22 Ağustos 2015 Cumartesi

AKASYA VE MANDOLİN / MUSTAFA KUTLU

Yüksek binaların gelişmişliğin göstergesi olduğu söyleniyor. Psikologlar insanın dört kattan yüksek binada yaşadığında psikolojik rahatsızlıklara uğradığını tespit etmişler. Çünkü insan toprağa aittir.

Bu akıllı binaların içine düşen ise, bir başka gezegende yaşıyor gibi. Dışarıyla irtibatı kesiliyor, çünkü pencere açmak mümkün değil. Böylece insanoğlu bir cam kavanoza hapsederek mevsimlerden, günün, zamanın tabii seyrinden kurtarmış oluyor. Yani ne kış var, ne de yaz. Sürekli bahar havası ama sanal bir hava. İnsanlar karakışta yeşil salatalık yeme uğruna seracılığı geliştirdi. Türlü hormonlar, teknikler ile bizlere kış ortasında domates, kabak sunmaya başladı. Tabii bunların gerçek bir domates ve kabak ile ilgisi yoktu. Şimdi de insanoğlu kendini seraya sokuyor. Bakalım burada yetişen nesillerde insanlıktan neler kalacak? Mesela gerçekten gülüp, gerçekten ağlayabilecekler mi?

Evsize ev yapma faaliyeti. Doğru ama böyle mi olmalıydı? Sanki bütün semt askeriye lojmanları gibi bir örnek ve gri. Anadolu'nun hemen her eski şehrinin bir yanında boy gösteren bütün o 'yenişehir'ler  hep birbirinin aynı değil mi? Fotokopi şehirler...

O taşralı diye küçümsenen insanlar yıllarca şehrin kenarında durdular. Hizmet sektöründen başka bir işe el atmadılar. Kapıcı, hamal, işportacı, kömürcü olarak bodrum katlarında barındılar. Yani bunların barınması, eğitimi, işi, aşı yoluna kondu da, adamlar 'yok istemezük' mü demişti?

İstanbul'un zenginleri artık şehrin oldukça uzağında yeni kurulan steril sitelerde mekan tutuyor. Ülkemizde sınıf ve kültür farklılığı, gelir farklılığı arttıkça insanlar kendilerine yeni yerleşim üniteleri kuruyorlar. Böylece toplumda kesin çizgilerle belirlenen bir ayrım oluşuyor. Bu arada olan İstanbul'a oluyor. Suriçi başta olmak üzere İstanbul'un eski semtleri, birer harabe halinde uzanıp giden fukara mahallelerine dönüşüyor. Tarihi doku korunmayacak biçimde tahrip edilip yok oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder