26 Ağustos 2015 Çarşamba

KİMYA HATUN / SAİDE KUDS

Annem o kadar iyi bir kadındı ki, bana "Sevgili eşime bir kız çocuğu doğurduğum için son derece üzülmüştüm."diyememişti.  Benim o küçük yaşıma rağmen, erkek kardeşimin doğduğu gün annem ve babama gelen o sıcak tebriklerden, kendi varlığımın onun için ne kadar utanç verici olduğundan haberim olduğunu bilmiyordu. Fakat hiç üzülmüyorum. Hiç olmazsa bana yanlarında kalabilme fırsatını vermişlerdi.Zira buralarda zengin-fakir birçok aile, kızlarını büyütmeleri ve büyüttükten sonra da evlendirmeleri için para karşılığında bakıcıya veriyorlar.

Günler geçmek bilmiyordu, işte ilk kez o zaman anladım ki saat, zamanın ölçüsü değildir.

"Eğer doğru sözlü ve cesursan insan-ı kamil olmayı gerçekten arzuluyorsan insanların arasına karışmalısın, vahşi hayvanların arasında sen zaten insan-ı kamilsin! Doğrusu o ki, hakiki imtihan pek çetindir fakat gerçek olan da odur. Hakikat halkın rengine boyanmadan Hakk ile olmaktadır."

Nerede hatırlamıyorum ama bir yerde okumuştum, esir olduklarını bilmeyen insanların herkesi kendileri gibi gördüklerini. Zaten hepimiz tutsak olduğumuzun farkında olmadan tek bir yere tıkılarak esir hayatı yaşamıyor muyuz?

Aramızdaki şey bir mumdan yükselen ışık gibiydi. Hem gerçek, hem yalan! Lakin daha sonra mutluluğun mumda değil de onun yükselen ışıklarında olduğunu anladım. Görebildiğin kadarıyla yetinmen gereken bir şeydi. Mumun ışığını tutmaya çalışacak olursan mum sönecek, ışık gidecek ve elin yanacaktı. Varlık alemindeki mutluluk, mahiyetten daha fazla hissedilen ve hayalden daha çok aynileşen bir olguydu, benim ruhum ise bu iki arasında gidip gelen bir berzahı yaşıyordu.

Ama dünya ve dünya içindeki şeylerin, diğerine kavuşmayı bekleyenlerin değil, dileğine dört elle sarılan cesur ve yaratıcı insanların elinde olduğunu asla anlayamamıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder