11 Ocak 2016 Pazartesi

DAR KAPIDAN GEÇMEK / SENAİ DEMİRCİ

Zekat malın kırkta kırkını vermektir. Malının kırkta kırkını Rezzak'a veremeyen, kırkta birini merzuka veremez.

"Cihad"a "savaş" açtık, "hicret"ten "göç" ettik, "nimet"i "tüket"tik, "iktisad"ı "harca"dık.

Yoksa bir dilim ekmeğin karşılığının sadece kendi parası olduğunu mu sanıyordu? Bir şeyin parasını ödemiş olunca, onu dilediği gibi kullanabileceğini mi düşünüyordu? Öyleyse, tarlada başakların büyütüldüğünü güneşin parasız doğduğunu bilmiyor muydu acaba?

Yarın geldiğinde o da bir "bugün" olacak ve sen hiçbir zaman yarının eteğinden tutamayacaksın. O halde kendi rengini de erişemeyeceğin yarınlarda değil, bugünde ara.

Ölüm yarınların ucunda bekliyor değil, şimdinin kalbinde ve budağında büyüyor, bugünün yanağında ve dudağında gülümsüyor. Her günün akşamı, kendi cenazemizi yatırıyoruz yumuşak yastıklara.

Kabuğunu kırmayıp bütünlüğü bozmayan, bedenini aşamayan çekirdek yokluğa, çürümeye mahkumdur. Duvarlarını yıkıp kendini toprağın böğrüne salıveren çekirdek, dal dal ağaç olur, yapraklarca hayata uzanır, meyveleri sayısınca ruhlar kazanır.

Çekirdek varlık iddia ettiği yerde, dipsiz bir yoklukta yiter. Kendisini yok ettiği yerde, yeniden ve ebediyyen var olur. Hiçbir çekirdek, toprak altına, toprak altında kalsın diye atılmaz. İnsan da dünya üzerine, dünya üzerinde kalsın diye atılmış olamaz. Hayır, insan dünyaya, dünyayı aşmak için gönderilmiştir.

Hiçbir şey için "benimdir" deme! Sadece de ki "yanımdadır". Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili, ne hayat, ne ölüm, ne huzur, hatta ne de keder senin, daima senin kalabilir. (D.H.Lawrence)

Varlıkta kör oldum, yoklukta gördüm
Bollukta unuttum, darlıkta hatırladım.

Söylediklerimiz çok ali, pek yüksek hakikatler olabilir. Ancak, bu bize muhatabımızı delik deşik edercesine, delici, tahripkar ve sert söyleme hakkı vermiyor. Her yağmuru hatırlattığı gibi, sözü muhatabın kalbine incitmeden, nazikçe indirmeli. Siz yağmurca bilir misiniz?

Sevmeye de muhtacız, sevilmeye de. O halde bu ihtiyacımızı görüp de bize niye verildiğini düşünmeli, biiz nereye götüreceğini fark etmeliyiz.

Abd olmak, yani başını göğe değdirmek, içinde bulunduğumuz hale bağlı değildir. Her hal içinde abd olunabilir, her halin bir ubudiyeti vardır. Bu niyetledir ki, İbrahim'e (a.s.) ateş bir gül bahçesi olmuş, Yunus'a (a.s.) balığın karnı gemi olmuş, Yusuf (a.s.) zindanı medreseye çevirebilmiştir.

İnsanın kendine güveni, ihtiyaç duyduğu her şeyi eli altında tutma temeli üzerinde yükseliyor. Elektrik ve su kesintileri, maaşın gecikmesi, yolların kapanması, üretimin durması gibi pürüzler, modernite içinde istenmemek bir yana, bahsine dahi cevaz verilmeyen büyük ayıplar arasına itilmiş durumda.

Richard Bach'ın "Martı"sının kanatları omzumuza dokunmaz, adam gavurdur bir kere. Vasconcelos'un "Şeker Portakalı"nın tadına varmaz, küçük Zeze'nin kıvrak muziplikleirnin zevkini başkalarına bırakırız, çünkü "bizden olmayan" bir yayınevi çevirtmiştir kitabı. "Saint Exupery"nin "Küçük Prens"inin masumane arayışı, tercümesi solcu kitaplarda satıldığı için yüreğimize vurmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder