26 Mayıs 2016 Perşembe

FAHİM BEY VE BİZ / ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

İnsanlar birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususui boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır. Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz. Herkes ancak biraz kendi komşusuyla meşgul olur. Herkes ancak bir iki düşman için kin, ancak üç dört dost veya akraba için haset veya muhabbet ve ancak beş altı vücut ve ruh için bir zaaf, bir temayül veya bir aşk duyar ve beşeriyetin üst tarafı bize tamamen yabancı gibi karanlık kalır.

Biz saffetimizle sanırız ki bütün tanıdıklarımız her zaman kendimizi olduğumuz gibi görecekler, masum isek mücrim saymayacaklardır. Halbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir. Zalim size zulüm etmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek ısırılmaya müstahak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır. 

Biliriz ki, bütün kanımızı emdikleri halde, ziyadan korkan yarasalar gibi, mantığın ve zekanın aydınlığından kaçınan birçok hülyalarımız, emellerimiz vardır. Bunlar ibhamın ve hayalin karanlıklarında bütün kanımızı emerler ve biz onların bu huylarıyla ünsiyet peyda ederiz. 

Hakikatin mahbesinde kalmaya sanki kim razı olur? Herkes muhayyilesindeki bir İspanya şatosunda yaşar. Herkes atinin ziyafetinde mest olur. Herkes ömrünün serabında ezeli bir vuslat sezer. Her muhayyilenin içinde mevcut bir cennet vardır.

Her neslin yaptığı heykeller yıkılır ve bahçesi viran bir mezarlığa döner. İnsanların kafası taşları devrilmiş ve ancka birkaçının üstündeki isimler okunabilen bir mezarlığa benzer. İnsanların muhakemeleri zayıf, ahlakları zayıf, fakat hafızaları bunlardan daha zayıftır. Kalplerden evvel beyinler işlemez olur. Gönüllerden evvel hafızalar bozulur. Bundan dolayıdır ki insanlar kısacık ömürlerinde muhabbetlerini de, kinlerini de nice defalar değiştirirler. 

İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır. Ölüm onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar. 

Dünyamız bize göre olduğu gibi hayatımız da kısmen tabiatımızın yarattığı bir şeydir ve hilkatimiz neyi istiyorsa odur. Yaşadıkça kendi kabuğunu yetiştiren sümüklüböcek gibi talihimizi biz kendimiz öreriz.

Asıl sevgilerimiz gönlümüzde yaşayan hülyalarımız ve asıl sevgilerimiz hayat çölünde ufuklarımızı her an süsleyen kendi ruhumuz ve kendi gözlerimizle yaratılmış seraplarımızdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder