Biz şimdi aksülamel devrinde yaşıyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi'yi Wagner olmadığı için, Yunus emre'yi Verlaine, Baki'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz, uçsuz bucaksız Asya'nın, Türkistan'ın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti bulunduğumuz halde çırılçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden yeni bir sentez bekliyor, biz görevimizin farkında değiliz. Boşu boşuna başka milletlerin tecrübesini yaşıyoruz.
Sıkı bir nüfus siyasetine sıkı bir istihsal siyasetine başlamamız lazım. Birtakım mekteplerimiz var, birçok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak...O zaman ne olacak? Kriz? Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz.
cemiyetlerin birikmiş kudretleri nesillerin hatası üzerinden atlar. Bize her şeyin iyi gittiği vehmini verir. Emin olun biz de her millet kadar aldandık, her millet kadar hata ettik.
Şark bu, güzelliği de burada, Tembel, değişmekten hoşlanmaz, geleneklerinde adeta mumyalanmış bir dünya, fakat bir şeyi çok büüyk bir şeyi keşfetmiş. Belki vaktinden çok evvel bulduğu için kendine zararı dokunmuş...
Nedir o?
Kendisini ve bütün alemi tek bir varlık halinde görebilmenin sırrını. Belki de gelecek ıstıraplarını hissettiği için bu panzehiri bulmuş.
Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir, asıl mesele hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
Zaman geriye dönmez fakat insan yine bilinen şeyden istenen şeye doğru hayal kuruyor.
Asıl garibi bu kadar tecrübeye rağmen yaşanan hayata müdahale edememekliğimiz.
Satıhta yaşarken mesut oluyoruz. Derine iner inmez kayıtsızlık ve kötümserlik başlıyor. Hiçbir kabile tanrısız olmaz, biz tanrılarımızı yaratmak, yahut yeniden bulmak mecburiyetindeyiz. Her milletten fazla şuurlu ve iradeli olmamız lazım.
Zannetme ki, sana kabuğunu kır, diye cevap vereceğim. O zaman dağılırsın! Sakın kabuğunu kırma, genişlet...ve kendine mal et, kanınla işle ve canlandır. Kabuğun kendi derin olsun.
İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin, bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez. Onu giyinir. Kıymetli bir şeyiniz, iyi bir yazma, güzel bir gramafon, bir Acem halınız var mı, sakın onu satmayı bir imkan gibi düşünmeyin, evliyseniz karınızı boşamayı, seviyorsanız sevdiğiniz kadına darılmayı bir kere olsun aklınıza getirmeyin. Sonra bu işlerden ne kadar çekinirseniz çekinin, mıknatıslaşmış gibi, arkanızdan itiyorlarmış gibi onu yaparsınız, insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah diliyle konuştu mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder