de aynı şey olduğu meydana çıkar. İşte gene o zaman, Allah'ı başka, kainat başka bilenlerden olmazsın.

İbn-i Rüşd der ki: "Basit ve ümmi bir adam bize 'Allah nerededir?' dediği zaman, Gökte diye cevap verebiliriz. Zira o Allah'ı ancak böyle anlayabilir. Fakat orta seviyeli adama bu söz kafi gelmez. Öylesine karşı her yerde olduğunu söylemek icap eder. Fakat üstün seviyeli bir kimseye ' Allah hiçbir yerde değildir, çünkü O'ndan başka bir şey yoktur.Bütün gördüğün ve göremediğin varlıklar hep O'dur, yalnız O'dur."deriz.

Ressam Haşim için sakin bir hayat düşünülemezdi. Zira hareketlerinde, fikirlerinde, istek ve hislerinde daima aşırı bir hadde varmış, daima ifrata kaçmıştı. Belki bu yüzden çok yüksek bir sanatkar olmuş, fakat gene bu yüzden hiç mesut olamamış, itidalin zevkini hiç tatmamıştı.

CÜMLE KAPISI / NAZAN BEKİROĞLU

Hayatımıza sahip çıkabilmek için onu bir kez olsun gözden çıkarmak mı gerekiyor? Hayatı kurtarmak için en kestirme yol hiç olmazsa onu bir kez olsun kaybetmekten, bir kez olsun ölmekten mi geçiyor? Bu intiharcılık oyunu mu hayatı gerçek kılan? Kendini bulmak için bir kez yitirmek mi şart olan?

Mukaddes olana sahip çıkabilmemiz için tekrardan bir bütünün uzuvlarından birisi olduğumuzu idrak edeceğimiz yere mi gelinmeli? Bu yüzden mi bireyselleşmenin değil de, bireyselleşmemenin mücadelesi mi verilmeli?

İhanet daima iki uçlu. Gerçekleşmesi için bir muhatap gerekli ve bu yanıyla aşka benziyor. Bu yüzden değil mi ki ihaneti yaşayanlar büyük aşkları yaşayanlar kadar ünlü ve daima çift isimle anılıyor bu öyküler. Habil ile Kabil söz gelimi, Leyla ile Mecnun.

Baba oğulda geçmişini görürken, oğul babada geleceğini görmemektedir. 

ZEYTİNDAĞI / FALİH RIFKI ATAY

Yarın öbür gün Arap çeteleri ile sarılacaksınız. Peygamberin torunları, Ravza'nın yeşil kubbesine kurşun atacaklar. İstanbul elden gidiyormuş gibi telaşlanarak size Anadolu'nun bağrından Türk yavruları göndereceğiz. Siz, Peygamber torunları ateş ve açlık çemberi içinde, bir hurma kurusu bulamayıp deriniz iskeletinize yapışmış ölürken, Anadolu çocukları iskorpitten çürüyüp düşen ağızlarının yaraları içinde kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışarak Fatma'nın, Ebubekir'in, Ömer'in ve Muhammed'in sandukalarını savunacaklar.
Ta Şam'a kadar üç gün üç gece süren demir yolunun iki tarafını Anadolu Türkleriyle kuşatacağız. Arap kesesine Anadolu altını ve Arap kursağına Anadolu rızkını akıtacağız. Şaka değil, İslam emperyalizmi yapıyoruz.

BİR AVUÇ SAÇMA / REFİK HALİT KARAY

Evlenmek her gün bir avuç su içmek için kendini kuyuya atmak olsa gerektirir. Yahut tane ve başak yetiştirmek için buğday gibi toprağa gömülmektir.

Başkalarının elinde iken bayılıp ayıldığımız güzellik ilahesi ve ahlak numunesi addettiğimiz çoğu kadınlar emin ol ki aslında mükemmel olduklarından değil, bizi olmadıkları için böyle görünürler...bu yüzden benimki de komşuya kaz görünür, ama "bunlar birbirinin aynı ve eşi" demeli, geçmelidir.

Daima neşeli olan bir yüz kederlisi kadar nihayet can sıkabilir. Cennete itiraz edenlere niçin hak verirler? Gözden düşüp tekrar ikbale geçmek veya ayrılıktan sonra gene sevgine kavuşmak ne tatlı heyecan. İnsandan heyecanı kaldırınız, ortada bir et peltesi veya bir kemik kafesinden başka ne kalır?

Ay ancak hilal iken güzel ve zariftir. Yani göze en az göründüğü zaman. Ay ışığı yani mehtabı en çok sevenlere bakınız. Aşıklar, şairler ve kadınlar yani hastalar...

KIZ KULESİNDEKİ KIZILDERİLİ / SUNAY AKIN

Beyaz adam topraklarını almak için saldırdığı Kızılderili kabilelerin adlarını pek çok şeyin üstüne yazar. Savaşlarla katledilen Kızılderili kabilelerin adlarını en çok da militarist araçlarda görürürz. Apachie, Comanche, Black Hawk

Sözde bir uygar dünyada yaşıyoruz. Eskimolar ilkel mi? Çoğu insan bilimsel teknolojik devrimin çarkları arasında dönen bu dünyada beyaz buz çölünün bir köşesine bırakılmış Eskimo'nun yaşamını sürmektedir. Hepimiz sevdiklerimizi uzaklara götürüp buz çölünün bir köşesine kendi ellerimizle bırakmıyor muyuz?

Buraya Yüce Tanrının yolunda gidelim, ona tapalım diye gönderildiğini söylüyorsun. Bunun doğru olduğunu nasıl nereden bileceğiz biz? Anladığımıza göre sizin dininiz bir kitapta yazılıymış. Bu kitap size seslendiği kadar bize de ses ediyorsa nasıl oldu da bize, yalnız bize mi, atalarımıza bugüne kadar gönderilmedi? Bu kitabın içindeki bilgilerden neden şimdilere dek yoksun kaldık? Bu konuda bütün bildiklerimiz senin sözlerine dayanıyor? Beyaz insanların bunca aldattığı, yanılttığı bizler, bunların doğruluğuna nasıl inansın? ( Salah Birsel 1001 Gece Denemelerinden)

Eduardo Galeano, Walt Disney'in çizgi filmlerini şöyle tanımlar: Kapitalizmin hayvanat bahçesi.

Önce Kristof Kolomb buldu Amerika'yı
Sonra biz
Umutlar azaldı, günden güne mutluluklar
Ve ekmeğimiz

Bir çocuk ağlarsa dağ başında
Göz yaşında Amerika akar
Vurdularsa birini kanı şorladıysa
Bilin ki o kurşunda Amerika var (Cahit Kulebi)

OBLOMOV / GONÇAROV

Bunca zaman kağıt ve mürekkep harcanan tüm bu kitapların ne yararı vardı? Ders kitapları ne işe yarardı? Okula tıkılı halde geçen hayatın altı yedi yılı neden hep heba ediliyordu? Gündelik yaşamda bir yararı olmayacak bunca bilgi yığınını ne zaman kullanacağım?

Tarih de onu epey sıkıyordu. Belli bir tarihte insanlar pek çok belaya uğramışlar, mutsuz olmuşlar sonra güçlerini toplayıp çalışmışlar pek çok önlem almışlar, daha güzel günler hazırlamak için uğraşmışlar. Sonunda güzel günler gelmiş. Artık tarih istirahate çekilir diye düşünülecekken bulutlar yine toplanmış, büyük binalar yıkılmış ve insanlar yeniden çalışmak zorunda kalmış.

Bir kadınla evlenmek öylesine söylenmiş bir şey. Aslında evlendiğin andan başlayarak yüzlerce kadın evine baskın yapar. İstediğin aileye bak, kadın akrabalar, kadın hizmetçiler. Aynı evde yaşamayanlar da her gün yemeğe veya çaya gelirler.

Kocaları zekaca belli bir düzeyin üzerinde olsa böyle kadınlar sanki pahalı bir kolyeymiş gibi kocalarının üstünlüğü ile övünürlerdi, fakat bu zekanın kendi kadınsı hilelerine karşı kör olması şartıyla bu övünme sürerdi. Eğer kocaları ahmakça komedilerini fark edecek olursa bu zeka sıkıcı ve acımasız oluyordu.

Yaz aylarında herkes hava daha aydınlıkken yatmaya gidiyordu. Bu biraz alışkanlıktan biraz da tutumluluk olsun diyeydi. Oblomov'un anne babası evde yapılmayan dışarıdan satın alınması gereken şeyleri epey tutumlu kullanırlardı. Besili bir hindiyi konuk ağırlamak için seve isteye keserler fakat konukları kendisine bir bardak şarap daha doldurma ataklığını gösterirse bembeyaz kesilirler...

Oblomovka'da para harcamak pek sevilmezdi ve bir şeyin satın alınması ne ölçüde gerekli olursa olsun, harcanacak tutar az da olsa yine de büyük üzüntüyle harcanıyordu para.