27 Ağustos 2015 Perşembe

MED CEZİR / ELİF ŞAFAK

Sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. en sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir, uçar. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran.

Bir kelimenin biri "öz Türkçe" diğeri "Osmanlıca" iki karşılığı varsa, hangi ideolojik  kamptan olduğumuza göre ya birini seviyoruz, ya berikini. "Gerçek" kelimesini seçenler, "hakikat"i tedavülden kaldırma derdinde, "hakikat"çiler ise "gerçek"ten kurtulma peşinde.

Son zamanların yükselen dalgası bu en -kahraman- demokratik -aşure-çeşitlilik söyleminden en çok zarar görecek aidiyetlerden biri de Türklük. Mevcut kategorik yapılanmalar içinde eşikte sıkışmış bir hali var bu kimliğin. Batılıların gözünde yeterince Doğulu değil. Doğuluların gözünde ise asla onlardan değil.

Kimlik dönüşümü hırçın bir usturayla bileyliyor insanları. En keskin fanatikler, değişim geçirenlerden çıkıyor nedense. Sonradan dindar kesilenlerin katılığından, hırçınlığından geçilmiyor, bir dinden diğer bir dine dönenler ise sadece gemilerini değil, o gemide kalanları da yakmaya hazır görünüyor. En çok tövbekarların arınmışlığı ürkütüyor beni. Onlar eski hallerini hatırlatabilecek hiçbir şeye tahammülleri yok.

Evladının hatırına aldatılmaya, emeklilik günlerinde yalnız kalmamanın hatırına evliliğin gidişatına, elbet bir gün muhakkak gelecek olan bir geleceğin hatırına bugünün eziyetlerine katlanmak.

Kimse yeterince ince değil, kilo vermenin nerede duracağı belirsiz. Kadınlar bu dünyadaki değerlerinin dış görünüşlerine bağlı olduğuna inandırılmış bir kere. Mesele artık başkalarının ne düşündüğü dahi değil. Biziz kendimizin en acımasız hasmı.

Protokol: Ne diplomasinin kodları, ne kültürel nezaket ne de sanıldığı gibi adabı muaşeret. Gülmeye getirilen sınırlamadır protokol.

Türkiye'yi çok seven kadınlar bunlar ve Batılıların da sevmesini isteyen. Türkiye'nin tanıtımı uğruna yurt içindeyken her sene 23 Nisan'da çocukları ağırlayan, yurt dışındayken akla ziyan etkinliklere imza atan, kermesler düzenleyen, iyi bir izlenim bırakabilmek uğruna canla başla, katıksız bir samimiyet ve naiflikle karışık bir cehaletle didinen kadınlar bunlar. Türkler ile Araplar arasındaki farklılıkları her fırsatta dile getirmeyi seven, benzerlikleri ise zinhar görmeye tahammül edemeyen, hem Müslüman hem de laik, hem çağdaş hem de yeri gelince folklorik olabilen, Mevlana'yı yere göğe sığdıramayan ve laik, hümanist, ünlü Türk büyüğü olarak algılayan... memleketlerinin imajına zeval gelse üzülen, üzüntülerinde samimi olan kadınlar.

Üç kadim tek tanrılı dinin tarihi, isimlendirmeler tarihi aynı zamanda. Yahudilik, isimlerin tılsımının bilincindeydi hep. Ölüm döşeğinde yatan bir hastanın ismini bu yüzden değiştirdi hahamlar, hastalık öteki isme yapışsın kalsın ve bu yeni isimle (Hayyim) birlikte hasta canlansın. Keza Müslümanlık da bilincindeydi isimlerin tılsımının. Bu yüzden doğan her bebeğin kulağına üfledi ismini. Ve Hristiyanlık...Doğan her gün, bir azizin, daha doğrusu bir azizin isminin günüdür Hristiyan aleminde.

"Her insan başkaları olmak ister, başkaları da o olsun ister." der Ortega y Gasset

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder